• Sonuç bulunamadı

Suriye ve Filistin Bölgesi

4. ANTİK ÇAĞDA DOĞU AKDENİZ’DE DENİZ TİCARETİ (M.Ö 3000-M.Ö.5 yüzyıl)

4.1. Bronz Çağda Doğu Akdeniz Ticareti

4.1.2. Suriye ve Filistin Bölgesi

Eski Mısırlılar Ön Asya’nın Mezopotamya sınırlarından Akdeniz ve Süveyş Kanalına kadar olan bölgeyi Retenu olarak adlandırmışlardır. Bugün Suriye, Filistin ve Sina denilen bu parça kuzeyde Anadolu, doğuda Mezopotamya, güneyde Arap yarımadası, güneybatıda Süveyş Kanalı, batıda ise Akdeniz’le çevrilidir.111 Bu bölgenin sonraları Fenike (Finike) adını alacak Akdeniz kıyı bölümü en eski zamanlarda Zahi olarak adlandırılmıştır.

Suriye’nin güney kısmı, Lübnan ve antik Lübnan dağlarının güneyinde Süveyş Kanalına doğru uzanmaktadır. Bu bölge eski Mısır yazıtlarında aşağı Latonu ve Haru bölgesi olarak adlandırılmıştır. Daha sonra meydana gelen Kenani ve Pulestiyular’ın istilalarından sonra Filistin adını almıştır.

Latonu bölgesi ile ilgili ilk arkeolojik araştırmalar 19.yüzyılın 2. yarısında başlamıştır. İlk kez 1860 yılında Londra’da “Filistin’de Araştırma Birliği” adı altında bir dernek kurulmuştur. Daha sonra “Alman Şark Derneği” kurulmuştur. Hemen sonrasında da Fransızlar Kudüs’te “İncil Mektebini” kurmuştur. 1890’da Flinders Petrie güney Juda’da Tel – Hesi bölgesinde ilk arkeoloji araştırmalarına başlamıştır. Filistin’de oldukça önemli bir

araştırma ise İngiliz bilim adamı Macalister tarafından 1902-1909 yılları arasında gerçekleştirilmiştir. Bu araştırmanın sonucunda konumuz itibariyle elde edilen en önemli bilgiler Samilerin bölgede M.Ö. 2500 tarihlerinden itibaren göründüğü ve M.Ö 1600-1200 tarihleri arasında bölgede güçlü bir Mısır egemenliğinin varlığıdır.

Filistin bölgesinde Sellin tarafından 1902-1903 tarihleri arasında yapılan araştırmalar sonucunda ise Taonack bölgesinde dört şehir tabakası tespit edilmiştir. Bunlardan biri Samilere diğeri ise Kenaniler devrine aittir. Buluntular; şehirler, vadiler ve Fenike sahillerinde kurulmuş küçük krallıklar arasında siyasi ilişkilerin varlığını ortaya koymuştur. Tel- Mutesellim (eski Megidda)’de Alman arkeolog Schuchmacher’in yaptığı kazılarda ise tarih öncesi zaman ait bir şehir yapısı, daha sonra da Samiler’e ve Kenaniler’e ait olduğu düşünülen şehirler ortaya çıkarılmıştır.

Suriye ve Filistin’in ilk insanları olduğu bilinen Negroidler’e Şamitler (Hamiler)’in halef oluğu düşünülmektedir. Samiler ile akraba oldukları düşünülen Şamitler’in Yakın Şark’tan, Kuzey Mısır’a kadar yayıldıkları tahmin edilmektedir. Samiler ancak M.Ö 2500’den itibaren Suriye-Filistin’e verilen Kharu ismi, Lotanu’ya gelen bu yeni halka aittir.112 Kharular Orta Asya’dan gelmişlerdir. Harri veya Huri olarak isimlendirilirler ve brakisefal bir ırka mensupturlar. Yine buralarda Kenaniler’den önce Refaim adı verilen bir halkın varlığı Tevrat’da geçmektedir.

Wincler Samiler’in anavatanın Arabistan olduğunu kesin olarak ortaya koymuştur. Samiler Suriye ve Filistin bölgesinde M.Ö. 2500’de görülmeye başlamışlardır. Bu nedenle asırlar önce buralara gelmiş olan halkı Samiler olarak nitelendirmemiz mümkün değildir. İlk görülen Samiler, Mezopotomya bölgesinde I. Babil İmparatorluğunu kurduğu bilinen Amurrular’dır. Batı Samileri de denilen Amurrular bölgeye geldikten sonra doğuda Sümerler batıda Kharular ile tanışmıştır. Yerli halkla karışıp kaynaşmış ve medeniyette ilerlemeye başlamışlardır. Suriye-Filistin’e Amurrular’ın mı yoksa Kenaniler’in mi daha önce geldikleri meselesinde bilginler arasında ayrılıklar vardır. 113

I. Babil İmparatorluğu döneminde Amurrular’ın büyük yığınları Mezopotamya’ya çekilmiştir. Bununlar birlikte Lübnan ile Şam arasındaki alanda kurulan Amurru prensliği M.Ö. 2. binin ikinci yarısında Mısır ile Hatti devletleri arasında kalmış, gerektiğinde Mısır’ı gerektiğinde ise Hattuşaş Krallarını tanıyarak varlığını sürdürmüştür. (Harita 1) Amurru prensliği M.Ö. 1. binyılın başlarında Mısır’ın ve Hitit İmparatorluğunun eski güçlerinin

112 Meyer Ed. 1953, s.600 113 Günaltay Ş, 1947, s.35

kaybetmesiyle egemenliğini kazanmış ve bu durum Asurluların Suriye’yi istilalarına kadar sürmüştür.

Suriye – Filistin bölgesi coğrafi konumu nedeniyle çevre bölgeler arasında rekabet konusu olmuştur. Bu dönemde bölge Fırat – Dicle arasında kurulan medeniyetler ile Mısır arasıdan önemi gittikçe daha da artacak olan ticaret yolu üzerinde bulunmaktaydı. Üzerinden geçen ve Nil boylarına kadar giden büyük kervan yolu da bölgenin önemini daha da artırıyordu. Ayrıca Filistin sınırlarından geçen Mısır – Şam kervan yolu ve Filistin’de bulunan daha birtakım ticaret yolları bulunmaktaydı.

Fırat – Dicle boylarından kurulan devletler coğrafi durumları gereği Akdeniz’e açılmak zorunda idiler. Nil kıyılarında kurulan devletler ise gerek siyası gerek ticari güvenlik açısından bölgeye hakim olmak ya da en azından bölgeyi denetimleri altına almak zorundaydılar. Bu durumun yanı sıra Suriye ve Filistin bölgesi giderek gelişen ticaret ile birlikte bir geçiş noktası durumuna gelmiştir. Bölgenin çevre güçlerinin siyasi hedefi durumunda olması, siyasi istikrarına engel oluyor, tam anlamıyla bağımsız bir prenslik kurulamıyordur. Suriye ve Filistinde’ki yerli prenslikler Mısır’a ve Mezopotamya’da ki devlete vergi veriyorlardır. Ancak bu durum bölgeye siyasi açıdan olmasa da kültürel açıdan yararlar sağlamıştır. Bu medeniyetlerin kültürel etkiler bölgede erkenden cereyan etmiştir.

Bronz Çağı’nın ilk beşyüz yılı yani M.Ö 2500’e kadar olan zaman dilimi bölgede prehistorik devirden tarihi devre geçiş aşaması olmuştur. M.Ö 2500’den sonra bölge tarih olaylarına başlamış ve bölgenin kaderi M.Ö 1200 lere kadar çevre memleketlerde kurulan imparotorlukların izni ve denetimi doğrultusunda sürüp gitmiştir.

Bu dönemden günümüze kadar gelebilen belgeler doğrultusunda Suriye – Filistin bölgesinin Mezopotamya ile olan siyasi durumunu genel hatlarıyla şu şekilde çizebiliyoruz: Bölge M.Ö 3. binde Fırat – Dicle arasında kurulan medeniyetlerin (sırasıyla Sümer, Elam) az çok denetimleri altında kalmıştır. Bazı devletlerde ( önce Akad Krallığı sonra Amurrular ) zaman zaman buranın siyasi bir parçası durumuna gelmiştir. Fakat hiçbir zaman bu gölgede tam bir egemenlik kurulamamıştır.

Mezopotamya’da I. Babil İmparotorluğu kuran Amurruların’ın hükümdarı Hammurabi (M.Ö 2003 – 1960) bütün Suriye ve Filistin’i hakimiyeti altına almıştır. Bu durum Anadolu’daki Hattiler’in Babil’i istila ederek ortadan kaldırmalarına kadar devam etmiştir.

Suriye ve Filistin bölgesinde hayat bu şartlar altında sürüp giderken, başta Sümer kültürü olmak üzere birçok medeniyet ve kültür bölgede güçlü etkisini göstermiştir. Suriye ve

Filistin bu uzun devirdeki yakın ve sıkı ilişkilerinin bıraktığı Sümer medeniyet ve dinin derin izlerini yüzyıllarca muhafaza etmiştir. 114

M.Ö. 2.binde ise bölgeye yapılan yeni insan akınlarıyla karşılaşılmaktadır. Batıdan Epeliler, güneydoğu Anadolu’dan Mitani - Huriler, Orta Anadolu’dan Hattiler, kuzey Mezopotamya’dan Aramiler ve yine Mezopotamya yönünden geldikleri düşünülen İbraniler bölgeye akın etmişlerdir. Bunun yanı sıra M.Ö 2. bin yılın sonunda Mısır kayıtlarında kuzey ve Deniz halkı denilen bazı boylarda bölgeye yayılmışlardır. Bölgede biriken etnik gruplardan bazıları birbirleriyle karışıp kaynaşmıştır. Amurrular Sami grupları oluşturmuş, Epeliler ise Samilerin karışımlarından ise Kenaniler ve Fenikeliler türemiştir. Arkeolojik araştırmalar Kenanlılar ve Fenikelilerin aynı ırktan olduklarını ve bölgeye Akdeniz bölgesinden geldiklerini ortaya çıkarmıştır. Ege bölgesinden Suriye kıyılarına gelen Egeli boyların burada yerleştikleri ve buradaki halka hükmettikleri düşünülmektedir. Egeli Kenanlılar Sami Amurrular’ın karışıp kaynaşmalarından Sami dilini konuşan bir halk meydana gelmiştir. Kenanlılardan Akdeniz ile Lübnan dağları arasında kıyı boyunca yerleşenler sonraları Fenikeliler adını alacaklardır. Kıyı bölgesinde yerleşen bu insanlar gemicilik ve ticaret ile uğraşmışlardır ve Suriye limanlarında kalabalık yığınlar oluşturmuşlardır. Fenikeliler tarih sahnesinde M.Ö 15 yy’da belirmişlerdir.

M.Ö 3. binde bu dar kıyı şeridinde bir halk yaşadığını, siyasi ve ticari amaçlarlar bölgeye kervanlar, ordular ve gemiler gönderen Mısır firavunlarından ve Mezoporamya uygarlıklarından öğreniyoruz. Bu uygarlıklar buradaki halka Amumu yada Amu adını veriyorlardı. Fenike adı ilk kez Homeros tarafından ortaya atılmış ve kabul görmüştür. Fenikeliler ise kendilerini Kenanlılar olarak anıyorlardı ve kent devletlerine göre Sidonlular ya da Tirliler olarak ayırt ediyorlardı. (M.Ö 15 yy) Tel-Amarna mektuplarında da Mısır sınırlarından İskenderun körfezine uzanan bölgeye ve arkasına Kinahhi veya Kinahhu (Kenan) adı verildiği görmekteyiz. Tevrat da bu bölgeyi Kenan olarak anmaktadır. Bu sahillerde bulunan ve biri kuzeyde biri güneyde olmak üzere iki ayrı koyda yer alan Sidon (Sayda) ve Tir’in (Sur) önemli ticaret merkezleri olmuş ve tarih sahnesinden silinene kadar ünlerini korumuşlardır. Lübnan dağları ile Akdeniz arasındaki dar şeritte yerleşen ve Fenikeliler olarak tanıdığımız bu Kenanlılar Ön Asya’nın diğer kavimlerinden ve hatta bunlar arasındaki diğer Kenanlı ırktaşlarından sosyal yaşam açısından farklılaşmışlardır.

Fenikeliler Lübnan dağlarının eteklerinde ve ovalık arazilerde pamuk, keten ve sebze yetiştiriyorlardı. Ancak tarımsal ürünleri geçimlerini karşılayabilecek kadar çok değildi.

Yeterli toprağın bulunmaması ve coğrafi konumları uygun olmaması geçim yollarını denizde aramaya sevk etmiştir. Geçimleri gemicilik ve ticarete endekslenmiştir. Bulundukları bölge itibariyle dönemin güçlü devletleri arasında yer alıyorlardı. Doğuda Mezopotamya’nın Sümer ve daha sonra Asur uygarlıkları, kuzeyde Huri – Mitanni ve Hitit uygarlıkları, güney batıda ise Mısır uygarlığı ile komşu olmuşlardır. Ayrıca deniz yoluyla da Myken ve Ege dünyasına açılabilecek kıyı şeridinde ayrıcalıklı bir konumda idiler. Doğu Akdeniz ticareti Suriye kıyılarında doğmuş, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu arasında başlamış, gelişerek Kızıldeniz, Ege dünyası, Karadeniz’e ve Akdeniz’in diğer denizlerine doğru yayılmıştır. Byblos (Cebel), Sayda (Sidon) ve Tir (Sur) limanları Asya, Afrika, Anadolu ve Avrupa ticaretinin buluştuğu merkez noktalar olarak ortaya çıkmışlardır. (Harita – 1)

M.Ö. 2. binde Fenike sahil kentlerinin en önemlileri, kuzeyden güneye doğru Ugarit, Arad, Simira, Botris, Byblos, Berit, Parfirayon, Sidon, Tir ve Akko’dur. Her kent yasaları ve tüzükleriyle ayrı bağımsız bir devletti. Kıyıya dik uzanan dağlar nedeniyle siteler arasında ki ulaşım zor olduğundan, aralarındaki iletişim genellikle deniz yolundan oluyordu.

M.Ö 2. bin başlarında Suriye’ye gelen Huri ve Hattiler Filistin’e doğru yayılmış ve burada halkın içinde eriyip gitmişlerdir. Ancak sonradan büyük gruplar halinde gelen Huri – Mitanniler kuzey Suriye’yi egemenlikleri altına almışlardır.

M.Ö 2500’den M.Ö 1700 arasındaki zaman dilimi Egeli Kenanlılar’ın büyük gruplarıyla Sami Amurruların’ın kaynaştıkları devirdir. M.Ö 1400 – M.Ö 1000 arasındaki zaman diliminde eski Kenanlıların Hurri – Mitanni ve Hattilerle karışıp kaynaştıkları zamandır. M.Ö 1100 – M.Ö 332 arasındaki zaman diliminde ise Kenanlılar, İbraniler, Kuzey ve Deniz halkı denilen Pulestiyular, Habirular ve Aramilerin karışıp kaynaştıkları devirdir.

Tüm bu bilgiler bize Suriye ve Filistin bölgesinde neden egemenliğini tam anlamıyla kazanmış büyük bir uygarlığın kurulamadığını göstermektedir. Tek bir merkeze bağlılık görülmüş ise de yabancı devletlerin hegomanyasında ve bu devletlere vergi ödeyerek mümkün olmuştur. Bölgede bu tür var oluşlar Klan teşkilatı şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Mısır kaynaklarından M.Ö 2. binde kurulan bu prensliklerin bazılarının adlarını öğrenmekteyiz. Bu prensliklerden en önemlileri şunlardır; Hermon ile Yabloh arasında bulunan prensliğin başkenti Edrei idi. Yabloh ile Armon arasındaki prensliğin başkenti Kheşbon idi. Kıyı şeridinde yer alan Kepeni (Byblos) M.Ö 3. binden itibaren Mısırlılarca tanınıyordu. Byblos’un doğusunda bulunan Kedem şehirleri diğer merkezlerdendir. Oront boylarında bulunan Katna şehri de önemli merkezlerdendir. Yine Oront vadisinde bulunan Kadeş (Kodşu) bir prenslik merkezi idi. Sihem civarında da kalabalık bir klan yaşamaktaydı. Hattiler, Sidon’un doğusunda, yaşamakta idiler. Daha birçok klanlar ve kabileler

bulunmaktaydı. Kısa bir zaman sonra da Aramiler’i Suriye bölgesinde, Mitanniler’i Naharina’da ve Palestiyu ve İbraniler’i Filistin’de görüyoruz.

Suriye ve Filistin’de küçük küçük prensliklere merkez olan sitelerin bir kısmının başında yukarı Mezopotamya ve Anadolu’dan gelen Hurriler, Hattiler ve Mitanniler’e mensup insanlar, bir kısmının başında ise Kenanlılar veya Amurrular bulunuyordu. Orta Asya’dan gelen Huriler ve Hattiler, Suriye’nin birçok yerine dağılmışlardır. Bunların yanında Sami ırkından beylikler de bulunuyordu. Bu prensliklere bağlı bazı siteler Gezer, Lakiş, Megiddo ve Yeriho’dur. Her sitenin başında bir kral veya ihtiyarlar meclisi bulunmaktaydı. Bu siteler dış düşmana karşı gerektiğinde birleşiyorlardı ancak genellikle kendi aralarında savaşıyorlardı. Bunlar arasında en önemlisi Naharina’daki Mitanni krallığı idi.

Bu siyasi durum içerisinde ticaret devam ediyordu. Sami Amurrular çöle doğru yayılma gösterirken, Fenikeliler sahil şeridinde, Kenanlılar ise aralarına Hatti ve Hurri – Mitanniler’den bazı klanlar yerleşmiş olarak eski coğrafyalarında oturuyorlardır. Buralarda Hurri ve Hatti kolonileri bulunduğu Tevrat’da da açık bir şekilde yer almaktadır.

Mısır’ın on ikinci sülalesi devrinde Filistin’e Harular denilmektedir. Harular’ın bölgede kurdukları devlet Mısır’ın doğusunda Ki – Maşk ( Şam ) şehri yakınlarına kadar uzanıyordu. Harrular güçlerini sonradan kaybetmişlerdir. Zamanla Kenanlılara karışmışlardır.

Suriye ve Filistin M.Ö 1750’den sonra görülen Hiksos istilasından sonra ki bu istilalar etkili olduğu halde Hiksoslar sonuçta bir varlık bırakamamış eriyip gitmişlerdir. Hiksoslar önce Mısır etkisine ve M.Ö 15. yüzyıldan itibaren de hızla Mısır’ın kısmen de olsa hegomanyasına girmiştir.

Bu dönemde Mısırlıların Zahi dedikleri bölgede Fenike limanları bulunuyordur. Önemli deniz üsleri olan bu limanların en önemlileri olan Tir (Sur), Sidon (Sayda) ve Arad (Aradus) siteleri çoktan kurulmuş durumda idiler. Lotanu’nun askeri açıdan en önemli noktası Eleutherus (Nahr-el-Kebir) civarındaki güzergah idi. Amurlular Kadeş, Şam ve Byblos arasındaki bölgede bulunuyorlardı. Bu bölge sonradan Arami ismini almıştır. Naharina memleketi ise Oront (Asi) nehriyle Fırat arasında bulunuyordu. Önemli kentleri Hapla (Halep) ve Tunip’tir.

Bundan sonra bölge, firavununu tanıyan ve Mısır’a vergi veren prensler ya da Mısır’dan gönderilen vadiler tarafından idare edilmiştir. Mısır bu devirde bölgenin kanunlarına ve geleneklerine saygı gösterdiği için, bölge halkının sevgisini de kazanmıştır. Mısır bölgedeki başkanların oğullarını Mısır’da eğiterek ve yerli kralların yanına Mısırlı memurları da vererek önlemlerini arttırmıştır. Bu arada doğuda Asurlar, Anadolu’da Hattiler

gittikçe güçleniyorlardı. Ayrıca bu dönemde Mezopotamya, Suriye ve Filistin üzerindeki eski hukukunu tam anlamıyla unutmuş durumdaydı.

Bu dönemde Mısır’ın Suriye ve Filistin bölgesinde elde ettiği savaş ganimetleri ve ödedikleri vergiler bölgenin kültür ve medeniyet seviyesi hakkında yeterinde bilgi verir. Bunlar arsında altın yaldızlı savaş arabaları, abanozdan yapılmış sandalyeler masalar, mücevherler, değerli madenler, evcil hayvanlar ve atlar, şarap ve hububat yer almaktadır.

Mısır bu dönemde Tir, Sidon, Byblos gibi limanlara kumandan ve vali makamında Hazannular atamıştır. Diğer bölgelerdeki yöneticiler kral veya başka bir unvan ile anılıyorlardı. Bazı şehirler ise ayan meclisleri tarafından yönetiliyordu. Mısır’da eğitim gören yöneticilerle, bölge şehirleri Mısır’ı tanımak ve yıllık vergi ödemek zorundaydı. Firavunlar bu bölgede barışın ve ticaretin korunmasına önem vermiştir.

Hiçbir zaman Suriye ve Filistin bölgede tam bir hegomanya sağlayamamış olsa da Mısır’ın bölge üzerindeki bu çok güçlü etkisi M.Ö 14 yüzyılın ilk yarısında bozulmuştur. Kendi problemleriyle baş etmek zorunda kalan Mısır, Suriye ve Filistin bölgesi ile ilgilenemeyecek duruma gelmiştir. Bu arada Anadolu’daki Hititler’in de siyasi politikasını bölgeye çevirmiş olması Suriye ve Filistin bölgesinde ki asayişin bozulmasında etkili olmuştur. Bu dönemde Mısır, Filistin bölgesindeki otoritesini tamamıyla kaybetmiştir. Bu arada Anadolu’daki Hititler de kuzey Suriye’de siyasi başarılara imza atmaya başlamışlardır.

Bu durum Mısır’ın yeniden toparlanmasına kadar devam etmiştir. Mısır iç düzeni ve ekonomosini 19. sülalenin ilk kurucusu Horemheb (M.Ö. 1345 – 1320) zamanında büyük ölçüde düzeltmiştir. Horemheb’den sonra başa geçen Ramses I (M.Ö1320 – 1318) ve sonra Seti İmparatorluğu ile Suriye ve Filistin bölgesindeki Hitit hegomanyası karşısında bir güç olarak belirebilmişdir. Bu arada Hitit Krallığı, Suriye’de ilerlemiş ve Mısır nüfuzunu Filistin’in güneyine kadar çekmişti. Güç denizde Egelilerin (Akalar) karada ise Hititlerin elinde idi. Elbette Mısır’ın gücünü yeniden toparladığı Seti I dönemine kadar devam etmiştir.

Suriye ve Filistin bölgesinin kaderi, gerek gereğinden fazla etnik grubun bu bölgede birikmiş olması gerekse bölgenin bulunduğu coğrafi konum nedeniyle, çevresinde bulunan güçlü devletlerin hegemonyası altına girmesi ya da bu devletlerin savaş alanı olması şeklinde yaşanıyordu. Bölgede bulunan birçok prenslik için bağımsızlık ancak çevrelerinde güçlü devletler olmadığında yada eşitlik olduğunda kısmen de olsa mümkün olabiliyordu. Fakat böyle durumlarda da bu prenslikler kendi aralarında savaşıyorlardı. Bölgede ticaret de bu koşullar altında devam ediyordu.

Mısır firavunu Seti I dönemi, Büyük Hitit İmparatorluğun’da Muvattalli (M.Ö. 1320 – 1288) dönemine tekabül eder. Bu tarihten sonra da Suriye ve Filistin bölgede bu iki güçlü

devlet arasındaki Suriye ve Filistin hegemonya mücadelesi dönemi başlamıştır. Bu mücadele döneminin en mücadelesi dönemi başlamıştır. Bu mücadele döneminin en önemli olayı Büyük Hitit kralı Hattuşil III (M.Ö. 1281-1260) ile Ramses II arasında yapılan ünlü Kadeş Antlaşmasıdır. Bu antlaşmaya göre Hititler Suriye üzerindeki etkisini korumuş, Mısırlılar ise Filistin’de kalmıştır. Bu antlaşma sayesinde Mısır ile Hitit arasındaki iyi ilişkiler beş yüz yılı aşkın bir süre devam edebilmiştir. Bu aynı zamanda Suriye ve Filistin bölgesi için huzurlu bir ortam anlamına geliyordu. Fakat bu durum da uzun sürmemiştir. Hattuşil III zamanında güc kazanan Asurlular, Yukarı Mezopotamya bölgesinde Ön Asya hegemonyası için yeni bir rakip olarak belirmişti. Bununla birlikte Kadeş Antlaşması’nın sonrasında gelen yıllar hem Hitit İmparatorluğu’nun hem de Mısır’ın gerilemesini beraberinde getiren yıllar olmuştur. Asurlular bu yıllarda Hititler’in güney eyaletleri ve kuzey Suriye için tehdit unsuru olmuşlardır.

Bu arada Dorlar’ın M.Ö 13 yüzyılda Theselia’dan Peleponnesos’a ve oradan da Girit’e ve diğer adalara inmeleri Ege bölgesinde büyük karışıklıklara neden olmuştur. Myken medeniyetinin merkezleri olan Aka şehirleri yakılmış yıkılmıştır. Bu akınlar Anadolu’yu ve Suriye ile Mısır kıyılarını da büyük ölçüde etkilemiştir. Dor akınlarından kaçan Akalar, Asya’ya, İtalya’ya, Sicilya’ya, Sardunya’ya ve Afrika’ya kadar ulaşmışlardır. Tarihte Ege göçleri olarak anılan bu karışıklık Akdeniz bölgesinin Ege göçleri olarak anılan bu karışıklık bir döneme girilmesine neden olmuştur. Suriye sahillerine ulaşanlar ise kuzeyde Hitit, güneyde Mısır bölgesi sınırlarına doğru yayılmışlardır. Hitit devleti bu akınlar karşısında bir müddet daha dayanabilmiştir. Ramses III’de (M.Ö. 1200-1168) yıkılmıştır. Bu göçler sonucu Anadolu, Suriye ve Filistin ile diğer Akdeniz kıyılarında büyük kaynaşmalar meydana gelmiştir. Alasia (Kıbrıs)’ın da bu akınlardan nasibini aldığı bilgiler arasındadır.

Mısır ise Firavun Ramses III döneminde bu akınlara karşı koyabilmiştir. Ramses III’ün bu halklara direnişi sırasında Filistin bölgesi bir süre için yine Mısır’ı nüfusuna geçmiştir. Ancak Ramses III’ün halefleri bu başarıyı devam ettirmemişlerdir. Suriye ve Filistin bölgesindeki yerli prenslikler bağımsızlıklarını tekrar kazanmışlardır. Bu dönemde İbraniler’in Kenan ilinde bulunduklarına dair ip uçları bulunmaktadır.

Ramses III’ten sonra Mısır ikiye bölünmüş, Hitit devleti yıkılmıştır. Asurlular’ın kralı Tiglatpalasar I (M.Ö. 1115-1093) döneminde de Asurlular Ön Asya hegemonyalarının gerçekleştirmişlerdir. Ancak halefleri bu dönemde bunu devam ettirememişlerdir. Bu devirde Suriye’de Fenikeliler ve Aramiler, Filistin’de Filistinler (Pulestiyular) ve İbraniler bölgede önemli siyasi teşkilatlardır. Bunların arasında Ege göçleri sonucunda Egeliler, Hititler,

Mitanniler vb… birçok etnik grup yer almıştır. Samiler ise tüm bu etnik gruplar arasında kaynamışlardır.

Bronz çağda Suriye ve Filistin bölgesi türlü türlü ırkların kaynaştığı veya karıştığı oldukça stratejik bir noktada bulunuyordu. Bronz Çağ’da, Suriye ve Filistin bölgesinde kurulan birçok prenslik çevresindeki büyük devletlerin bölge üzerindeki hegemonya emelleriyle baş etmek ve bu şekilde yaşamak zorunda kalmıştır. Bu arada birçok medeniyetin kültürel etkisi altında kalmıştır. Ancak bu çağda hiçbir büyük devlet bölge üzerinde ki

Benzer Belgeler