• Sonuç bulunamadı

Günümüzde palyatif bakımın önemi gittikçe artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü yaşlı kişilerde ortalama yaşam süresini uzatmak için palyatif bakımı da kapsayan çalışmaları desteklemektedir (105). Dünyada palyatif bakıma ihtiyaç duyulan nedenler arasında en çok saptanan hastalıklar; %34,87 kardiyovasküler hastalıklar, %34,01 kanser, %10,26 KOAH, %5,71 HIV/AIDS, %4,59 DM ve %2,02 ile böbrek hastalıklarıdır. Dünyada yaşlılar ile 15-60 yaş arasında palyatif bakıma ihtiyaç duyulan kişiler kendi aralarında karşılaştırıldığında; Alzehimer, Parkinson ve kardiyovasküler hastalıklar, kanser, DM ve romatoid artrit hastalığı yaşlılarda daha fazla gözlenmektedir (11).

Turgut ve ark. (106)’nın palyatif bakım servisinde yaptığı 1 yıllık çalışmaya göre, hastaların palyatif bakım servisine yatış nedenleri hastalık grupları olarak; %28,5 malignite, %25,5 serebrovasküler hastalıklar, %17,6 bilişsel bozukluklar, %13,2 yara bakımı, %5,9 beslenme bozukluğu, %3,2 enfeksiyon hastalıkları, %4,9 postravmatik rahatsızlıklar, %3,1 böbrek yetmezliği, %2,9 diyabet ve komplikasyonları, %4,7 solunum sistemi hastalıkları, %4,8 kardiyovasküler hastalıklar ve diğer hastalıklar da

%6,0 oranında tespit edilmiştir.

Miniksar ve ark. (107) palyatif bakımda yaptıkları çalışmaya göre yatış nedenlerini; oral alım yetersizliği %58,3, bakım eğitimi %14,3, ağrı palyasyonu

%12,8, dekübit yarası bakımı %7,5 ve diğer nedenleri de %7,2 olarak bulunmuştur.

Çınar ve ark. (108) Ağustos 2016-Ocak 2017 tarihleri arasında palyatif bakım alan kişilerde yapmış olduğu çalışmalarında yatış nedenlerini; %16,7 serebrovasküler hastalık, %33,3 Alzheimer, %5,6 kronik böbrek yetmezliği, %13 kalp yetmezliği ve koroner arter hastalığı, %3,7 KOAH ve astım, %1,9 serebral palsi, %3,7 psikiyatrik hastalıklar, %18,5 malign hastalıklar ve %3,7 femur boyun kırığı şeklinde tespit etmişlerdir.

Çalışmamızda ise yatış nedenleri arasında ise ilk beşi; %44,1 oral alım bozukluğu,

%22,1 ağrı palyasyonu, %10,3 solunum yetmezliği, %8,8 idrar yolu enfeksiyonu ve

%5,9 ile hipervolemi olarak tespit edildi. Miniksar ve ark.’nın yapmış olduğu çalışmada sıklık nedenleri açısından oral alım bozukluğu ve ağrı palyasyonu açısından benzer oranda olduğu görülmüştür. Turgut ve ark.’nın yapmış olduğu çalışmada

49

hastalık grubu şeklinde ayrım yapıldığı için farklı tespit edildiği düşünüldü. Çınar ve ark.’nın yapmış olduğu çalışmada ise evde ve hastanede palyatif bakım alan hastalar alındığı için farklı çıktığı düşünüldü.

Cancio ve ark. (109)’nın Ocak 2012- Aralık 2015 tarihleri arasında hastanede kalça kırığı nedeni ile yatan yaşlı hastalarda yaptıkları çalışmada %30,2 DM, %22,3 kronik böbrek yetmezliği, %21,2 neoplazi, %20,9 demans, %16,9 KOAH, %16,2 iskemik kalp hastalığı, %6,3 Parkinson, %4,0 dekübit yarası ek hastalık olarak tespit edilmiştir.

Ülger ve ark. (110)’nın 2010 yılında Şubat 2002-Aralık 2004 tarihleri arasında geriatri kliniğinde yatan hastalarda malnütrisyon üzerine yapmış olduğu çalışmada %27,6 DM, %27,6 hipertansiyon, %28,9 koroner arter hastalığı, %32,5 serebrovasküler hastalık, %35,5 konjestif kalp yetmezliği, %27,2 KOAH, %54,2 dekübit yarası tespit edilmiştir.

Döğer ve ark. (111)’nın Ankara Ulus Palyatif Bakım Hastanesi’nde Ocak 2013-Ekim 2015 tarihleri arasında yaptıkları çalışmada nörolojik hastalık %42,3, kanser

%23,4, kronik sistemik durumlar (kronik akciğer, kalp ve böbrek hastalığı ve DM)

%41,4, enfeksiyonlar %10,8 ve dekübit yarası da %40,5 bulunmuştur. Enginyurt ve ark. (112)’’nın Ordu’da Ocak 2016-Mayıs 2018 tarihleri arasında yaptıkları çalışmada serebrovasküler hastalıklar %19,3, Alzheimer tipi demans %16,8, kalp yetmezligi

%3,5, diğer hastalıklar %26,3, malignite %16,1, KOAH %3,5, Parkinson %3,5, motor nöron hastalıkları %2,6, epilepsi %2,5, DM %5,1, böbrek hastalıkları %2,8 olarak tespit edilmiş.

Çalışmamızda ise koroner arter hastalığı %50, hipertansiyon %72,1, DM %30,9, kalp yetmezliği %25, PTE %7,4, SVO%11,8, BPH %28,9, onkolojik hastalık %45,6, hipotiroidi %13,5, KOAH %35,1, şizofreni %13,5, Parkinson %8,1 ve Alzeihmer

%2,7 tespit edilmiştir. Diğer çalışmalara göre çalışmamızda oranların farklı şekilde tespit edilme sebebi çalışmamıza katılan katılımcı sayısının az olması nedeni olduğu gözlenmiştir.

Al-jamal ve ark. (113)’nın Nisan 2019-Ağustos 2019 tarihleri arasında palyatif bakım servisinde yaptığı çalışmada yatan hastaların %80’inde onkolojik hastalık mevcut olduğu tespit edilmiş; ancak bu çalışmada onkolojik hastalıkların türleri belirtilmemiştir. Miniksar ve ark. (107)’nın yaptığı çalışmada hastaların %43,3

50

malignite varlığı mevcut iken, bu çalışmada malignite hastalıkları tanımlanmıştır.

Akciğer %13,1, kolon %2,8, meme %1,2, mesane %1,2, prostat %3,7, mide %5,3, pankreas %3,1 ve diğer maligniteler %12,8 oranında idi. Şenel ve ark. (114)’nın Ocak-Aralık 2014 tarihlerinde palyatif bakımda yaptıkları çalışmada malign hastalık oranları; gastrointestinal sistem %21, akciğer %19, genitoüriner sistem %15, baş/boyun %12, pankreas %11, meme %10, hepatobiliyer %3, diğer %5 ve primeri bilinmeyen ise %4 olarak bulunmuş.

Uysal ve ark. (115)’nın palyatif bakım kliniğindeki çalışmalarında hastaların

%22’sinin gastrointestinal sistem, %19’unun hepatobiliyer/pankreas, %16’sının akciğer ve %13’ünün genitoüriner sistem kanseri olduğu belirlenmiştir. Çalışmamızda ise, hastaların %45,6’sında onkolojik hastalık tespit edilmiştir ve bunlar; akciğer kanseri %22,6, rektum kanseri %3,2, prostat kanseri %9,7, kolon kanseri %9,7, pankreas kanseri %3,2, over kanseri %3,2, mide kanseri %6,5, hepatoselüler karsinom

%12,9, primeri bilinmeyen malignite %12,9, mesane kanseri %3,2, renal hücreli karsinom %3,2, miyelodisplastik sendrom %3,2, meme kanseri %3,2 ve aplastik anemi

%3,2 şeklinde bulunmuştur.

Turgut ve ark. (106)’nın yapmış olduğu çalışmada, beslenme oranları; oral %50,3, enteral %27,5, parenteral %22,2 şeklinde bulunmuştur. Yürüyen ve ark. (115)’nın Ağustos 2015-Temmuz 2017 palyatif bakımda beslenme durumlarına yönelik çalışmalarında enteral beslenme oranı %72; parenteral beslenme %28 bulunmuştur.

Enteral beslenme tipleri kendi arasında da incelenmiş olup %76 oral, %12 nasogastrik tüp ve %12 perkütan endoskopik gastrostomi tüp ile beslenme şeklindedir.

Çalışmamızda ise; hastaların %45,6’sı normal beslenirken, %41,2’si oral nütrisyon desteği, %4,4’ü rejim 1 ve 2 ile beslenme, %2,9’u parenteral nütrisyon desteği, %2,9’u oral+parenteral nütrisyon desteği, %1,5’luk kısmı ise pürin kısıtlı beslenme desteği almaktaydı. Beslenme şekillerinin diğer hastalardan ayrı olmasının nedeni hastaların sahip olduğu ek hastalıklar, oral alımının az olması ve yatış nedenlerinin farklı olmasından kaynaklı olabilir.

Maier ve ark. (116)’nın bir geriatri merkezinde yapmış olduğu çalışmada GLIM kriterlerine göre hafif malnütrisyon %36; ağır malnütrisyon ise %16 oranında bulunmuş; malnütrisyon prevalansı %52,0 olarak tespit edilmiştir. Maeda ve ark.

51

(117)’nın yaptığı çalışmada, 70 yaş ve üzerindeki hasta grubunda GLIM kriterlerine göre malnütrisyon %25,7 tespit edilmiş; hafif malnütrisyon %13, ağır malnütrisyon 12,6 olarak bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda ise GLIM kriterlerine göre hafif malnütrisyon %33,8; ağır malnütrisyon ise %23,5 olarak tespit edilmiştir (117).

Çalışmamızda diğer çalışmalara göre malnütrisyon oranlarının farklı oranlarda saptanma nedeni, çalışma gruplarının farklı kriterlere göre belirlenmesi ve hasta sayılarının farklı olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Matsumo ve ark. (118)’nın hastaneye acil servisine başvuran yaşlı hastalar üzerinde yaptıkları çalışmada, MNA kısa formuna göre malnütrisyon açısından riskli olan grup

%34, malnütrisyonu olan grup %18, malnütrisyon saptanmayan grup ise %48 olarak bildirilmiştir. Abd-El-Gawad ve ark. (119)’nın bir geriatri merkezinde MNA kısa formuna göre 60 yaş ve üzerinde yaptıkları çalışmada, kişilerde malnütrisyon riskine sahip olma durumunu %46 olarak tespit etmişlerdir. Bizim çalışmamızda ise nütrisyonu normal grup %11,8, malnütrisyon açısından riskli grup %50, malnütrisyonu olan grup %38,2 şeklindeydi. Çalışmamız ile bu çalışmalar arasındaki fark çalışmaya dahil etme kriterleri ile katılımcı sayısının farklı olmasından kaynaklanıyor olabilir.

Gartner ve ark. (120)’nın bir geriatri merkezinde yapmış olduğu çalışmada, hastanede ortalama yatış süresi 11 gün, Balcı ve ark. (121)’nın yapmış olduğu çalışmada 10,5 gün ile çalışmamızdaki 14 günlük yatış süresine benzer olarak bulunmuştur. Bunun nedeni, çalışmaya dahil edilen hastaların 65 yaş ve üzeri olması olabilir.

Sousa-Santos’(122)’un yaptığı çalışmada; malnütrisyon açısından kadınlar daha riskli bulunmuştur (p:0,002). Ülger ve ark. (110)’nın yapmış olduğu çalışmada da malnütrisyon tespit edilenlerin %68’i kadın olup; erkeklere (%32) göre malnütrisyon açısından risk anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p:0,005). Çalışmamızda ise bu çalışmalardan farklı olarak malnütrisyon oranı erkeklerde anlamlı olarak yüksek saptanmıştır (P:0,048). Bu farklılık, diğer çalışmalarda malnütrisyon tanımı için MNA kısa form kullanılırken, çalışmamızda GLIM kriterlerinin kullanılmasından kaynaklanmış olabilir.

52

Balcı ve ark. (121)’nın yapmış olduğu retrospektif bir çalışmada, GLIM kriterlerine göre malnütrisyonu olan ve olmayan hastalar arasında kilo ve VKİ’de anlamlı olarak farklı bulunmuştur (P<0,001). Kamiya ve ark. (123)’nın yapmış olduğu çalışmada da GLIM kriterlerine göre benzer bir sonuç bulunmuştur (P<0,001). Çalışmamızda da benzer şekilde; vücut ağırlığı (p:0,009) ve VKİ (p<0,001) istatistiksel açıdan malnütrisyonu olanlarda daha düşük bulundu. Çalışmamızda malnütrisyonun tanımlanmasında aynı kriterler kullanıldığı için diğer çalışmalarla benzer sonuçlar elde edildiği düşünüldü.

Maeda ve ark. (124)’nın yapmış olduğu çalışmada, malnütrisyonu olan hastalarda fenotipik ve etiyolojik kriterler mevcuttur (p<0,001). Bizim çalışmamızda da benzer sonuç elde edilmiştir. Maeda ve ark.’nın, Balcı ve ark. (121)’nın ve Xu ve ark.

(125)’nın yaptıklarının GLIM kriterlerine göre yapmış oldukları üç ayrı çalışmada, malnütrisyonu olanlarda kol çevresi ile albümin önemli derecede düşük bulunmuştur (p<0,001). Bizim çalışmamızda da benzer şekilde; kol çevresi (p:0,038) ve albümin (p:0,0049) istatistiksel açıdan anlamlı olarak malnütrisyonu olan hastalarda düşük bulundu.

Xu ve ark. (126)’nın yapmış olduğu çalışmada GLIM kriterlerine göre malnütrisyonu olan hastalarda baldır çevresi istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşük(p:0.000) bulunmuştur. Xu ve ark. (125)’nın yapmış olduğu çalışmada GLIM kriterlerine göre malnütrisyonu olan hastalarda baldır çevresi anlamlı olarak düşük (p<0.001) bulunmuştur. Çalışmamızda baldır çevresi açısından ise istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Bunun sebebi, çalışmamızda palyatif bakımda yatan hastalarımızda ek hastalıklar nedeni ile albümin düşüklüğüne sekonder baldır çevresinde ödeme bağlı olarak baldır çevresi normal ölçülmüş olabilir.

Kamiya ve ark. (123)’nın yapmış olduğu çalışmada malnütrisyonu olanlarda onkolojik hastalık oranı diğer hastalıklara göre daha fazla olarak saptanmıştır (p<0,001)(123). Sanchez-Rodriguez ve ark. (127)’nın yapmış olduğu çalışmada GLIM kriterlerine göre malnütrisyonu olan hastalarda malignitesi olan hastaların oranı anlamlı olarak fazla bulunmuştur (p<0,001) tespit edilmiştir. Bizim çalışmamızda da benzer kriterler kullanıldığı için istatistiksel açıdan (p:0,038) malnütrisyonu olan hastalarda onkolojik hastalık açısından anlamlı olduğu bulunmuştur.

53

Xu ve ark. (125)’nın yapmış olduğu çalışmada malnütrisyonu olan hastalarda enteral beslenme(p:0,010) ve parenteral beslenme(p<0,001) desteği alma durumu olarak daha fazla bulunmuştur. Bizim çalışmamızda ise malnütrisyonu olan hastalarda normal beslenme oranı daha düşük iken, ONS ile beslenme oranı malnütrisyon görülmeyen hastalara göre daha yüksek bulunmuştur (p=0,021). Bu sonucun çıkmasında malnütrisyonu olan hastaların normal beslenmesinin azalması ve sonucunda oral nütrisyon destek tedavisinin başlanması olarak düşünüldü.

Türkbeyler ve ark. (128)’nın 1 yıllık sürede bir geriatri merkezinde yapmış olduğu çalışmada D vitamini düzeyi 12.64±11.12 olarak tespit edilmiştir. Çalışmamızda da benzer şekilde D vitamini düzeyi 10,68(3-60,6) olarak tespit edildi; bunun neden çalışmalarda geriatrik yaş grubu hastaların olarak seçilmesi olabilir.

Sanchez-Rodriguez ve ark. (127)’nın 2013-2019 tarihleri arasında yaşlılarda yapmış olduğu çalışmada, GLIM kriterlerine göre malnütrisyonu olan hastalarda MNA skorları istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşük (p<0,001) bulunmuştur. Ayrıca bu çalışmada yaşam kalitesi skorları SF-36 ve EUROQOL skorlarına bakılmış olup malnütrisyonu olanlarda sadece SF-36 skorlarında istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşük (p<0,001) bulunmuştur. Rasheed ve ark. (54)’nın yaşlılar üzerinde yapmış olduğu çalışmada MNA kısa form skorları ile yaşam kalitesi skorları (SF-36, EUROQOL) arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda malnütrisyonu olanlarda MNA skorları ve QOL skorları istatistiksel açıdan düşük bulunmuştur.

Yaşam kalitesi açısından istatistiksel açıdan farklı sonuçların çıkma nedeni yaşam kalitesi sorgulamada farklı testlerin kullanması nedenli olabilir.

Matsumoto ve ark. (118)’nın yapmış olduğu çalışmada ağır malnütre hastaların kilo, VKİ ve kol çevresi ölçümleri malnütre olmayan hastalara göre istatistiksel açıdan anlamlı olarak (p<0,001) daha düşük gözlenmiştir. Çalışmamızda ise ağır malnütre hastaların kilo, VKİ ve kol çevresi ölçümleri malnütre olmayan hastalara göre daha düşük gözlenmiştir. Benzer sonuçların çıkmasında benzer hasta grupları ve aynı kriterlerin kullanılması olarak yorumlanabilir.

Balcı ve ark. (121)’nın çalışmasında GLIM sınıflamasına göre hastaların ek hastalıklarının dağılımı incelendiğinde; koroner arter hastalığı, hipertansiyon, DM, KBH oranları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır.

54

Çalışmamızda da GLIM kriterlerine göre sınıflandırma ile hastaların ek hastalıklarının dağılımı incelendiğinde; koroner arter hastalık, hipertansiyon, DM, KBY oranları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır. Benzer sonuçların bulunma nedeni benzer hasta gruplarının ve aynı kriterlerin kullanılması olabilir…

Balcı ve ark.’nın yapmış olduğu çalışma ile Kamiya ve ark. (121,123)’nın yapmış olduğu çalışmalarda BPH ek hastalık olarak tespit edilmemiş iken; çalışmamızda GLIM kriterlerine göre hafif malnütre hastalarda istatistiksel olarak anlamlı BPH olduğu belirlenmiştir (p=0,019). Kamiya ve ark. yapmış olduğu çalışmada kalp yetmezliği tanısı GLIM kriterlerlerine göre malnütrisyonu olanlarda, malnütrisyonu olmayanlara göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Çalışmamızda ise hafif malnütre hastalarda kalp yetmezliği oranı ağır malnütre olan ve malnütre olmayan hastalara göre daha yüksek bulunmuştur. Bu sonuca seçilen hasta grubu ve hasta sayısının az olması ile neden olmuş olabilir

Kamiya ve ark. (118) ile Matsumoto ve ark. (123)’nın yapmış olduğu çalışmalarda GLIM kriterlerine göre malnütrisyonu olan hastalarda boy ortalaması istatistiksel olarak anlamlı düşük bulunmuştur. Çalışmamızda üçüncü ve altıncı ayda ölenlerde boy ortalaması daha istatiksel açıdan yüksek tespit edilmiştir.

Abd-El-Gawad ve ark. (119)’nın 65 yaş ve üzerindeki hastalarda yapmış olduğu çalışmada, MNA kısa formuna göre malnütrisyonu tanımlanan kişilerde 3 aylık (p:0,124) ve 6 aylık (p:0,330) mortalite istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (119). Çalışmamızda ise GLIM kriterlerine göre malnütrisyon olanlarda üç aylık mortalite oranı daha yüksek bulundu (p=0,016). Bu malnütrisyonu olan hastaları tanımlanırken, farklı kriterlerin kullanılması nedeni ile farklı sonuçlar bulunmuş olabilir.

Sanchez-Rodriguez ve ark. (127)’nın yapmış olduğu çalışmada GLIM kriterlerine malnütrisyonu olanlarda 5 yıllık mortalite oranı %26,8 olarak bulunmuştur. Kamiya ve ark. (123)’nın yapmış olduğu ortalama 2,3 yıllık takip süresi olan çalışmada, GLIM kriterlerine göre malnütrisyonu olan hastalarda mortalite oranı %37,9 olarak tespit edilmiştir. Her iki çalışmada da malnütrisyonu olmayanlara göre istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık (p<0,001) gözlenmiştir. Yılmaz ve ark. (129)’nın hematolojik hastalığı olanlar üzerinde GLIM kritelerine göre yaptığı 1 yıllık takip çalışmasında,

55

malnütrisyonu olan hastalarda mortalitenin istatiksel açıdan anlamlı olarak farklı tespit edilmiştir. Çalışmamızda ise yapılan regresyon analizlerine göre mortalite için malnütrisyon risk faktörü olarak bulunmamıştır. Bunun nedeni diğer çalışmalara göre kısa takip süresi ve hasta sayısının azlığı nedenli olabilir.

Kruger ve ark. (130)’nın yapmış olduğu çalışmada 70 yılın verileri öncelikli olarak Amerika Birleşik Devletleri’ni ve 5 ülkeyi de kapsayan çalışmada erkek cinsiyet mortalite ile ilişkili bulunmuştur (130). Çalışmamızda ise erkek cinsiyet mortaliteyi etkileyen faktör olarak bulunmamıştır. Bunun nedeni kişi sayısının azlığı olabilir.

Huang ve ark. (31)’nın yaşlılarda yapmış olduğu 10 yıllık bir takibi içeren çalışmaya göre, DM ve komplikasyonları mortalite ile ilişkilendirilmiştir. Ancak çalışmamızda altı aylık mortalite için DM risk faktörü olarak bulunmamıştır. Bunun nedeni çalışmamızda sürenin kısa olması olabilir (131).

Ruiz-Camps ve ark. (132)’nın Candida enfeksiyonu olan onkolojik hastalarda yapmış olduğu çalışmada onkolojik hastalık regresyon analizlerinde mortalite için risk faktörü olarak bulunmamıştır (132). Çalışmamızda da benzer sonuç bulunmuştur.

Gentile ve ark. (133)’nın 924 yaşlı hasta üzerinde yapmış olduğu 3 aylık takip çalışmasının sonuçlarında malnütrisyon varlığı mortalite artışı ile ilişkili bulunmuşken (133); bizim çalışmamızda bu durum istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Bu hem kişi sayısının daha az olması hem de malnütrisyonun tanımlamasında diğer çalışmalarda MNA-SF kullanılırken; çalışmamızda GLIM kriterlerinin kullanılmasından kaynaklanmış olabilir.

Karaman ve ark. (134)’nın huzurevinde kalan yaşlılar üzerinde yaptığı çalışmada, MNA-SF ile yaşam kalitesi skorları arasında korelasyon bulunmuştur. Bizim çalışmamızda ise korelasyon saptanmamıştır. Bu durum yaşam kalitesi için diğer çalışmada WHOQOL anketi kullanılırken, çalışmamızda ise OPQOL-bref anketinin kullanmasından kaynaklanmış olabilir.

Her ne kadar istatistiksel olarak anlamlı fark bulmasak da, hastanede yatarken (48,5±4,76) ve birinci ayda (48,5±4,76) ölenler QOL skoruna göre yaşam kalitesi en düşük grup iken; 3. ve 6. ayda ölenler QOL skoru daha yüksek saptanan gruplardı.

Yaşayanlarda yaşam kalitesi hastanede yatarken en yüksek (47,64±10,08) olarak bulundu, takiplerde süre geçtikçe yaşam kalitesinin giderek düştüğü (1. ayda

56

47,03±10,16, 3. Ayda 46±9,99, 6. Ayda 46,04±10,19) tespit edildi. Bu bulgulara göre, daha uzun yaşayanlar (yani daha geç; 3. ve 6. ayda ölenler) yaşam kalitesi en yüksek gruptu.

Hastanede palyatif bakım merkezlerinde yatış öyküsü olan (özellikle geriatrik yaş grubunda) hastalarda zaman geçtikçe yaşam kalitesinin daha da düştüğünü göstermektedir. Bu durum palyatif bakımda yatan hastaların tamamen iyileşme ihtimallerinin olmaması, devamlı yakın bir şekilde bakım gerektirmeleri ve nütrisyon durumlarının da çoğunda yetersiz olması; ayrıca iyileşme ihtimali olmayan ve yakın ilgi gerektiren bu kişilere bakan hasta yakınlarında da zaman içinde gelişen tükenmişliğin hastaların yaşam kalitesinin azalmasında etkisinin olabileceği düşünüldü.

Yatış esnasında yaşayıp taburcu olan/ölen ile 1., 3. ve 6. aydaki taburcu olan/ölen hastalar kendi içinde karşılaştırıldığında QOL skoru fazla olanlarda beklentilerimize tezat oluşturacak şekilde mortalite oranları daha fazla saptandı. Bu durumun genel durumu daha kötü ve yaşam beklentisi daha az olan hastaya yakınlarının daha fazla ilgi göstermesine bağlı olabileceği düşünüldü.

57 6. SONUÇ

Geriatrik palyatif bakım hastalarında birçok ek hastalık bulunmaktadır; bu da hastaların genel durumunu bozmakta, malnütrisyon sıklığını ve şiddetini arttırmaktadır. Malnütrisyonun eklenmesi ile birlikte bu hasta grubunda hem yaşam kalitesi düşmekte hem de mortalite artmaktadır. Palyatif bakım yönetimi hasta, hastaya bakan yakınları, yardımcı sağlık personeli (hemşire, diyetisyen vb.) ve doktoruyla birlikte bir bütündür ve ekip çalışmasını gerektirir. Hastanın yaşam kalitesinin artması hasta ile ilgilenmenin yanı sıra ekipteki diğer kişilerin de yaşam kalitesinin artmasına bağlıdır.

Bu hasta grubunda ilk kez çalışmamızda kullanılan GLIM kriterlerinin fenotipik ve etiyolojik yönden hastanın sorgulaması yönüyle hem daha kapsamlı hem de malnütrisyonu saptamada daha duyarlı olduğunu düşünüyoruz. Hem geriatrik yaş grubunun hem de palyatif bakım desteği alan hasta sayısının giderek arttığını göz önüne alarak; bu konuda daha fazla sayıda hasta ile daha kapsamlı çalışmaların yapılması gerektiğine inanıyoruz.

58

7. KAYNAKLAR

1. ŞAHİN S. Geriatride Palyatif Bakım. Türkiye Klinikleri Anesteziyoloji Reanimasyon-Özel Konular. 2017;10(1):36-41.

4. Murray CJ, Lopez AD. Alternative projections of mortality and disability by cause 1990–

2020: Global Burden of Disease Study. The lancet. 1997;349(9064):1498-504.

5. Kabalak AA. Türkiye'de Palyatif Bakım Çalışmaları. Türkiye Klinikleri Anesteziyoloji Reanimasyon-Özel Konular. 2017;10(1):7-12.

6. TUNCER Ö, BAYINDIR A. Palyatif Bakım Hastalarında Malnütrisyon. Klinik Tıp Aile Hekimliği. 2017;8(3):11-4.

7. Volkert D, Beck AM, Cederholm T, Cereda E, Cruz-Jentoft A, Goisser S, et al.

Management of malnutrition in older patients—current approaches, evidence and open questions. Journal of clinical medicine. 2019;8(7):974.

8. Norman K, Pichard C, Lochs H, Pirlich M. Prognostic impact of disease-related malnutrition. Clinical nutrition. 2008;27(1):5-15.

9. Kabalak AA, Öztürk H, Çağıl H. Yaşam sonu bakım organizasyonu: Palyatif bakım. Yoğun Bakım Dergisi. 2013;11(2):56-70.

10. Uslu Şahan F, Terzioğlu F. DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE PALYATİF BAKIM EĞİTİMİ VE ÖRGÜTLENMESİ Palliative Care Education and Organization in the World and Turkey.

Cumhuriyet Nursing Journal. 2015;4:81-9.

11. Connor SR, Bermedo MCS. Global atlas of palliative care at the end of life: Worldwide Palliative Care Alliance; 2014.

12. Ferrell BR, Twaddle ML, Melnick A, Meier DE. National consensus project clinical practice guidelines for quality palliative care guidelines. Journal of palliative medicine.

2018;21(12):1684-9.

13. ÖZTORUN HS, ARAS S. Palyatif Bakım Nedir? Türkiye Klinikleri Geriatri-Özel Konular.

2018;4(1):1-6.

14. Organization WH. Definition of Palliative Care World Health Organization. World Health Organization Geneva; 2014.

15. KIVANÇ MM. Türkiye’de palyatif bakım hizmetleri. Sağlık Bilimleri ve Meslekleri Dergisi. 2017;4(2):132-5.

16. CİMETE G. Dünyada ve Ülkemizde Palyatif Bakım Uygulamaları. Türkiye Klinikleri Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği-Özel Konular. 2018;4(3):1-6.

17. Hacıkamiloglu E, Utku ES, Cukurova Z, Keskinkilic B, Topcu I, Gultekin M, et al.

Community palliative care in Turkey: A collaborative promoter to a new concept in the Middle East. Journal of Public Health Management and Practice. 2016;22(1):81-8.

18. Müdürlüğü SBSHG. Palyatif bakım Hizmetleri Yönergesi [Available from:

Benzer Belgeler