• Sonuç bulunamadı

İyileşen yaşam şartları nedeni ile tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de genel nüfus içindeki yaşlı insanların sayısı giderek artmaktadır.

Yaşlanma ile oluşan moleküler değişiklikler, bağışıklık sistemindeki yetersizlik, yaşlı dokuların karsinojenlere duyarlılığın artması gibi nedenlerle yaşlanma, kanser gelişiminde en önemli risk faktörlerinden biridir (128).

Diğer kanserler gibi meme kanserinin de insidansı yaşla birlikte artar. En sık beşinci ve altıncı dekatlarda görülür ve vakaların neredeyse %75’i tanı konulduğu anda postmenapozal dönemdedir (3).

SEER verilerine göre bütün kanser vakalarının yarısından fazlası 65 yaş ve üzerindedir. Bunların %25’ i 65-74 yaş arasında, dötte biri 75-84 yaş arsında, hemen hemen %10’u da 85 yaş ve üzerindedir (129).

Ülkemizde de nüfus tabanlı kanser kayıt merkezi verilerine göre meme kanseri sıklığının beşinci ve altıncı dekatta arttığı görülmüştür (8).

Çalışmamızda 01.02.2009-01.02.2011 tarihleri arasında 65 yaş ve üzerinde tanı almış, takip ve tedavisi yapılan hastaların oranı %15.6 idi. Bu oranın literatüre oranla düşük olması, kanser tarama ve farkındalığının yeterince artmamış olması ve yaşlı insanların sosyal destek eksikliği ve ekonomik nedenlerden dolayı merkezimize ulaşmaktaki zorlukları olabileceği yönünde yorumlandı. Ayrıca hasta grubumuzun

%35’inin okur-yazar dahi olmaması, yaklaşık % 78’inin az eğitimli olmasının da

%14 hastanın tanı anında metastatik evrede başvurmasına katkısı olabilir.

Avrupa’da yapılan EUROCARE çalışmasında meme kanserli hastaların tanı anında metastatik olan hastaların oranının ise % 0-11.5 arasında olduğu bulunmuştur (130).

ABD’de 2010 yılında yayınlanan kanser istatistik raporuna göre tanı anında metastatik olarak başvuran meme kanserli hastaların oranı %6 olarak bildirilmiş olup

84

(4), İspanya’da yapılan başka bir çalışmada da tanı anındaki metastatik meme kanserli hastaların oranı % 8.9 olarak bulunmuştur (131).

Ülkemizde yapılan bir çalışmada ise, tanı anında metastatik olan meme kanserli hastaların % 59’unun 50 yaş üzerinde olduğu bildirilmiştir (132).

Çalışmamızda ise hastaların % 14 hasta tanı anında metastatik hastalığa sahipti. Bu oranın literatüre oranla nispeten daha yüksek olması ülkemizde tarama programları çalışmalarının arttırılmaya çalışılmasına rağmen hala bu programlara katılmadaki eksiklikler, yaşlıların sosyal destek eksiği, yaşlıların ve ailelerinin pek çok şikâyeti yaşlılığa bağlamaları olarak yorumlandı. Zira hastaların meme tanısı ve başvuru şikâyetleri incelendiğinde tarama mamografisinde tespitin %3.8 gibi oldukça düşük bir oran olduğu hastaların büyük bir bölümünün memede ele gelen kitle oluştuktan sonra hastaneye başvurdukları görüldü.

Meme kanserli hastalarda yapılan çalışmalarda bir kez metastaz tespit edildikten sonra ortanca sağkalımın 24–30 ay arasında değiştiği bulunmuştur (133).

Ülkemizde yapılan tüm yaş gruplarını içine alan anında metastatik hastalığa sahip meme kanseri hastalarında tüm sağkalım ortanca 39 ay olarak bulunmuştur(132).

Kliniğimizde yapılan henüz yayın aşamasında olan tanı anında metastatik hastalığa sahip tüm yaş gruplarının dâhil edildiği bir başka çalışmada TSK süresinin ortanca 66 ay olduğu görüldü.

Geriatrik yaş grubunda yaptığımız bu çalışmada ise tanı anındaki metastatik hastalarda ortanca TSK 45 aydı. Bu yaş grubunda sağkalımın düşük olmasının nedeni, yaşlı hastaların, yan etkiler veya yan etki endişesiyle ve yandaş hastalıklarından dolayı doz azaltımı yapılması gerekliliği ve bunun sonucunda da etkinlik kaybının görülmesi olarak değerlendirildi. Zira çalışmamızda geriatrik yaş gurubun içinde doz modifikasyonu ve doz erteleme yapılan hastalarda sağkalım sonuçları daha kötü olma eğilimindeydi.

85

Meme kanserlerinin %5–10'u kalıtımsaldır. BRCA-1 ve BRCA-2'deki mutasyonlar tanımlanmış en iyi kalıtımsal risk faktörlerindendir. BRCA-1 gen mutasyonu ile ilişkili meme kanserleri sıklıkla İDK tipinde, HR ve HER2 negatif kanserlerdir. Kötü prognostik özelliklere; yüksek mitotik oran, yüksek tümör gradı ve yüksek oranda p53 mutasyonuna sahiptirler. BRCA-2 mutasyonu ile ilişkili meme kanserleri sıklıkla ER pozitiftir ve BRCA-1’e göre daha ileri yaşlarda meydana gelmeye eğilimlidirler. BRCA-2 gen mutasyonu varlığında aynı zamanda endometrium, prostat, pankreas ve mide kanseri gelişme riski de artmıştır (3, 16).

Birinci dereceden akrabada meme kanseri varlığı riski 2 kat arttırırken, birinci dereceden akraba iki kişide meme kanseri varsa risk 4–6 kat artmaktadır (13).

Çalışmamızdaki hastaların ailelerinde meme kanseri öyküsü sorgulandığında, literatürle uyumlu şekilde %10.1 hastada ailesinde meme kanseri öyküsü vardı.

Yüzde 19 hastada ise meme kanseri dışındaki kanser aile öyküsü mevcuttu.

Bilindiği gibi meme kanserinde tüm yaş gruplarında en sık görülen histolojik alt tip İDK ve en sık yerleşim yeri ÜDK’dır (42).

Çalışmamızda literatürle uyumlu şekilde genç hastalarda olduğu gibi, tümör yerleşiminin en sık ÜDK olduğu ve en sık histolojik alt tipin İDK olduğu görüldü.

Tümörün yerleşim gösterdiği meme açısından incelendiğinde hastaların

%45.9’unda tümörün sağ memede, %52.2 sol memede yerleşim göstermekte olup, oranları hemen hemen birbirine yakındı.

Her ne kadar bugünkü şartlarda uygulanan radyoterapinin kardiyak morbiditeye etkisine eski yıllara oranla kıyaslanmayacak kadar az olsada ve radyoterapinin kardiyak komplikasyonu gelişmesi için en az 10 yıl gibi bir süre gerekse de yaşlanmanın da kardyiak morbiditeye etkisi göz önüne alınarak antrasiklin, taksan, trastuzumab, Aİ gibi ajanların kardiyak mortalite ve morbiditeye olabilecek etkisi düşünülerek bu ajanların kullanımında dikkatli olunması gerekliliği yorumu yapıldı.

86

İyi tanımlanmış prognostik faktörler lenf bezi tutulumu, tümör boyutu, histolojik tip, HR durumu, tümör gradı ve daha yakın zamanda tanımlanan HER2 durumudur. EGFR, DNA ploidi, S fazı, p53, proliferasyon belirteçleri (Ki–67), gen ekspresyon profili, katepsin D yeni tanımlanan prognostik faktörlerdendir (51).

Çalışmamızda hastaların 1/3’ünden biraz fazlası grad 3 tümöre sahipti. Bu da yaşlı hastalarda bile tümörün agresif seyretme olasılığının hiç de azımsanmayacak bir oranda olduğunu düşündürttü.

Yaşlı meme kanserli hastaların HR incelendiğinde %60-%80’ i ER pozitif- HER2 negatif grup olduğu görülmüştür. Diğer altgruplar, HER2 pozitif, ER negatif, PR negatif veya üçlü negatif gruplardır (105).

Yetmiş yaş ve üzerinde hastaların dahil edildiği bir İtalyan çalışmasında da bu hastaların %80’inin HR bakımından zengin, %20’lik hasta grubununsa agresif seyirli ve HR bakımından negatif tümörler olduğu bulunmuştur (134).

Schonberg ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada; tümör gradı, histolojisi ve hormon sensivitesi gibi tümör karakteristiklerinin genç hastalarla benzer olduğu görülmüştür (135).

HR pozitifliğinin yapılan çalışmalarda sağkalım süreleri üzerinde olumlu etkisinin olduğu gösterilmiştir (133,136).

Metastaz yeri ister kemik, ister viseral organ olsun ER pozitif olanların, ER negatif olanlara göre TSK sürelerinin daha uzun olduğu saptanmıştır (137).

Yine ülkemizde yapılan bir çalışmada HR pozitifliği olan hastaların sağkalım sürelerinin daha uzun olduğu gösterilmiştir (132).

HER2 pozitif olması hastalığın daha saldırgan seyretmesi ve kötü klinik gidiş ile ilişkilidir (138).

87

Üçlü negatif meme kanseri hastalar ise genel meme kanseri nüfusun da olduğu gibi yaşlı meme kanserli hastalada da %15’lik bir oranda bulunur ve önemli bir problemdir (105).

Bizim çalışmamızda literatürle uyumlu biçimde HR-pozitif/HER2-negatif hasta oranı %61, HER2-pozitif hasta oranı %27 (HR + ve HER 2 beraber pozitifler de bu guruba alındı.) ve üçlü negatif hasta oranı %11.1 idi. Yapılan sağkalım analizinde de non-metastatik hastalar meme kanseri alt tiplerine göre TSK açısından değerlendirildiğinde üçlü negatif tümörü olan hastaların istatistiksel anlamlı olarak daha kısa bir TSK süresine sahip oldukları görüldü. Ayrıca, non-metastatik HR pozitif olan hastalarda TSK ve HSK sonuçları daha iyi olmaya eğilimli idi ancak istatistiksel bir anlamlılığa ulaşılamadı. Bunun nedeni ise takip süresinin kısalığına ve olay sayısının azlığına bağlandı.

Takip süresinde 18 hastada nüks gelişmişti. Nüks gelişen hastaların 9’u hastalık nedeni ile ölmüştü. Nüks gelişen hastalar için ortanca TSK süresi 66 ay olarak bulunmuşken, nüks gelişmeyen hastalar için henüz ortanca sağkalım değerine ulaşılamamıştı.

Otuz yaş üzerinde bazal metabolizmada her yıl %1'lik düşüş meydana gelir.

Bu da daha yavaş ilaç metabolizasyonuna neden olur. Aynı zamanda artmış lipid fraksiyonu ve azalmış kas kitlesi kompozisyonunda değişiklikler nedeniyle ilaçların yarılanma ömürleri de uzamıştır. Yaşlanmaya bağlı bu değişiklikler ve organa özgü değişiklikler hastanın kanser tedavisinin tolerasyonunu zorlaştırabilir (75,76).

Bu değişikliklere ek olarak ve daha da önemlisi yaşlılarda yandaş hastalık insidansı da yüksektir. Yetmiş yaş üzerindeki kanser hastalarının yarıdan fazlasında işitme azlığı, görmede azalma, artrit, osteoporoz, bellek bozukluğu, adinami, depresyon, efor kapasitesinde azalma, konstipasyon, işeme zorluğu, hemoroid gibi rahatsızlıklardan en az üç tanesi olabilir. Benzer şekilde yaşlı insanlarda esansiyel hipertansiyon, iskemik kalp hastalığı, kardiyak iletim bozuklukları, konjestif kalp yetmezliği, kronik pulmoner hastalıklar, diyabetes mellitus, subklinik hipotiroidi, romatoid artrit, osteoartrit gibi yandaş hastalıkların görülme insidansı daha yüksektir

88

Bu hastaların genel tıbbi durumlarındaki karmaşıklık, kanserin getirdiği ek sorunlar nedeniyle daha da güç bir hal alır (2).

Yaşlı kanserli hastaların çoğu kansere bağlı olarak değil bu yandaş hastalıklar nedeni ile hayatını kaybetmektedir (81).

Bir İtalyan çalışmasında 112’si meme kanseri olan toplam 363 yaşlı kanser hastasının %41’ inin bir veya daha fazla yandaş hastalığa sahip olduğu, %13’ ünün iyi performans skoru ile iki veya daha fazla yandaş hastalığa sahip olduğu bulunmuştur (139).

Kolorado üniversitesi epidemiyoloji departmanında yapılan bir çalışmaya 64.

034 meme kanserli kadın dahil edilmiş, 66-74 yaş gurubundaki hastalar evre ve yandaş hastalalıklara göre tabakalandırıldıklarında evre I hastalığı olup yandaş hastalıkları olan hastaların evre II hastalığı olup yandaş hastalığı olmayanlardan daha kötü sağkalıma sahip oldukları görülmüş. Bu çalışmada Amerika Birleşik Devletleri halkında 13 yandaş hastalığın azalmış genel sağkalım ve artmış mortalite ile ilişkili olduğu belirtilmiştir (140).

Bizim çalışmamızda da literatüre benzer şekilde hastaların %43.3’ünde 1, % 39’unda 2 , %16.4’ünde 3 veya daha fazla yandaş hastalık vardı. Yandaş hastalıklardan en sık görülenler hipertansiyon, diyabetus mellitus, ateroskleroz ve komplikasyonları, KOAH ve osteoartrozdu.

Çalışmamızda da beklenildiği üzere tüm grup için birden fazla yandaş hastalığa sahip olmanın istatistiksel anlamlı olarak TSK’yı olumsuz yönde etkilediği görüldü. HSK içinse istatistiksel anlamlılığa ulaşmasa da yandaş hastalık sayısı ile HSK süresi ters orantılı idi.

Bireysel yaşam beklentisinin değerlendirilmesinde ve tedavi karanın verilmesinde sadece kronolojik yaşın değerlendirilmesi doğru bir yaklaşım değildir.

Fiziksel fonksiyon sağkalımı etkileyen önemli bir faktördür. Yaşlı kanserli hastanının ECOG performans durumuna göre değerlendirilmesi bu hastaları büyük bir kısmında bulunan yandaş hastalık nedeni ile çoğu kez yeterli olmamaktadır (141).

89

Yaşlıların sağlık durumunun bir bütün olarak değerlendirilmesi, KYD ile mümkün olur. Yaşlı hastaların bakım ve tedavisi için standart tıbbi değerlendirmeye oranla daha etkin olduğu kabul edilmektedir (142).

Konsensus kılavuzları yaşlı hastalarda kapsamlı yaşlılık değerlendirmesini önermektedir (43).

Yaşlı hastaların tedavi yönetiminin önemli bölümünü hastaların fonksiyonel durumunun, sosyal desteğinin, psikolojik durumunun, beslenme durumunun, medikasyonunun, morbiditeye etki eden eden hastalıklarının değerlendirilmesi oluşturur (143).

Kapsamlı geriatrik değerlendirme, yandaş hastalık, beslenme polifarmasi, erken demans, bakıcının kötüye kullanımı, destek, ulaşım, parasal işleri idaresi alışveriş gibi durumları değerlendirerek kanser tedavisine engel olabilecek durumları değerlendirebilir. Bağımlı, yarı bağımlı, bağımsız hastalar belirlenerek tedavi ve destek stratejisi belirlenebilir, uygun semptom yönetimi sağlanabilir.

Günlük yaşamın herhangi bir enstrümental aktivitesinde bağımlı ve zayıf sosyal desteğe sahip hastalar kemoterapiye bağlı komplikasyonlar ile karşılaşma riski en yüksek hastalardır. KGD sonucu önceden belirlenmemiş medikal sorunlar saptanarak kanser tedavisi komplikasyonları azaltılabilinir.

KYD’nin temelini oluşturan fonksiyonel değerlendirmeyi sağlayan TGYA indeksi; banyo yapma, giyinme, tuvalet, hareket, idrar ve gaita kontrolü, beslenme aktiviteleri ile ilgili bilgileri içeren 6 sorudan oluşmaktadır. EGYA indeksi ise ; telefon kullanma, yemek hazırlama, alışveriş yapma, günlük ev işlerini yapma, çamaşır yıkama, ulaşım aracına binebilme, ilaçları kullanabilme ve para idaresi ile ilgili bilgileri içeren 8 sorudan oluşlmaktadır. TGYA ve EGYA değerlendirmeleri poliklink şartlarında hızlıca uygulanabilinir, Mortalite ve morbidite ile ilgili bağımsız bilgi sağlayabilir (95).

Skorlamanın yaşlının banyo yapabilmesi, yürüme mesafesi, nesneleri itip çekebilmesi temel alınarak yapıldığı bir çalışmada 70 yaş ve üzerindeki 4516 hastanın fiziksel fonsiyonlarına göre fonksiyonel morbidite indeksi

90

değerlendirilmiştir. Bu rapora göre fonksiyonların üçte birini kaybedenlerin 2 yıldan az yaşadığı, fonksiyonları mükemmel olanların ise düşük mortalite riskine sahip olduğu görülmüştür (83).

Altmışbeş yaş üzeri hastaların yaklaşık %25’i TGYA veya EGYA’ni gerçekleştirmek için yardımcıya ihtiyaç duyar. Seksenbeş yaş üzeri bireylerin %50’si TGYA’ni gerçekleştirmek için yardıma ihtiyaç duyar. Kılavuzlar fonksiyonel değerlendirmenin tüm yaşlılara yapılmasını önermektedir (79).

Ülkemizde yapılan bir çalışmada evde ve kurumda yaşayan 60 yaş ve üzerindeki bireylerin TGYA ‘lari değerlendirilmiş bireylerin yarıdan fazlasının TGYA ‘larınde bağımsız oldukları, EGYA lerinde yarı bağımlı oldukları bulunmuştur (144).

Çalışmamızda TGYA’ne göre yapılan değerlendirmede hastalarımızın %76.1 bağımsız, %21.4’ünün yarı bağımlı, %2.5’uğunun bağımlı olduğu; EGYA’ne göre yapılan değerlendirme de ise %43.4 hastanın bağımsız ,%41.5 hastanın yarı bağımlı,

%13.8 hastanın ise bağımlı olduğu görüldü.

Bütün grup için günlük yaşam aktiviteleri ölçeklendirmesi sonucunda bağımlı, yarı bağımlı ve bağımsız hastalar TSK açısından karşılaştırıldığı zaman, bağımlı hastalar için ortanca tüm TSK 12 ay olarak bulunmuştu ve TGYA açısında bağımlı olmanın TSK istatistiksel olarak anlamlı şekilde etkisinin olduğu görülmüştü. Aynı durum metastatik hastalar analizden çıkarıldığında da geçerliydi.

Bütün grup için EGYA ölçeklendirmesine göre değerlendirme yapıldığında bağımlı olan hastalarda daha kötü TSK görülmüş olsa da takip süresinin kısalığı nedeni ile henüz her 3 grup için de ortanca sağkalım sürelerine ulaşılamamıştı.

Metastik olmayan hastalarda da anlamsızda olsa bağımsız hastalar lehine TSK iyileşme eğilimi vardı.

Bu durumlarla bağlantılı şekilde tüm grup için birden fazla yandaş hastalığa sahip olmakta sağkalımı olumsuz yönde etkilemekteydi. Ayrıca HSK içinde istatistiksel anlamlılığa ulaşmasa da yandaş hastalık sayısı ile HSK süresi ters orantılı

91

idi. Metastatik olmayan hastalarda da yandaş hastalık sayısı ile ters orantılı olarak sağkalım süresinin azalma eğilimi vardı.

Benzer şekilde TGYA ve EGYA için HSK sonuçları da bağımsız hastalar lehine istatistiksel anlamlı olarak bağımsız hastalar lehine bulundu.

Yaşlı meme kanserli hastalarda cerrahi yaklaşım genç hastalardan farklı değildir. Klinik duruma bağlı olarak MKC, SLND ile birlikte MRM, aksiller diseksiyonla beraber MRM uygulanabilecek seçeneklerdir (106).

Çalışmamızda opere edilebilmiş hasta soranı % 84.9 idi. Opere edilemeyen 24 hastanın, 22’si tanı anında metastatik olduğu için, 1 hasta operasyonu istemediği için, 1 hasta yandaş hastalıkları nedeni ile medikal inoperabl kabul edildiği için opere edilemediği görülmüş olup, operasyon için yaş belirleyici faktör olarak kullanılmamıştı. Tüm hasta grubunda en az 1 yandaş hastalığın olması bile operasyon kararını anlamlı olarak etkilememiş görünmektedir.

Yaşlı hastalarda radyoterapinin toksisitesinin arttığına dair bir kanıt yoktur.

Radyoterapi MRM sonrası, T3-T4 tümörlerde ve 4 veya daha fazla lenf bezi tutulumlarında değerlendirildiği gibi (106), MKC yapılmış tüm hastalarda adjuvan radyoterapi uygulanması standarttır (47,48).

Ancak yetmiş yaş ve üzerindeki lumpektomi ile tedavi edilen, HR pozitif ve evre 1 hastalarda RT uygulamasının genel sağkalımı ve meme kanserine spesifik sağkalımı arttırdığına ait kanıt yoktur. Bununla birlikte RT uygulanmamış hastalarda artmış lokal nüks riskiyle birliktedir (43).

Mastektomi sonrası radyoterapinin faydaları, beklenen ömrü 5 yıldan kısa olan hastalarda tartışılmalıdır (106).

RT erken evre meme kanserinde adjuvan tedavide önemli yer tutmaktadır.

Radyoterapinin hem lokal kontrolü arttırdığı, hem de genel sağkalımı uzattığı bildirilmektedir (46).

92

Cerrahi ve patolojik değerlendirme sonrası uygulanan radyoterapi lokal nüksleri azaltırken, sistemik tedavide uzak metastaz sıklığını azaltmıştır(49).

Bizim çalışmamızda %45.9 hastaya MRM sonrası, %8.8 hastaya MKC sonrası adjuvan RT uygulanmıştı. Endikasyon dahilinde her hastaya RT uygulandığı yaşın ayırt edici faktör olarak değerlendirilmediği görüldü. Adjuvan RT almış olup olmamanın TSK ve HSK üzerine anlamlı bir etkisi yoktu. Uzun dönem takip sonucunda bu değerlendirmenin tekrar yapılması sağkalım faydasını gösterebilir .

Geriatrik yaş gurubu hastaları tedavi ile etkileşen yandaş hastalıkların yüksek oranı, yaşlanma süreci ile ilgili tedaviyi tolere etme zorluğu, bu yaş gurubundaki yetersiz klinik veriler nedeni ile klinisyenler meme kanseri olan pek çok hastaya adjuvan kemoterapi verdikleri halde 65 yaş ve üzerindeki hastalara daha az oranda kemoterapi verme eğilimindedirler (145)

Bir çalışmada 1992 St Gallen kılavuzuna göre; post operatif radyoterapi veya tamoksifen alan hastalarla kılavuza göre tedavi almamış hastalar uzak HSK açısından karşılaştırılmış, kılavuzlara göre tedavi edilen hastalarda uzak HSK’da yaklaşık %20 iyileşme görülmüştür. Bu nedenle hastalara sadece yaşı nedeni ile yetersiz tedavi verilmemesi görüşüne varılmıştır (108).

İngiltere’de HER2 pozitif erken evre meme kanserlerinde kemoterapi kararı verirken etkili olan faktörlerin araştırıldığı cerrah ve onkologlarla yapılan bir anket çalışmasında %34 oranında yandaş hastalıklarının, %25 oranla yaşın kemoterapi kararı verirken etkili olduğunu göstermiştir (146). .

Bizim çalışmamızda hastalarımızın %60.4’üne adjuvan kemoterapi verilmişti.

İleri yaş nedeni ile kemoterapi verilmeme oranı %15.9 olup literatüre oranla oldukça düşük olması merkezimizde kemoterapi vermede yaşın daha az belirleyici olduğu, daha ziyade fonksiyonel aktiviteye göre kemoterapi verilme eğiliminde olunduğu gösterdi. Ancak hastalarda %15 febril nötropeni ve %15 doz azaltımı ihtiyacı olması yaşlı meme kanserli hasta grubunda tedavi öncesi ileri değerlendirmelerin şart olduğunu göstermektedir.

93

CALGB 40101 çalışmasının ara değerlendirilmesinde 0-3 lenf bezi tutulumu olan erken evre meme kanserli hastalarda 6 siklus kemoterapinin, 4 siklus kemoterapiden üstün olmadığı gösterilmiştir. Altı siklustan yarar görecek bir alt grup belirlenememiştir (56).

Bizim çalışmamzda da literatüre benzer şekilde TSK için dört kürden az veya daha fazla adjuvan kemoterapi alan hastalar arasında ne TSK, ne de HSK açısından anlamlı bir farklılık yoktu.

Seksenbinden fazla hastanın dâhil edildiği EBCTCG 2005 yılı metaanalizinde, tedaviye antrasiklin eklenmesi yıllık nüks oranında %12-30 azalma, yıllık ölüm riskinde %11-15 azalma saptanmıştır (51).

M.D. Anderson Kanser Merkezi’nin uzun dönem deneyimlerini paylaştıkları bir çalışmada yaşlı hastalarda ek risk faktörü yoksa antrasiklin kullanımıyla konjestif kalp yetmezliği (KKY) riskinde artış görülmemiştir (147).

M.D Anderson Kanser Merkezi’de yapılan bir başka çalışmada doksorubisin içeren rejimlerin 65 yaş ve üzeri MMK’li hastalarda gençler kadar etkili olduğu, akut yan etkiler ve kardiyotoksisitenin genç hastalardan farklı olmadığı gösterilmiştir (148).

John Hopkins Onkoloji Merkez’inde doksurubisin ve siklofosfomid verilen meme kanserli hastalarda yaşa bağlı toksisitelerin farmokolojik olarak değerlendirildiği prospektif çalışmada, meme kanserinin adjuvan tedavisinde ileri yaşın bir kontrendikasyon olmadığı, nötropeni, kardiyak disfonksiyon, yaşam kalitesinde azalma gibi etkilerle yaş arasında anlamlı bir ilişki gösterilemediği bildirilmiştir (149).

Bizim çalışmamızda antrasiklin almanın TSK ve HSK üzerine anlamlı etkisi görülmemesi takip süresinin kısa olması ile açıklandı. Fakat adjuvan antrasiklin alan hastalar kendi içinde değerlendirildiğinde, epirubisin ile tedavi edilen hastalarda HSK daha kötü olmaya eğilimi vardı.

94

Lenf bezi pozitif hastalarda antrasiklin temelli kemoterapiye taksanların eklendiği CALGB ve NSABP B-28 çalışmalarında nüks riskinde %17 ve ölüm riskinde %18’lik azalma sağlanmıştır. BCIRG 001 çalışmasında da taksanların eklenmesi ile HSK % 28 ve TSK’ da %30 iyileşme elde edilmiştir (52-54).

ECOG 1199 çalışması ile hangi taksanın hangi kullanım şeması ile

ECOG 1199 çalışması ile hangi taksanın hangi kullanım şeması ile

Benzer Belgeler