• Sonuç bulunamadı

Birinci Dünya Savaşı sonunda yıkılan Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi konumunda olan Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşını nihayete erdirme aşamasında ve sonrasında eğitimle ilgili sorunsalı yoğun bir şekilde gündeme getirmiştir. Osmanlıdan kalan eğitim anlayışı, milleti arzulanan gelişim sürecine ulaştıramamakta, gerçekleştirilen yapısal değişiklikler ihtiyacı karşılayamamaktaydı. Millet rüştünü kurtuluş savaşında ispat etmiş, sıra eğitim atılımında kendini ispata gelmiştir. Savaştan sonra Atatürk, öğretmenlere hitaben söylediği şu sözlerle eğitime verdiği değeri göstermektedir; “Öğretmenler! Ordularımızın kazandığı zafer sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız ortamı hazırladı. Gerçek zaferi, siz kazanacak ve koruyacaksınız.”1 Dolayısıyla Cumhuriyet kadroları genelinde ve Atatürk özelinde memleketin gerçek kurtuluşunun eğitimle sağlanacağı düşüncesi hâkimdi. Fakat eski eğitim anlayışı bu ihtiyaca cevap verecek durumda değildi. Bunun için bir eğitim reformunun gerçekleştirilmesi gerektiği ve buna yönelik çalışmaların yapılmasının zorunluluğu yoğun bir şekilde hissedilmekteydi.

Eğitimle ilgili sistem geliştirilirken “Heyet-i İlmiyelerde” eğitimcilerin uzlaştıkları kararlar ve Cumhuriyet kadrolarının fikirlerinden yararlanılmıştır. Fakat bu eğitim sisteminin niteliğinin, istikametinin ve anlayışının nasıl olacağı konusunda esas yön belirleyicinin ise Atatürk olduğu söylenebilir. Nitekim Atatürk’ün eğitimle ilgili söylemleri çerçevesinde gerçekleştirilen adımlar, bu iddianın ne kadar isabetli olduğunun kanıtıdır. Sonuç olarak tercih edilen eğitim felsefesinin Cumhuriyet kadrolarının düşünceleri ile oluşturulduğu söylenebilir.

Atatürk, “Osmanlının geleneksel eğitim anlayışına karşı olup, Batı’yı örnek seçen bir sistem”2 hayal etmiştir. Her ne kadar 15 Temmuz 1921 tarihinde gerçekleştirilen Birinci Maarif Kongresinde yaptığı; “bir milli terbiye” programından söz ederken eski devrin hurafelerinden, fikri niteliklerimizle hiçbir ilgisi olmayan yabancı fikirlerden,

1 Başgöz, İ. Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı ve Atatürk, T.C Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1995, s.277. 2 Bal, H. 1924 Raporunun Türk Eğitimine Etkileri/ J. Dewey’in Eğitim Felsefesi, Kor Yayıncılık, İstanbul,

Doğu’dan ve Batı’dan gelen bütün etkilerden uzak, milli ve tarihi seciyemize uygun bir kültür kastediyorum”3 açıklamalarından Doğu ve Batının etkisinden uzak bir eğitim anlayışından bahsetmişse de daha sonra bu söylemleri tekrarlamamış ve eğitim anlayışı neredeyse Batı anlayışıyla paralel olmuştur. Hatta belli bir dönemden sonra Batıdan düşünürler getirilip eğitimle ilgili raporlar düzenlemeleri talep edilmiş ve bu yönde çeşitli reformlar gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla Atatürk dönemi ve sonraki eğitim anlayışı, Osmanlıdan kalan eğitim anlayışının terkine ve bunun yerine modern Batının eğitim anlayışının benimsenmesine dayanır. Çünkü cumhuriyet kadroları ve Atatürk için Osmanlının eğitim anlayışı, daha doğrusu geleneksel eğitim anlayışı, hedefleri gerçekleştirememekte, toplumun ihtiyaç duyduğu değişim dinamizmini sağlayamamakta ve yönetememekteydi. Toplumun değişmeye, gelişmeye ihtiyacı vardı ve geleneksel eğitim bunun lokomotifi olamazdı.

Cumhuriyet kadrosunun genç bürokratları ve Atatürk eğitimi, cumhuriyetin ekonomik, sosyal ve politik gelişimini sağlayacak temel güç olarak kullandılar. Kurulacak yeni eğitim sistemi, “Muasır Medeniyetlere” ulaşmamızı sağlayacak bir araç olarak değerlendirildi. Nitekim 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde, kapitalist yolla kalkınma kararı, sadece ekonomik bir karar olarak kalmamış bunun yansımaları eğitim, sosyal, politik düzlemde de kendisini göstermiştir. Liberal ekonomi, beraberinde liberal felsefi eğilimleri de getirmiştir. “Cumhuriyetin ilk döneminde (1923-1930) benimsenen liberal ekonomi-politikalara bağlı olarak eğitimde de pozitivist ve pragmatist felsefeler etkili oldu.”4 Çünkü liberalizm bireyin özgürlüğünü engelleyecek her türlü unsuru reddeder. Dolayısıyla kişinin özgürlüğünü kısıtlayan ve “var olması gerekli” olarak düşünülen faktörler önemsizleştirilmeye çalışıldı. Çünkü “var olması gerekli olan” bireyin buna göre hareket etmesini zorunlu kılar. Bu zorunluluk bireysel anlamda özgürlüğü ortadan kaldıran bir olgudur.

Liberal eğilim, beraberinde pozitivist bir yaşam tarzını getirir. Çünkü pozitivist anlayışta hem bilimin öncülüğünün kabulü hem de değerler ve var olması gerekenlerin yerine somut olarak var olan, yaşanan önemlidir. Metafizik, pozitivist anlayışta ölüme mahkûm edilen bir alandır. Bireysel ya da toplumsal hayatta mevcut değerlerin, var olması gerekenlerin ve metafiziğin terki ile beraber bunların yerine ne konulacağı

3 Cumhurbaşkanı, Başbakan ve MEB’larının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1946, s.4.

(Akt. Başgöz, İ. Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı ve Atatürk, T.C Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1995, s. 75.)

belirlenmeye çalışıldı. Çünkü bu unsurlar hem bireysel hem toplumsal hayatta belirli işlevi olan unsurlardır. Cumhuriyetin ilk döneminden itibaren bu unsurların yerine tercih edilenler, daha çok dünyevi olanla ilgili oldu. İlerleme, gelişme, fayda, kazanma, somut gerçeklik gibi dünyevi olanı amaç edinen pragmatizm cumhuriyet döneminin kabul gören yaklaşımı olmuştur.5

Pozitivist ve pragmatist anlayışın kabul görmesinin en önemli nedenlerinden biri, dönemin karar vericilerinin görüşleri ile bu anlayışların iddialarının paralel olmasıdır. Nitekim özellikle Atatürk’ün çeşitli dönemlerde vermiş olduğu beyanlar bu anlayışlarla ne kadar paralel düşündüğünü ortaya koymaktadır. “Biz ilhamımızı gökten değil, doğrudan doğruya yaşadığımız hayattan almış bulunuyoruz”6 söylemi, Atatürk’ün kararlarında ve uygulamalarında metafizik olandan ziyade daha çok dünyevi olanı, hayatı referans aldığının göstergesidir. Pozitivist vurguların yoğun olduğu bu söylem Atatürk’ün pozitivist kişiliğini ortaya koymaktadır. Yine, “bütün toplumu yüzyılın gereklerine göre ilerletme, memleket içinde modern gelişmelerin tutunmasını sağlamak, mantık esaslarına dayanmayan gelenek ve inançlarda ısrar etmemek gerekir”7 söylemi Atatürk’ün mantıki ve bilimsel olanı önemsediği ve buna uygun bir kimliğe sahip olduğunu gösterir. Çünkü Atatürk, cumhuriyetin gelişiminin bilimsel yollarla olacağını, geleneklerle bir kurtuluş olamayacağını düşünmekteydi. Gelenek ve inanca göre şekillendiğini düşündüğü geleneksel eğitim nedeniyle, toplumun tam bir bilgisizliğe mahkûm olduğu inancındadır. Bundan dolayı “Eğitimimizin temel taşı, bilgisizliğin yok edilmesidir”8 diyerek eğitimin, gelenek ve inançlardan temizlenmesi anlayışını benimsemiştir.

Sonuç olarak cumhuriyet döneminde, modern bir eğitim anlayışı oluşturmak için bilime ve somut gerçekliğe dayandırılan pozitivizm ile demokratik, laik, işe ve hayata yönelik faydayı önemseyen pragmatizm benimsenmiştir. Bu felsefeler ışığında çeşitli kararlar alınmış ve buna yönelik uygulamalar gerçekleştirilmiştir.

5 Pozitivist ve pragmatist eğilimlerin cumhuriyet döneminde kabul görmesinden sonra metafizik olanın terk

edilmesi ya da önemsenmemesi idealizm, spiritüalizm gibi felsefi anlayışlarında kabul görmemesine neden olmuştur. Esas olarak pozitivist ve pragmatist anlayışın eğitim alanında tercih edilmesinin bilinçliliği tartışma konusu olabilir. Fakat buradan ulaşacağımız sonuç dönemin koşulları böyle bir tercihin oluşmasını zorunlu kılmıştır.

6 Doğan, H., Atatürk’ün İşlevsel Eğitim Anlayışı, Ankara Üniv. Eğitim Fak. Yayınları, Ankara, 1981, s.73. 7 Başgöz, (1995), s.277.