• Sonuç bulunamadı

4. MÜZİSYENLERİN SARAYDA İSTİHDAMI

4.2. SARAYA ALMA

Osmanlı sarayı bünyesinde görev alan müzisyenler temelde iki sosyal kaynaktan saraya katılmışlardır. Birinci tür müzisyenler gerçekten bir saray görevlisi olan, Enderûn çatısı altında eğitimlerini ve hizmetlerini sürdüren kimselerdir. Diğerleri ise saray dışında yetişmiş, geçimini farklı bir kaynaktan sağlayan ancak mûsikîdeki mahâreti sebebiyle saraya hoca ya da icrâcı olarak çağırılan müzisyenlerdir.

Osmanlı sarayında kurumsal olarak müzik eğitiminin yer aldığı ve Enderûn meşkhânesi bünyesinde gerek eğitim gerekse icrânın sürdüğü bilinmektedir. Enderûn’a küçük yaşta alınan müzisyenler saraya yakınlığı olan kimselerin çocukları olabildiği gibi bazen yeteneği tesadüfen keşfedilen ya da hocası tarafından saraya tavsiye edilen kimseler olabilmektedir. Enderûn müfredâtınca muhtelif alanlarda sürdürülen tahsili tamamlayanlar arasından mûsikîye yatkınlığı olanlar çeşitli rütbelerle saray fasıl

333 Yolu bir şekilde saraydan geçmiş müzisyenlerin kayıt altına alınması daha olası bir durumdur.

Dolayısıyla kaynaklarda yer almayan isimlerin ağırlıklı olarak şehir ve tekke menşeli mûsikîşinaslar olması muhtemeldir. Bu sebeple listede saraya mensup isimlerin fazla oluşuna ihtiyatlı yaklaşılmalıdır.

139

heyetine dâhil olmuş veya imamlık ve müezzinlik gibi dolaylı olarak mûsikîyle ilgili görevlerde istihdam edilmiştir.334

Her ne kadar sarayın bu yolla yetiştirdiği hatırı sayılır miktarda mûsikîşinas olsa da saraya alınan müzisyenler için yegâne yol bu değildir. Saraydaki besteci ve icrâcıların önemli bir kısmı saray dışında yetişip tanındıktan sonra saraya alınmış sanatkârlardır.335 Dolayısıyla saray patronajı yukarıda birer himâye merkezi olarak tanımlanan “şehir” ya da “tekke”den yetişmiş liyâkatli müzisyenlere de uzanmıştır.

Çalışmanın tarihsel sınırları olan III. Selim ve II. Mahmud’un saltanat yıllarında doğrudan ya da dolaylı olarak sarayda vazifelendirilen müzisyenler önceki kısımda listelenmişti. Bu mûsikîşinaslardan bazılarının saraya alınma şekilleri üzerinden dönemin uygulamasını anlamak mümkün olacaktır. Söz konusu mûsikîşinasların kariyerleri değerlendirildiğinde Enderûn’a alımda dört temel sâik öne çıkmaktadır:

- Mûsikî zevkine sâhip sultanın muhtelif vesilelerle genç yetenekleri keşfetmesi. - Enderûn’da görevli müzisyenlerin yetenekli gördükleri talebelerini saraya

tavsiye etmesi.

- Enderûn mensuplarının oğulları ve yakınlarına referans olarak saraya aldırmaları.

- Saray dışında yetişen sanatkârların saraya geçici veya kalıcı olarak dâvet edilmeleri.

Sesinin güzelliği bizzat tebdile çıkan III. Selim tarafından keşfedilen Basmacı Abdî Efendi (ö. 1851) genç yaşında Enderûn’a alınan sanatkârlardandır. Sekiz yaşında babası Kadı Halil Efendi’yi kaybeden Abdî, Kapalıçarşı’da basmacı çırağı olarak çalışmıştır. İbnülemin’in aktardığına göre bir Perşembe günü kızkardeşiyle Merdivenköy’deki akrabalarına giderken Uzunçayır’da bir müddet dinlenmişler ve bu esnada Abdî Efendi bir gazel okumuştur. Rivâyete göre o anda tebdil-i kıyafetle dolaşan III. Selim bu icrâdan hayli etkilenmiş ve musâhibine gencin kimliğini öğrenmesini emretmiştir. İki gün sonra çalıştığı yere gidilip saraya çağırıldığında on sekiz yaşında olan Abdî Efendi

334 Öztuna, c. I, s. 191. 335 Öğütle, Etil, s. 432.

140

daha sonra otuz sene kadar padişah müezzini olarak görev yapmış, ömrünün son beş yılında Muzıka-i Hümâyun hocalığı yaptıktan sonra altmış üç yaşında vefat etmiştir.336

Genç yaşında icrâsıyla sultanın dikkatini çeken diğer bir sanatkâr Kazasker Mustafa İzzet Efendi’dir (ö. 1876). II. Mahmud’un musâhiblerinden Kömürcüzâde Hâfız Mehmed Efendi, dinî mûsikî meşkettiği talebesi Mustafa İzzet’e padişah Bahçekapı’daki Hidâyet Camii’ne Cuma selâmlığı için geldiğinde bir na‘t-ı şerîf okutmuştur. Târih-i Atâ müellifi Tayyârzâde’nin aktardığına göre II. Mahmud henüz on üç yaşındaki Mustafa İzzet’in sadâsını takdir ederek sâhip çıkılmasını istemiştir. Teâmül gereği doğrudan Enderûn’a alınması uygun olmadığından evvelâ Ahmedpaşazâde Ali Paşa’nın dâiresinde başlayan eğitimi üç yıl sonra Galata Sarayı’na nakledilerek sürmüştür. İlerleyen zamanlarda hattatlığıyla da ön plana çıkan, sarayda sermüezzinlik, Eyüp Sultan Camii hatipliği, Abdülmecid’in ikinci imamlığı ve kazaskerliğe kadar uzanan muhtelif idârî görevler ifâ eden Mustafa İzzet Efendi’nin bu sıra dışı kariyerine güzel sesi vesilesiyle adım attığı gözden kaçırılmamalıdır.337

Hızır İlyas Ağa’nın kaydettiğine göre Şâkir Ağa (ö. 1840) da sesinin güzelliği sebebiyle saraya alınanlardandır. Her ne kadar Basmacı Abdî Efendi ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi için nakledilenler gibi tafsilat bulunmasa da Şâkir Ağa’nın “ahenkli sadâsı” sebebiyle III. Selim’in hazine kethüdâsı Sâlih Bey’in dâiresine yerleştirildiği ve sonrasında Enderûn’da eğitimini devam ettirdiği belirtilmektedir.338

Letâif’te geçen diğer bir saraya alma hâdisesi Suyolcuzâde Sâlih Efendi’nin 12

Rebîülevvel 1230 [22 Şubat 1815] tarihinde Mevlid kandili vesilesiyle Topkapı Ağalar Camii’nde düzenlenen toplantıda okuduğu eser üzerine gerçekleşmiştir. Hüdâyî Âsitânesi postnişîni Şeyh Şehabeddin Efendi’nin dervişânıyla icrâ ettikleri âyin esnasında “Hazret-i Hakk’ın habîbi sevgili bir dânesi” ilâhisini okuyan Sâlih Efendi sesi ve tavrıyla dinleyenlerin dikkatini çekmiştir. Mecliste bulunanların “Ah şu çocuğu

336 İnal, s. 15; Öztuna, c. I, s. 1. 337 Tayyârzâde Atâ, c. III, s. 30-37. 338 Hızır İlyas, s. 489.

141

sarây-ı humâyûna alaydılar” şeklindeki dileklerine istinâden II. Mahmud henüz sekiz

yaşındaki Sâlih Efendi’nin Seferli koğuşuna alınmasını irâde buyurmuştur.339

Görüldüğü üzere padişahın bizzat şâhit olduğu ya da dolaylı olarak bilgi sâhibi olduğu durumlarda ses ve icrâ güzelliği müzisyenlerin saraya dâhil olmasına vesile olabilmektedir. Bazı hâllerde ise Enderûn’a mensup bir hocanın saray dışında meşkettiği talebelerine referans olarak onların Enderûn’a alınmalarını sağladığı görülmektedir. Hânendeliği ve bestekârlığının yanında yetiştirdiği talebeleriyle de geleneğin en önemli halkalarından olan İsmail Dede iki seçkin talebesi Çilingirzâde Ahmed Ağa ve Dellâlzâde İsmail Ağa’nın Enderûn’a alınmalarına yardımcı olmuştur. Hızır İlyas’ın kaydına göre 1816 [H. 1231] senesinde gerçekleşen bu görevlendirmede 1797 doğumlu Dellâlzâde on dokuz yaşlarında olmalıdır.340

Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Çilingirzâde Ahmed’in de gençlik çağında olduğu tahmin edilebilir. Özalp’in aktardığına göre bu alımın arkasında yatan sebep saray hânendeleri arasında dik sesli okuyucuların yer almamasıdır. Buna göre bir gün sarayda muhayyer-sünbüle faslı geçilirken durumu fark eden II. Mahmud, Enderûnlu ağalara çırakları arasında dik sesli hânendelerin mevcut olup olmadığı sormuştur. Dede Efendi de fırsattan istifâde ederek iki talebesini sultana tavsiye etmiş ve Enderûn’a girmelerine vesile olmuştur.341

Kabiliyeti bir vesileyle keşfedilen ya da hocasının referansıyla saraya alınan müzisyenlerden başka, saraya girmek için diğer bir yol Enderûn’daki bir akrabanın – çoğunlukla da babanın– referansıdır. Söz konusu yolla Enderûn’a alınan onlarca mûsikîşinas arasında III. Selim ve II. Mahmud dönemlerinde saraya alınanlar da mevcuttur. Bunlar arasında en dikkat çeken Numan Ağa’nın oğlu Zeki Mehmed Ağa için, onun da oğlu Tanbûrî Büyük Osman Bey için ricâcı olmalarıdır. Küçük yaşta babasının tavsiyesiyle Enderûn’a alınan Zeki Mehmed Ağa’nın titiz ve geçimsiz bir yapıda olduğu aktarılmaktadır. Nitekim oğlu Osman’ı Enderûn’a aldırmak için epey uğraşmış, ısrarlardan sıkılan II. Mahmud 1824 yılı sonunda sekiz yaşındaki Osman’ın

339

Hızır İlyas, s. 96.

340 Hızır İlyas, s. 120.

341 Mehmet Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi: Derleme, TRT Müzik Dairesi Başkanlığı, Ankara 1986,

142 çavuş mülâzımı342

olarak saraya alınmasını irâde buyurmuştur. Hâlbuki babasının iddia ettiği gibi güzel sesli olmadığı ve henüz babasının kendisine tanbur öğretmediği anlaşılan Osman Bey yine de kabiliyetli olduğu anlaşıldığından sarayda kalmıştır.343

Aynı şekilde Şehlevendim Abdullah Ağa’nın oğlu Şehlevendimzâde Rıfat Bey küçük yaşta babasının referansıyla hânende mülâzımı olarak saraya alınmıştır.344

Yine Enderûnlu musâhib müzisyenlerden Seyyid Mehmed Sâdık Ağa’nın oğlu Hâşim Bey sekiz yaşında Enderûn’a girmiştir.345

Oğlunun Enderûn’a alınmasını sağlayan diğer bir müzisyen Tanbûrî Keçi Ârif Ağa’dır. Ârif Ağa’nın referansıyla oğlu Rıfat Bey saraya alınmıştır.346

Baba-oğul ilişkisinin saraya alımlarda etkili olduğu yukarıdaki olaylarda görülmektedir. Bunun yanı sıra diğer akrabalık bağları da müzisyenlerin sarayda yer almalarına vesile olabilir. Her ne kadar kaynaklarda doğrudan referans sağladığına dâir bir bilgi bulunmasa da Şehlevendim Abdullah Ağa’nın kardeşi Kömürcüzâde Mehmed Ağa için böyle bir etki oluşturduğu tahmin edilebilir. Hayatı hakkında çok az bilgiye sâhip olunan Şehlevendim Abdullah Ağa, III. Selim devrinde küçük yaşlarda saraya alınmış ve zamanla sesinin güzelliğiyle dikkat çekerek önce saray hânendeleri arasına katılmış, daha sonra da musâhib-i şehriyâri olmuştur.347

Kardeşi Kömürcüzâde Mehmed’in hayat hikâyesi de dikkat çekecek şekilde Abdullah Ağa’ya benzer. O da ağabeyi gibi Enderûn’da yetişmiş, hânendelik yapmış ve nihâyet musâhib olmuştur.348

Bazen bir tek besteyi ezberinde taşımak dahî mûsikîşinasların sarayda görev almalarına imkân sağlayabilmektedir. III. Selim bir gün unutulmak üzere olan ısfahan makamındaki bir besteyi dinlemek istediğinde İstanbul’da bu eseri bilen tek kişinin Said Mehmed Efendi olduğu tespit edilmiştir. Rivâyete göre Said Mehmed bu besteyi

342 Mülâzım, kelime olarak “Bir kimse, şey veya yere bağlılık ve devamlılık gösteren kimse” anlamında

olup askeriye ve ilmiyede bir tür stajyerlik pozisyonunu ifâde etmek için kullanılır. Ayverdi, c. II, s. 2201; Pakalın, c. II, s. 611-612. 343 Öztuna, c. II, s. 409. 344 Öztuna, c. II, s. 182. 345 İnal, s. 185. 346 Öztuna, c. II, s. 179. 347

Nuri Özcan, “Abdullah Ağa, Şehlevendim”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1988, c. I, s. 80.

348 Nuri Özcan, “Mehmed Efendi, Kömürcüzâde”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Anlara 2003, c.

143

çocukluğunda Balat’ta bir Musevî kadın hânendeden beş altın karşılığında öğrenmiştir. Sultanın huzurunda bu eseri seslendirdiğindeyse karşılığı beş bin altın ve musâhiblik pâyesi almak olmuştur.349

İbnülemin Hoş Sadâ’da bu hâdiseyi Bursalı Rıza Efendi’nin tezkiresini kaynak göstererek Said Mehmed’in on kuruşa öğrendiği besteyi on bin kuruş atiyye karşılığında “sattığını” kaydetmektedir.350

Farklı rivâyetlerin ötesinde, görüldüğü üzere tek bir eser bile saraya girmek için yeterli olabilmektedir. Elbette bu sıra dışı örnekte III. Selim’in kaybolmakta olan bir esere verdiği değerin de altı çizilmelidir.

Mûsikîşinasların saraya alımlarında tekkeden yetişmiş sanatkârlar da önemli bir yer teşkil eder. Ancak unutulmamalıdır ki tekkelerin gayesi ve işleyişi farklıdır. Dolayısıyla bir tarikat ehli mûsikîde mahâret sâhibi olsa da her şeyden önce bir derviştir. Sorumlulukları ve tercihleri açısından tekkesine ve mürşidine bağlıdır. Meselâ Yenikapı Mevlevîhânesi’nde yetişmiş üç kardeş Ali Nutkî Dede, Abdülbâkî Nâsır Dede ve Abdürrahim Künhî Dede’nin en küçükleri Künhî Dede III. Selim tarafından saraya alınmak istenmiştir. Zira Abdürrahim Künhî Dede henüz yirmi iki yaşında bestelediği hicâz âyin ile yeteneğini ispat etmiş, genç ve gelecek vâdeden bir müzisyendir. Ancak şeyhi ve büyük ağabeyi Ali Nutkî Dede saraya gitmesine müsaade etmemiştir.351

Her ne kadar bu kararın gerekçesi belirtilmemiş olsa da Ali Nutkî Dede’nin kardeşinin yolundan uzaklaşmasını istemediğinden saraya gitmesine mâni olduğu düşünülebilir. Kaldı ki III. Selim’in mezkûr talebi üzerine Abdürrahim Künhî Dede’nin ağabeyinin bir “nazar”ı ile cezbeye kapıldığı ve bu hâlin Nutkî Dede’nin vefatına kadar (1804) sürdüğü rivâyeti bu ihtimali güçlendirmektedir.352

Bu örnekten hareketle Osmanlı sarayının mûsikî hâmîliğinin baskın ve buyurgan bir yapıda olmadığı ve diğer himâye merkezleriyle hassas bir temâsı olduğu belirtilmelidir. Daha açık bir ifâdeyle padişah III. Selim’in dâvetine icabet edilmemiştir. Bu dâvet hem bir otoritenin teklifi olarak önem arz etmekte, hem de sarayda müzisyenlik gibi cazip ve prestijli bir pozisyonu sunmaktadır. Ancak Ali Nutkî Dede bu teklife –yani padişaha– olumsuz yanıt verebilmekte ve bu kararından sonra da III. Selim ve sarayla ilişkisini kaldığı yerden devam ettirebilmektedir. 349 Öztuna, c. II, s. 197. 350 İnal, s. 256. 351 Öztuna, c. I, s. 10.

352 Nuri Özcan, “Abdürrahim Künhî Dede”, DİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1988, c. I, s.

144

İsmail Dede Efendi II. Mahmud devrinde gerek evlatlarının, eşinin ve şeyhinin vefatıyla ardarda gelen üzücü hâdiselerin gerekse memleketin içinde bulunduğu zorlu süreçlerin etkisiyle sarayla ilişkisini keserek tekkeye yönelmiştir. Bu arada yeni âyinler bestelemeye başlar. II. Mahmud 1241 [1825] senesi sonlarında bir Perşembe günü mukabele için Yenikapı’ya geldiğinde dinlediği Dede Efendi’ye “Ben seni kendime

musâhib tayin ettim” der, Dede sikkesini çıkarmamayı şart koşsa da kabul edilmez ve

Enderûn ağaları gibi giydirilir. Böylece tekrar musâhibler arasına alınmış olur. Ancak bu durumun saraydaki mûsikîşinaslar tarafından pek hoş karşılanmadığı rivâyet edilmektedir.353

Sarayda görevli mûsikîşinasların hangi yollarla saraya alındıkları sorusuna cevabın arandığı bu kısımda yeteneğin keşfi, hoca referansı, aile referansı ve saray dışındaki yetkin müzisyenlerin saraya dâveti şeklinde dört temel yolun izlendiği tespit edilmiştir. III. Selim ve II. Mahmud’un bu yollarla saraylarına dâhil ettikleri isimler üzerinden örnekler verilmiştir. Şimdi sıradaki bölümde saraya alınan müzisyenlerin terfilerinde nasıl bir yol izlendiği üzerinde durulacaktır.