• Sonuç bulunamadı

4. HADİSLERDE KADER

1.1. Allah’ın İlminin İlgi Alanları

1.1.2. Tavsif

Tavsif; vasıflandırmak, nitelendirmek, niteliklerini saymak demektir. Allah’ın ezelî/zaman üstü ilminin tavsifi olan kısmı, insanların irâdeleriyle yaptıkları ve yapacakları fiil ve davranışlarına ait olan ve cebr barındırmayan insan hürriyeti alanıdır.

Kaderin Allah’ın ilmi ile münasebeti konusunda değişik sorular akla gelmektedir. İnsanın yapacağı fiil ve davranışları, Allah’ın ezelî/zaman üstü ilmi ile önceden bilmesi insanın fiillerine engel olur mu? İnsanlar yaptıkları fiil ve davranışları Allah, o şekilde bildiği için mi yaparlar? Allah’ın ilmi, insanlara verilmiş olan cüz’î irâdeleri ile yapacakları davranışlara mı bağlıdır? Bu sorulara cevap bulmak için hem kelamcılar hem de felsefeciler çeşitli tartışmalara girişmişler ve her biri kendi ekollerinin dünya görüşü ve meselelere bakış tarzları istikametinde çözüm üretmeye gayret etmişlerdir. Kelamcılar; “ilim, mâlûma tâbîdir” kuralını getirerek Allah’ın ilmini, insan davranışlarına tâbî kılmışlardır. Felsefeciler ise; Allah’ın ilminin küllî olanları bilip, cüz’î olanları bilmediğini iddiâ ederek, insanın fiillerini de cüz’iyyâttan kabul edip, tek tek her insanın davranışlarının, Allah’ın ilminin konusuna dahil olmadığını ileri sürerek başka türlü bir çözüm bulmaya çalışmışlardır.1

Ebû Hanîfe, Allah’ın ilim sıfatı ile kaderin bağlantısını şöyle açıklamaktadır: “Allah, eşyayı oluşundan önce ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır.

Allah’ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i Mahfuz’daki yazısı olmadan dünya ve ahirette hiçbir şey gerçekleşemez. Ancak O’nun Levh-i Mahfuz’daki yazısı hüküm olarak (cebrî, irâdî) değil, vasıf olaraktır.”

“Allah yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir. Onu yarattığı zaman nasıl

olacağını bilir. Var olanı varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah, ayakta duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlarda Allah’ın ilminde ne bir değişme ne de sonradan olma bir şey hasıl olmaz. Değişme ve ihtilaf yaratılanlarda olur. Allah’ın ilmi birdir, mâlûmât ise çeşitlidir.”2

Kaderin ilâhî ilimle; Levh-i Mahfûz’la olan münasebeti konusunda en dikkat çekici ayetlerden birisi; “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musîbet

asla yoktur ki, Biz, onu yaratmadan önce, bir kitâpta (Levh-i Mahfûz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır”3 ayetidir. Müfessirlerin pek çoğu bu

ayetteki yeryüzündeki ve insanların kendi nefislerindeki musibeti birbirine benzer

1 Bkz. Gazzâlî, Ebû Hâmid, Tehâfütü’l-Felâsife, s.206 vd., 5.bs., thk. Süleyman Dünya, Dâru’l-Meârif,

Kahire, 1392/1972; a. mlf., el-Munkızu min’ed-Dalâl, s.84.

2 Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri isimli kitabın içerisinde), s.67-68; Ebü’l-

Müntehâ, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, s.11-12.

ifadelerle açıklamışlardır. Buna göre musibet lafzı şerre delâlet eder. Musibetin özel olarak zikredilmesinin sebebi insanlar için önemli olmasındandır. Yeryüzündeki musibet; kıtlık, kuraklık, deprem, tabiî afetler, ekinlerin, ürünlerin zarar görmesi ve bozulmasıdır. Ayrıca Yeryüzünün musibeti; yağmur kıtlığıdır, bitkilerin azlığıdır, meyvelerin azlığıdır. Buna bağlı olarak fiyatların artması ve bunu takip eden açlıktır. Nefislerdeki musibet ise; acı, ağrı, sızı, hastalık, sakatlık, dertler ve ölümdür. Fakirlik, evlatların ölmesi ve üzerine had cezalarının uygulanmasıdır. İşkence, açlık ve susuzluktur. Musibetten muradın, hayır ve şer cinsinden tüm hadiseler olduğu da söylenmiştir.1

Allah, Levh-i Mahfuz’a bir şeyin vasıfsız, sebepsiz, soyut bir hüküm ile meydana gelmesini yazmamıştır. Mesela; “Amr kâfir, Zeyd mü’min olsun” diye yazmamıştır. Şayet böyle yazmış olsaydı, Amr küfre, Zeyd de îmana cebr edilmiş/zorlanmış olurdu. Zira Allah’ın bir şey hakkında verdiği hüküm muhakkak yerini bulup hükme uygun olarak gerçekleşecektir. Allah’ın hükmünü hiçbir şey tersine çeviremez. Fakat Allah bu şekilde emretmedi. O, Levh-i Mahfûz’a şöyle yazdı; “Zeyd, kendi ihtiyârı ve kudreti ile mü’min olur, îmanı irâde edip ister, ama küfrü

istemez. Amr da kendi ihtiyârı ve kudreti ile kâfir olur, küfrü irâde edip ister, ama îmanı istemez.”2 İşte Ebû Hanîfe’nin, Allah, Levh-i Mahfûz’da hüküm suretiyle

yazmadı, vasıf suretiyle yazdı, demesinden maksat da budur.

Allah Teâlâ’nın olayları takdîr etmekteki hükmü, ezelî/zaman üstü bilgisine göre verilmiştir. İlim de maluma tâbîdir. Yani Allah Teâlâ’nın; bir kulu hakkındaki takdiri; o kulu serbest olduğu, cüz’î irâdesiyle yapacağı işlere mecbur etmemiştir. Bir kul yaptığı işi Allah öyle takdir ettiği için yapmış değildir. Allah Teâlâ, onun cüz’î irâdesiyle öyle iş yapacağını ezelde bilmiş, mesela; bu kulum şunu şöyle, bunu böyle yapacaktır, diyerek, hüküm vermiştir. Kul da dünyaya geldiği zaman belirlenen vakitte cüz’î irâdesini kullanarak öylece amel ve harekette bulunmuştur. İşte bu suretle Allah Teâlâ’nın ezeldeki bilgisi ve bilgisine göre yaptığı takdiri, tam zamanında ve hiçbir

1 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXII/418; Zemahşerî, el-Keşşâf, VI/50; Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, XXIX/237;

Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, VIII/224; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, V/57; Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl, IV/228; İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ani’l-Azîm, VIII/26; Ebu’s-Suûd, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, V/281; Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VII/4754.

2 Ebü’l-Müntehâ, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, s.11; İbn-i Teymiye, Takıyyüddin Ahmed, el-Kazâ ve Kader,

s.9, thk. Muhammed Abdullah es-Semân, Mektebetü Ensâri’s-Sünneti’l-Muhammediyye, Kahire, 1382/1963.

hata ve yanlışlık meydana gelmemek suretiyle ve aynen takdir ettiği şekilde meydana gelmiştir. Bütün bunlara binaen ezeldeki kader ve kazâ, kulun gelecekte cüz’î irâdesini kullanarak yapacağı ameli konusunda asla kayıtlama ve sınırlama yapmamıştır. Ancak Allah’ın ilmindeki kemâl ve hükmündeki isabeti tam mânâsıyla isbât etmiştir. Eşyayı takdir ve kazâ etmek, onları var olmazdan önce takdir ve kaza etmekle olur. Bu da onları daha evvelden bilmekle olur.1

Ebû Hanîfe, ezelî/zaman üstü ilâhî ilim ile insanın irâde hürriyeti, davranış özgürlüğü arasında bir çelişki veya bir zorunluluk (cebr) görmemektedir. İlâhî ilim “tavsîfî” olduğuna göre mâlûma, yani nesnesine bağlıdır. Diğer bir deyişle, insanlar öyle yapacaklarından dolayı Allah öyle bilmektedir; yoksa, O, öyle bildiğinden dolayı insanların davranışları belirlenmiş (cebr yoluyla yapılması istenmiş) değildir. Bu durumda insanın, Allah karşısındaki davranış özgürlüğü veya fiillerinin belirlenmesi (takdîr) meselesi kendiliğinden problem olmaktan çıkar, “Allah’ın ilmi” de sıfatlar konusuna dahil olur.2

Hasan el-Basrî, Ebû Hanîfe ve Mâtürîdî, Allah’ın ezelî/zaman üstü ilminden herhangi bir cebr/zorlama mânâsında kader inancı çıkarmadıkları halde; cebri savunan bazı kimseler, bu ikisi arasında zorunlu bir ilişki kurmuşlardır.3 Mu’tezile de Allah’ın

ezelden beri zâtı ile âlim olduğu ve her şeyi önceden bildiği kanaatindedir. Fakat onlar da ezelî/zaman üstü ilim ile insan irâdesi arasında bir çelişki görmemişlerdir.4

Mâtürîdî, kazâ ve kader meselesini Allah’ın ilim sıfatına bağlamakta5, bir

yandan insan hürriyetini savunurken diğer yandan bu ince ve nazik meseleye psikolojik bir yön vererek problemi çıkmaza sokmamaktadır.6 Ayrıca Mâtürîdî, zarûrî

1 Ebü’l-Müntehâ, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, s.4, 10. 2 Güler, Allah’ın Ahlâkîliği Sorunu, s.89-90. 3 Güler, Allah’ın Ahlâkîliği Sorunu, s.99.

4 Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s.156-157. Günümüzde bazı kimseler; “Allah, insanın yarın ne yapacağını bilir, demek; insanın yapmasını zorunlu kılar ve insan yaptığından sorumlu olmaz. Çünkü özgür irâdesi kalmaz”, diyerek, kader konusunda, Allah’ın ilminden hareket edildiğinde, insanın

özgürlüğünün ortadan kalkmış olduğunu iddia etmektedirler. Bkz. Atay, Kur’an’da İman Esasları, s.130; Karahan, Dua ve Kader, s.139; Okumuş, Kelam’da Ecel Problemi, s.135-137. Bazıları da; “Allah

bilir, yapabilir, ancak insana müsaade etmekle ilim ve kudretini, irâdesiyle tahdit etmiştir (belirli bir süreye kadar ertelemiştir) şeklinde düşünerek, insanın önü açılabilir” diyerek (bkz. Okumuş, Kelam’da Ecel Problemi, s.139), ezelî/zaman üstü ilmin cebre yol açacağını iddia etmişlerse de bunlar tutarlı

görüşler değildirler. Ezelî/zaman üstü ilmin, insanlara ait fiil ve davranışlarda cebre yol açmaması ancak bu alanın tavsifi olmasıyla aşılabilir.

5 Bkz. Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s.286 vd.

olarak, halk/yaratma ile îcâd ve kudret ile kesb arasında fark gözetmektedir. Bu sebeple ona göre insan, ihtiyâr ettiği şeyi kesb eder. Çünkü insan bir şeyi ademden/yokluktan vücûda/varlığa çıkarmaya asla güç yetiremez. Bunun inkârı mümkün değildir. Mâtürîdî’nin kesb dediğine Mu’tezile halk/yaratma demektedir.1

Mâtürîdî’nin meseleye yaklaşımı ilâhî yaratma ile insanî yapma arasında fark gözetimi şeklinde olmaktadır.2

Meydana gelecek hâdiselerin önceden takdîr edilmesi demek olan kader ve o fiillerin zamanı geldiğinde hâsıl olması, iş haline gelmesi demek olan kazâyı Mâtürîdî’nin ilim sıfatıyla da izaha çalışması konuya esneklik getirmektedir. Bu yaklaşım tarzında insanın hürriyetini kurtarma çabası özellikle kendini göstermektedir. Mâtürîdî, bu anlayışı Kur’an’dan almakta ve buna Kitâbu’t-Tevhîd’de, Kur’an ayetlerine müracaatla deliller getirmektedir.3

Bize göre de ezelî/zaman üstü ilâhî ilim, insanın cüz’î irâde ve ihtiyârına asla mânî değildir. Çünkü ilim, mâlûma tâbîdir. Yani Allah Teâlâ, insanların irâdeleri ile olacak şeyleri olacağından dolayı bilir. Yoksa bildiği için o şeyler meydana gelmez. İnsanların irâdeleri ile meydana gelen olaylara bir örnek vermek gerekirse; astronomi ilmini bilen birisi gelecekten bir tarih vererek, şu günün şu saat ve şu dakikasında güneş veya ay tutulması meydana geleceğini önceden hesaplayıp, haber verebilir. Fakat o bilim adamının bu şekilde önceden bilmesi güneş veya ay tutulmasının meydana gelmesini gerektirmez. Yani o bilim adamı önceden bildi diye güneş ve ay tutulmaz. Astronomi bilimine uygun olarak takvimlere önceden yazılan her şey önceden yazıldı diye Güneş, Ay vb. nin hareketleri meydana gelmez. İlim adamlarının hesaplarına uygun olarak bunlar takvimlere vs. yazılır.4

Allah, her şeyi ezelde bilir. Ancak O’nun ezelde bilmesi, insanların fiillerinden kaynaklanan hadiselerin o şekilde meydana gelmesinde etkili değildir. Zira O, ezelî/zaman üstü olan ilmiyle onları nasıl var olacaklar ise öylece bilmiştir. O’nun, insanların irâdî fiillerini önceden bilmesi hiçbir zaman zorunluluk (cebr) meydana

1 Kasım, Mahmud, Menâhicü’l-Edille fî Akâidi’l-Mille mukaddimesi, s.115, 2.bs., thk. Mahmud Kasım,

Mektebetü’l-Ancelo el-Mısriyye, Kahire, 1384/1964.

2 Bkz. Gölcük, İnsanın Fiilleri, s.229; Gölcük-Toprak, Kelâm, s.266. 3 Bkz. Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s.305 vd.; Gölcük, İnsanın Fiilleri, s.230.

4 Bkz. İbn-i Hümâm, Kemal, el-Müsâyere (el-Müsâmere bi Şerhi’l-Müsâyere fî İlmi’l-Kelâm), s.136-

137, Çağrı Yay., İstanbul, 1400/1979; Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm, s.299; Aydın, İslam İnançları ve

getirmez. Olacak olan şeyleri önceden bilmesi onların öyle olmasını gerektirmez. Allah, onları öyle olacakları için öylece bilir.

Belgede Kader inancının dini temelleri (sayfa 104-109)