• Sonuç bulunamadı

2. KONUYLA İLGİLİ ANA KAVRAM: DİN

2.1. Hasan el-Bennâ’nın Din Anlayışı

2.1.8. İslam Eğitiminin Islah Metotları

2.1.9.6. Tasavvuf ile İlgili Kavramlar

İslam dininin, referans olarak Kur’an ve sünneti aldığı, inanç, ibadet, muamelat ile ilgili esaslardır.139

2.1.9.6.2. Tarikat

Dini hükümlerin gayesini anlamak ve temel olarak ruhsatla değil de azimetle

davranmaktır.140

2.1.9.6.3. Hakikat

Şeriat ve tarikat ekseninden sonra, kalpte marifetullah ile oluşan hilm ve inkişaf mertebelerin zuhur etmesidir. Şeriat ilim, tarikat ameldir. İlim ve amel olmadan, yani

137

el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Anlayışı, 43. 138 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Anlayışı, 47. 139 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Anlayışı, 59. 140 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Anlayışı, 59.

şeriat ve tarikat olmadan, hakikate ulaşılmaz. Bu üç kavram birbirinden ayrılmayan

kavramlardır.141

Şeriat, Allah’a ibadet etmen, Tarikat, onu kastetmen, Hakikat ise onu görmendir.

Hasan el-Bennâ, bu üç kavramı Mısır’ın ful baklasına benzetmektedir: “Her bakla tanesinin kalın bir dış kabuğu vardır ve onun altında bakla özünü saran ince vir zar vardır. Ondan sonra ise baklagilin tanesi gelir. İşte burada birincisi, şeriat, ikincisi

tarikat, üçüncüsü ise hakikattir. Dış ve iç kabuğu açmadan öze ulaşamazsın.”142

2.1.9.6.4. Keramet

Allah dostlarının kerametleri hem yaşarken hem de öldükten sonra olabilir. Çünkü Allah dostlarına böyle bir lütufta bulunabilir. Velilerin öldükten kerametlerinin devam etmesi de tabidir. Çünkü keramet velinin bedeni ile değil manevî yönü ile alakalıdır. Ölmesi onun manevi halinden bir şey kaybettirmez. Ayrıca kerametin

kaynağı Allah’tır. Allahu Teâlâ her zaman var olduğu için keramet de devam edebilir.143

2.1.9.6.5. Tevessül

Hasan el-Bennâ’ya göre tasarrufun Allah’ın kudretiyle unutmamak şartıyla tevessül caizdir. Tevessül Allah dostlarını sevmenin bir yansımasıdır. Allah dostları da

sevilmeye en layık olanlar oldukları için bu durum gayet tabidir. 144

2.1.9.6.6. Zikir

Zikir, ilim ve ilim dışındaki anlamları kapsayan geniş bir kullanım alanına

sahiptir.145 Zikir, hem Kur’an’da hem de hadisler sıkça tekrarlanan bir ibadettir.

“Rabbini içinden yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle sabah akşam zikret

ve sakın gafillerden olma.”146

Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah

akşam tesbih edin.147

Böylece namazı bitirdiğinizde ayakta iken, otururken ve yanlarınız

141 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Anlayışı, 59-60. 142 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Anlayışı, 61. 143 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 109-110. 144

el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 112. 145 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 129. 146 A’raf, 7/205.

üzerinde iken artık Allah’ı zikredin.148

Allah’a şükür ifade eden, nimetlerin serdedildiği, tevbe, tesbih gibi her şey zikrin kapsamında değerlendirilir.

Uygun olmayan ortamlarda, def ve benzeri musiki aletleriyle yapılan, kadın erkek karışık meclislerde, anlamlı olamayan veya sözleri değiştirilmiş bir şekilde yapılıyorsa, zikirden amaç gösteriş ve riya ise veya karşılığında herhangi bir menfaat varsa bu şekilde yapılan zikir haramdır. Bu şekilde yapılan zikir dine uydun değildir ve asla kabul edilemez. Ancak uygun olan ortamlarda, edep ve huşu ile zikrin adabına yakışır bir şekilde yapılıyorsa bu dinin uygun gördüğü, yapılması istenen zikirdir. Hem

Rabbini içinden yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle sabah, akşam zikret ve sakın gafillerden olma.149

Zikrin amacı Allah rızası olmalıdır.150

2.1.9.7. Tasavvufun Merhaleleri Tasavvuf dört merhaleden oluşur:

Birinci merhale, zahirle amel merhalesidir. Bu aşamada ibadet ederek Allah’a yakınlaşmak, kendini dünyanın mal ve mülkünden tecrit ederek, tefekküre ve istiğfara yönelmek, Allah ile kurbiyet kazanmak için zahidane bir hayat yaşamak esastır. Dünyanın süsünden ve gösterişinden yüz çevirmek esastır. Bu merhale, birçok insan ve

müridin yaşadığı bir dönemdir.151

İkinci merhale, batınla amel etme merhalesidir. Bu aşamada esas olan, nefsi terbiye etmektir. Kötü, bayağı huylardan arınmak, güzel ve övülen ahlâk ile donanmak, yani Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak, kendini sürekli hesaba çekerek kontrol mekanizması geliştirmek, bunun sonucunda da kötü davranışlardan uzaklaşmak esastır.

Bu aşama sırat-ı müstakime yönelen ve ehl-i süluk olanların merhalesidir.152

Üçüncü merhale, kendinden geçme yani vecd merhalesidir. Nefsi terbiye ve onunla kötülükler hususunda mücadele etmek esastır. İbadetlere devam etme, nefsi emmareyi kontrol altına almak ile kişinin ruh dünyası gelişir ve kişi olgunlaşır. Böylece kişi kâinattaki esrarı çözmeye başlar. Bu aşamadan sonra tekâmüle ulaşan insanda inkişaf başlar. Varidat diye adlandırılan haller sudur eder ve bu hal insanın ayrılmaz bir parçası haline gelir. Bu haldeki insan bu halden başka bir makama, oradan da başka bir

148 Nisa, 4/103. 149

A’raf, 7/205.

150 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 116. 151 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 77-85. 152 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 77-78.

makama ulaşır bu yükselme dördüncü merhaleye ulaşana kadar devam eder. Bu merhale

tekâmül ehlinden dördüncü merhaleye çıkan ariflerin merhalesidir.153

Dördüncü merhale, vuslat merhalesidir. Aslında bu merhale açıklanamayan bir aşamadır. Artık kişi nefisten soyutlanır, “Hakk’ı, hak ile müşahede etmeye ulaşır.” Ariflerin bu merhale ile ilgili söyledikleri tek şey bu merhalede olmaktan dolayı nurun parıldamasıdır. Vuslata erdikleri için izah kaybolur. Kur’an ve sünnet ilk iki aşamayı açıklamış, sınırlarını çizmiş, “eklemek isteyenlere ekleme payı bırakmamıştır.” İşte bu iki merhale tarikat kavramının özünü, temelini teşkil eder. Bunun dışındakiler fer’i

konulardır. Asıllar olmadan, fer’i konulara ulaşılmaz. 154

Üçüncü merhalenin açıklanması olanaksız ve sınırlandırılması imkânsızdır. Çünkü bu merhalede olanlar kişinin kendisi ile sınırlıdır, yani şahsîdir ve bu aşamada vecd halleri vuku bulmaktadır. Müphem ve mutlak olan bu merhale bu nedenlerle sınırlandırılamaz. Bu aşamanın, bunları yaşamayan diğer insanlara anlatılması şeriat ahkâmları ile çelişik gibi görülebileceğinden uygun görülmemiştir. Bu aşamanın nakledilmesinin sonucunda fukaha ve sufiler arasında ihtilaf ortaya çıkmıştır. Dördüncü merhale ise artık uçurumdan düşüşün gerçekleştiği, nice sufinin bu yolda sapıttığı bir merhaledir. Bu merhalede olan kişi eğer kendinden geçerek konuşmuşsa söylediklerinden dolayı sorumlu tutulmaz. Eğer kendinde iken söylenmiş ise normal insanları aklı bu olayları idrak edemez. Bu sebeple bu merhale ile ilgili olarak konuşma kapısı tasavvuf ehlince kapatılmıştır. Bu merhale idrak ve düşüncelerin üstünde olunan

bir yerdir. 155

2.1.9.8. Tasavvufun Boyutları Tasavvuf, üç boyuttan oluşmaktadır:

1. Âlem-i mülk veya âlem-i şehadet yahut âlem-i hayal: Bu konular ile ilgili konuşulduğunda, garipsenecek herhangi bir durum mevcut değildir. Çünkü âlem-i mülk ile ilgili konular genel geçer olan fıkıh ve nasslar ile paralel olan konulardır. Bu konular insanların günlük konuşmalarından uzak olmayan, herkese anlatılabilecek konuları içerir.156

153

el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 78. 154 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 78- 79. 155 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 79-80. 156 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 96.

2. Âlem-i melekût veya âlem-i gayb yahut âlem-i misâl: Bu âlemden bahsettikleri zaman kendilerine has olan bir üslup ile konuşurlar. Bu durumları “ruhi bir halet” olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle onların mertebesinde olmayanlar onların halet-i ruhiyelerini anlayamazlar. Şer’i konulardan ziyade vecd, zevk keşf gibi kavramlardan veya durumlardan bahsederler. Eğer bu durumdayken söyledikleri şeriata

uygun ise alınır, eğer şer’i ahkâma muhalif ise uyarılırlar.157

3. Âlem-i cenerrût veya âlem-i sırr yahut âlem-i hakikât: Bu âlemden ise bahsetmezler. Bu boyutta susmanın konuşmaktan veya yazmaktan daha efdal olduğunu bilirler. Bu durumun kendilerine ilham yoluyla verildiğini, yazıya döküldüğünde

kaybolacağını söylerler. Bu boyutlar sözün bittiği yerlerdir. 158

2.1.9.9. Tasavvuf -Fıkıh İlişkisi

Fıkıh, tasavvufa göre daha geneldir. Tasavvuf ise kendine has bir metodu olan bir ilimdir. Çünkü insan ile Allah arasındaki bir olaydır. Yani şahsîdir. Tasavvuf fıkıhsız

olmaz, ancak fıkıh tasavvufsuz olabilir. 159

Hasan el-Bennâ’ya göre sufînin sınırları fukahanınkinden daha geniştir. Bu nedenle fıkıhçı olan biri sufîyi eleştirebilir. Çünkü fukıhçının, sufînin yanında ne taşıdığında haberi yoktur. Tam tersi ise yanlıştır. Çünkü fıkıhçı, kendi sistemi içerisinde konuşmaktadır. Yani gerçek bir sufî, fıkhı iyi bilmelidir. Fıkhı bilmeyen bir sufî

tenkitlere maruz kalır ve görüşüne itibar edilmez. 160

2.2. Hasan el-Benna’nın Siyaset Anlayışı