• Sonuç bulunamadı

Sorumluluk Bakımından İrade

Belgede Kader inancının dini temelleri (sayfa 121-125)

2. ALLAH’IN İRADESİ

2.2. Sorumluluk Bakımından İrade

Kelamcılar Allah’ın irâdesini, insanlar için sorumluluk gerektirip, gerektirmeme bakımından da iki kısma ayırmışlardır; “Tekvînî İrade” ve “Teşrîî

İrade”. Tekvînî irâdeye, kevnî ve kaderî irâde de denilir. Teşrîî irâdeye ise; şer’î ve

dînî irâde de denilir.1

2.2.1. Tekvînî İrade

Tekvînî irâde; kevnî veya kaderî irâde de denilen bu irâde, tüm hadiseleri kuşatan, Allah’ın bizzat yapmayı murad ettiği şeylerle ilgili irâdedir. Allah’ın yaratması ile ilgilidir. Tekvînî irâde geneldir, hayra, şerre, taata ve masiyete taalluk ettiği halde, teşrîî irâde sadece hayra ve taata taalluk eder. Hadiste “Allah’ın dilediği

olur, dilemediği olmaz”2 diye ifade edilen ve murad edilen şeyin gerçekleşmesini

gerektiren irâdedir.3 Bu irâde herhangi bir şeye taalluk ederse, o şey derhal meydana

gelir. Bu irâdeye delâlet eden ayetlerden bazıları şunlardır: “O, bir şeyi dilediği zaman,

O’nun emri o şeye ancak “kün: ol” demektir. O da hemen oluverir.”4 “Allah, her kimi

doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar.”5 “Ben, size öğüt vermek istesem

de, eğer Allah, sizi azdırmak istemişse, öğüdüm size fayda vermez.”6 “Allah dileseydi,

birbirlerini öldürmezlerdi. Lakin Allah dilediğini yapar.”7

Bu irâde varlıklar için emir ve sevgiyi gerektirmez. Allah’ın sevip, râzı olduğu şeyler de; sevmeyip, râzı olmadığı şeyler de bu irâde ile ilgili olabilir. Mesela sevmediği halde İblis’i ve kâfirleri yaratmıştır. Mü’mini de severek yaratmıştır. Aynı şekilde emretmediği ve emretmeyeceği kötü bir iş olan, isyan edenin masiyetini; tam aksine emrettiği mü’minin itaatini de yaratır.8 Allah, bu irâde ile muhataptan herhangi

bir fiil istemez, sadece onu yaratmayı irâde eder.

Cebriyye, tekvînî/kaderî irâdeyi kabul ederken, teşrîî/dînî irâdeyi inkâr etmiştir. “Küfür ve masiyetin Allah Teâlâ tarafından murad edilip, istendiğini ve insanların bunları terk etmek konusunda hiçbir seçim gücü olmaksızın Allah’ın, onları bu fiillere mecbur ettiğini” söylemişlerdir.

1 Ruhaylî, el-Kader, s.55-58; Gölcük-Toprak, Kelâm, s.218. 2 Ebû Davud, Edeb 110 (II/738, 5075.hş.; II/744, 5087).

3 İbn-i Teymiye, Minhâcu’s-Sünneti’n-Nebeviyye, III/156-157, 180; Mecmûatü’r-Resâili’l-Kübrâ,

II/72, 76-77.

4 Yasin, 36/82; bkz. Âl-i İmrân, 3/47; Nahl, 16/40. 5 En’âm, 6/125.

6 Hûd, 11/34. 7 Bakara, 2/253.

2.2.2. Teşrîî İrade

Teşrîî irâde ise; şer’î veya dînî irâde de denilen, Allah’ın kulundan yapmasını istediği emirlerle ilgili irâdedir. Sevgi, hoşnut olmak, muhabbet ve râzı olmayı da içerir. Allah’ın bu mânâdaki irâdesi ile bir şeyi dilemiş olması, o şeyin meydana gelmesini gerektirmez. Murad edilen şey, tekvînî irâde ile de ilişkili olduğunda meydana gelmesini gerektirir.1 Allah Teâlâ bu irâde ile muhataba emrederek bir fiilin

yapılmasını veya terk edilmesini ister. Bu irâdeye delâlet eden ayetlerden bazıları şunlardır: “Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.”2 “Allah, size (hükümlerini)

açıklamak, size, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tevbelerinizi kabul etmek istiyor… Allah, sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar. Allah, sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.”3 “Allah, size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez.

Fakat O, sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”4

Tekvînî irâdenin, Allah Teâlâ’nın kendi fiillerine taalluk ettiğini ve yaratma şeklinde tezahür ettiğini, teşrîî irâdenin ise, mükellef varlıkların; özelde de insanların fiillerine tesir ettiğini ve mükellefiyet doğurduğunu anlıyoruz.

Mu’tezile teşrîî/dînî irâdeyi kabul ederken tekvînî/kaderî irâdeyi inkâr etmektedir. Kâfirin küfrünün ve isyankârın masiyetinin Allah’ın irâdesi ve takdiri altına girmediğini ileri sürmüşlerdir.

Eş’arîler ve Mâtürîdîler hem tekvînî/kaderî irâdeyi hem de teşrîî/dînî irâdeyi kabul etmekle beraber emir-irâde ayrımına da gitmişlerdir. Bu konuda İbn-i Teymiye (v.728/1328)’nin katkıları da yadsınamaz.5

2.2.3. İrade-Emir Ayrımı

Tekvînî ve Teşrîî irâde şeklindeki Allah’ın bu iki yönlü irâdesi ile beraber âlimler bir de irâde-emir ayırımına gitmişlerdir. Bir taraftan bu iki yönlü irâdenin,

1 İbn-i Teymiye, Minhâcu’s-Sünneti’n-Nebeviyye, III/157; Mecmûatü’l-Fetâvâ, VIII/115. 2 Bakara, 2/185.

3 Nisâ, 4/26-28.

4 Mâide, 5/6; bkz. Nahl, 16/90.

5 Bkz. İbn-i Teymiye, Takiyyüddin Ahmed, Minhâcu’s-Sünneti’n-Nebeviyye, III/156-157, 180, 1.bs.,

thk. Muhammed Reşad Sâlim, Mısır, 1406/1986; a. mlf. Mecmûatü’r-Resâili’l-Kübrâ, II/72, 76-77, 2.bs., İhyâu’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1392/1972; a. mlf. Mecmûatü’l-Fetâvâ, VIII/115.

diğer taraftan emir-irâde ayrımının en dikkat çekici örneği; Kur’an’da sözü edilen, Hz. İbrâhîm’in, oğlu Hz. İsmâil’i kurban etme olayıdır.1

Söz konusu kıssada irâde-emir ayırımı net olarak görülmektedir. Buna göre irâde ile emir arasında ayırım yapmak, irâdenin bu şekilde gerçekleşeceğini kabul etmek lazımdır. Başka bir deyişle gerçekleşen Allah’ın irâdesidir, mutlak irâdenin tecellisidir. İlâhî irâde ne şekilde tecelli ederse etsin, insanın irâdesi onun sınırları içindedir.

Allah Teâlâ, Hz. İbrâhîm’e, Hz. İsmâîl’i kurban etmekle -bunu dilemediği halde- emretmiştir. Fakat emrettikten sonra onu bu işten nehyetmiş ve bu kurban etme işinden Hz. İbrâhîm’i kurtarmıştır. Kesme işini yerine getirmiş olsaydı, onun bir fidye ile kurtarılmasının bir anlamı olmazdı. Eğer sadece yatırmak ve bıçak getirmekle, - kesmeksizin- ona emretmiş olsaydı, bu Hz. İbrâhîm için bir imtihan yerine geçmez ve “şüphesiz bu açık bir imtihandır”2 buyruluşu bir kıymet ifade etmezdi, ayetin mânâsı

kalmazdı. Hz. İbrâhîm, oğlunu boğazlarsa, sonra da yarasını iyileştirseydi, ne fidye ile kurtulmanın ne de imtihanın mânâsı kalmazdı. Sonuç olarak, Allah, Hz. İsmâîl’in kesilmesini acz vererek ve engel koyarak mânî olduysa, bu takdirde Allah kendi emrini icra ettirmemekle sefih (bön) ve emri yerine gelmeyen teklif edici olurdu ki, bu, Allah için asla düşünülemez.3

İlâhî irâde ve ilâhî emir arasındaki ayırımı Eş’arî’de de görmekteyiz. Ona göre, Allah, iyiyi emreder, kötülüğü emretmez, kötüyü yasaklar. O, iyi ve kötü işin her ikisini de irâde etmekle beraber iyiliği emreder, irâde ettiği halde kötülüğe asla râzı olmaz.4

Mâtürîdî de emir ile irâdenin farklı şeyler olduğu konusuna değinerek, Hz. İsmâîl’in kurban edilmesi olayını buna delil getirir. O, şöyle demektedir; Allah Teâlâ, Hz. İbrâhîm’e oğlu İsmâîl’i kurban etmesini, ardından da onun yerine bir koç kesmesini emretmiştir. Allah Teâlâ’nın önce İsmâil’e uygulanacak kesim (zebh) fiilinin bizzat gerçekleştirilmesini istemiş olması ardından da onun yerine bir koçun kesilmesini emredip, İsmâil’in kurban edilmesini önlemesi mümkün değildir. Çünkü

1 Bkz. Sâffât, 37/100-109. 2 Sâffât, 37/106.

3 Bâkıllânî, et-Temhîd, s.282-283.

bu, bedâ (fikir değiştirme) alâmeti ve cehalet alâmetidir. Şu halde bu meselede emir, hakikat mânâsındaki irâdeden farklı bir yöne çevrilmiştir.1

Kadı Abdülcebbâr’a göre irâde ile irâde edilen ve irâde ile emir birbirinden ayrılmaz, birbiri ile aynıdır.2 Abdülcebbâr, Allah’ın, Hz. İbrâhîm’in oğlunu kurban

etmesi konusunda, sadece oğlunu kurban kesmek için hazırlıklarını yapmasını emrettiğini, kurban kesmenin kendisini asla emretmediğini belirtir.3 Daha sonraki

âlimler burada söz konusu olanın, Hz. İbrâhîm’in Allah Teâlâ’dan aldığı, oğlunu kurban etme emrinin yerine getirilmesiydi, görüşünü ileri sürerek söz konusu iddiayı reddetmişlerdir.

İlâhî sıfatlardan kudret de ilim ve irâde sıfatından sonra kader inancının bağlı bulunduğu en önemli sıfattır. Kainâttaki her şey Allah Teâlâ’nın ilim, irâde ve kudreti sayesinde var olmuştur. Allah’ın kudreti sonsuz ve sınırsızdır. Kendi fiillerinden sorumlu olan insana da sınırlı bir güç kudret (ıstıtâat) verilmiştir. Allah’ın kudreti karşısında insanın fiillerinde kendi gücünün etkisinin ne olduğunun ortaya konulması da önem arz etmektedir.

Belgede Kader inancının dini temelleri (sayfa 121-125)