• Sonuç bulunamadı

Ticari İlişkiler ve Rotalar

4. ANTİK ÇAĞDA DOĞU AKDENİZ’DE DENİZ TİCARETİ (M.Ö 3000-M.Ö.5 yüzyıl)

4.1. Bronz Çağda Doğu Akdeniz Ticareti

4.1.7. Ticari İlişkiler ve Rotalar

Denizcilik kavramının ne zaman ortaya çıktığı ve insanoğlunun denizcilik tecrübelerine ilk olarak hangi tarihte başladığı tam olarak bilinmemektedir. Ancak böyle bir tecrübenin ilk kez M.Ö. IV. Binyılda Mısır’da gerçekleştiği düşünülmektedir. Nitekim M.Ö. IV. binyılın ortalarında Mısırlıların birbirine bağlanmış sazlardan salları vardı.137

Başlangıçta saz demetleri, şişirilmiş keçi postları, bir kütük veya geniş ağızlı bir küp üzerinde su üstünde kalabilen insanoğlu bir süre sonra kendisini sadece su üzerinde değil, su dışında da tutacak, hatta açık denizlere açılmalarını sağlayacak araçların arayışına girmiştir. Bu doğrultuda ilk önemli adımın, yolcuları ve yükleri hem suyun üzerinde hem de kuru tutan kayıkların inşası olduğunu görüyoruz. Kayığın en erken tiplerinden birinin, hafif dallardan oluşan bir iskeletin üzerine post gerilerek, söğüt dalları, saz, ip ve sırımlarla örülmüş olduğu düşünülmektedir. Elbette ilerleyen zaman gelişkin yeni modelleri de beraberinde getirmeye hiç durmadan devam etmiştir.

136 Tekin O, 2001, s.33 137 Casson L, 2002, s.9

Antik devirde teknelerin hareketi için, iki güçten yararlanılmıştır: ,insan ve rüzgar.138 İlk denizcilerin küreklere sarılışı, sadece kendi güçlerini ve cesaretlerini bilemiyoruz ancak insanoğlu şüphesiz yelkenin icadı ile birlikte, istediği uzaklıktaki yerlere ulaşabilecek noktaya gelmiştir. Temel denizcilik donanımı olan yelkenin tarihte bilinen ilk kullanıcıları yine Mısırlılardır.( M.Ö. 3500) Bunu Mısır incelemelerinde ele geçen çizimlerden anlıyoruz.139

Toplumlar üretim fazlalarını nakletme ihtiyacı duyduğunda, insanları ve yükleri taşıyan deniz taşıtları önce kıyılarda sonra da açık denizlerde seyrederek deniz aşırı ticaret ve kültür alışverişini başlatmışlardır.

Akdeniz kendi içinde bazı küçük denizlere sahiptir. Adriyatik denizi, Tiren denizi, Ege denizi ve diğerleri… Akdeniz’in Avrupa kıyılarının kuzeyinde bulunan dağ sıraları kıyı ile iç şerit arasındaki ilişkileri zorlaştırır niteliktedir. Aynı özellik Güney Anadolu kıyılarında da görülmektedir. Toros dağlarının yattığı iç bölgelerle ulaşım zorlukları mevcut geçitlerle aşılmıştır. Ayrıca doğal limanlarıdan büyük ölçüde yoksun olan Güney Anadolu kıyıları, aynı zamanda çok önemli bir deniz rotası üzerinde bulunmasıyla da Bronz Çağ gemicileri için mutlaka güç bir güzergah olmuştur. Çünkü bu kıyılar aynı zamanda konaklamayı zorlaştıracak hırçın dalgalara ve sert kayalıklara ev sahipliği yapmıştır. Afrika kıyıları ise büyük ölçüde Sahra Çölü’nü ve Yukarı Nil’in bataklıklarını teşkil etmiştir. Akdeniz’in en batı kısmında bulunan “mare nostrum” adı verilmiş olan iç deniz Cebelitarık Boğazı yoluyla Atlantik Okyanusu’na bağlanmıştır. Aynı türden bağlantı Ege Denizi’nden Karadeniz’e dar Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile denize dar Çanakkale ve İstanbul boğazları ile sağlanıyordu. Eski çağ gemicileri bu yolla sadece Kuzey Anadolu’nun Karadeniz kıyılarına değil Güney Rusya ve Armenia’ya değin ulaşmışlardır. Güneydoğu’da yer alan Kızıldeniz, firavunlar zamanında Akdeniz’e bir kanal ile bağlanmış daha sonra Pers Kralı Dareios’un emriyle yine benzer bir kanal açılmıştır.140

Doğu Akdeniz deniz ticareti yaklaşık olarak M.Ö. IV. binyılın sonunda, Erken Bronz Çağ’da deniz ticareti kavramını karşılayacak bir potansiyele sahip olmuştur. Akdeniz kıyıları, savaşları, ticareti, kolonizasyon hareketleri ve tüm bunların kaçınılmaz sonucu olarak kültürel etkileşimleriyle de denizcilik tarihinin ilk vatanı olmuştur. Doğu Akdeniz kıyıları ise bu yarışa bir adım önde başlamıştır. Bronz Çağın Doğu Akdeniz sahil kentleri ve liman yerleşimleri Akdeniz’in uluslar arası ticaret ağında merkezi bir öneme sahip olmuşlardır.

138

Alpözen O,1971, s.28

139 Turanlı T, 1999, s.9 140 Starr C.G, 2000, s.4

Özellikle İskenderun körfezinden Mısır sınırlarına kadar uzanan Levant (Yakın Doğu) dediğimiz bölgede yer alan Ugarit (bugün Kuzey Suriye’de Ros Şamira) kenti ilk bakışta şaşırtan bir ticari potansiyele sahipti. Ugarit Mısır, Hitit, Hurri ve Mezopotamyalı tüccarların yollarının kesiştiği stratejik bir bölgeydi. Kent bağımsızlığına sahip değildir. Bütün Kenan siteleri gibi zamanın dev imparatorlukları arasında sıkışmış, hepsine bağlılık bildirmiştir. Akdeniz’in tüm ürünleri, ihraç edilen Lübnan kerestesi, denizcilerin dönüşte getirdiği maden cevherleri, köleler bu kentten geçiyordu.141 Bu kentler (Ugarit limanları) hem Mısır, Suriye, Mezopotamya ve Anadolu’nun iç bölgelerindeki mallar ve hammaddeler için çıkış yerleri hem de Yunan anakarasının Mykeani Krallıkları ve daha uzak bölgeleri dahil bütün ülkelerden gelen malların ve ticari eşyanın el değiştirdiği pazarlar olarak hizmet verdiler.142 Kent Bronz Çağı boyunca varlığını devam ettirmiştir.

Bu dönemde Doğu Akdeniz ticaret rotasında çok önemli bir yere sahip olan Levant bölgesi ile Mısır, Anadolu (özellikle Hitit) ve Mezopotamya arasıda ticari ve kültürel alanda yoğun bir alışveriş ve de siyasi temaslar söz konusu olmuştur.

Mısır ile Yakındoğu (Levant ) arasındaki bağlantılar ise Hanedanlar öncesi dönemden beri bilinmektedir.143 ve son Hanedanlar öncesi kralı Narmer’in adı Filistin’de Tel Gat ve Tel Arad’da bulunmuştur. Mısır, Suriye ile sürekli bir ilişki içindeydi bunun en önemli nedeni Mısır için çok önemli olan Lübnan’ın Sedir ağaçları olmalıdır. Mısır’ın üstesinden gelmesi gereken önemli bir sorun kereste ihtiyacıydı. Mısır’da az ağaç bulunduğu, bulunanlardan da ancak niteliksiz kereste sağlandığı için Mısır’ın geleneksel kereste kaynağı Yakındoğu olmuştur.144 Sadece bu bile Mısır’ın gözlerini Suriye ve Filistin kıyılarına dikmesi için yeterli bir sebepti. Bu dönemde büyük ihtimalle ticari sebeplerle Yakın Doğu’da siyasal üstünlük kurmak isteyen diğer bir Doğu Akdeniz gücüde Hititler olmuştur.

Bronz Çağ’da, M.Ö. 3. binde Mısır hakimiyeti oldukça genişledi ve birçok bölge Mısır’ın hakimiyetine girdi. Ekonomik ilişkiler firavunların politik ve askeri müdahalelerine zemin hazırlıyordu.145 M.Ö. 2. bin yıl boyunca Mısır, Filistin ve Suriye’ye sürekli sefer düzenlemekteydi. Bölge tamamen Mısır’ın kontrolü altındaydı. Mısır tek kelimeyle Doğu Akdeniz’in tartışmasız gücüydü.

141 G.Tok, “Fenikeliler”s,90-94. 142 Bryce T, 2003, s.107 143 Baines J-Malek J,1986, s.16 144 Baines J-Malek J,1986, s.16 145Starr C.G, 2000, s.5

Lübnan’daki Byblos’da Mısır tanrılarına tapılıyor, Mısırlılar yerel akasya ağaçlarıyla yetinmek zorunda kalmıyorlardı. Lübnan’dan ithal edilen uzun sedir keresteleri ihtiyacı karşılıyordu.

Mısır’ın siyasi baskınlığına rağmen Suriye ve Filistin kıyılarındaki limanlar, Mısır’ın kontrolü altında uluslar arası bir güç olmuştur. Bronz çağın en parlak dönemini yaşadığı M.Ö. 2.bin yıl boyunca Doğu Akdeniz hareketli bir ticaret ağına sahne olmuştur.

Uluslararası deniz ticaretinin başlangıç dönemlerinden itibaren ihraç mallarının satışıyla ilgili üç değişmez olasılığı vardır. Hammaddeyi olduğu gibi satmak, hammaddeyi işleyip satmak ya da dışarıdan satın alınan hammaddenin işlenerek tekrar dışarıya satılması. Ticaret kapsamında ikinci önemli husus ise malların satışıdır. Bronz Çağı’nı ihraç mallarıyla yüklü küçük ticaret gemileri rotalarını neye göre belirliyordu ve malların satışı nasıl gerçekleştiriliyordu? Kuşkusuz tacirin iki temel amacı vardı. Öncelikle sahip olduğu mallar talep görülen yerlere ulaştırabilmesi sonrada ait olduğu bölgenin ihtiyaç duyduğu mallarla geri denebilmesi gerekiyordu. Tabiî ki korsanlara ve daha da önemlisi fırtınalara yakalanmadan…

Yapılan incelemelerde satışın iki türlü gerçekleştiğini görüyoruz. Önceden sipariş edilen malların varacağı noktalar belliydi. Diğer ihraç malları ise uğranılan limanlarda açılan tezgahlarda pazar usulü ile satılıyordu.

El Amama, Ugarit, Boğazköy ve Akdeniz’deki diğer bazı saraylarda arşivlenmiş ticari tutanaklar bulunmuştur. Bunlardan kimlerin alışveriş veya eşya alım satımı yaptığını öğrenmekteyiz. Her nedense bu arşivler resmi alıntılardan ele geçmiştir. Örneğin resmi ticaretin büyük boyutlara ulaştığını göstermektedir. Kişisel kapasitelerden bahsetmemeleri şaşırtıcı değildir. Uluslararası özel ticaret sektörü tarafından katılımın bu durumda olması resmi delillere dayanarak bize konuyla ilgili bilgi vermektedir.146

Bronz Çağı’nın parlak bir döneminin ticaret mevsiminde Doğu Akdeniz’de sözü geçer bir limandaki ihraç mallarının zenginliğinin tahmin etmek - dönemin deniz ticareti potansiyelini düşündüğümüzde – hiç de zor değildir.

Dönemin büyük miktarlarda ihraç edilen hammaddeleri arasında ilk yeri metal ticaretine vermek sanırım doğru olacaktır. Limanlarda bakır, kalay, bronz gibi metaller için depolar bunmaktaydı. Bu tür malların şüphesiz geçerli siparişler vardı.

M.Ö. 2000 yıllarında Kıbrıs adasının çok önemli bir bakır ihraç merkezi olduğu bilinmektedir. Adanın adı; Cyprus, Kubrum, Kipros ve Kuburus, bakır madeni ile ilgilidir.

Özellikle prehistorik yani yazıdan önceki dönemler ait kalıntılardan başlıcalarından birinin dönemler ait kalıntılardan başlıcalarından birinin, Ambeliku’da bulunması da Lefke’deki bakır madeninin çok eski zamanlardan beri bilinip işlendiğinin kanıtıdır. Lefke (Karataş) madeninin aynı zamanda adanın en zengin madenlerinden biri olması ve kıyıda olma özeliği ile de bu madenlerden ayrılması dikkat çekicidir. Adada daha eski maden ocaklarının bulunduğu hususunda kesin bir bilgiye de rastlanmış değildir. Foucassa ve Kalavasyon ise Kıbrıs’da adı geçen diğer alternatif üretim merkezleridir. Kıbrıs’ın ana ihracat malı, hem ham hem işlenmiş ürünler olarak bakırdı. Doğu ile batı arasındaki bu ticaret merkezinin önemi bronzun keşfi ile daha da artmıştır.

Bu özellikleriyle Kıbrıs ya da Alasia147, Asur, Yunan, Mısır ve Roma gibi birçok medeniyetin sürekli istilalarından kurtulamamıştır. M.Ö. 707’de Asur Kralı II. Sargon, yazdırdığı bir şiirde “Kıbrıs’ı denizde bir balık gibi avladım. Yedi günlük yoldaki Ya diyarının yedi kralını da buyruk altına aldım” demektedir.148

Taşıma kolaylığı sağlaması için genellikle külçe haline getirilen bu metallerin satış potansiyellerinin Bronz Çağdan itibaren her dönem için çok yüksek olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Elbette bu ticari metallerin elde edilebileceği tek yer Kıbrıs Adası değildi. Sina ve Midiah yarım adası Mezopotamya’da Magan adıyla tanınıyordu ve buradaki bakır madenleri çok önemliydi. Ancak aradaki uzaklık nedeniyle Mezopotamyalılar bu madenlere ulaşamamıştır. Bu madenler Mısırlılar içinde çekici bir servet olmuştur. Bu bölgede bakırın yanında turkuvaz madenleri de bulunmaktaydı ve Asyalılar tarafından işletiliyordu. Birinci sülanenin yedinci firavunu devrinden itibaren Mısırlıların bu emelleri gerçekleşmiş, Sina bakır madenleri ellerine geçmiştir.149 Mısır’ın dördüncü sülale devrinde de bu bakır ve turkuvaz madenlerini işlettiğini biliyoruz. Aslında Mısırlıların kendilerinin Sina’nın her hangibir bölgesinden bakır çıkardıklarını dair bir kanıt yoktur. Muhtemeldir ki, Mısırlılar, Yakındoğuyla yaptıkları tahıl ticaretinde olduğu gibi, bakır madenciliği de yapmışlar, fakat bunu kayıtlara geçirecek kadar önemli bir uğraş olarak görmemişlerdir.150 Ayrıca Uzak Doğu’dan Levant kıyılarına metal ticareti yapılmaktaydı. Bazıları Uzak Doğu’dan Mezopotamya’daki toplama depolarına getirilen ve Babil ve Mari’den geçen, kabul edilmiş ticaret güzergahı boyunca kıyı limanlarına nakledilen büyük miktarlarda metal batıya doğru taşınır ve dönüşte yerlerine çoğu kez aynı metallerden yapılmış aletler, mücevherler, silahlar,

147 Bryce T, 2003, s.268 148 Madalin R, 1974, s.10 149 Günaltay Ş, 1947, s.46 150 Baines J-Malek J,1986, s.15

şarap, yağ ve parfüm alınırdı.151 Bakır yataklarına sahip diğer bir bölge mineral açısından zengin olan Anadolu’dur. Kuzey dağlarında çıkarılıp eritilen bakır yataklarının ilk evresi M.Ö. 2800 lere kadar gitmektedir. Külçeler halinde taşınıp değiş tokuş ediliyorlardı.

Tunç yapımı için gerekli olan kalay madeni de dolayısıyla Bronz Çağın çok önemli ihraç malları arasında yer almaktaydı. Ancak bu madenin tam olarak nelerden sağlanıldığı ile ilgili kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Bu nedenle olasılıklar üzerinde durulmaktadır. Bronz Çağı’n ilk binyılında Kuzeybatı Anadolu’da, İç Anadolu’da ve Kuzeybatı İran’da bakır ağırlıklı olmak üzere kalay katılarak yapılmış eşyalar Mezopotamya, Suriye, Mısır ve Girit uygarlıklarındakilere nazaran çok daha fazladır. Bundan çıkarılacak doğal sonuç Anadolu’da bir yerde, yerel maden işçilerinin kullanabildiği bir kalay kaynağının olduğudur.152

M.Ö. 2. bin yılda ise tüm Doğu Akdeniz bölgeleri kalay madeni kullanmışlardır. Hatta kalay ticaret ekonomik yaşamda önemli bir rol oynamıştır. Ancak bu kalayın nerelerden temin edilmiş olabileceği konusu kesin bir açıklığa kavuşmu değildir. Olası bir kaynak Mısır’ın doğu çölleridir; eski madencilerin an kolay bulabildiği kalay biçimi olan kalay cevheri (stanik dioksit, SnO2) kaynaklarına sahip olduğu bilinmektedir.153

Asur Ticaret Kolonileri Çağında, Asurluların Anadolu’dan altın, gümüş ve bakır aldığını ve bunun karşılığında verdikleri mallar arasında kalayın bulunduğunu bilmekteyiz. Orta Doğu’da Bronz yapımında kullanılan ikinci maden olan kalayın ticaretinin yapıldığı en önemli merkez ise Kuzey Mezopotamya’daki Mari kenti idi.154 Kalayın, bol olarak çıkarıldığı en güneydeki Elam bölgesinden, Mari üzerinden Akdeniz’deki alıcılara ulaştırıldığı yazılı belgelerden saptanmıştır.155 Afganistan’da son yıllarda büyük kalay yatakları bulunmuştur. Afgan Kalayını kara yoluyla Asur’a getirilmiş olması mümkündür; bir diğer seçenek de, kalayın Afganistan’dan güneye doğru kıyıya taşınması, sonra gemilerle Arap Körfezinden Mezopotamya limanlarına getirilmesi, oradan da eşeklere yüklenerek ırmak boyunca kuzeye taşınması ve Asur Ticaret ağı aracılığıyla Anadolu’ya dağıtılmasıdır.156

Kalay kaynakları açısından diğer bir seçenek İngiltere’dir. Öyle görüniyor ki, İngiltere’nin kendisi de M.Ö. 220’lere kadar kalay tuncundan yoksundu; bu da, Cornwall’ın üçüncü bin yılda Anadolu tunçlarında kullanılan kalayın kökeni olmasını bütünüyle olanaksız kılar.157 Ancak M.Ö 2200’lerden sonrası için böylesi bir ihtimal söz konsusudur. Diğer 151 Bryce T, 2003, s. 109 152 Macqueen J.G, 2001, s.45 153 Macqueen J.G, 2001, s.45 154 Aktüre S,2003, s.24 155 Aktüre S,2003, s.24-25 156 Macqueen J.G, 2001, s.45 157 Macqueen J.G, 2001, s.46

taraftan Orta Avrupa’da Bohemya bölgesinde önemli bir miktarda kalay cevheri kaynağı bulunmaktadır. En önemli sorun, Bohemya kalayının granit kayalardan damar yatakları biçiminde bulunmasıdır; bu tür kayaların sertliği yüzünden, böylesi yataklara eski madencilerin erişemiyeceği öne sürülmüştür.158 Ama en sert kaya bile zamanla doğal erozyona boyun eğer ve bu nedenle işletmeye değecek bollukta kalay cevheri sunabilir.159 İngiltere ve Orta Avrupa kalayının rotası kuzeybatı üzerinden olmalıdır. M.Ö.2. binden itibaren Orta Avrupa’nın Levant kıyılarına kadar ticari ilişkilerin varlığı bilinmektedir.

Anadolu mineral açısından çok zengindi. Altın, gümüş ve bakır boldu fakat kalay açısından fakir olduğunu dışarından kalay ithal etmesinden anlayabilyoruz. Anadolu’da madencilik gelişmişti. İlk biçimlendirmesi taş ocağında yapılan ve son rötuşları heykel yerine yerleştirildikten sonra tamamlanan taş işçiliği de maden işçiliği ile aynı doğrultuda gelişmiş görünüyor.160 Taş Bronz Çağ’ın önemli hammeddeleir arasında yer almaktaydı. Yakın doğuya dönersek Lübnan’da mermer ve renkli kayalar boldu. Gre ile karışık damarlar bulunuyordu. Beyrut bölgesindeki Kesrauan Dağı’nda demir de bulunmuştur.161 Demir elde edilen alternatif bir bölge Rhodos Adası’dır. Kaynağı Afganistan’da Badakşan olan lacivert taşının (Lapis lazuli) yaygın ticareti yapılmaktaydı. Mezopotamyalı tüccarlar bu taşı Afganistan’dan ticari merkezlere getiriyordu. Yine Nil vadisi çöllerinden getirilen ametist, yeşim ve turkuvaz taşları talep gören mallar arasındaydı. Sina yarımadasında turkuvaz madenleri bulunuyor ve işletiliyordu.

Mısır doğal kaynaklar bakımından zengin yataklara sahipti. Bu madenlerin çoğunun işletilmiş oldukları tarih kesin olarak bilinmemekle birlikte şunlardır; zümrüt (cam göbeği), somaki ve granit yatakları Mons Claudianus’da; yarı değerli taşlar ve madenlerden olan akik, breş, kalsit, kırmızı, akik, kuartz, feldispat (lal taşı), demir, yeşim, kaya kristali, serpantin Doğu çölünde; cips Nil’in batısında; çakmak taşı vadinin her iki yanında yaygındı. Nil’e yakın tepeler ise güneyde Cebel-üsü-Silsile’ye dek kireçten oluşmaktadır.

Mısır’a uzak yerlerden ithal edilen madenler arasında Punt (Kuzey Somali? Veya şimdi ki Eritre?)’dan ve Yemen?’den tütsü ve mürrüsafi; Güney Etiyopya’dan obsidyen taşı ve Suriye’den gümüş ve yukarıda sözünü ettiğimiz kuzeydoğu Afganistan’dan lacivert taşı (lapis lazuli) bulunuyordu.162 M.Ö 2. binin ortalarına tarihlenen ve kraliçe Hatçepsut borçlu olduğumuz, denize açılan bir geminin resmedildiği Mısır tasvirinde Somali civarlarından 158 Macqueen J.G, 2001, s.46 159 Macqueen J.G, 2001, s.46 160 Macqueen J.G, 2001, s.108 161 Günaltay Ş, 1947, s.6 162 Baines J-Malek J,1986, s.17

getirilen ürünler hakkında bilgi sahibi olmaktayız. Kraliçenin mezar duvarlarında birindeki kabartmalarda Mısır’ın Punt adını verdikleri bölgedeki bir limana (Somali kıyıları ya da Etiyopya’nın Kızıldeniz kıyıları) yaptığı bir sefer resmedilmiştir. Burada yer alan hiyeroglif metinlerden, bu bölgeden abanoz, mür, fildişi, altın ve canlı bir panter getirildiğini öğreniyoruz. Bu da bize bu bölgeden elde edilebilecek ürünler hakkında ilgi vermektedir. Bunlar arasında yer alan mür ağacından Myrrha163 elde ediliyordu. Myrrha çağın önde gelen ihraç mallarındandır.

Mısır’ın iç bölgelerle kurduğu ticari ilişkilerle ilgili sözünü etmemiz gereken bir bölge de Nubia’dır. Erken dönemlerde bu bölgeye Nubia adının verilmesi onun bağımsız statüsünün bir göstergesidir.164 Mısır’ın güneyinde bulunan bölge Erken Hanedanlar Döneminden itibaren Mısır’ın ilgisini çekmiştir ve bunun da geçerli nedenleri vardır. Mısırlılar bu bölgede tam bir egemenlik kuramamışlar fakat egemenliklerini kabul ettirmişlerdir. Bölge dönemin en önemli ihraç malları arasında gösterilen sert taşlar ve Nil’in iki tarafındaki altın yatakları bakımından oldukça önemliydi. Ayrıca her ne kadar Mısır’ın geleneksel kereste kaynağı Yakın Doğu olsa da; burası da erken dönemlerde Mısır’ın kereste ihtiyacını karşıladığı bir kaynak olmuştur. Ayrıca bölge (özellikle Aşağı Nubia) Mısırlılar için önemli olan birçok Afrika ürününün geldiği güzergah üzerinde bulunuyordu. Bu ürünler arasında baharat, fildişi, abanoz, deve kuşu tüyü ve maymunlar sayılabilir. Mısır’ın, Nubia üzerinden ve diğer iç bölgelerden, doğrudan ya da dolaylı olarak elde ettiği ürünlerden altın, fildişi ve maymun gibi ürünleri dış ticari ilişkilerinde, gerek takas gerekse hediyeleşme yoluyla kullanmış olması ihtimal dahilindedir. Nitekim Girit Adası’nda Suriye fillerinin dişlerinin bulunması ya da Knossos duvar resimlerinde karşımıza çıkan maymun tasvirleri tesadüf değildir. Altın ise ticaret merkezlerinde yer bulmuş ihraç mallarındandı ve Mısır’ın bu gücünü kullanmış olması muhtemeldir. Mısır’ın Afrika bölgesinden ithal ettiği ürünlere karşılık olarak ne verdiği konusunda kesin verilere bağlayabileceğimiz bir bilgi bulunmamaktadır.

Son olarak fildişinin temin edilebileceği diğer bir bölge Yakın Doğu’dur. Aynı zamanda altın için Orta Anadolu, Mısır ve Afrika’nın dışında alternatif birkaç bölge daha olduğu bilinmektedir. Bunlardan birisi de Taşoz adasıdır.

Bronz Çağı’n diğer başlıca ihraç malları arasında şarap, zeytinyağı ile tahta yer almaktadır. Bronz çağında şarap önemli takas malları arasında yer almaktadır. Asmanın ana yurdu, Hazar Denizi’nin güney kıyısında, Samiler’in yer aldığı ilk yerleşim yerlerine yakındı. En eski kültür üzümü çekirdekleri M.Ö 5000 yıllarına aittir ve Gürcistan’da bulunmuştur.

163 Myrrha: Hakiki bodur mür ağacının reçinesi olan değerli bir tütsü maddesi 164 Baines J-Malek J,1986, s.16

Yaklaşık M.Ö. 5000 yıllarına tarihlenen iskan tabakalarında ele geçen bu çekirdekler, günümüzden 7000 yıl önce Kafkasların güneyindeki bölgede asma yetiştirildiğini göstermektedir.165 Daha sonra Aşağı Fırat bölgesine doğru ilerleyen Sami kavimleriyle birlikte güneybatıya kadar yayılmıştır. Sadece asmayı değil, zeytin ve inciri de ilk yetiştirenler Samiler olmuştur. Alkolü damıtmayı ve üzüm suyunu mayalanma kıvamında bekleterek içkiye dönüştürenler yine Samiler olmuştur. Şarabın Yunanlılara Sami kültür çevrelerinden geçmiş olduğu, isimlerinin benzerliğinden de anlaşılır.166 Yunanca “oinos”, İbranice “jain”, Etiyopyaca ve Arapça “vain” olan bu sözcükler birbirlerine çok benzemektedir.

Şarap kültürü, Suriye’den sonra Anadolu’yu da boydan katederek, Lydialılar’a, Friglere, Mysialılara ve bu arada doğudan batıya ilerlemiş Pers ya da yarı Pers başkaca halklara ulaşmış, kuzeyden Yunan yarımadasına, sonra da dosdoğru Fenike ticaretinin yeşerdiği denize Karia yerleşim bölgelerine girmiştir.167 Daha sonra da Yunanistan’a gelmiş olmalıdır. Yabancı diyarlara ulaşan Yunan kavimleri bu bilgiyi aktarmış olmalıdırlar ve yerleşik hayatın giderek oturmasından sonra da bu bitkiyi bizzat yetiştirmiş olmalıdırlar. Çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan bu kültürün yani bağcılığın beşiği Ön Asya’dır. Bu kültür

Benzer Belgeler