• Sonuç bulunamadı

Tarihsel ve kültürel değerleri ön plana çıkaran mekân-yer ilişkisine

2. KAVRAMSAL & KURAMSAL ÇERÇEVE

2.4. Başarılı/Yaşanabilir Kentsel Mekân Üretmede Kalite Olgusu ve Ölçütleri

2.4.1. Mekân Kalitesine Yönelik İlgili Yaklaşımlar ve Mekân-Yer İlişkisi

2.4.1.1. Tarihsel ve kültürel değerleri ön plana çıkaran mekân-yer ilişkisine

2. Mekâna bağlı insan gereksinimleri yaklaşımı

3. Seri görünüm, Gestalt ilkeleri ve tasarımı yönlendiren mekânın algılanmasına yönelik bilişsel, psikolojik ve görsel-estetik yaklaşımlar

4. Kentsel etkinliklere ve biçimlenmelere dayalı kalite yaklaşımlar olarak

sıralanabilir

Daha öncede belirtildiği üzere konuya farklı birçok yaklaşımın olması mekân kalitesinin ne derece kapsamlı ve görelilik arzettiğini göstermektedir.

2.4.1.1.Tarihsel ve kültürel değerleri ön plana çıkaran mekân-yer ilişkisine dayalı toplumbilim yaklaşımları

Mekân, kelime anlamı olarak bir kimsenin, bir şeyin bulunduğu, bir eylemin geçtiği ya da gerçekleştiği yer olarak tanımlanırken, kentsel sistemde mekân, yapıların oluşturduğu, kentlilerin algıladığı ve tüm kentsel olayların ilişkilendiği, yaşanan, algılanan çok boyutlu bir bütündür (Woods, 1970). Öyleyse özde mekân çevrenin bir parçası, yapıların oluşturduğu bir birim olarak insanların yaşadığı ya da algıladığı tüm eylemlerin geçtiği üç boyutlu ve zamansal içeriği de bulunan (4. boyut)alanlar olarak gözlenebilir (Aru, 1984).

Modernitenin bir aydınlanma projesi olarak getirdiği araçsallık düzlemi kendini ağırlıklı olarak mekân üzerinde dolayısıyla mekâna ilişkin kavrayışlar üzerinde ciddi ikilemler yaratmıştır. Bu ikilemleri yazılı kaynaklarda; mutlak-göreli mekân (absolute-

relational space), fiziksel-sosyal mekân (physical-social space), zihinsel ve gerçek

mekân (mental-real space), soyut ve farklılık temelli mekân (abstract-differential space), zaman-mekân (time-space) ve son olarak mekân ile yer (space-place) olarak görmekteyiz (Madanipour, 1996). Tüm bu ikili kavramsallaştırmalar temelde mekân ile

yerin algılanış ve kavranış biçimindeki yaklaşımların farklı ifadelerisayılabilirler

(Dündar, 2002).

zamanda güvenirlilik duygusu ile birlikte “hissedilen bir değer”dir. Yer kuramı ile ilgili olarak geliştirilen en önemli kavram Schulz tarafından ortaya atılan ‘yerin ruhu-yer

duyusu (genius-loci)’ kavramıdır. Bu kavramda Schulz insan yaşamını kolaylaştıran anlamlı yerler oluşturma ilkesini geliştirmiştir (Schulz, 1984).

Tüm karşıtlıklarına karşın mekân ile yer kavramları birbiri ile doğrudan ilişkilidir. Nitekim aslında bütünsellik içeren bir ilişki gereğine karşın mekân’ın yer’den, yer’inse mekân’dan koparılışı yaşanan kriz koşullarının bir nedeni olarak gündeme gelmektedir. Günümüzde iletişim, bilişim teknolojileri ve sermayenin hareketliliği yerleri farklılaştırmıştır. ‘Yer’ bir arazi parçasının özellikleri ile değil, üzerinde sürdürülen toplumsal ilişkilerle tanımlanırken, bir “yer’in gerçekliği” de sosyal süreçler üzerinden belirlenebilir bir niteliğe sahiptir. Sosyal süreçlerin güncel koşullar itibariyle söylediği şey ise ‘yer’in giderek kendi içine kapandığı ve kentsel anlamda gerilim temelli sorunsal oluşturduğudur. Kavramsal olarak ele alınırsa, bunun kaynağının mekânın yerden koparılışında yattığı söylenebilir. Bu etkiler bir taraftan mekânın üretim biçimindeki müdahalelerle de desteklendiğinde mekânın metalaştırıldığı bir sistem ön plana çıkmaktadır. Bu sistem, rekabete dayalı kapitalist üretimdeki artı üretim, sirkülasyon ve tüketim amaçlarına uygun bir fiziksel atmosferoluşturmayı içeren bir döngü sistemidir. Bu sistemin mekân için anlamı ise, mekânın üretiminin de metalaştırılmasıdır (Harvey, 1981; Harvey, 1989; Albrechts, 1991; Madanipour, 1996; Bilsel ve ark., 1999; Dündar, 2002).

Bu durum tez çalışmasının konusunu teşkil eden alışveriş mekânlarında açık bir şekilde görülmektedir. İnsanların artık farklı tüketim davranış kalıpları geliştirmesi, farklı tüketim mekânlarına yönelmesiyle özgün ‘yer’ler olan geleneksel çarşıların günümüzde eski canlılığını koruyamaması, yeni üretilen mekânların sadece insanları daha fazla satın almaya ve tüketmeye yönelik genelde tektipte tasarlanması, mekân’ın ‘yer’den koparılışına örnek olarak verilebilir.

Ersoy (2002); kent ölçeğinde plancı ya da kentsel tasarımcıların günümüzde tasarım ürünlerinde “mekân” tasarımı yaptıkları, o mekânların ise ancak içerisinde yaşam sürdürülmeye başladığı an bir “yer” haline geldiğini belirtmektedir. Bu yeni kavramsallaştırmanın verdiği mesaj ise esas olanın “yer” bilinci ile “mekân”ın

tasarımının gerçekleştirilmesiolduğudur.Dolayısıyla kentsel mekân salt fiziksel ve

somut bir olgu olmayıp, içinde geçirilen zaman ve mekân deneyimlerine göre şekillenen ve bünyesinde çeşitli anlamlar barındıran sosyal bir bütünlüktür. Bu noktada mekân (space)-yer (place) ilişkisi ve mekânın özgün bir ‘yer’e dönüştürülmesi büyük önem arz

etmektedir(Trancik, 1986;Lefebvre, 1996; Soja, 1996; Boyer, 1996; Montgomery, 1998; Bilsel ve ark., 1999; Bilsel ve ark., 2000; Aydınlı, …).

Mazumdar (2007); "yer duygusu"na ilişkin düşüncelerini, yerel halkın kültürü, topluluk duygusu, mekânın kendine özgülüğü, hem insan hem de mekânı birarada düşünmenin gerekliliği yönünde aktarmaktadır. Mekânlarla kurulan duygusal ilişkilere gönderme yaparak bu mekânların insanların:

 İlişki kurabilecekleri,

 Bağlanabilecekleri, aidiyet hissedebilecekleri  Kendileriyle özdeşleştirebilecekleri,

 Hatırlayacakları,

 Özleyecekleri, yerler olmasıyla kaliteli olabileceklerini vurgulamaktadır

Semra Aydınlımekânı epistomolojik açıdan değerlendirdiği bildirisinde; mekânın özne (algılayan) ve nesne (algılanan) bütünlüğüne paralel olarak anlamanın gerekliliğine değinerek duyusal olarak yaşanan ve sezgilerle yakalanan bilginin ve ‘yaşantı-deneyim (experience)’ kavramının mekân oluşumuna açıklık kazandırdığını vurgulamaktadır. Aynı zamanda ‘yaşantı’ kavramının sosyal, psikolojik, kültürel, tarihsel etki alanları ile ilişkisi içinde mekân ve zaman kavramını kendine özgü bir karakter taşıyan ‘yer’e dönüştürdüğünü belirtmektedir. Mekânın oluşum süreci ve ilişkiler hakkında bazı ipuçları taşıyan ‘yaşantı’ kavramının algılanan nesne ve algılayan özne arasındaki ilişkide ortaya çıkan dinamik bir yapı olarak önemine değinmektedir.

Lefebvre (1996), mekânın çeşitli üretimlerinin farklı toplumsal ve yaratıcı düzenlemeleri ifade ettiğini ve böylece toplumların kimliklerinin oluştuğunu ve her toplumun üretim biçiminde ve kültüründe oluşan bir değişimin mekânın üretiminde de değişime neden olduğunu belirtmektedir. Fiziksel mekânın basitçe yan yana koyan, dağınık özelliğine karşılık, sosyal mekânın esas olarak birleştiren, belli bir noktada bir araya getiren özelliğinin fiziksel mekân ile sosyal mekânın arasındaki en önemli fark olduğunu ileri sürmektedir.

Edward Soja (1996) ise; mekânın sosyallik ve tarihsellikle birlikte ele alınması gerekliliğinden bahseden, Lefebvre (perceived-conceived ve lived space) ve Michel Foucault’un felsefesine dayalı olarak ürettiği çalışmasında, mekânı epistomolojik açıdan üçe ayırmaktadır (Thirdspace);gerçek mekân (algılanan jeofiziksel

algılanabilir mekân-zihindeki mekânsal imgelere dayalı bilişsel mekân) ve yaşanan

mekân (gerçek ve hayal edilen mekânı kapsayan,pratik hayattaki yaşanan gerçeklikler

(akt; Berquist, 1999)). Gerçek mekân ile hayal edilen mekânın (insanların zihinlerindeki mekânın) bileşimi, mekânın esas kimliğini belirleyen yaşanan mekânı ortaya çıkarmaktadır.

Krier (1979), Moughtin (2003) gibi bazı kuramcılar da başarılı kentsel mekân karakteristiklerinin tarihsel temeli olan örneklerden elde edilebileceğini savunmuşlardır.

Mekânlar, insan yaşamında, inançlar, arzular, isteklerin odaklandığı, toplumsal ilişkilerin biçimlendiği yerler olduğuna göre, tanım-anlam-katılmış kişilikli mekânlar olarak açıklanan ‘yer’leri oluşturmada ‘yer-anı-kimlik’ birlikteliği ve dolayısıyla

toplumsal bellek kavramı oldukça önemlidir (Boyer, 1996; Bilsel ve ark., 1999).

Tüm bu mekân, ilişkili tanımları ve sınıflandırmalarından yola çıkarak mekânın salt fiziksel/işlevsel bir olgu olmadığı, aynı zamanda toplumsal belleğe, ‘özgün yer’ kavramına dayalı tarihsel, kültürel bir yönünün de bulunduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu nedenle tez kapsamında incelenen,kent ve toplumsal belleğin oluşumunda önemli yer tutan alışveriş mekânlarına yönelik yapılan kalite değerlendirmelerinde bu gerçeklik göz ardı edilmemiştir.