• Sonuç bulunamadı

2. KONUYLA İLGİLİ ANA KAVRAM: DİN

2.1. Hasan el-Bennâ’nın Din Anlayışı

2.1.6. Din ve Dinin Kaynakları

2.1.6.5. İctihad

C-h-d fiil kökünden gelen ictihad kelimesi, sözlükte, çaba göstermek, zor ve

meşakatli bir işi yapabilmek için elinden gelen bütün gayreti sarfetmek anlamına

gelmektedir.94 Fıkıh Usulü terimi olarak ise ictihad, “fakihin, şer’i-amelî hükümleri

tafsilî delillerden çıkarabilmek için olanca gücünü ortaya koymasıdır.”95

Müctehid ise

“şer’i delillerden amelî hükümleri çıkarabilen kimsedir.”96

Taklid ise sözlükte,

“öykünmek, bir mezhebin görüşlerini tamamen kabullenme ve gereğince davranma”97

anlamına gelir. Usûl terimi olarak ise “delilini bilmeksizin, sözü hüccet olmayan

kişiden, başkasının görüşünü almaktır.”98

Hasan el-Bennâ’nın ictihad ile ilgili görüşleri genel olarak modern dönemde öne çıkan fikirlerden pek farklı görünmemektedir. Ona göre ictihad, İslamî bilgiye sahip

93 Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yay., 2. Cilt, Ankara 1995, 306. 94 Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük, 73.

95 Zekiyüddin Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları (Usûl’l-Fıkh), Çev. İbrahim Kâfi Dönmez, TDV Yay., Ankara 2006, 437.

96 Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları, 437. 97 Mutçalı, Arapça-Türkçe Sözlük, 427. 98 Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları, 448.

olan insanların ibadet konuları dışında kalan muamelat konularında İslamî bilgiyle ters düşmemek kaydıyla kullanılabilir. İslam hukukçuları ibadat ve muamelat konularını birbirinden ayırarak muamelat konularında ictihada geniş bir alan bırakmıştır. Bu nedenle İslam evrensel bir din olma özelliğine sahiptir. Çünkü İslam, temel kaideleri ortaya koyar, ayrıntıları ise zamana ve zemine bırakır. Daha sonra toplum hayatının gelişmesi için ortaya çıkan meselelerde ana kaidelere ters düşmeyecek şekilde ictihad kapısını açık bırakır. Zamanın değişmesiyle hükümlerde değişir. Bu İslam hukukunun

temel kaidelerindendir.99

İctihad belirli bir zaman veya mekân ile sınırlı değildir. Şu zaman ve mekândakiler müctehid şu zaman veya mekândakiler müctehid değil diye bir sınıflandırıma yapılamaz. İctihad için gerekli olan, ictihad yapmak için gerekli şartların

vuku bulmasıdır. 100

Hasan el-Bennâ’ya göre her dönemin ve mekânın kendine has, farklı bakış açıları, yorumları, anlayışları olabilir. Bu farklılıklar, Yaratan’ın kâinattaki kuralları olan Sünnetullah’tır. İctihadî konular toplumlarda değişikler arzedebilir. İbadette aslolan Yüce Yaratıcıya gereği gibi kulluk yapmaktır. Fürua dayalı meselelerde

niyete bakılır.101

Hasan el-Bennâ’ya göre, dinin asıllarından olmayan füru’a dayalı konularda, ihtilafların meydana gelmesi olağandır. Sufîler ve fukaha, dinin asılları, Kur’an ve sünnet üzerinde temeli üzerinde ittifak etmişlerdir. Bunun dışındaki fer’i konularda, ihtilafa düşülmesi, insan tabiatının bir gereğidir ve buna saygı gösterilmelidir. Kişi görüşünü delillendirdiği, Kitab’a ve sünnete muhalif bir görüş

serdetmediği sürece görüş farklılığı tabidir.102

Fer’i meselelerde, insanları bir görüş ve düşünce etrafında toplamak olanaksızdır. Bazen imamlar, ellerinde bulunan delilere rağmen Allah’ın kendilerine verdikleri ilham ile hüküm vermektedirler. Hatta bir imamın bir konu ile ilgili verdiği fetvalar zaman ve zemine bağlı olarak değişiklik gösterebiliyor. Bu İslam dininin ince ve şeffaf yapısından kaynaklanmaktadır. İhtilafta

taassup göstermek hatadır.103

İctihad, sonsuzdur. Aslolan ictihad için gerekli şartların oluşmuş olmasıdır. Yeter ki yapılan yorum, te’vil vs. sadece gerçeği bulmaya yönelik olsun. Masum olanlar sadece peygamberlerdir, tezinden hareket eden el-Bennâ kim olursa olsun görüşüyle amel edebileceğini savunur. Seleften gelen uygulamaların ancak Kur’an ve Sünnet

99 el-Bennâ, Risaleler, 283.

100

Şa’ban, İslam Hukuk İlminin Esasları, 442. 101 el-Bennâ, Risaleler, 475.

102 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 76. 103 el-Bennâ, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, 107.

ekseninde kabul edilebileceğini savunur. …Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun104

ayetinden hareketle, delilerden hüküm çıkarma konusunda yeteri kadar birikime sahip olamayanların, mezhep imamlarına tabi olması yani taklid etmesi gerektiği görüşünü, kabul eden el-Bennâ, bu özellikte bir kimsenin gücü nispetinde mezhep imamların delillerini anlamaya çalışması gerektiğini söyler. Mesnede dayandırıldığı sürece her türlü uygulamayı kabul edilebilir sayar. Hakkında herhangi bir nass bulunmayan ve birçok vecihleri bulunan maslahat ile ilgili konularda halifenin veya yöneticinin

ictihadına uyulur.105

İslam hukuku, ilk dönem müelliflerinin ardından gelen şerh dönemiyle birlikte duraklama dönemine girmiştir. Ortaya çıkan yeni gelişmeler eski kitaplara dayanarak izah edilmiş, bu sebeple de çağın gereklerine uygun çözümler getirilememiş, İslam fıkhı donuk bir hale gelmiştir. Mesela banka işlemleri ile ilgili olarak geçmiş dönemlerde olmayan bir mesele karşımıza çıktığında, İslam fıkhı bu konuya çözüm getirmekten aciz kalmış, bizim hukukumuzda eksik olan ve ulemanın da bir türlü eski kitaplardan başını kaldırıp da yeni konulara çözüm getiremeyen anlayışı nedeniyle oluşan bilgi eksikliği batı hukuku ile doldurulmuştur. Bizim hayat tarzımıza uygun olmayan Batı hukuku ile de bir karmaşa dönemine giren İslam ülkeleri, Batı’nın bilgi boşluğumuzu doldurma girişimlerinin etkisi altına girmiş ve Batılı fikirlerin sömürüsü altında Müslüman düşünüşe sahip Batı hukuku ile karşı karşıya kalmıştır. Hâlbuki İslam fıkhı donuk değil, güncele her zaman uyarlanabilen bir yapıya sahiptir. İslam hukukçularına düşen görev

İslam’ın temel kaideleri çerçevesinde güncel meselelere çözüm getirmektir.106

Hasan el-Bennâ’nın, ictihad kavramına bakış açısı çizdiği selefî profilden oldukça uzak bir görüntüdedir. Şöyle ki, onun yaşadığı dönemi temel aldığımızda kullandığı cümleler dönemi için oldukça cesur cümlelerdir. Bu görüşleri serdeden Hasan el-Bennâ’nın kullandığı ifadeler günümüzde dahi yeni yeni kullanılmaya başlanmıştır. Her ne kadar İslam temel kaideleri koyar, teferruatı zamana ve zemine bırakır, görüşü genel kabul görmüş ise de İslam hukuku kuralı olsa da bu kuralı dillendiren veya uygulayan o dönemde birilerini görmek oldukça zordur. Türkiye gibi laiklik sürecine girmiş, batılı hukuk kurallarının uygulamaya başladığı bir ülkede dahi bu cümleleri kulananlar, Hasan el-Bennâ’nın, yaşadığı dönem olan 1930-1940’lı yılları

104 Enbiya, 21/7.

105 el-Bennâ, Risaleler, 475.

değil, 1980’lerde bile kullanıldığında insanlar kâfirlikle suçlanmıştır. Bu nedenle bu konuyla ilgili çizdiği görüntü selefî profilden oldukça farklıdır.