• Sonuç bulunamadı

İhtiyâr ve Meşîet

1.3. Kaderle İlgili Kavramlar

1.3.4. İhtiyâr ve Meşîet

İhtiyâr, irâde ve meşîet birbirleri ile yakından ilişkili kavramlardır. Arapça’da

HYR kökünden gelen ihtiyâr, sözlükte; hayırlıyı seçmek, herhangi bir şeyi seçmek,

seçerek almak, muhayyer bırakmak anlamlarına gelmektedir. Aynı kökten gelen

muhtâr da başkaları tarafından seçilmiş kişidir. İhtiyârın ıstılah anlamı ise; çok çeşitli

davranış şekilleri arasından en hayırlı, en faydalı olanını ayırt edip seçme irâdesi ve kararıdır. Bu yönüyle ihtiyâr, herhangi bir dış zorlama olmaksızın insanın kendi irâde ve kararına göre en doğru olduğunu düşündüğü, kendisine en uygun ve en iyi gördüğü bir şeyi seçip onu yapmaya yönelmesidir. Kişinin yöneldiği davranış gerçekte hayırlı olmasa bile, kendi menfaatine uygun varsaydığı fiile teşebbüs etmesidir. Kelamcıların geleneğinde muhtâr; insanın, ikrah/zorlama yoluyla olmayarak yaptığı her fiile denilmektedir. Seçen ve seçilen anlamında, hem fâil/özne hem de mef’ûl/tümleç için kullanılabilmektedir.3

Kelam kaynaklarında irâde ve ihtiyâr yakın anlamlarda kullanılmaktadır. Ancak aralarında anlam farkları vardır. İrade; harekete geçme gücü ve kabiliyetidir, fiilin meydana gelmesinde belirleyici rol oynar. İrade bireyi fiile yöneltmekte, böylelikle irâdeye bağlı olan fiilin oluşması da mümkün hale gelmektedir. İrâde, fiilden önce gelse de fiilin oluşum aşamasında onunla beraber olan, onunla birleşen bir etkinliktir. Bu mânâdaki irâde, sırf psikolojik bir işlev veya kabiliyet değil aynı

1 Bkz. Eş’arî, Makalât, I/338-341; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s.319-322; Bağdâdî, Abdulkâhir, Usûlü’d- Dîn, s.156, 1.bs., thk. Ahmed Şemsüddin, Dâru’l-Kütübi’l_İlmiyye, Beyrut, 1423/2002; Sâbûnî, el- Bidâye, s.107; Taftazânî, Sadettin Mesud b. Ömer, Şerhu’l-Akâidi’n-Nesefiyye, s.113, 1.bs., thk.

Abdüsselâm b. Abdülhâdî Şennâr, Dâru’l-Beyrûtî, Beyrut, 1428/2007; Mustafa Sabri, Şeyhulislâm,

Mevkifü’l-Beşer Tahte Sultâni’l-Kader, s.48, 54-55, 58-59, 171, 1.bs., Matbaatü’s-Selefiyye, Kahire,

1352/1933.

2 Bağdâdî, Usûlü’d-Dîn, s.156.

3 Fîruzabâdî, el-Kâmusu’l-Muhît, HYR mad., s.389; İbn-i Manzûr, Lisânu’l-Arab, HYR mad., II/1298-

zamanda şuurlu bir seçme gücü, bu sebeple de fiil ve davranışlarından meydana gelen sonuçlardan insanın sorumlu olmasını sağlayan ahlâkî bir kuraldır. Kelam kaynaklarında bu bilinçli seçme gücüne irâdeden daha ziyade ihtiyâr denilmektedir.1

“İhtiyâr, insanın idrak etmekte bu nedenle de karar vermekte tereddüde düştüğü

konularda aklın yol göstericiliği sayesinde ortaya çıkan özel bir irâde”2 olmaktadır. İhtiyâr kavramı ile yakından ilişkili olan, çeşitli fiil ve isim kalıplarında pek çok ayette zikredilen meşîet3 ise zamanla önemli bir kelâm terimi haline dönüşmüştür. Kur’an’ın bazı ayetleri Allah’ın meşîetinin umûmî olduğunu, hayra da şerre de, hidâyete de dalâlete de etki ettiğini açıklamaktadır.4 Mesela: “Allah’ın dilemesi

olmadıkça siz dileyemezsiniz.”5 “Allah dileseydi ortak koşmazlardı.”6Eğer Rabbin

dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekün îman ederlerdi.”7 “Şüphesiz

Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.”8 “Allah, her kimi

doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar”9 ayetlerinde olduğu gibi.

Kelamcıların pek çoğuna göre irâde ve meşîet arasında fark yoktur. Bunlar çoğu zaman birbirinin yerine kullanılmaktadır.10 Ancak meşîet ve irâde fiilleri arasında

ince bir anlam farkı bulunmaktadır. Meşîet aslında bir şeyi îcâd edip, yaratmak demektir. Allah’ın meşîeti, taalluk ettiği bir şeyin varlığını gerektirir.11 İşte bundan

dolayı hadiste “Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz”12 buyrulmuştur. (

َاَمََُّللَّاََءاَشَاوَلَو

1 Bkz. Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s.60, 88, 321; Bâkıllânî, et-Temhîd, s.308; Bağdâdî, Usûlü’d-Dîn,

s.122; Abdülcebbâr, el-Muğnî, VI/II (İrade)/51; Nesefî, Ebü’l-Maîn/Ebü’l-Muîn, Tebsıratü’l-Edille, II/281, thk. Hüseyin Atay-Şaban Ali Düzgün, DİB Yay., Ankara, 1424-1425/2003-2004; Pezdevî, Ebü’l-Yüsr Muhammed b. Muhammed, Usûlü’d-Dîn, s.110, thk. Hans Peter Linss, Dâru İhyâi’l- Kütübi’l-Arabî (Îsâ Bâbî el-Halebî ve Şürekâh), Kahire, 1383/1963; Çağırıcı, Mustafa, İrâde, DİA, XXII/381.

2 Bkz. Gazzâlî, İhyâ, IV/254.

3 Bkz. Bakara, 2/90, 105; Mâide, 5/17, 18, 40; Ankebût, 29/21; İnsân (Dehr), 76/30, 31 vb.; ayrıca bkz.

Abdulbâki, Muhammed Fuâd, el-Mucemü’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, ŞYE mad., s.391 vd., Mektebetü’l-İslâmiyye, İstanbul, 1402/1982.

4 Sâbûnî, el-Bidâye, s.123.

5 İnsan (Dehr), 76/30; Tekvîr, 81/29. 6 En’âm, 6/107.

7 Yunus, 10/99. 8 Ra’d, 13/27. 9 En’âm, 6/125.

10 Bkz. Eş’arî, el-İbâne, s.163-164; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s.287-288; Bağdâdî, Usûlü’d-Dîn, s.122;

Nesefî, Tebsıratü’l-Edille, II/281; Sâbûnî, el-Bidâye, s.124; Fîruzabâdî, Basâir, III/363.

11 Fîruzabâdî, Basâir, III/363.

12 Ebû Dâvûd, Süleymân b. Eş’as es-Sicistânî, Sünenü Ebî Dâvûd, Edeb 110 (II/738, 5075.hş.; II/744,

ََّنِكَلَوَاوُلَ تَ تا قا

َُديِرُيَاَمَُلَعافَ يَََّللَّا ) “Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lakin Allah dilediğini

yapar”1 ayetinde geçen meşîet ve irâde fiillerinin arasındaki ince fark dikkate alındığı

zaman Allah için -tabir câizse canının istediğini veya aklına geleni yapmak gibi- bir irâde-kudret ilişkisi düşünülemeyeceği sonucu elde edilebilmektedir. Esasen Kur’an açısından Allah için, “aklına esmek” ve “canı bir şey istemek” gibi, zaaf ifade eden fiiller söz konusu değildir.2 İrâde ise; irâde edilenin varlığını her zaman

gerektirmemektedir. Dünya hayatında, insanlar arası ilişkilerde bazı zorlukların ve zulmün var olduğu bilinmekle beraber Allah; “Allah, size kolaylık diler, zorluk

dilemez”3, “Allah, kullarına asla zulmetmek istemez”4 buyurmaktadır.5 İnsanı imtihan için dünyada yaratan ve yaşatan ise Allah’tır.

Kader konusu sadece İslamiyete ait bir mesele olmayıp, tarihin derinliklerinden itibaren insanların akıllarını meşgul eden ve karmaşık bir yapıya sahip olan meselelerdendir. Düşünce tarihinde kaderin varlığının kabulü ve inkârı iki farklı uç olarak daima varlığını sürdürmüştür. Bu sebeple dînî ve felsefî alanda kader inancının tarihçesine göz atmakta fayda vardır.