• Sonuç bulunamadı

2.1. Nurettin Topçu’nun Felsefesi

2.1.4. Tasavvuf Felsefesi

Topçu, yaşadığı dönem itibari ile millet olarak ahlaki bir yıkım ve toplumsal bir düzensizlik içinde olduğumuza inanır. Bunun temel sebebi olarak ta Batı Medeniyetinde de kendisini gösteren pozitivist, materyalist ve pragmatist anlayışların benimsenmesini görür. Buhran olarak nitelediği bu durum, ahlaki bir çürüme ile birlikte din, eğitim, ekonomi, hukuk vb. kurumların sorumluluklarını yerine getirememelerine neden olmaktadır. Milletin içine düştüğü bu vahim durumu, felsefi olarak analiz edip çözüm arayışına giren Topçu, kurtuluşu hakikat yolculuğunda görmektedir. Çünkü kişi hakikatten uzaklaştığı ölçüde huzursuzluğun, ahlaksızlığın, nizamsızlığın pençesine düşmüştür. Bu sebepten kişiyi tekrar hakikat yolculuğuna çıkarmak, temel gaye olmalıdır. Kişinin hakikate, yani sonsuzluğa ulaşması için isyan ahlakı gereklidir. Bu isyan menfi olan isyan değil, kişinin hakikate ulaşmasına engel olan her türlü menfaat, dünyevi zevk ve ihtirasa karşı irade koyup onu yok sayması, ona direnç göstermesidir. Nihayetinde bu isyan kişinin kirlendiği, kendi özüne yabancılaştığı, aşağı varlık seviyesine indiği konumdan sonsuzluğa yükselmesini sağlayacaktır. Bu isyan ile kişinin göstermiş olduğu ahlaki duruşunu da hareket felsefesi olarak nitelendiren Topçu, kurtuluşun anahtarının burada gizli olduğu kanaatindedir. Entelektüel hayatının Fransa’da ki sürecinde temellendirdiği bu isyan ahlakı/hareket felsefesi düşüncesini, Türkiye’ye döndükten sonra Bekkini’den etkilenerek Tasavvuf anlayışı ile daha sistematize etmeye çalışır. “Topçu, din felsefesi üzerine yazdığı yazılarda, İslam tasavvufunu, isyan ahlakının genel bir çerçevesi olarak ortaya koymuş veya hareket felsefesinin açılımını tasavvuf felsefesinde aramıştır.”51 Bu anlamda Topçu’nun felsefesinin olgunluk meyvesi olarak tasavvuf anlayışı değerlendirilebilir.

Topçu, Eflatun'un ruh unsuruna bakış açısından hareket edip bir anlayış ortaya koyar. “Eflatuna göre, ruh dünyaya gelmezden önce ezel bezminde Allah’la yaşıyordu.

O'ndan ayrılmamıştı. Sonra deryadan kopan bir damla halinde Allah’tan ayrılarak bu gölgeler dünyasına düştü, ten kafesine girdi.”52 Ten kafesine giren ruh, kendinden uzaklaşmış, aşağı bir konuma düşmüştür. Eflatunun bu düşüncesi duyular ve idealar evreninden oluşan ikili bir evren anlayışına dayanmaktadır. Hâlbuki Topçu için böyle bir evren ikiliği bulunmamaktadır. Esasen tek bir evren vardır. Vahdet-i Vücut olarak nitelenen bu bakış açısı, tasavvuf felsefesinin merkezi bir kavramı olup Topçu’nun da benimsediği bir bakış açısıdır. Özetle vahdet-i vücut, “Allah ile kâinatın bir ve aynı cevher olduğunu kabul eden görüştür.” 53 Panteist bir bakış açısı olan bu vahdet-i vücut-ta; Allah kâinattan, kâinat ta Allahtan başka bir şey değildir ve insan, bu anlayışın merkezine oturtulur. “İnsan olmazsa, hiçbir şey olmayacaktı. Hakikat, onun varlığı sayesinde vardır. Allah ta, varlığın sırrına insanla beraber varır.”54 Fakat mevcut haliyle insan, bu mümtaz mevkiine yakışır bir vaziyette değildir. İnsanın bu mümtaz mevkiine tekrar yükselmesi için tasavvuf gibi bir anlayışa ihtiyaç vardır.

“Tasavvuf ya da sufizm, kişiliği kötü huylardan temizleme ve ruhu olgunlaştırma yoludur. Bu anlamda tasavvuf, insanı Allah'tan uzaklaştıran şeylerin hepsini terk etmektir.”55 Bir başka anlamda "tasavvuf, güzel ve yüksek olan her çeşit huyları edinme, çirkin ve aşağı olan her çeşit huylardan da kaçınma anlamına gelir."56 Bu çerçevede tasavvuf, kişinin arınmasıdır. Dünyevi olan hazlardan ve vehimlerden arındıktan sonra vahdet-i vücutçu anlamda içinde bulunan hakikati keşfetmektir. Arınma ve keşfetmeye kadar tasavvufta üç safhadan geçilir. “Riyazet, vecd ve huzura ulaşma”57 olarak nitelendirilen bu süreç, esasen hakikate varma sürecidir. Bu hakikate ulaşma sürecinde

52 Topçu, (1998/b), s.129-130. 53 Topçu, (1998/b), s.126-127. 54 Topçu, (1998/b), s.117.

55 Aydın, M, ve Aydın D., Ontolojik Açıdan Tasavvuf, Mistisizm Ve Maneviyatçılığa Dair Yaklaşımların

Karşılaştırılması, Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar dergisi, Konya, 2011, s.67.

56 Kuşeyri, A. Risaletü'l-Kuşeyri, Daru'l-Hayr, Beyrut, 2003, s. 427.(Akt. Aydın, M, ve Aydın D., Ontolojik

Açıdan Tasavvuf, Mistisizm Ve Maneviyatçılığa Dair Yaklaşımların Karşılaştırılması, Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar dergisi, Konya, 2011, s.67.)

57 Tasavvuf tecrübesinde üç safhadan geçilir. Birincisi terk safhasıdır. Allah yolcusu bu birinci safhada

dünyaya ait kendinde ne varsa onların hepsinden boşalır. Servetten geçer, devletten geçer, şöhretten geçer. Hatıralardan ve zekânın mahsullerinden boşalır, fani, sevdalardan boşalır, kendi iktidarının inancından boşalır. Boşalma tamam olunca ikinci safha başlayacaktır. Onda, varlık vehimlerinden boşalan ruha lütfu ilahi dolar. Kendi yokluğunda ilahi varlığın azametini duyan ruh, içten bir fırtınaya tutulmuşçasına sarsılır, kendinden geçer. Bu safha, vecd safhasıdır. Vecd denen bu ruhani sarhoşluk halinde temaşa edilen âlemler, tasavvuf ehlinin terennümlerini doğurur. Vecdin sonunda üçüncü ve son olan huzur safhası açılır. Huzur, hareketsiz, sarsıntısız, adeta düşüncesiz visal halidir. Onun yaşattığı, belli bir konuya bağlanmayan ve sınırları olmayan sevinç ve selametten ibaret, içerisinde varlığın eridiği tek bir duygudur. Fırtınadan sonraki durgun denizin mutlak durgunluğunda yaşattığı ezeli hikmetin, ruhta sessiz, sözsüz hayat oluşudur.(Bkz. Topçu, N. Mehmet Akif, Dergah Yayınları, İstanbul, 2015, s.103 & Topçu, N. İslam ve İnsan, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998, s.116.)

“tasavvufta, yatay ve dikey boyutların varlığından bahsedebiliriz.”58 Dikey boyutu, riyazetten başlayıp vecd durumuna vardıktan sonra nihayetinde huzura kavuşup kendini keşfetme durumu iken; yatay boyutu, huzura kavuşmuş ve kendini gerçekleştirmiş bir insan olarak insana ve insanlığa hizmet etmek, iyilik, doğruluk ve güzellik örneğini teşkil etmektir. Bu anlamda Topçu için tasavvuf içsel boyutu gibi bir dışsallama boyutu da olan hal durumudur. İçsel boyutu yani dikey boyutu içe dönük bir keşfetme iken; dışsallama boyutu topluma açılma boyutudur. Dolayısıyla Topçu, tasavvufu tarihteki içe kapanmacı somut deneyimleriyle ele almaktan çok, bir felsefe olarak onun dışsal boyutuna da eğilir. Çünkü “mutlak bir içe yönelme, dindar bir bencilliktir.”59

“Tasavvuf, İslam'ın manevi yönü ve mistik anlayışı olarak tarif edilir.”60 Topçu da, tasavvuf anlayışında İslam’ın şekilci ve zahirci anlayışıyla bir karşıtlık içine girmiştir. Çünkü ona göre özellikle geleneksel şeriatçılar, “müminin hareketlerini dışarıdan idare eden kanunu, ferdin içsel denemesine üstün tuttular.”61 Fakat bunların, dinin özünün, içsel bir yaşayış olduğunu unuttuklarını, “dinin, esası bakımından bir ruhsal hayat olmasına rağmen onu ahkâm, akait, fıkıh, feraiz, gibi kanun ve kuru beden hareketlerine”62 indirgediklerini iddia eder. Ona göre, İslam tasavvufu, “Kur'an'dan kalp ilmini çıkaran felsefedir.”63 Bu anlamda geleneksel ve resmi yorumların dile getirdikleri dini ritüeller, dinin sadece kabuğunu teşkil ederler. Bu çerçevede “tasavvuf dinin özü ve çekirdeği, şeriatsa onun meyveyi muhafaza eden kabuğudur”64 şeklinde açıklar. Dolayısıyla tasavvufu, geleneksel anlamda dini sadece bir takım kural ve hareket gibi algılayan statik bir anlayış olarak değil, bu kural ve hareketleri içselleştiren ve özellikle insan iradesinin kendini keşfederek Allah’a ulaşmasını sağlayan dinamik bir anlayış olarak görür. Çünkü tasavvuf esasen dinamik özlü bir din anlayışını benimser. Bu dinamik din anlayışında en önemli unsur ruhtur. İnsan ruhi olarak ancak vecd ve huzuru bulabilir. Yine insan ruhi olarak sonsuzlukla buluşabilir. Dinde olduğu gibi, Topçu için, Ruhta da bir dinamizm vardır. Allah’la buluşabilmek için ruh bir sıçrama sergilemek zorundadır. Bu anlamda “tasavvuf, ruhun sürekli gelişim gösterdiği ilkesi üzerinden hareket eder.”65 Tasavvuf,

58 Gölpınarlı, A. Tasavvuf, Milenyum Yayınlan, İstanbul, 2010, s. 21. 59 Mollaer, (2007), s.59. 60 Aydın ve Aydın, (2011), s.67. 61 Topçu, (1998/b), s.126. 62 Topçu, (2016/a), s.157. 63 Topçu, (1998/b), s.125. 64 Topçu, (1998/b), s.126. 65 Aydın ve Aydın (2011), s.69.

zihinsel bir faaliyetten çok ruhsal bir hareketlenme, ruhi bir atletizm, bir aşk hareketidir. Bu aşk hareketi ile hakikat olan Allah’la birleşebiliriz. Çünkü ona göre aklın, hakikate götürebilme yeteneği yoktur. “Aklın fonksiyonu, onu aşkın hududuna kadar götürmesidir. Akıl temeli tanıtır, ondan öteye gidemez. Akıl bizi aşka teslim eder; aşk Allah’la birleştirir.”66 Bu aşk ile insanı, kuru determinizmin izahından çıkararak irade kavramı ile izah eder.

İslam Mistisizmi olan tasavvuf, dini bir yaşam tarzı olduğu gibi, aynı zamanda metafizik bir görüştür. Buna paralel olarak epistemolojik bir yanı da vardır. Bilginin kaynağı konusunda genel olarak akıl, nakil, vahiy ve sezgi olmak üzere dört kaynaktan bahsedilir. Topçu ise bilginin elde edilme kaynakları: “1.Zekâ ile tanıyış, 2.Sezgi ile tanıyış, 3.İhtiras ile tanıyış, 4.Merhametle tanıyış, 5.Nihayet aşk ile tanıyış”67 olmak üzere beş kaynak belirtir. En önemli ve hakiki bilgi kaynağının ise Mevlana’nın kullandığı aşk ile tanıyış olduğu kanaatindedir. Bu aşk ile tanıyış ona göre, iç bilgi vererek kişinin kendisini keşfetmesini dolayısıyla da hakikat olan Allah’ı keşfetmesini sağlar.

Topçu’nun tasavvuf düşüncesi ile İslam'ın merkezcil yorumları arasındaki ayrılıklar bulunmaktadır. Bunlardan ilk ayrılık, Topçu’nun şeriatçılık dediği dini kaba bedeni hareketlere indirgeyerek dinde mistikliğin ve ruhiliğin yani özün kaybolması noktasında çıkar. İkinci olarak ta “insan iradesinin Tanrı’yla birleşmesi tartışmasıdır. Sünni İslam anlayışının işlendiği birçok dinsel kaynakta insan iradesi ile Tanrı iradesi ("külli ve cüzi irade") arasında bir ayrım yapılmaktadır. Topçu'ya göre, İslam dünyasında inanıla gelmiş bu ayrım yapay bir ayrımdır. Aslına bakılırsa, söz konusu durumda birlik göze çarpmaktadır. Tanrısallaşma, ahlaki hareketin tam ortasında bulunmaktadır. İnsanın özgürlüğü, bu iki irade arasındaki ayrımı birliğe dönüştürmektedir”68

Yine tasavvuf düşüncesi ile İslam’ın merkezcil yorumları arasında bir başka uzlaşmazlık ya da ayrılık, “Tanrı’nın evrene içkin veya dışsal olduğu konusunda düğümlenmektedir. Topçu'nun tasavvufun Sokrates'i olarak gördüğü Hallac-ı Mansur'u bilinen sona sürükleyen düşünce, Tanrı'nın evrene içkin -ama Topçu'ya göre panteizmden farklı olarak- özgür bir irade olduğu yorumudur. Bunun Semavi Dinlerin popüler yorumlarında rastlanan Tanrı’nın evrene dışsal olduğu düşüncesiyle uzlaşmazlık gösterdiği açıktır. Tasavvuf düşüncesindeki içkinlik felsefesinin adı, Vahdet-i Vücut'

66 Topçu, (1998/b), s.117. 67Topçu, (1998/b), s.122. 68 Mollaer, (2007), s.60-61.

tur."69 Dolayısıyla Tanrı’yı evrene içkin olarak kabul eden vahdet-vücut anlayışı, kurumsallaşmış geleneksel İslam anlayışlarıyla uzlaşmaz.

Görülüyor ki Topçu için mistisizm, İslam'daki adıyla tasavvuf, her şeyden önce dinsel bir yaşayış olduğu gibi aynı zamanda bir metafizik görüştür. Ona göre İslam tasavvufu, Kur'an'dan kalp ilmini çıkardığını iddia eden bir felsefedir. İlahi varlığa iştirak denemesini yaparak, ahlaklanma yoludur. İlahi tecrübeyi kalp yolundan geçerek yapmak, İslam’ın gerçeğini yaşamaktır.70