• Sonuç bulunamadı

2. MĠLLET KAVRAMI, MĠLLĠYETÇĠLĠK VE MĠMARĠ GEÇMĠġ

3.2 Bilimsel Cemiyetler

3.2.2 Tarih-i Osmani Encümeni

II. Meşrutiyet döneminde bilimsel tarihçiliğin kurumsallaşmasından bahsedilebilirse Tarih-i Osmani Encümeni herhalde bunun en belirgin tezahürlerinden birini teşkil eder. Meşrutiyetin ilanı Osmanlı Devleti‟nin çok uluslu bir imparatorluk olarak yaşayabileceğine yönelik bir inanç tazeleme olarak düşünüldüğünde devletin tarihinin yeniden yazılma gereksinimi de anlaşılabilir. Nitekim Encümen‟in yayın organı olan Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası‟nın, Encümen‟in kuruluş amacı, program ve yönetmeliğinin yayınlandığı ilk sayısında bu durum “Usul-i meşrutiyeti istihsal eden Osmanlılar tevhid-i anasır, telif-i menafi, telfik-i amal ile vatan-ı müştereke aynı kuvvetle sarılmak azmini izhar edince tarih-i milliyi öğrenmek lüzumu tezahür ediyordu” şeklinde ifade edilmektedir (Anonim, 1910a). Bu gerek ise, geçmişte olup bitenlerden haberi olmayan, atalarının fazilet ve kusurlarını bilip bunlara karşı sevgi veya esef duymayan milletlerde vatan sevgisi bütünüyle ortaya çıkmayacağı (Anonim, 1910a) fikrine dayandırılıyordu. Ayrıca “usul-i kadim” üzere yazılmış eski tarihlerin olayları salt kayda geçen, eleştirellikten uzak, dış siyaset, yönetim ve sosyal hayattaki değişiklikleri takip etmediği için fenni değeri az ve yalnızca aydınlara hitap eder olmalarından ötürü meşrutiyet sonrası koşulların doğurduğu ihtiyaçlara cevap vermekten de uzak oldukları belirtilmekteydi (Anonim, 1910a)

Kasım 1909‟da Sultan Mehmed Reşad‟ın emri ve şahsi bütçesinden sağladığı destek ile kurulan Encümen‟in talimatnamesi Abdurrahman Şeref ve Necip Asım Beyler tarafından hazırlanmış ve başkanlığına da yine Abdurrahman Şeref Bey getirilmiş;

55

Encümen‟in “erbab-ı ihtisastan” on iki “aza-ı daime”nın yanı sıra fahri ve yine “erbab-ı ihtisastan” olmak üzere “aza-ı muavene” ve “aza-i muhabere”leri de olacağı belirtilmiştir (Anonim, 1910b). Kurulduğunda reis ayandan vakanüvis Abdurrahman Şeref Bey‟in dışında daimi üyeleri: hariciye nezareti tercüme odası hulefasından Ahmed Tevhid Bey, piyade yüzbaşılarından Ahmed Refik Bey, meclis-i sıhhiye reis- i sabıkı Ahmed Midhat Efendi, şura-i devlet azasından İskender Yanko Hoçi Bey, Darülfünun muallimlerinden ve dahiliye mektubi kalemi şube müdürlerinden Efdaleddin Bey, Darülfünun muallimlerinden ve Sabah gazetesi muharrirlerinden Diran Kelekyan Efendi, divan-ı muhasebat reis-i sabıkı Zühdi Bey, mülkiye müfettişlerinden Ali Seydi Bey, mebusandan Karolidi Efendi, maliye nezareti mümeyyizin-i sabıkasından Mehmed Arif Bey ve piyade kaymakamlarından ve darülfünun muallimlerinden Necib Asım Bey‟den; muavin üyeler ise Erkan-ı Harb Binbaşısı Ebu‟l-Fuad Refik Bey, Jandarma Mirlivalığından mütekaid İsmail Paşa, Süryani Katolik Patriği Efram Rahmani Efendi, Defterdarlıktan mütekaid Emiri Efendi, Terbiye ve Tedrisat-ı Askeriye Müfettişi Tevfik Paşa, Müze-i Osmani Müdürü Halil Bey, Süleyman Bey, Basra Valisi Süleyman Nazif Bey, Mekteb-i Bahriye Tarih Muallimi Şükrü Bey, Erkan-ı Harbiye-i Bahriye Kaymakamı Safvet Bey, Bursa Mebusu Tahir Bey, Konya Valisi Arifi Paşa, Sadaret Şifre Kaleminden Osman Ferid Bey, Tophane Meclisi aza-i sabıkasından Miralay Ali Bey, Takvim-i Vekai Müdürlüğünden mütekaid Faik Reşad Bey, Darülfünun muallimlerinden Fehmi Efendi, Saruhan mutasarrıf-ı sabıkı Mehmed Galib Bey, Kozan mutasarrıf-ı sabıkı Musa Kazım Bey, Müze-i Osmani muhafızlarından Mistakidis Efendi ve Bahriye kaymakamlarından Natıki Bey‟den oluşmaktaydı (Anonim, 1910c).

Talimatnamede, vazifesi “…devlet-i Osmaniye‟nin mükemmel bir tarihini vücuda getirmek ve tarih-i Osmaniye ait resail ve evrak ve kuyudatı tab ve neşr etmek” olduğu ifade edilen Encümen‟in ayrıca bir mecmua yayınlamasının ve bu mecmuanın, hazırlanmakta olan Tarih‟in metnine bütünüyle giremeyecek olan araştırma, belge, kitabe suretlerini ve Türkçe olarak yazılmış ya da yabancı dillerden tercüme edilmiş ancak basılmamış eserleri yayınlamak suretiyle yazılacak olan Tarih‟e zemin hazırlaması ve ilgilenenlerin bilgisini artırması, zihinlerini açması ve yeni fikirler uyandırması öngörülmektedir (Anonim, 1910b).

Talimatnamede ayrıca Encümen‟in Osmanlı tarihini sırasıyla dönem ve bölümlere ayırarak her dönem ve bölümü üyelerden uygun kişiye havale edeceği ve yazılan kısımların genel toplantıda okunarak düzeltmelerin yapılmasından sonra yayınlanacağı da belirtilmektedir (Anonim, 1910b). Derginin ilk sayısında

56

yayınlanan programa göre Osmanlı Tarihi‟nin birinci cildi Osmanlıların Anadolu‟ya gelişleri, Osmanlı Devleti‟nin ortaya çıkışı, o devre ait vesikalar, Osmanlı Devleti‟nin kurucusu olan “Turani” kavminin tarihi, özellikleri ve adetleri; Osmanlıların Söğüt‟e yerleştikleri dönemdeki Bizans ve Anadolu Selçukluları‟nın Osmanlı Devleti üzerindeki idari ve ictimai yönden etkileri konularını kapsaması öngörülmüştür (Anonim, 1910a). Ancak bu tarihten üç sene sonra Encümen‟in yeni bir program yayınladığı ve yeni programa göre söz konusu tarihin Osmanlı‟nın zuhuru, Osman Bey, Orhan Bey ve Murat Hüdavendigar bölümlerinden müteşekkil olmasının düşünüldüğü belirtilmiştir. Kitap 1917‟de ikinci programdan da kısmen farklı bir içerikle basılır. Ancak hem kitap hem de Encümen yoğun eleştirilere maruz kalır.

Türk Yurdu‟nda yayınlanan “Küçük Muhtıra” başlıklı yazının – ki Georgeon‟a göre imzasız olsa da Akçura tarafından kaleme alınmış olması kuvvetle muhtemeldir.- eleştirisi iki noktada yoğunlaşmaktadır. İlki, metinde “Türk” ifadesine rastlanmamasına ilişkindir. “Osmanlı Türkleri tarihinin iptidasında umum Türklere dair malumat-ı kafiye verilmeyecek olursa o tarihin bütün vekayii, hele ilk devresi vazıh ve ilmi bir surette kavranma[yacağını]” belirtir; “Türk aleminin eczası birbiriyle uğraşıp, çatışıp, kaynaşıp dururken o karışıklık arasından Osmanlı sultanatının muntazam ve kavi yükselip çıkması mühim vakasını hakkıyla anlayabilmek için bütün Türk alemine dair mücmelse bile şamil ve sarih bir ilim edinmiş olmak şart” olduğunun altı çizilir (Anonim, 1913d). İkinci husus ise ortaya konan tarihin sırf askeri, idari, siyasi ve diplomatik bir tarih olması, “Osmanlıların yalnız bir kısmının, hükumdarların, askerlerin ve bürokratların tarihi”ni ele almasıdır. Yazarın “hükümdarların, asker ve memurların tarihteki mevki ve ehemmiyetlerini inkar etmeyiz. Lakin onları yürüten, onların efkar ve efaline hakiki amil olan halktır, halkın ahval-i iktisadiye ve ictimaiyesidir. …Vekayiin hakiki amilleri bulunup, teselsül gösterilemezse, tarihin mantığı meydana çıkarılamazsa o zaman müteferrik, kuru ve cansız vakalar tesbih taneleri gibi iltisaksız sıralanmış olur.” yönündeki ifadeleri Encümeni eleştiren bir diğer ismin, Köprülü‟nün eleştirisi ile ortaklıklar içerir. Köprülü de “Tarih Encümeni azaları bu şube-i marifetin ilmi usullerine tamamıyla lakayttırlar, çünkü askeri ve siyasi hadiseden başka hiçbir hadiseyi tarihin saha-i tedkikine kabul etmiyorlar Halbuki tarihin bugünkü telakkisine göre müverrih, kaybolmuş medeniyetleri, zamanları, manzara-i umumiyesiyle, tabii şekl-i hayatiyle, münferid ve müstesna vakaların ehemmiyetini hadd-i hakikisine tevazuu ve tahakkümünü mecburdur. Binaenaleyh müverrih vekayi-i mazisini nakil ve ihya etmek istediği cemiyetin evvela menşe-i ırkisini,

57

muhit-i hikemisi ve coğrafisini, tarz-ı teşekkülünde medhaldar olan amilleri, kuvva-i siyasiyenin tarz-ı tevazuu ve tahakkümünü, aile iktisadiyatını, halk hayat ve teşkilatını, bu teşkilatın resmi hayat ile münasebetlerini, şekl-i mülkiyeti, ziraat, sanayi, lisan ve edebiyatı, dini, terakkiyat-ı ilmiyeyi, mücavir kavimlerle maddi ve manevi münasebatın derecesini vazıh hatlarla gösterecektir” şeklinde Köprülü (1913) Encümen‟i, ilgi alanının darlığı ve böyle dar bir çerçeveyi ele alarak yazılmış bir tarihin gerçek resmi görmekten uzak bir yaklaşım olduğu yönünde eleştirir. Köprülü‟ye göre bu, Encümen‟i oluşturan üyelerin homojen bir yapıya sahip olmamasından, bir kısmının geniş bilgiye sahip ancak tarih ilminin çağdaş gelişmelerinden bihaber, haberdar olanların ise henüz yeterince kapsamlı malumata sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır. Eleştirilerin her ikisi de Encümen‟i dar bir siyasi çerçeveden tarihe bakmakla suçlar, ancak önerdikleri bütüncül kavrayış kültürün lisan ve edebiyat haricindeki alanlarını dışarıda bırakır.

Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası‟na bakıldığında ise Abdurrahman Şeref Bey‟in “Topkapı Sarayı” adlı 7 sayılık tefrikası67

, Mehmed Refik‟in “Enderun-ı Hümayun Devair-i Aliyesinden Arz Odası”68

, Enderun-ı Hümayun Kütüphanesi”69, ve “Topkapı Sarayında Sofa-Mustafa Paşa Köşkü”70; Hamdizade Abdülkadir‟in “Alaaddin Cami-i Şerifi-Karatay Medresesi”71, Mehmed Arif‟in “Bursa Veled Yaniç Camii”72, Ahmed Tevhid‟in “İlk Altı Padişaımızın Bursa‟da Kain Türbeleri”73 gibi başlıklardan

67Abdurrahman Şeref, 1326. Topkapı Saray-ı Hümayunu-I, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası,

5,.265-269; Abdurrahman Şeref, 1326. Topkapı Saray-ı Hümayunu-II, Tarih-i Osmani Encümeni

Mecmuası, 6, 329-364; Abdurrahman Şeref, 1326. Topkapı Saray-ı Hümayunu-III, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 7, 393-421; Abdurrahman Şeref, 1326. Topkapı Saray-ı Hümayunu-IV, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 8, 457-483; Abdurrahman Şeref, 1326. Topkapı Saray-ı Hümayunu-V, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 9, .521-527; Abdurrahman Şeref, 1326. Topkapı Saray-ı

Hümayunu-VI, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 10,.585-594; Abdurrahman Şeref, 1326. Topkapı Saray-ı Hümayunu-VII, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 11, 649-657; Abdurrahman Şeref, 1326. Topkapı Saray-ı Hümayunu-VIII, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 12, .713-730. 68 Mehmed Refik, 1332. Enderun-ı Humayun Devair-i Aliyesinden Arz Odası, Tarih-i Osmani

Encümeni Mecmuası, 38, 110-116.

69

Mehmed Refik, 1332. Enderun-ı Humayun Kütüphanesi, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 40, 236-241.

70 Mehmed Refik, 1332. Topkapı Saray-ı Humayununda Sofa - Mustafa Paşa Köşkü, Tarih-i Osmani

Encümeni Mecmuası, 46, 209-214.

71

Hamdizade Abdülkadir,1334. Alaaddin Cami-i Şerifi - Karatay Medresesi, Tarih-i Osmani

Encümeni Mecmuası, 33, 524-534.

72

Mehmed Arif, 1328. Bursa‟da Veled Yaniç Camii, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 15, 967- 968.

73

Ahmed Tevhid, 1328. İlk Altı Padişahımızın Bursa‟da Kain Türbeleri-I, Tarih-i Osmani Encümeni

Mecmuası, 16, 977-981; Ahmed Tevhid, 1328. İlk Altı Padişahımızın Bursa‟da Kain Türbeleri-II, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, 17, 1047-1060.

58

mimarlığın, Encümen‟in ilgi alanı kapsamında olduğu kanısını edinmek olasıdır. Ancak makalelere bakıldığında, özellikle Hamdizade Abdülkadir, Mehmed Arif ve Ahmed Tevhid‟in makalelerinde- asıl ilgilenilenin başlıkta adı geçen yapıdan ziyade yapının barındırdığı kitabeler olduğu görülür. Yapıya yöneltilen birkaç kısa bakış farklı tarihlerde inşa edilmiş ya da zaman içinde tadilata uğramış bölümlerini tesbit edebilmek ve bu yolla yeri değişmiş ya da tahrip olmuş kitabede verilen bilgilerin sağlamasını yapmak maksatlıdır. Abdurahman Şeref ve Mehmed Refik Beylerin makalelerinde ise kitabe okuma önemini korurken yapı da daha görünür kılınır. Okuyanın, gözünde kabaca canlandırılabileceği kadar tarif edilir, bunun yanı sıra ölçülerden, sayılardan, -kıymetli- malzemeden bahsedilir. Ancak her iki yazarın da saray başlığı altında asıl bahsettikleri saray teşkilatı, adet ve merasimleridir. Bunu da yapıyı okuyarak yaptıkları söylenemez. Alıştıkları üzere yazılı kaynakları kullanırlar, yapı bu anlatının yalnızca fonunu teşkil eder. Encümen Mecmuası‟nın bilimsel steril üslubu içinde ortaya konan bu yaklaşımın çok daha renkli bir versiyonunu kendisi de Encümen azası olan Ahmed Refik‟in popüler süreli yayınlardaki makalelerinde de gözlemlemek mümkündür.

Encümen‟in düzenlenmesinde etkin olduğu birtakım törenlerin tarihi kişiliklerin türbeleri çevresinde kurgulanması da yine mimarlığı tarihin dekoru olarak kullanmanın bir örneği sayılabilir. 1911 senesinde Alemdar Mustafa Paşa‟nın Yedikule‟de inşa edilecek demiryolu hattı üzerinde kalan kabrinin Encümen tarafından seçilen Zeynep Sultan Camii haziresine yeni bir türbe yaptırılmak suretiyle nakli ve Encümen‟in bu nakil işlemi için Sarayburnu‟ndan caminin bulunduğu Soğukçeşme‟ye kadar askeri ve mülki öğrencilerin, Harbiye ve Bahriye Nezaretleri ile Şehremaneti‟nden görevlilerin de hazır bulunduğu bir törenle naklini organize etmesi herhalde bu minvaldedir (Yazgan, 2003). Bir başka faaliyeti ise Bilecik‟te Osman Gazi‟ye ait olduğu iddia edilen bir eve ilişkindir. Hüdavendigar Vilayeti mutasarrıflığından gelen bir talep üzerine halk arasında Osman Gazi‟nin evi olduğu rivayet olunan yapının gerçekte böyle olup olmadığının anlaşılması için Encümen, azasından oluşan bir heyet göndermiş, yapılan tetkikat sonucunda böyle bir durumu doğrular bir belgeye ulaşılamamışsa da mutasarrıflığın yine de yapının kapı kemeri, yüklük pervazı gibi öğelerini mal sahibinden satın alarak Bursa müzesine nakletmesi ve binanın da imkan dahilinde muhafaza edilmesini uygun gördüğünü ilgili makama bildirmiştir (Yazgan, 2003). Bunu izleyen yıllarda

59

Encümen tarafından yapılan bir araştırma ile Osmanlı İmparatorluğu‟nun kuruluş gününün tayin edildiği Efdaleddin (1914) ve bu günde her sene düzenli olarak törenler düzenlenmeye başlandığı düşünülürse söz konusu evin böyle bir tören için taşıdığı dekor potansiyeli açısından ilgi çekmiş olabileceğine dair bir akıl yürütme de belki mümkündür.

Mehmed Reşad‟ın 1918‟deki vefatıyla sultanın şahsi hazinesinden Encümen‟e sağladığı maddi kaynaklar kesilir. Mütareke döneminde Encümen hiç bir etkinlikte bulunamaz, üyelerinin bir kısmı Tasnif-i Vesaik-i Tarihiye Encümeni‟nde istihdam edilir, bir kısmı ise Bağımsızlık Savaşı‟na katılmak için İstanbul‟dan ayrılır. 1920 yılında Ahmed Refik‟in Encümen‟i tekrar canlandırmaya yönelik çaba sarf etmesine ve İkdam‟da yayınladığı bir makale ile yeni düzenlenmeler için önerilerde bulunmasına rağmen ancak 1923‟ten sonra Türk Tarih Encümeni adıyla faaliyete geçebilir. Devlet desteğiyle dergisi tekrar yayına başlar. 1925‟te Abdurahman Şeref Bey‟in vefatı üzerine Ahmed Refik Bey başkan seçilir. 1927‟de ise yeni bir nizamname ve program ile Milli Eğitim Bakanlığı‟na bağlanır ve ismi de Türk Tarih Encümeni olarak değiştirilir ve böylelikle varlığı fiilen son bulmuş olur.