• Sonuç bulunamadı

2. ARAŞTIRMANIN KURAMSAL ARKAPLAN İÇERİSİNDE

2.2. Yeni Yönetim Anlayışları: Stratejik Yönetim ve İnsan kaynakları Yönetimi 21

2.2.1.2. Temel Yetkinlikler Yaklaşımı (1990- )

Rekabet Stratejisi Yaklaşımı’na yapılan eleştirilerden sonra Penrose’un önerdiği Temek Yetkinlikler Yaklaşımı gündeme gelmiştir. Penrose (1959) işletmelerin, sadece bir yönetsel birim değil, aynı zamanda farklı kullanıcılar tarafından güdülenen ve sürekliliği olan bir kaynaklar toplamı olduğunu savunmuştur. Bu alana, tarih sırası ile Ansoff (1965), Andrews (1971), Selznick (1975), Rumelt (1984) ve Wernerfelt (1984) tarafından katkılar yapılmıştır (Akt.; Wright, McMahan, McCormick ve Sherman, 1998;

Rangone, 1999). Son olarak Barney’in (1991) Kaynaklara Dayalı Görüş altında bir kaynağın sürdürülebilir rekabet avantajı sağlayan bir temel yetkinlik olabileceğini tanımlamasından sonra bu yaklaşımın günümüze kadar en fazla kullanılan stratejik yönetim yaklaşımı olmuştur.

2.2.1.2.1. Kaynaklara Dayalı Görüş

Temellerini Penrose’un (1959) çalışmasından alan Kaynaklara Dayalı Görüş Barney (1991) tarafından ortaya atılmıştır. Barney (1991, 1995) işletmelerin sahip olduğu kaynaklar ile nasıl sürdürülebilir rekabet avantajı yakalayabileceğini araştırmıştır. Barney’e (1991), göre işletmelerin sürdürülebilir rekabet avantajı sağlayabilmesi için sahip olduğu kaynakların bir temel yetkinlik olması gerekmektedir.

Daha sonra Barney’in (1991, 1995) bir kaynağın bir temel yetkinlik sayılabilmesi için gerekli kriterleri tanımlaması Kaynaklara Dayalı Görüş’ü stratejik yönetim içerisinde popüler hale getirmiştir. Çok geniş kabul gören bu kriterler “Değerli Olma”, “Nadir

26 Olma”, “Taklit Edilemez Olma” ve “Organize Edilebilir Olma” özellikleridir.

Barney’e göre bu kriterleri topluca taşımayan kaynaklar sürdürülebilir bir rekabet avantajı sağlama potansiyeline sahip değildir.

Ortaya atılan ilk kriter işletmenin elindeki kaynağın değerli olmasıdır. Bir işletme kaynağının değerli olabilmesi için işletme stratejilerini tasarlama ve uygulama imkânı vermelidir (Barney, 1991; Wernerfelt, 1995; Knott, 2015). Ayrıca kaynaklar maliyeleri düşürdükleri ve işletmenin ürününü farklılaştırdıkları ölçüde değerlidirler (Bowman ve Ambrosini, 2003). Fakat bir kaynağın tek başına değerli olması rekabet avantajı sağlayacağı anlamına da gelmemektedir. Değerli olan bu kaynağın işletmenin rakipleri arasında da az bulunması yani nadir olması önemlidir (Barney, 1991).

Bir kaynağın rekabet avantajı sağlayabilmesi gerekli olan üçüncü kriter taklit edilemez olmasıdır. Rakipler kaynağı kolay bir şekilde taklit edebilirse kaynak rekabet avantajı sağlama özelliğini kaybeder (Barney, 1991). İşletmeler rakiplerinin kendi kaynaklarını taklit etmemeleri için yöntemler geliştirebilirler. Bu yöntemler izolasyon mekanizmaları olarak adlandırılmaktadır (Peteraf, 1993; Bowman ve Ambrosini, 2003).

Barney (1995) son olarak bir kaynağın sürdürülebilir bir rekabet avantajı sağlayabilmesi için potansiyelini tam olarak kullanabilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Bu da organize edilebilir olması anlamına gelmektedir.

Yukarıda sayılan bu faktörler Amit ve Schoemaker (1993) tarafından daha da geliştirilmiş; tamamlayıcılık, kıtlık, düşük pazarlanabilirlik, taklit edilemezlik, sınırlılık, ikame edilebilirlik, uygunluk, dayanıklılık, stratejik endüstri faktörleri ve bütünleşme temel faktörleri olarak belirlenmiştir.

Kaynaklara Dayalı Görüş genel anlamda işletme içindeki temel yetkinlik olarak tanımlanabilecek kaynaklar ile ilgilenmesinden dolayı işletmenin sahip olduğu beşeri sermayeye ayrı bir vurgu getirmektedir. Barney (1991) işletmelerin sürdürülebilir

27 rekabet avantajı sağlamaları için sahip olmaları gereken en önemli kaynaktan birinin beşeri sermayeleri olduğunu ileri sürmüştür.

Beşeri sermayenin, özellikle Barney’in çabaları ile stratejik yönetim alanına girmesinden sonra, o güne kadar bireylerin beşeri sermayesi ile sadece bireysel performansları veya verimlilikleri incelenmiş olan beşeri sermaye-performans ilişkisi (Schmidt ve Hunter, 1998; Schmidt ve Hunter, 2004; Kraaijenbrink, 2011) işletme düzeyinde de incelenmeye başlanmıştır (Mayer, Somaya ve Williamson, 2012; Nyberg vd., 2014; Ployhart vd., 2014). İşletme düzeyinde yapılan ilk çalışmalarda beşeri sermaye ile performans arasında ilişki incelenirken işletme performansı ile toplu beşeri sermaye verileri esas alınmıştır (ör., Carpenter, Sanders ve Gregersen, 2001; Hatch ve Dyer, 2004; Ployhart ve Moliterno, 2011; Oh, Kim ve Van Iddekinge, 2015). Söz konusu ilişki kapsamında yapılan çalışmaları yaptığı bir meta analiz ile inceleyen Crook ve arkadaşları (2011) bu konuda yayınlanmış 66 araştırma tespit etmişlerdir. Bu 66 çalışmanın bulgularını inceleyen araştırmacılar, beşeri sermayenin işletme performansını etkilediğini ve beşeri sermayenin bir temel yetkinlik olabileceğini ileri sürmüşlerdir (Carpenter, Sanders ve Gregersen, 2001; Hatch ve Dyer, 2004).

Daha sonraki süreçte beşeri sermayeyi işletmelerin farklı safhalarına ilişkin birimlerin performansları ile ilişkilendiren araştırmalar yayınlanmıştır (ör., Crocker ve Eckardt, 2014; Ployhart vd., 2014; Gerrard ve Lockett, 2018). Yapılan birim düzeyli çalışmalarda her bir üretim biriminin beşeri sermaye ve performans verileri o birim düzeyinde ölçeklendirilmiştir (Nyberg vd., 2014). Bu araştırmalardan sonra beşeri sermayenin birim düzeyinde ele alınmasının performansı daha iyi açıkladığı belirlenmiştir (Nyberg vd., 2014; Crocker ve Eckardt, 2014).

Beşeri sermaye-performans ilişkisinde birey, birim ve işletme düzeylerinin değerlendirilmesi sırasında üzerinde durulan önemli unsurlardan biri, farklı seviyelerdeki beşeri sermayenin birbirleri üzerine etkileri yani “Kaynakların

28 Tamamlayıcılığı” (Resource Complementarity) kavramıdır (Crocker ve Eckardt, 2014;

Ployhart vd., 2014; Mackey, Molloy ve Morris, 2014; Eckardt, Spain ve Blevins, 2019).

Kaynakların tamamlayıcılığı, “bir kaynağın değerinin bir başka kaynak tarafından arttırılması” olgusunu ifade etmektedir (Ennen ve Richter, 2010; Hess ve Rothaermel, 2011; Ployhart vd., 2014). Böylece farklı düzeylerdeki beşeri sermayelerin etkileşiminin performans üzerindeki olumlu etkisi ortaya konmuştur (Harrison, Hitt, Hoskisson ve Ireland, 2001; Crocker ve Eckardt, 2014). Ayrıca, sadece farklı düzeylerdeki değil birbiriyle doğrudan ilgisi olmayan beşeri sermayelerin tamamlayıcılığının da performans üzerine etkileri gündeme gelmiştir (Ethiraj ve Garg, 2012; Crocker ve Eckardt, 2014). Bu noktada en fazla gündeme gelen unsur birlikte çalışma süresidir (Crook vd., 2011). Harris, McMahan ve Wright, (2012) basketbol sektörü üzerine yaptıkları araştırmalarında takımın koçları ve oyuncularının beşeri sermayesinin yüksek olmasının ve birlikte vakit geçirmelerinin performans üzerine olumlu etkisini tespit etmişlerdir.

Beşeri sermayenin farklı düzeylerde incelenmesinin yanı sıra farklı iş pozisyonları özelinde çalışılması da gündeme gelmiştir (Wright, Coff ve Moliterno, 2014; Nyberg, ve Wright, 2015). Bu çalışmaların başında ise yöneticilerin beşeri sermayesi gelmektedir (Harris, McMahan ve Wright, 2012; Krause, Semadeni ve Withers, 2016). Bu kapsamda ilk önce Harris ve Helfat (1997) üst yöneticilerin ücretleri ve işletme performansı arasındaki ilişkiye odaklanmışlardır. Bir yöneticinin ücreti işletme başarısına göre belirlenebileceği gibi yöneticinin yeteneklerine göre de belirlenebilecektir. Bu öneri farklı yeteneklere sahip yöneticiler arasında test edilmiş ve yönetici yetenekleri ile ücretler arasındaki bağlantıya dikkat çekilmiştir. Miller, Xu ve Mehrotra (2015) ise “IVY Lig” olarak isimlendirilmiş Amerika’daki en iyi okullardan mezun yüksek eğitimli yönetici beşeri sermayesinin rekabet avantajı sağlayan bir kaynak olup olmadığını araştırmış ve 444 yönetici üzerinde sürdürdükleri

29 çalışmalarında daha eğitimli yöneticilerin işletme değerine katkı sağladıklarını bulmuşlardır. Ayrıca Krause, Semadeni ve Withers (2016) yöneticinin beşeri sermayesinden dolayı bir kaynak olarak görüldüğünü ileri sürmüş ve 500 işletme üzerinde kurguladıkları araştırmada yöneticinin beşeri sermayesinin fazla olmasının karlılığı arttırdığını tespit etmişlerdir.

Beşeri sermayenin performans üzerindeki etkisi farklı şekillerde ortaya konduktan sonra Kaynaklara Dayalı Görüş altında yapılan çalışmalarda bu kavram, işletme performansının mikro temellerinden (Microfundations) biri olarak değerlendirilmiştir (Coff, ve Kryscynski, 2011; Campbell, Coff, ve Kryscynski, 2012;

Ployhart, ve Hale; 2014; Ployhart vd., 2014; Kryscynski ve Ulrich, 2015; Ployhart, 2015; Raffiee ve Coff, 2016). İşletmelerin elindeki farklı düzeylerdeki performansları etkileyen beşeri sermaye bir bütün halinde değil, çalışanların her birine belirli bir miktarda dağılmış şekilde bulunmaktadır (Coff ve Kryscynski, 2011). Bu açıdan beşeri sermaye işletmenin başarısında rol oynayan en küçük parçalardan birini temsil etmektedir (Coff, ve Kryscynski, 2011; Kryscynski ve Ulrich, 2015).

Diğer bir taraftan beşeri sermaye farklı kavramlarla birlikte de Stratejik Yönetim araştırmalarında yer bulmuştur. Bu kavramlardan ilki “bireylerin sahip olduğu ağlar, normlar ve güven” olarak tanımlanmış (Falk ve Harrison, 2000), sosyal sermayedir.

Sosyal sermayenin beşeri sermaye ile bir bütünü temsil ettiği ve beraber araştırılması gerektiği savunulmuştur. (Johnson, Schnatterly ve Hill, 2013; Bhagavatula, Elfring, Van Tilburg ve Van De Bunt, 2010). Johnson, Schnatterly ve Hill (2013) çalışmalarında ayrı gelişen bu iki literatürü bir arada incelemiş ve daha sonrasında yöneticilerin başarılı karar almaları için gerekli olan yetileri beşeri ve sosyal sermaye özelinde değerlendirilmiştir. Bhagavatula ve arkadaşları (2010) ise çalışmalarında sosyal ve beşeri sermayenin girişimcilerin fırsatları tespit etme ve kaynakları etkin kullanma üzerine etkisini ortaya koymuşlardır.

30 Subramaniam ve Youndt (2005) ise sosyal ve beşeri sermaye kavramlarına “veri tabanları, patentler, kılavuzlar, yapılar, sistemler ve süreçler içinde bulunan ve bunlardan faydalanan kurumsallaşmış bilgi ve kodlanmış deneyimler” olarak tanımlanmış örgütsel sermayeyi ekleyerek hepsinin işletmenin performansı için bir bütün olduğunu savunmuşlardır. Araştırmacılar bu üç kavramı entelektüel sermaye ismi altında birleştirmişlerdir. Bu kapsamda yürüttükleri araştırmada yazarlar entelektüel sermayenin farklı yönlerinin işletmelerin yenilikçilik kapasiteleri üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Çalışmalarında 93 işletmeyi boylamsal olarak ele alan araştırmacılar, öngördükleri gibi beşeri, örgütsel ve sosyal sermayenin ve bunların karşılıklı ilişkilerinin yenilikçi yetenekleri etkilediğini bulmuşlardır. Hashim, Osman ve Alhabshi (2015) ise entelektüel sermayeyi beşeri sermaye, örgütsel sermaye, müşteri sermayesi, sosyal sermaye, teknolojik sermaye ve manevi sermaye olarak tanımlamış ve bu sermayelerin örgütsel performans üzerindeki etkisini incelemiştir. Malezya’dan 187 katılımcı ile yürütülen analizde yazarlar, entelektüel sermayenin örgütsel performans üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu tespit etmişlerdir.

Beşeri sermaye ile birlikte araştırmalara konu edilen bir diğer kavram ise liderliktir (Zhu, Chew ve Spangler, 2005). Örneğin Ya-Hui ve Jaw (2011) üst yönetim ekiplerinin girişimci liderliği, uluslararası beşeri sermaye yönetimi ve küresel rekabetçilik arasındaki ilişkileri araştırmış ve girişimci liderliğin hem uluslararası beşeri sermaye yönetiminde hem de küresel rekabetçilikte olumlu etkisini tespit etmişlerdir.

Birasnav, Rangnekar ve Dalpati (2011) beşeri sermayeyi geliştirerek sürdürülebilir rekabet avantajı elde etmek için işletmelerin dönüşümcü (transformational) liderler geliştirmeye ve bilgi yönetimine odaklanmaları gerektiğini ileri sürmüştür. Bu çalışmada dönüşümcü liderlik, bilgi yönetimi ve beşeri sermaye başlıkları altında literatür taramasını yapan yazarlar, bu üç unsuru birbirine bağlayan bir model önermişlerdir. Çalışmanın sonucunda dönüşümcü liderlerin çalışanlarının beşeri

31 sermayenin faydasına ilişkin algılarını etkileme potansiyeline sahip oldukları tespit edilmiştir. Ayrıca dönüşümcü liderler, çalışanları bilgi yönetimi sürecine katılmasını sağlayarak, organizasyon kültürü kurarak ve çalışanlar arasındaki iletişimi destekleyerek kurumun ve çalışanların karşılıklı kazanç elde edeceği bir ortam oluşturma potansiyeline sahiptirler. Eckardt, Dionne, Tsai, Dunne, Spain, Park ve Kim (2017) ise öncelikle 116 ampirik çalışmayı gözden geçirerek başladıkları çalışmalarında liderin bireysel düzeydeki beşeri sermayesinin nasıl birim düzeyinde bir kaynağa dönüştüğünü ortaya koymuşlardır. Çalışmanın sonunda yazarlar Beşeri Sermaye Kaynakları’nın ortaya çıkışı ve tanımlanması ile ilgili yeni bir model önermişlerdir.

Ayrıca Tuncdogan, Van Den Bosch, ve Volberda (2015) liderliği beşeri sermayenin temellerini oluşturan kişisel farklılıklar literatüründe incelemiş ve bu alandaki çalışmaları topluca sunmuşlardır.

Girişimcilik, araştırmalarda beşeri sermaye kavramı ile birlikte yer bulan bir diğer kavramdır. Davidsson ve Honig (2003) çalışmalarında 18 ay boyunca girişimciliği doğuşundan itibaren incelemişlerdir. Araştırma sonucunda yazarlar sosyal sermayenin yeni oluşan girişimciliğin (nascent entrepreneurship) ilerlemesinde etkili olduğunu tespit etmişlerdir. Ayrıca çalışmada beşeri sermayenin yeni başlayan bir girişimcilik deneyimi için önemli olduğu ancak bu girişimin süreklilik kazanıp bir işletme haline dönüşmesinde yetersiz kaldığı tespit edilmiştir. Unger, Rauch, Frese ve Rosenbusch (2011) ise girişimcilik alanındaki tespit ettikleri 70 beşeri sermaye çalışmasını meta analizi ile incelemişler ve beşeri sermaye ile performans arasında sınırlı bir ilişki tespit etmişlerdir. Yazarlar ilişkinin daha iyi anlaşılabilmesi için düzenleyici değişkenler kullanılmasının gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca Marvel, Davis ve Sproul (2016) çalışmalarında beşeri sermaye ve girişimcilik üzerine yapılmış 109 çalışmayı incelemiş ve girişimcilik süreçlerine etki eden beşeri sermaye tiplerini geliştirmiştir. Sonrasında

32 ise yazarlar geliştirdikleri beşeri sermaye tiplerinin araştırma ve uygulamalara nasıl fayda sağlayacağı üzerine fikir yürütmüşlerdir.

Dinamik yetenekler (dynamic capabilities) Kaynaklara Dayalı Görüş içerisinde güncel kullanılan bir kavramdır (Winter, 2003; Easterby‐ Smith, Lyles ve Peteraf, 2009; Lin ve Wu, 2014). “İşletmelerin sürdürülebilir rekabet avantajı sağlayabilmeleri için ellerindeki kaynakların ortaya çıkan yeni durumlara göre geliştirilebilir olması”

(Teece, Pisano ve Shuen, 1997; Eisenhardt ve Martin, 2000) anlamına gelen bu kavram beşeri sermaye araştırmalarında da kullanılmıştır. Örneğin; Chatterji ve Patro, (2014) dinamik yetenekler kavramını beşeri sermayenin yönetimi özelinde değerlendirmişlerdir. Yazarlar iki vaka çalışması ile geliştirdikleri yeni beşeri sermaye elde etme modeli ile işletmelerin sürdürülebilir rekabet avantajı sağlayacaklarını ileri sürmüşlerdir. Bir başka çalışmada ise Helfat ve Martin (2015) dinamik yönetici yeteneklerini yönetsel biliş, yönetsel sosyal sermaye ve yönetsel beşeri sermaye olmak üzere 3 başlığa ayırmış ve yaptıkları ampirik çalışmada bu üç farklı başlığın stratejik değişim ve işletme performansı üzerinde farklı etkileri oluğunu kanıtlamışlardır.

Stratejik yönetim alanı içindeki beşeri sermaye çalışmalarında değinilmesi gereken son başlık özümseme kapasitesidir (Absorptive Capacity). Debrulle, Maes ve Sels, (2014) çalışmalarında bir işletmenin açılışında işletme sahibinin beşeri ve sosyal sermayesinin işletmenin özümseme kapasitesini nasıl etkilediğini araştırmışlardır. 199 yeni açılan işletmede yaptıkları analizde yazarlar, işletme sahiplerinin sosyal sermayelerinin özümseme kapasitelerine olumlu etki yaptıklarını tespit etmişlerdir.

Ayrıca yazarlar işletme sahibinin beşeri sermayesinin özümseme kapasitesi üzerinde olumlu etkisinin olduğunu, ancak zaman geçtikçe bu etkinin azaldığını tespit etmişlerdir. Ayrıca çalışmada dile getirilen bir diğer bulgu, iş ortamlarının herhangi bir sebeple değiştiği durumlarda işletme sahiplerinin beşeri sermayesinin önem kazandığıdır.

33 Yapılan bu araştırmalar neticesinde, beşeri sermaye stratejik yönetim alanındaki Kaynaklara Dayalı Görüş başlığı altında kendine bir yer edinmiştir.

Diğer taraftan stratejik yönetim alanında işletmelerin en önemli kaynaklarından biri olan insan kaynağına verilen önem giderek artmıştır. Sonuçta işletmelerin insan kaynağı ile ilgili uygulamalarının performans üzerine etkisini konu edinen Stratejik İnsan Kaynakları Yönetimi isminde yeni bir alan doğmuştur (Wright ve Snell, 1991;

Wright ve McMahan, 1992). Bu alan içerisinde de beşeri sermaye araştırmalara konu edilmiş ve performans üzerine etkileri tartışılmıştır (Wright ve McMahan, 2011; Boon, Eckardt, Lepak ve Boselie, 2018).