• Sonuç bulunamadı

4. MÜZİSYENLERİN SARAYDA İSTİHDAMI

4.3. TERFİ

Osmanlı saray görevlilerinin tâyin, terfi ve çerağ [hizmetini tamamlayanların emekliye ayrılması] işlemleri belirli bir disipline göre yürütülmüştür. Enderûn yapısı içinde liyâkat sâhipleri yetenekleri doğrultusunda ve ihtiyaca göre padişahın tasarrufuyla sınıf atlayarak icabında vazifelerini sürdürmüşlerdir. İslâmî ilimlerden tıp ve matematiğe, edebiyat ve güzel sanatlardan spora kadar çok çeşitli nazarî ve amelî alanlarda eğitim gören Enderûn mensupları saray dışındaki görevlere tâyin edilebildikleri gibi sarayda kalıp göreve devam edebilirlerdi. Muhtelif Enderûn koğuşlarına mensup müzisyenler için de aynı hiyerarşik düzenin uygulandığı bilinmektedir. Kıdem ve yeteneklerine göre üst sınıflarda oluşan boşluklara terfi ettirilen mûsikîşinaslara bu açıdan diğer saray görevlilerinden farklı bir davranış gösterilmemiştir. Dolayısıyla bu bölümde yer verilecek işlemlerin önemli bir kısmı sadece müzisyenlere has uygulamalar olmaktan öte saray hiyerarşisinin bir uzantısıdır

145

ve pek çok saray görevlisi ve sanatkâr bu tip desteklerden hissedârdır. Ancak söz konusu III. Selim ve II. Mahmud gibi sanatkâr hâmîler olunca bazı durumlarda bir icrâ ya da bir bestenin terfi için yeterli olduğu görülmektedir.

Çalışmanın bu bölümünde sarayda görevli müzisyenlerin terfi işlemleriyle ilgili örnekler değerlendirilerek terfiye sebep olan durumlar ele alınacaktır. Öncelikle terfilerinde mûsikî mahâretleri etkili olmuş müzisyenler ile saray içinden ya da dışından padişahın musâhiplik verdiği isimler ve taltif sebepleri incelenecektir. Ardından ihtiyaca binâen veya sırası geldiğinden terfi almış müzisyenler konu edilecektir. Son olarak da söz konusu terfi olunca gündeme gelen çekememezlik, memnuniyetsizlik ve haksız görevlendirmelerle ilgili şikâyetlere dâir örneklere yer verilecektir.

Hızır İlyas Ağa’nın Letâif’i II. Mahmud’un huzurunda tertiplenen mûsikî fasıllarının yanı sıra sarayda görevli müzisyenlerin terfi ve çerağ işlemleri, aldıkları musâhiplik gibi pâyeler ve ihsanlar hakkında zengin bilgiler içerir. Yine mezkûr kaynakta padişahın olağan terfiler dışında huzurunda yapılan bir icrâ sonucu müzisyenlere terfi ihsan ettiği örnekler de mevcuttur. Meselâ 21 Şaban 1238 [3 Mayıs 1823] tarihinde Mustafa Paşa Kasrı’na yapılan bir binişte yeniçerilere ulufe dağıtılması ve mukallitlerin padişahı eğlendirmesinin ardından rast makamında fasıl yapılmıştır. Faslın başında Hânende Rıfat Bey ve Neyzen Mustafa Efendi’nin yaptıkları taksimlerin ardından Başçavuş İzzet Ağa’nın riyâsetindeki mûsikî heyeti peşrev, semâî, beste, kâr, nakış ve rubâî formlarından eserleri başarılı şekilde icrâ etmiştir. Fasıl bittikten sonra başta taksim yapmış iki sanatkâr özellikle tebrik edilerek kendilerine II. Mahmud tarafından çavuşluk pâyesi ihsan edilmiştir.354

Hızır İlyas’ın aktardığı diğer bir bilgiye göre saray görevlilerinden uzun zamandır sinekemân meşkine devam eden çavuş mülâzımı Sinekemânî Ârif Ağa, tanbur icrâsıyla meşhur olmuş Tanbûrî Kemiksiz Ahmed Ağa ve mehterde görevli Zurnazen Hâfız Efendi 26 Şevval 1228 [22 Ekim 1813] tarihinde çavuşluğa terfi olunmuştur. Kaynakta bu isimlerin terfi sebebi olarak “mûsikîde mahâret-i kâmile peydâ ettikleri” yazılıdır.355

354 Hızır İlyas, s. 296. 355 Hızır İlyas, s. 65.

146

Dolayısıyla görevde yükselmelerinde yetenek ve çalışmalarının etkili olduğu muhakkaktır.

Saray teşkilatında farklı birimlerde yer alan görevlilerin yeteneklerine göre yönlendirilip muhtelif birimlere kaydırıldıklarına da şâhit olunmaktadır. Enderûn’da savaş sanatı, binicilik ve silah kullanmayla ilgili eğitimi sağlayan Cündîlik teşkilatına mensup Cündî Rif’at Bey böyle bir tecrübe yaşamıştır. 17 Rebîülevvel 1235 [3 Ocak 1820] tarihinde Gülhâne Köşkü’ndeki toplantıda güzel bir sese sâhip olduğu Musâhib Hâfız Abdullah tarafından gündeme getirilen Rif’at Bey, askerliğin tehlikeli bir saha olduğu ve hânendeliğe de kabiliyeti bulunduğu yönündeki uyarılar sonunda okuduğu şarkıyla mûsikîşinaslar arasına alınmıştır. İcrâ ettiği eser Sâdullah Ağa’nın:

Ey kerem kânı şeh-i âli-cenâb Zerre-perversin misâl-i âfitâb

beytiyle başlayan bûselik şarkısıdır. II. Mahmud da sesini ve icrâsını beğenmiş olmalı ki hemen cündîlikten ayrılmasını ve çavuşların arasına mülâzım olarak katılmasını irâde buyurmuştur. Yine diğer mûsikî heveslilerinden Tanbûrî Keçi Ârif Ağa’nın talebesi Küçük Necib Ağa ve Kilerli koğuşunda keman öğrenmeye gayretli Hurî Ali Efendi de icrâlarının dinlenmesi neticesinde çavuş mülâzımları arasına dâhil edilmiştir.356

Hattat Mustafa Efendi [Kazasker] sesinin güzelliği, neyzenlikteki mahâreti ve hüsn-i hattaki kâbiliyeti sebebiyle Galata Sarayı’na alınmıştı. Ancak böyle bir yeteneğin Galata Sarayı’nda kalması revâ görülmemiş ve 1235 senesi Şaban ayında [Mayıs/Haziran 1820] Enderûn’a alınması için irâde buyrulmuştur. Saraya geldiğinde bu kararın haklılığını doğrular şekilde neyiyle yaptığı acemaşîran taksim çok beğenilmiş, birçok ihsan verilerek Kilerli koğuşuna alınmıştır. Böylece yeteneği, şöhreti ve yaptığı taksim onun çavuş mülâzimi pâyesi alarak Enderûn’a katılmasını sağlamıştır. Bu esnada huzûr-ı humâyûnda bulunanların bazılarının Mustafa Efendi’ye övgü dolu ifâdeler kullandığı kaydedilmiştir. Böylesi bir durumda elbette son söz padişahın olsa da çevredekilerin görüş ve referansı da etkili olmaktadır.357

356 Hızır İlyas, s. 201. 357 Hızır İlyas, s. 208-209.

147

Enderûn hiyerarşisinden bağımsız olarak padişahın takdiriyle verilen musâhiblik pâyesi de bu bağlamda ele alınmalıdır.358

Osmanlı padişahlarının musâhibleri arasında sıklıkla mûsikîşinaslara rastlanmaktadır. III. Selim ve II. Mahmud’un musâhibliğini yapmış müzisyenler şöyle sıralanabilir: Taşçı Emin Ağa, Vardakosta Ahmed Ağa, Bursalı Sâdık Efendi, Hızırağazâde Küçük Mehmed Ağa, Abdülhalim Ağa, Hacı Sâdullah Ağa, Hânende Ârif Ağa, Tanbûrî Emin Ağa, Mehmed Sâdık Ağa, Kemânî Ali Ağa, Numan Ağa, Kömürcüzâde Hâfız Mehmed Efendi, Şâkir Ağa, Tanbûrî Keçi Ârif Ağa, Hamâmizâde İsmâil Dede Efendi ve Saîd Mehmed Efendi.

Birkaç örnek üzerinden musâhibliğin hangi durumlarda verildiğine dâir fikir yürütmek mümkündür. İlki, aynı zamanda Rûznâme’de Ramazan ayında mûsikî dinlendiğine dâir tek kayıt olup Neyzen ve Giriftzen Taşçı Emin Ağa’nın yaptığı solo icrâ ile ilgilidir. “Taşçı Emin Ağa’ya nây ve girift çaldırılmağla zümre-i musâhibâna

idhâl ü mukaddem ber takrîb musâhib olup” şeklinde geçen ifâdeden Emin Ağa’ya

musâhiblik pâyesi ney ve girift icrâsı üzerine verildiği anlaşılmaktadır. Kaydın devamında dikkat çeken bir ayrıntı olarak musâhiblik makamına layık olmayan birkaç kişinin de musâhiblik pâyelerinin geri alındığı yazılıdır.359

Hızır İlyas Ağa’nın Letâif’i Dede Efendi ve Hânende Ârif Ağa’ya musâhiblik verilmesiyle başlar. Çeşitli form ve makamlarda nitelikli eserler ortaya koyan, sesleriyle ve nazarî bilgileriyle önde gelen bu iki isim musâhiblik pâyesiyle taltif edilir. Hızır İlyas’ın “Farâbî-i zamân” diye nitelediği İsmail Dede ve Ârif Ağa’ya usûl gereği

“akranlarına tefevvuk ettirildi” denerek sincap kürk ihsan edildiği ifâde edilir.360

Görüldüğü üzere burada takdir sebebi olarak sayılan bestecilik, icrâcılık ve eserleriyle şöhret kazanma gibi hususlar sanatkârların doğrudan mûsikî sahasındaki yetkinlikleri olarak sayılmıştır.

Letâif’te musâhiblikle ilgili diğer bir nakil Tanbûrî Keçi Ârif Ağa hakkındadır.

Hızır İlyas’ın aktardığına göre yüzü çiçek hastalığından etkilenmiş olan Keçi Ârif Ağa

358 Esâsen bir terfiden çok padişahın verdiği bir unvan ya da sıfat olarak değerlendirilmesi gereken

musâhiblik, sohbet arkadaşı anlamını taşımaktadır. Terim olarak padişahın yakın çevresinde yer alarak onu eğlendiren, hoş sohbet, hazırcevap, nüktedan, zarif ve görgülü kimseler için kullanılmaktadır. Doğulu saray geleneklerinde karşılığı nedimliktir. Pakalın, c. II, s. 583.

359 Arıkan, s. 74. 360 Hızır İlyas, s. 3.

148

uzun yıllar çavuşluğa terfi alamamış ve fasıllara dâhil edilmemiştir. Bu dışlanmışlıktan muztarip, nihâyet seneler sonra çaba ve ısrarları sonucu çavuşluğa yükseltilmiş, mûsikî talebelerine hocalık etmeye başlamıştır. Hevesle başladığı vazifesinde ilk acemisi olan Tanbûrî Necib ile yoğun şekilde ilgilenmesi sonucu talebesi “keçinin kuzusu” şeklinde anılır olmuştur. Meşkindeki talebelere gösterdiği gayretin musâhiblikle ödüllendirilmesi gerektiğini düşünen Keçi Ârif Ağa’nın bu beklentisi de hemen karşılık bulamamıştır. 1246 [1830] senesinde ümitleri boşa çıkmamış ve II. Mahmud’a musâhib olmuştur.361 Ârif Ağa’nın durumu göz önüne alındığında ısrarlı bekleyişin terfi ve musâhiblik için sonuç verdiği görülmektedir.

Başta ifâde edildiği üzere sarayın işleyişi çerçevesinde doğan ihtiyaçlara yönelik yapılan terfiler, özel bir sebebe ya da dikkat çeken bir icrâya dayalı görevlendirmelere göre daha yaygın bir uygulamadır. Saraydaki görevlilerin organizasyonunda çerağ edilenlerle yeni gelenlerin ve çeşitli kademelere yayılanların belirli bir düzen içinde bulunmaları gerekmektedir. Meselâ Hızır İlyas, çavuş ve mülâzimlerin sayısının yirmi otuz kadar olması gerektiğini zikreder. Fakat 1233 senesi Ramazan ayına [Temmuz/Ağustos 1818] âit bir kayıtta aktarılana göre son zamanlarda çerağ edilenlerin yerine yeni isimlerin yerleştirilmediği tespit edilmiştir. Bu sebeple Şâkir Ağa’nın kardeşi Kemânî Mustafa Ağa, hânende mülâzimlerinden Mustafa Ağa, Neyzen Nuri Bey, Dellâlzâde İsmail Ağa, Köle Hüseyin Efendi, Şevki Efendi, Çilingirzâde Ahmed Ağa ve Kemânî Edhem Ağa çavuşluğa terfi edilmiştir.362

Bu görevlendirmede müzisyenlerin mahâretlerine dâir herhangi bir vurgu yer almadığından durum daha çok saray işleyişiyle ilgili gözükmektedir.

Daha evvel Hazîne Odası’nda görevli olan Kemânî Ali Ağa’nın ikinci çavuşluğa terfisi 13 Receb 1227 [23 Temmuz 1812] günü Göksu’daki bir binişte gerçekleşmiştir. Ancak bu işlem, üstlerinin çerağ edilmesiyle boşalan pozisyonlara yapılan kaydırmalar neticesinde gündeme gelmiş bir işlemdir. Ali Ağa’nın bu terfiye sebep olabilecek müzikle ilgili herhangi bir başarısı bu kayıtta zikredilmemiştir.363

361 Hızır İlyas, s. 546. 362 Hızır İlyas, s. 167. 363 Hızır İlyas, s. 11.

149

Diğer bir terfi kaydında, yukarıda musâhiblik verilişi aktarılan, Tanbûrî Keçi Ârif Ağa konu edilmektedir. Buna göre III. Selim devrinden beri sarayda olan ve müzik yeteneği herkesçe takdir edilen Ârif Ağa, kendisinden sonra gelen acemilerin bile bir şekilde önü açılıp yükselmesine rağmen talihsizlik eseri terfi alamamıştır. Bu sebeple hayli üzgün olduğu bilinen Ârif Ağa, güzel sese sâhip Emin Efendi ve Hânende Sâlih Efendi ile birlikte 1229 [1814] yılında çavuşluğa yükseltilmiştir.364

1236 [1820] senesinin başlarında, yakın zamanda fincancılar kethüdâlığı göreviyle saraydan emekli edilen Çavuş Mustafa Ağa’dan boşalan çavuşluk vazifesine güfte ve bestelerindeki mahâretiyle ve mûsikî hocalığıyla ön plana çıkmış Hızır Ağazâde Saîd Bey365 getirilmiştir. Ayrıca Mukallid Aziz Bey, Kemânî Ali Efendi ve Tanbûrî Necib Ağa’ya da çavuşluk pâyesi verilmiştir.366

Fakat Hızır İlyas’ın aktarımında Saîd Bey dışındaki isimlerin ne sebeple terfi aldıkları açıklanmamıştır.

27 Zilkade 1242 [22 Haziran 1827] tarihinde Hazine koğuşundan Rif’at Bey, çavuş mülâzımı Hâşim Bey, Kiler odasından Mesud Bey, Seferli koğuşunda görevli Zurnazen Halil Efendi, Emin Efendi ve Osman Efendi çavuşluğa terfi olunmuştur. Bu görevlendirmelerin rutin işlem olduğu düşünülebilir.367

Müezzinbaşı Şâkir Ağa’nın 1244 senesi Rebiülâhir ayında [Ekim/Kasım 1828] çerağ edilmesinden sonra bu makam bir müddet boş kalmış, saray müezzinlerinin her biri birer gün nöbetle bu vazifeyi üstlenmiştir. Ancak Ramazan ayının yaklaşmasıyla müezzinbaşının atanması beklenmiştir. Hızır İlyas Ağa’nın aktardıklarına göre bu mühim görevlendirme oldukça ilginç bir olay sonunda vukû bulmuştur. Şâkir Ağa’nın çerağından yaklaşık dört ay sonra 18 Şaban 1244 [23 Şubat 1829] günü II. Mahmud öğle namazı için livâ-yı şerîfin [sancak] bulunduğu kuleye gitmiştir. Sünnet namazının ardından kâmet getirecek nöbetçi müezzinin bulunmadığı anlaşıldığında orada bulunan Kilerli koğuşundan Kâtib Halîm Efendi kâmet getirmiş ve namaz edâ edilmiştir. Yaşanan bu aksaklık yüzünden namazdan sonra II. Mahmud Silâhtar Ağa’ya

364 Hızır İlyas, s. 80.

365 Hızır Ağa’nın torunu, Mehmed Ârif Ağa’nın oğlu ve onlar gibi bestekâr ve divân şâiri olan Hızır

Ağazâde Saîd Bey hakkında geniş bilgi için bkz. Muhammed Duman, “Musikişinas Bir Divan Şâiri: Hızırağazade Sa’id Bey”, Turkish Studies, Ankara, Volume 8/4, Spring 2013, ss. 685-704.

366 Hızır İlyas, s. 223-224. 367 Hızır İlyas, s. 444.

150

“Müezzinler dayak yemek îcâb eder mi?” diye sormuş, Silâhtar Ağa da bu soruya

olumlu cevap vermiştir. Bunu duyan müezzinlerin her biri bir tarafa dağılmışsa da aralarından Çilingirzâde Ahmed Ağa çenesi kilitlenmiş şekilde olduğu yerde kalmıştır. Dolayısıyla verilen ceza sadece Ahmed Ağa’ya uygulanmış ve tabanlarına beş on değnek vurulmuştur. Bunun üzerine padişah “Yalnızca Çilingirzâde’nin dayak yemesine

muâdil, olsa olsa müezzinbaşı olması mukâbil olur” diyerek Ahmed Ağa’ya

müezzinbaşılık görevini vermiştir.368

Elbette müezzinbaşılık makamı gibi mûsikî birikimi isteyen yüksek bir rütbeye yapılan atamalarda pek çok kriterin göz önüne alındığı bilinse de Çilingirzâde Ahmed Ağa’nın terfisi sıra dışı bir uygulama olarak değerlendirilmelidir.

Saray görevlileri arasındaki rekabet veya kıskançlıkla ilgili bilgiler taşıyan

Letâif’te mûsikîşinaslarla ilgili de hususlar bulunmaktadır. III. Selim devrinden beri

Seferli koğuşunda görevli hânende çavuşlardan Fâzıl Efendi 1225 [1810-1811] senesinde müezzinbaşı olmuş, fakat Hızır İlyas’ın ifâdesiyle kendisini çekemeyen ve onun genç yaşta bu mevkiye ulaşmasını sindiremeyen bazı saraylıların baskısı sebebiyle 1227 [1812] yılının sonlarına doğru cüz’î bir arpalıkla çerağ edilmiştir. Kendisinden boşalan müezzinbaşılık görevine ise çavuşlardan Hânende Ceviz Emin Ağa atanmıştır. İlyas Ağa’ya göre yaşı ilerlemiş ve ortalama bir sese sâhip Emin Ağa’nın bu vazifeye getirilmesi oldukça şaşırtıcıdır. Ayrıca bahsi geçen görevlendirme liyâkat sâhibi sesi güzel onca çavuş ve müezzini üzmüştür.369

Şayet Hızır İlyas’ın tespitleri gerçeği yansıtıyorsa saraydaki vazifelendirmelerin her zaman yetenek ve beceriye göre şekillenmediği sonucuna varılabilir.

Bazı istisnalar dışında sarayda görevli mûsikîşinasların terfi işlemlerinde kıdem ve kabiliyetin belirleyici faktör olduğu görülmektedir. Ancak bunun yanında ikili ilişkilerdeki yakınlığın ya da kırgınlıkların da etkili olduğu örnekler de mevcuttur. Uzun yıllar hünkâr müezzinliği yapmış, müezzinlerin en kıdemlisi Sermahfil Hasan Ağa’nın durumu bu cümledendir. Hızır İlyas’ın kaydettiğine göre on beş senelik sermahfillik hizmeti neticesinde müezzinbaşılık görevini hakettiğini düşünen Hasan Ağa’nın bu emeline mâni, daha sonra silâhtar olacak Turnacızâde Ali Ağa ile aralarındaki

368 Hızır İlyas, s. 500. 369 Hızır İlyas, s. 35-36.

151

husumettir. Hasan Ağa bundan dolayı II. Mahmud’dan taltif görememiş, asaleten atanmayı beklediği müezzinbaşılık vazifesini vekâleten bile olsa bir kez icrâ edememiştir. Bu durumunu açıklamak için iki şiir kaleme almıştır:

“İşittim ey peri-ruhsâr

Beni geçmiş sana ağyâr Ederdim hâlimi izhâr

Bugün dursun merâkım var”

“Sanırdım ey meh-i nâzım Geçer elbet bu niyâzım Bilmezlikle açtım râzım Şimden sonra neme lâzım”

Görüldüğü üzere bu iki şiirde derdini açıkça ifâde eden Sermahfil Hasan Ağa’nın bu dizeleri, ilk kıta Şâkir Ağa tarafından hüzzâm makamında, ikinci kıta ise Dellâlzâde İsmail tarafından bûselik makamında şarkı formunda bestelenmiş ve günümüze ulaşmıştır.370

Hasan Ağa’nın bu serzenişlerinin bestelenmiş olması Ali Ağa ile aralarındaki sıkıntının herkesçe malum olduğunu ve belki de bu şarkılarla buzların eritilmesinin amaçlandığını düşündürebilir. Letâif’te bu yorumu derinleştirecek başka bilgi bulunmamaktadır. Fakat Hızır İlyas, bahsin devamında Ali Ağa’nın silâhtar olmasıyla beraber (30 Mart 1823) Hasan Ağa’nın bu hâdiseye tarih düşürdüğünü ve Ali Ağa’nın onu affettiğini kaydeder. Yine Ali Ağa, Hasan Ağa’nın çerağ olunmak istemesi üzerine emsali görevlilere on kese kadar verilen nanpâre yerine ona altmış yetmiş kese kadar nanpâre verilmesini sağlamıştır.371

Görülen o ki sarayda görevli mûsikîşinaslar statü ve gelirleri ile ilgili şikâyetlerini şarkı yoluyla dillendirip çözme yolunu tutabilmektedir.

Değerlendirmeye alınan örnekler ışığında Osmanlı sarayında görevli mûsikîşinasların terfi işlemlerinde sarayın diğer çalışanlarının da tâbî olduğu ilkelerin gözetildiği sonucuna varılabilir. Ancak başarılı bir icrâ veya kayda değer bir besteyle

370

Repertuarda yer alan nüshalarda güfte sâhibi belirtilmemiş olup bu vesileyle tespiti yapılmıştır. Ayrıca Şâkir Ağa’nın bestesinin ilk mısrâı “İşittim ey peri-ruhsâr” yerine “İşittim ey gül-i gülzâr” şeklinde notaya alınmıştır.

152

padişahın gözüne girmeyi başaran isimler için olağan dışı uygulamalara rastlanmaktadır. Padişahın yakın sohbet arkadaşları arasında hatırı sayılır miktarda müzisyenin bulunduğu görülmektedir. Ayrıca bazı atamalarda saray görevlileri arasındaki husumetlerin ve kıskançlıkların rol oynadığı tespit edilmiştir. Yine bazı isimlerin ısrarlı bekleyiş sonucu terfilerine ulaştığı, bazılarının da taleplerini sitem dolu ifâdelerle ilgililere ulaştırarak sorunlarını çözmeyi başardığı görülmektedir. Terfi konusundan sonra saray görevlilerinin çerağ edilmeleriyle ilgili bahse geçilebilir.