• Sonuç bulunamadı

2. MĠLLET KAVRAMI, MĠLLĠYETÇĠLĠK VE MĠMARĠ GEÇMĠġ

2.2. Millet ve Mimari GeçmiĢ Ġlgisi

Milleti ortaya çıkaran benzeştirme ve farklılaştırma yönünde işleyen süreçlerin, aynı zamanda onu yaşayan kişilerin geçmiş algılarında da benzer bir etki yapması; geçmişin olaylar, kişiler, nesneler yığınını benzer motiflerle görmelerine neden olması muhtemeldir. Eğer mimari ürünler bir takım sosyal, dinsel, siyasal bağlamlara yerleştiriliyor ve bu bağlam içerisinde anlamlandırılıyorsa, bağlamları dönüşürken onların da yeniden konumlandırılması gerekmiş olmalıdır.

Mimari ürünlerin bir anlam taşıdığına ilişkin kavrayış hakikate ulaşmanın aracının felsefe veya dinden, nesnelere kaymasıyla eşzamanlıdır. 17. yüzyılın sonlarına doğru görülmeye başlayan eski eser sevenler (antiquarian), geçmişin, gayri iradi unsurlarda ve özellikle de uygarlığın maddi ürünlerinde ortaya çıktığına inanıyorlardı (Choay, 1990). İki yüzyıldan uzun bir müddetçe, Avrupa‟nın çeşitli bölgelerine ve burjuvaziden aristokrasiye, din adamlarından edebiyatçılara ve bilim adamlarına kadar çeşitli toplumsal gruplara mensup bu kişiler; önceleri Yunanistan, Mısır ve Anadolu‟da antik kalıntıların, daha sonra kendi ülkelerinde “milli kalıntıların” izinde, bunları deneyimleyebilmek üzere seyahat ettiler. Bu kalıntıların çoğu kez yazarak ve resimleyerek temsillerini ve mümkün olduğu durumlarda kendilerini yanlarına alarak biriktirdiler ve bilgisini derlemeye çalıştılar. Bu kişiler, tarihle ilişkilerini kendilerinin dışındaki bir bilgi alanının iç mantığına dayanarak değil, doğrudan kendi yaşamları için duydukları bir gereksinimden yola çıkarak kurmuşlardır. Nitekim “antiquarian” kavramının fikir babası Nietzsche‟nin de, bu kavramı ortaya attığı “Tarihin Yaşam için Yararı ve Zararı Üzerine” adlı çalışmasında, tarihyazımının nesnesi olan tarihten değil, “yaşam için hizmetine gereksinim duyulan bir tarih”ten bahsetmesi anlamlıdır. Bu eski eser sevenlerin tarihle olan ilişkisi, S. Bann‟ın da işaret ettiği gibi, okunan tarihten ziyade tavır alınan tarihe, ya da R.Barthes‟a

18

dayanarak söylediği gibi “söylemin strüktürü içinde, yaşanmakta olan tercihlerin strüktürünü yeniden üretmeyi” amaçlayan “stratejik tarih”e ilişkin bir davranışın ifadesidir (Bann, 1990). Nietzcsche “içine girip duyma, sezerek ortaya çıkarma, hemen hemen silinmiş izlerin ardından gitme, öylesine üst üste yazılmış geçmişi içgüdüyle doğru okuma” gibi vasıfları “antiquarian” tarih biçimiyle ilişkilendirir (Nietzsche, 1994). Bu kişiler “duyumların fırtınası içinde, aralarına yayılmış olan tarihin buluttan örtüsünü yırtar”, “kendi kendine, burada yaşanıyordu der, çünkü burada yaşanır; yaşanılacaktır burada çünkü biz dayanıklıyız.. İşte o „biz‟le tek tek kişilerin gelip geçici garip yaşamlarının üstünden bakar ve kendini evinin, kuşağının ve kentinin ruhu olarak duyar” (Nietzsche, 1994). Onun „sezme‟, „duyma‟, „okuma‟ gibi sözcüklerle dile getirdiği bu geçmişle ilişki kurma biçimi, başkalarının yanı sıra geçmişin mimari nesnelerinin de bu kişilerin okudukları bir anlamın taşıyıcısı olarak görüldüğüne işaret eder.

Anlamsa, bağlam içerisinde oluşur. Herhangi bir kumaş parçası bir giysiyle, o giysi bir dinin peygamberi ve o peygamber de birtakım dini öykülerle ilişkilendirilmedikçe bir kumaş parçası olduğundan başka bir şey söyleyemez. Ya da süslü bir metal çember onu başına takan kişi bir yönetici ve o yönetici bir devletin kralı olmadıkça hükümranlığı ifade eden bir taç veya duvara kazınmış bir takım işaretler onu kazıyan taşçı loncası ile ilişkilendirilmedikçe bir amblem olamaz. Bu durumda, eğer akılcılaşma bu nesnelerin işaret ettiği dini, siyasi ya da ekonomik bağlamların ayrıcalıklı bölgeler teşkil etmesine olanak tanımıyor, kendilerine ait imtiyaz alanları oluşturmalarına izin vermiyorsa, bu nesnelerin anlamlarını da en fazla estetik değerlerle ilişkilendirip, bir mirasın standart ögelerine dönüştürebilir. Modern öncesinin farklı gruplarına ait ve pek çok kimliği olabilen kişilerinin birer vatandaşlık numarasıyla tariflenen standart bireylere dönüşmesine benzer biçimde, geçmişin nesneleri de envanterlerde birer sıra numarası ile standart bir biçimde ard arda dizilebilirler.

Fransız Devrimi‟nin arkasından Geçici Sanat Komisyonu tarafından yayınlanan Envanter ve Koruma Usulü Hakkında Talimatname13

de geçmişin mimari eserlerine ilişkin bu türden bir eylemi örneklemesi açısından ilginçtir. Eskiden „düşmanları‟

13

Tam künyesi şöyledir: Vicq d‟Azyr, F., 1793-94. Instruction sur la Manière d‟Inventorier et de Conserver dans toute l‟étendue de la République, tous les objets qui peuvent servir aux arts, aux sciences, et à l‟ensiegnement,proposée par la Commission Temporaire des Arts et adoptée par le Comité d‟Instruction Publique de la Convention Nationale, Paris, <http://www.bium.univ-

19

tarafından hayret veya saygı uyandırması maksadıyla kullanılan bütün zenginliklerin artık yurttaşlara ait olduğunu ve o vakitten sonra yalnızca eğitim amaçlı kullanılacağını haber veren bu bildiri aynı zamanda yurttaşlara görevlerini de hatırlatır: “Siz büyük ailenin hesap sorma hakkı olduğu bir varlığın mutemedlerisiniz” (Vicq d‟Azyr, 1793-94). Böyle bir yaklaşımın, devralınan ve daha sonra hesabı verilerek devredilecek olan „varlığın‟ dökümünü yapmayı da gerekli kılacağı aşikardır. Geçmişin mimari ürünleri daha önce yerleştirilmiş oldukları bağlamlardan çıkarılarak envanterlerde rasyonel bir biçimde bir araya getirilir. Bu noktada eski eser sevenlerin, geçmişin mimari ürünleri ile kurdukları ilişkinin de „yeni‟ bir anlamlandırma süreci olduğuna dikkat etmek gerekir. Nitekim İngiltere‟de 1648 devriminin ardından görülmeye başlanan ve Watkin‟in “dindarlıkla vatanperverliğin sınırında” olarak değerlendirdiği pek çok çalışma bu türden bir hareketlenmenin işaretçisidir.

Sir William Dugdale‟in Roger Dodsworth‟le birlikte yazdıkları İngiliz manastırlarının kapsamlı bir derlemesi olan Monasticon Anglicanum(1655- 1673)‟unu, yine Dugdale‟in St Paul Katedralinin tarihini konu alan çalışması The History of St Paul‟s Cathedral in London from its Foundation to these Times (1658)‟ı izler. Bu çalışmalardan Monasticon Anglicanum‟un metnini tarihi belgeler, beratlar vb.nin derlemesi oluştururken, metne Daniel King ve Wancelus Honar‟ın ayrıntılı çizimleri eşlik eder. St Paul Katedralini konu alan çalışmada ise Dugdale dini mimarinin dünyadaki gelişimine ilişkin bir metin kaleme alır, ancak doğrudan St Paul Katedrali‟ne ilişkin hiç bir betimleme veya değerlendirmeye yer vermez (Watkin, 1980). Dugdale‟in açtığı yoldan Browne Willis, Monasticon Anglicanum‟a çok benzer bir üslupta yazdığı A Survey of the Cathedrals of York, Durham, Carlisle, Chester, Man, Lichfield, Hereford, Worcester, Gloucesteand Bristol (1727) ile devam eder. Willis aynı zamanda 1717‟de Londra‟da kurulan eski eser meraklıları derneği Society of Antiquarians‟ın da kurucu üyesidir. Kuruluş genelgesinde, ülkelerinde henüz açığa çıkarılmamış ya da rastlantısal biçimde çıkarılsa da başıboş bir halde duran pek çok eski eser olduğunu, amaçlarının ise bu dini ve sivil eserlerin dünyaca bilinmesini ve korunmasını sağlamak ve geleceğe intikalini temin etmek için onları derlemek, kayda geçirmek ve yayın yapmak olarak ifade eden bu cemiyeti Watkin (1980), 1839‟da Cambridge Camden Society‟nin, ve aynı yıl Oxford Society for Promoting the Gothic Architecture‟in14 kurulması takip eder. Bunlar içerisinde

14Cemiyetin ismi zaman içerisinde değişikliklere uğrayarak 1848‟de Oxford Architectural Society, 1860‟da Oxford Architectural and Historical Society şeklini almış;1972‟de Oxfordshire Archelogical

20

Cambridge Camden Society, yayın organı Ecclesiologist‟in isminin de işaret ettiği gibi dini tonu belirgin bir oluşum iken15 diğerleri esas olarak mimarlık ve kısmen arkeoloji ile ilgilidirler. Yayın organları Transactions of the Oxford Architectural Society ve Archaeologia‟nın yanı sıra üyelerinden F. Grose‟un Antiquities of England and Wales (1773-87) ve The Ancient Architecture of England (1795-1814), R. Gough‟un Sepulchral Monuments of Great Britain (1786-96), J. Carter‟ın Views of Ancien Buildings in England (1786-93), J. Millner‟ın The History, Civil and Ecclesiastical, and a Survey of the Antiquities of Winchester (1798-1801)‟ı gibi eserlerle de hem belli bir ilgi düzeyini canlı tutmuş, hem de derleyici ve betimleyici tavırları ile sonraki çalışmalar için kapsamlı kaynaklar oluşturmuşlardır. John Britton ise 1807-1826 yılları arasında yayınladığı beş ciltlik Architectural Antiquities of Great Britain‟da hem dini ve sivil mimarlığın önemli örneklerinin çoğu için plan, kesit ve cephe çizimleri ile özet bilgiler veren kapsayıcı, hem de sonuna eklediği „İngiltere‟de Hıristiyan Mimarlığının kronolojik tarihi‟ bölümüyle daha önce yapılmış çalışmaları bir araya getiren sentetik bir çalışma sunar.

Bu çalışmaların hemen hepsi envanter sterilliğinde olmasa da döküm yapan çalışmalardır. Ele aldıkları yapılar dini de olsa bunları bağlı bulundukları dinsel grup, cemaat vb. için taşıdıkları önem çerçevesinde değerlendirmezler. Yapım çevresinden olmayan yazarlar yapı odaklı metinler kaleme almaya alışkın olmasalar da, çizimlere gösterilen özen, mimarlığın çalışmanın odağında olduğunu gösterir. Yapılar ise ortak topografik paydaları temelinde bir araya getirilirler.

Fransa‟da da benzer teşebbüsler, Michel Germain‟in Monasticon Anglicanum‟un Fransız versiyonu Monasticon Gallicanum‟u ile Michel Félibien‟in rahip Lobineau ile birlikte yazdıkları Histoire de l‟Abbaye de Saint-Dennis(1706) ve Histoire de la Ville de Paris(1725)‟si gibi erken örnekler dışında, ağırlıklı olarak 1789 sonrasında belirir. 1804‟te amacını Galya medeniyetinin dil, gelenek ve arkeoloji alanındaki

Society ile birleşerek ismini Oxfordshire Architectural and Historical Society olarak değiştirmiştir. Cemiyet halen bu isimde varlığını sürdürmektedir.

15Başlangıçta bir lisans öğrencileri klübü olarak kurulan cemiyet daha sonra beklenmeyen bir hızla yaygınlaşmış, kuruluşunu takip eden ilk yılın sonunda üye sayısı aralarında yalnız öğrencileri değil aynı zamanda öğretim üyelerini, kilise piskoposlarını ve parlamento üyelerini de barındırır şekilde 700‟e ulaşmıştır. Programında amaçlarını Anglikan Kilisesini Katolik ritüelle tekrar tanıştırmak, kilise binalarının bakımlı tutulması ve uygun biçimde restore edilmesini sağlamak ve yeni yapılacak olanların üsluplarını denetlemek olarak belirten cemiyetin kilisenin erken zamanlardaki biçimiyle korunması gerektiği yönündeki düşünceleri doğrultusunda mimari anlamda nasıl biçimlenmesi gerektiği konusunda ilkeler belirleyen yayınları vardır. Cemiyet ve çalışmaları hakkında bilgi için bkz. Pevsner, N., 1972. The Cambridge Camden Society and the Ecclesiologist, Some Architectural

21

kalıntılarını derlemek ve Fransa‟nın geçmişini bulmak olarak tarifleyen Academie Celtique16

kurulur. Onu 1820‟de Arcisse de Caumont, Auguste Leprévost ve Charles du Herissier de Gerville‟in kurdukları Société des Antiquaires de Normandie takip eder17. Her üyeden kendi bölgesinde halen mevcut veya kazılarla ortaya çıkarılmış olan anıtları ve mimari dekorasyon ögelerini araştırması, çizmesi, tarihlendirmesi, yıpranma derecesini tayin etmesi ve geçmişini araştırmasını isteyen cemiyet, aynı zamanda yayınlar da yapar. Vulgarizatör metinler yayınlamayı özellikle tercih etiğini ifade eden Caumont, eski eserlerin üzerine işlendiği haritalar, gezi rehberleri gibi çalışmalar da yayınlar (Bercé, 1986). İlki 1833‟te olmak üzere farklı bölgelerde faaliyet gösteren eski eser sevenler cemiyetlerinin bir araya geldiği toplantılar düzenler. 1834‟te bu cemiyetler Caumont başkanlığında bir koruma cemiyetini, Société Française pour la Conservation des Monuments‟ı kurarlar. Koruma etkinliğini odağına yerleştiren ve bölge konseyleri ve müfettişlerden oluşan yapısı ile eski eser sevenler derneklerinden farklı olan bu oluşum, öncelikle bir envanter oluşturma çabasına girişir. Bu cemiyet devlet eliyle kurulan koruma kuruluşu Service des Monuments Historiques için de örnek teşkil edecektir.

Academie Celtique‟e yakın isimlerden ressam Alexandre Lenoir‟ın kurmakla görevlendirildiği Fransız Anıtları Müzesi‟ni de benzer bir mantığın tezahürü olarak görmek mümkündür. Kilisenin mal varlığından devralınan taşınırların yanı sıra kapı, tavan vb. bir takım mimari parçaların da depolandığı Petits-Augustins manastırında Lenoir, “sanatçı ve amatörün, sanatın Gotlardaki çocukluğunu, XII. Louis dönemindeki gelişimini, I. François dönemindeki mükemmelliğini, XIV. Louis döneminde çöküşünün başlangıcını ve içinde yaşadıkları yüzyılın sonuna doğru restore edilişini bir bakışta görebileceğini” söylediği bir teşhir düzeni oluşturur (Poulot, 2001). Farklı yapılara ait parçaları birleştirmekten sakınmayarak, salonlara izleyiciler için açıklayıcıdan çok yönlendirici notlar asarak, sanatın öngörülen gelişimine uygun biçimde bir ışık düzeni uygulayarak teşhirden ziyade sahneleme olarak nitelendirilen düzeni ile müze, söz konusu dönemde ziyaretçiler tarafından

16Cemiyetin ismi daha sonra pek çok değişikliğe uğramıştır. 1813‟te “Société des Antiquaires de France”, 1814‟te “Société Royale des Antiquaires de France”, 1848‟de “Société Imperiale des Antiquaires de France”,1871‟de “Société Nationale des Antiquaires de France” olup halen aynı isimle varlığını sürdürmektedir.

17Arcisse de Caumont ve Sociéte des Antiquaires de Normandie hakkında etraflı bilgi için bkz. Bercé, F. , 1986. Arcisse de Caumont et les sociétés savantes, , Les Lieux de Mémoire- II La Nation, Ed. P. Nora, Gallimard, Paris, 532-567 ve Pevsner, N., 1972. Caumont, Some Archtectural Writers of the

22

ilgiyle karşılansa da hedef olduğu eleştiriler nedeniyle kapanmak durumunda kalır (Sire, 2005). Eleştirilerin sahibi Quatremère de Quincy‟nin şikayetinin esas noktasının ise parçaların özgün yerinden sökülerek müzeye getirilmesinin doğru olmadığı, bağlamlarından koparılan eserlerin en fazla ölü mesajlar verebileceği yönünde olması ilginçtir (Sire, 2005).

Aslında söz konusu eserler mevcut bağlamlarından koparılıp akılcı bir düzen içerisinde yan yana dizilirken bunların yeni bağlamlara yerleştirilerek yeni anlamlarla yükleneceği ve yeni kurulacak olan bu bağlılığın zeminini de milletin oluşturacağının ilk işaretlerini Goethe, 1772‟de “Alman Sanatından” başlıklı makalesinde vermiştir. Strasbourg Katedralinin mimarı olduğunu düşündüğü Ervini Steinbach‟a hitaben yazdığı metinde Goethe katedrale girdiğinde, açıklayamasa da, binlerce uyumlu ayrıntıdan oluşan bu mekanın “bütünlüğüyle ruhunu doldurduğu”ndan, kolaylıkla ondan hoşlandığı ve zevk aldığından bahseder. Tekrar tekrar onun “vakar ve ihtişamını” seyretmeye, “büyük kardeşlerinin işlerindeki dev ruhu kucaklamaya” geldiğini söyler. Onda “o büyük ustanın dehası nazik imalarla kendini açığa çıkarmış”, kendi ruhu ise onun sunduğu zevke “kapılıvermiş” ve aniden onu “anlayıvermiş”tir (Goethe, 1947). Goethe için bu gotik değil „Alman‟ mimarlığıdır. Goethe, katedral ve Steinbach‟ın „ruhları‟ arasında „anlama‟ yoluyla sağlanan iletişimi olanaklı kılan ise tümünün Alman olmalarıdır. Fransızların ya da İtalyanların bunu anlamayıp küçümsemeleri ise normal karşılanmalıdır. Bu, mimari ürünün millet bağlamına yerleştirildiği takdirde anlaşılabileceğini öne süren erken bir örnektir, ancak Goethe‟nin ortaya koyduğu bu yaklaşım farklı milletlerin yazarları tarafından da benimsenecektir.

Örneğin Chateaubriand 1804‟te yayınladığı Hıristiyanlığın Dehası‟nda18 gotik bir katedrale girildiğinde, bu kez, eski Fransa‟nın canlandığını söyler19. O günkünden çok farklı olan kılık ve kıyafetleriyle eski Fransa halkını görmüş gibi olunduğundan, o halkın devrimlerinin, sanatlarının, çalışmalarının hatırlandığından bahseder

18

Bu çalışmada eserin şu baskısı kullanılmıştır: Chateaubriand, F.A., 1816. Génie du Chritianisme ou Beautés de la Religion Chrétienne, Le Normant-Imprimeur Librairie, Paris, < http://archive.org/

details/ genieduchristia00chatgoog> alındığı tarih 21.08.2008

19Elizabeth Emery, Chateaubriand‟ın söz konusu konuyla ilgisinde Goethe‟nin etkisi olduğu kanaatindedir. Emery‟ye göre Goethe‟nin fikirleri A. Wilhelm Schlegel aracılığıyla Mme de Stäel‟e oradan da Fransa‟ya ve özellikle Mme de Stäel‟in dostu Chateaubriand‟a ulaşmıştır. Kesinlik içermesi güç göründüğünden burada yer verilmeyen bu ilişki güzergahları hakkında bilgi için bkz:.Emery, E. 2001. Romancing the Cathedral in Fin de Siècle French Culture, State University of New York Press, Albany, 12.

23

(Chateaubriand, 1816). Chateaubriand için bu hatırlama “halklar elbise değiştirir gibi adetlerinden sıyrılamadıklarından” bir gereksinimdir. Halka zarif ve ferah Yunan tapınakları inşa edilse de o, yosun tutmuş ama diz çöktüğü yerde geçmiş nesillerin mezarları olan, atalarının ruhu ile dolu Reims veya Paris Notre Dame‟ını özler. Güzelliği de büyük oranda yapının halkıyla kurduğu bağlantıyla ilişkilendirir. Ne Yunanlılar Atina‟da bir Mısır tapınağı, ne de Mısırlılar Memfis‟te bir Yunan tapınağı görmekten hoşlanırlar; çünkü yeri değiştirildiğinde esas güzelliğini, yani halkın adet ve kurumlarıyla olan ilişkisini kaybeder (Chateaubriand, 1816). Ancak her ne kadar halkla ve onunla olan ilişkisinden bahsetse da yapıtın ve Chateaubriand‟ın genel tutumu göz önünde bulundurulduğunda gotik kilise onun için “huzurlu ortaçağ”da hüküm sürmekte olan “Hıristiyanlığın dehasının” ürünüdür. Aynı mimarlığı Hugo sekülerleştirerek, Hıristiyanlığın dehası çerçevesinden çıkarıp “halkın dehası”nın ürünü olarak görecektir.

Hugo mimarlığı insanlığın ifade gereksinimine cevap vermek üzere ortaya çıkmış bir eylem alanı olarak tanımlar20. Notre Dame de Paris‟de21 dile getirdiğine göre matbaanın 15. yüzyıldaki icadına kadar dünyada ortaya çıkmış hiçbir önemli düşünce yoktur ki taşa yazılmış olmasın (Hugo, 1904). Böyle olunca millete ilişkin düşüncelerin de bu kapsamın dışında kalması beklenemez. Nitekim özellikle ortaçağ yapılarına karşı sürmekte olan tahripkâr tutumun durdurulması amacıyla kaleme aldığı Yıkıcılara Savaş‟ta22

Hugo, söz konusu yapıların yıkılmamasının gereğini onlara “kralın yanı sıra milletin belleğinin de rabt edilmiş olmasına” ve onların “milletin eski zaferlerinin damgasını taşımalarına” istinad ettirir (Hugo, 2006). Hugo‟ya göre “Fransa‟da sanki Yunan veya Romalıymış gibi gülünç bir edayla soysuz yapılar” yapılırken “tek suçları Fransız olmak” olanlar ise yıkılmakta; “her gün Fransa‟nın eski bir hatırası, üzerine yazılı olduğu taşla birlikte yok olmaktadır”

20Hugo‟nun mimari okunabilirlik hakkındaki görüşlerinin etraflı bir değerlendirmesi için Neil Levine‟in şu makalesine bakılabilir: Levine, N., 1984. The Book and the Building: Hugo‟s Theory of Architecture and Labrouste‟s Bibliotheque St Geneviève, The Beaux-Arts and Nineteenth Century

French Architecture, ed. R. Middleton, Thames &Hudson, London, 139-173.

21İlk baskısı 1831 tarihli olan romanın bu çalışmada, mimarlık ile ilgili bölümlerin de eklenmiş olduğu şu baskısı kullanılmıştır: Hugo, V., 1904. Notre Dame de Paris:1482, L‟Imprimerie Nationale, Paris,

<http://archive.org/details/oeuvrescomplt01hugouoft> alındığı tarih 28.5.2009

22

Yıkıcılara Savaş Hugo‟nun 1825 ve 1832‟de kaleme almış olduğu iki metinden oluşur. Hugo bunları Yıkıcılara Savaş başlığıyla 1834‟de Edition Renduel‟den çıkan Littérature et Philosophie Mêlée‟de yayınlar. Bu çalışmada kullanılan ise 1834 metninin tıpkıbasımı olan şu yayındır: Hugo, V., 2006. Pamphlets Pour la Sauvegarde du Patrimoine- Guerre aux Démolisseurs!,. L‟Archange Minotaure, y.y.

24

(Hugo, 2006). Hugo için söz konusu gotik mimarlığı Fransız kılan ise onu, romanesk üslupta ifadesini bulan kilise dogmasının etkisinin kaybettiği ve burjuvazinin kendini ifade ettiği bir mecra olarak görmesinden kaynaklanır. Onun için her medeniyet teokrasiden demokrasiye doğru gelişir. Kilise dogmasının Avrupa‟ya hakim olduğu dönemlerde mimarlık da kasvetli romanesk yapılar biçimindedir. Haçlı seferlerinin Kilisenin otoritesini yıpratması ve feodalitenin otoriteyi paylaşma talebinin ortaya çıkması ile birlikte değişim mimarlıkta da ifadesini bulur. Haçlılar seferden millete özgürlük, mimarlığa da sivri kemer getirerek dönmüştür. Katedral bundan sonra burjuvaziyle, komünle, özgürlükle dolacak, mimarlık kitabı rahiplerin, Roma‟nın ve dinin değil, hayal gücünün, şiirin ve halkın malı olacaktır (Hugo, 1904). Emery, Hugo‟nun bu “demokratik” ve “Fransız” gotik mimarlık betimlemesiyle yüzyıl boyunca sürecek bir mit yarattığına işaret eder (Emery, 2001). Bu mit yalnızca 19. yüzyıl edebiyatçılarının muhayyilelerinde cazip kapı aralamamış, aynı zamanda hem mimarlıktaki neogotik uygulamalara hem de ulus-devlet oluşum süreçlerine eşlik eden bir söyleme kaynaklık etmiş, farklı milletlerin mimarlık tarihlerinde tekrar tekrar üretilerek kullanılmıştır.

Buraya kadar bahsedilen her iki davranış, hem geçmişin mimarlık ürünlerini daha önce yerleştiği bağlamlardan ve dolayısıyla işaret ettiği dini, siyasi, sınıfsal manalardan arındırarak rasyonel bir biçimde ulaşılabilir hale getirip birbirine benzeştiren; hem de onu konuşan ve okunabilen bir varlık olarak betimleyip onunla