• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devleti’nin askeri, hukuk, yönetim ve eğitim alanında başlatmış olduğu yenileşme süreci bir müddet sonra edebiyat alanında da görülmeye başlar. “XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren, hayatın bütün safhalarında yenileşme hareketleri, varlığını kuvvetle hissettirmeye başlar. Sosyal hayatın bütün alanlarında olduğu gibi, edebiyatımız da bu durumdan etkilenir.” (Kavaz, 2005: 2) Bu etkileşim ilk olarak tercüme yoluyla kendini gösterir. Edebiyatta yenileşme Tanzimat’ın ilanından sonra öğrenim için Avrupa’ya gönderilen öğrencilerin, burada yeni bir edebiyat dünyasıyla tanışması ve bu edebiyatın ilk örneklerini edebiyatımıza taşımasıyla başlar. Bu edebiyatı taşıyan ilk elçilerinden biri Şinasi’dir. Maliye alanında eğitim almak için Avrupa’ya gönderilen Şinasi, Paris’te edebiyatla ilgilenmiştir. Şinasi yurda dönünce “Avrupai nesrin kurucusu olmuş, nesri düşüncelerinin anlatılmasında bir aracı olarak kullanan yeni anlayışın ilk temsilcisi hatta öncüsü olmuştur. Şiirde ise biçimde eskiyi izlerken, içerik bakımından bütünüyle yeni ve Avrupai bir anlayışı denemiş ve başarılı örnekler vermiştir.” (Aydın, __: 106) “Şinasi (1826–1871), Fransız klasik ve romantik şairlerden örnekleri ihtiva eden taşbasması Tercüme-i Manzume(1859) adlı risaleyi yayınlamıştır. Bu kitap Batı edebiyatından Türkçeye yapılan ilk tercümedir.” (Okay, 2005: 50)

Şinasi’nin, batı edebiyatı kaynaklı ilk örneği Türk edebiyatının yenileşme sürecinin başlangıcını oluşturur. Tanzimat’ın ilanı ile batı edebiyatına ait ilk örneğin verildiği 1859 yılları arasındaki yirmi yıllık süreç; yenileşme dönemi Türk edebiyatının hazırlık ve gelişim sürecidir. Bu süreç 1859 yılında ilk örneklerin görülmesini sağlar.

“Edebiyat tarihlerinde Tanzimat Edebiyatı kaba hatlarıyla 1859’da başlatılıp, Servet-i Fünun topluluğunun kurulacağı 1896’ya kadar sürdürülür.” (Okay, 2005: 53) Bu devre kendi içerisinde iki gruba ayrılır. Tanzimat Edebiyatı’nın birinci dönemi olarak ele alınan bu dönemde Şinasi-Ziya Paşa-Namık Kemal yer alır. 1859 yılında başlatılan Tanzimat Edebiyatı’nın birinci dönemi II.Abdülmahid’in tahta çıkışı, Birinci Meşrutiyet’in ilanı ve Meclis-i Mebusan’ın açılışı gibi birbirine yakın tarihli siyasi olaylarla bitirilir. Bu olaylardan, 1876 I. Meşrutiyet’in ilanı siyasi bakımdan yeni bir boyut getirdiği için akla daha yatkındır. Tanzimat Edebiyatı’nın ikinci döneminde Ekrem-Hamid-Sezai görülür. Tanzimat’ın ikinci dönemi, 1876 yılından Servet-i Fünun edebiyatının başlangıcı olan 1896’ya kadar devam eden süreçtir.

Şinasi’yle başlayan edebiyatta batılılaşmanın ilk evresi 1876’ya kadar sürer. “Bu yirmi yıla yakın sürede yeni edebiyat roman, hikaye, tiyatro, tenkit(makale) türlerinde oldukça süratli bir gelişme gösterirken şiir alanında aynı hız görülmemektedir.” (Okay, 2005: 51)

Bu yeni dönemin ilk evresinde klasik şiirin nazım şekilleriyle şiirler yazılmaya devam edilir. “Muhtevada başlayan yenilik neticesinde klasik şiirin hayal dünyası tasavvufî unsurlarla örtülü mazmun sistemi, mistik aşk anlayışı, muhayyel zaman ve mekân tasavvuru çözülerek yerini yavaş yavaş daha gerçekçi ve akılcı, yani realist ve rasyonalist bir anlayış içerisinde şekillenen hayata, topluma, insana ve nihayet onun siyasi, kültürel, sosyal alandaki meselelerine bırakmaya başlar.” (Gariper, 2005: 41)

Tanzimat dönemi batılılaşma sürecinde ve batıya ait edebi türlerin girmesi ve hızlı bir şekilde yayılmasında “Agah Efendi’nin 1860’da çıkardığı ilk özel Türk gazetesi olan Tercüman-ı Ahvâl’i, 1862’de Şinasi’nin çıkarmağa başladığı ve Namık Kemal’in devam ettirdiği Tasvir-i Efkâr, 1866’da başyazarlığını Ali Suavi’nin yaptığı Muhbir, 1872’de Kemal’in başyazarlığını yaptığı İbret, 1873’de Ebuzziya Tevfik’in çıkardığı Hadîka, 1875’de başyazarlığını Şemsettin Sami’nin yaptığı Sabah” (Akyüz, 1999: 27) gibi özel basının önemli bir rolü bulunmaktadır. Özel basının yenileşme sürecindeki çabaları yurt içiyle sınırlı kalmamıştır. Yeni Osmanlılar adıyla kurulan cemiyet nedeniyle yurt dışına kaçmak zorunda kalan Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gazetecilik çalışmalarını yurtdışında da devam eder. Ziya Paşa ve Namık Kemal Hürriyet gazetesini, Ali Suavi Londra’da Muhbir gazetesini çıkararak bu çalışmalarını sürdürür. Sürdürülen bu mücadele yurda dönünce I. Meşrutiyet’in ilanına kadar devam eder.

Tanzimat devrinin bu ilk aşamasında edebiyatın batılılaşması demek Fransız edebiyatı demektir. Edebiyatımızda yeni tanınan türlerin, yabancı yazarların ve edebiyatla ilgili ilk örneklerin alındığı yer Fransız edebiyatıdır. Bu dönemde yeni bir edebiyat oluşturmak için “Divan edebiyatına aralıksız saldırıp onu gözden düşürme, yani çağdaş bir Türk edebiyatına alan açma, Fransız edebiyatının başlıca türlerini getirme, bu edebiyatın klasik ve romantik okullarının başlıca yazar ve şairlerini tanıtma, eski nazım ve nesir dillerinin dışında yeni bir edebi dil yaratma” (Akyüz, 1999: 27) şeklinde gelişmiştir. Tanzimat’ın ilk devrinde Namık Kemal, İntibah’ın önsözünde; Recaizade Mahmut Ekrem Ta’lîm-i Edebiyat’ta çağdaş bir edebiyata alan açmak için çalışarak, Fransız edebiyatına ait teorik bilgiler verirler. Tanzimat’ın ikinci döneminde bu çalışmalar sürdürülür. Bu dönemde yeni bir edebi dil oluşturma çabalarıyla realist ve natüralist roman türlerinin tanıtıldığını görürüz. Bu hususları Namık Kemal Celal Mukaddimesi’nde, Nâbizade Nâzım Karabibik’te, Recaizade Mahmut Ekrem Takdir-i Elhan ve III. Zemzeme’de ele alır.

Türk edebiyatının batılılaşma sürecini başlatan Şinasi, bu süreci başlatması bakımından olduğu kadar, birçok alanda ilklere imza attığı içinde önemlidir. 1859 yılında ilk olmasına rağmen teknik bakımdan oldukça başarılı olan, moderne tiyatronun ilk örneği Şair Evlenmesi’ni yazar. Edebiyatın yenileşme sürecinde şiirin şekline ve muhtevasına önemli yenilikler getiren Müntahabat-ı Eş’ar’da şiirlerini toplar. Şiirde meydana gelen değişim tema noktasında da kendini gösterir. Şiirin ilk temaları olan hak, hukuk, adalet, medeniyet ve millet ile devlet arasındaki sosyal ve siyasi unsurlar Şinasi ile şiire girer. “Konuşma diline ve halk kültürüne eğilmenin ilk ve ciddi denemesi sayılabilecek olan, bir çoğunu Arapça, Farsça, Fransızcadaki karşılıklarını da vermek suretiyle derlediği Durup-ı Emsâl-i Osmaniye (Osmanlı Atasözleri, 1863)” (Okay, 2005: 51) Şinasi’nin çalışmaları arasındadır.

Şinasi ile aynı nesilden olan Ziya Paşa, yeni edebiyatın oluşum sürecine fikirleriyle öncülük eder. Ziya Paşa,“Türk edebiyatının yenileşmesinde ve değişmesinde emeği geçenlerin başında gelir. Ancak o, Şinasi’nin yanında daha çok siyasi ve fikri yönü ağır basan bir şahsiyet olarak belirirken, Namık Kemal’e göre de daha çok gelenekçi olarak dikkati çekmektedir.” (Okay, 1988: 342) Bu dönemin en büyük amaçlarından biri, edebiyatın halka inme düşüncesidir. Bu düşüncenin en önemli savunucusu Ziya Paşa’dır. Ziya Paşa’nın, Hürriyet gazetesinde yayınlanan “Şiir ve İnşa” adlı makalesinin amacı, yeni edebiyatın oluşumuna temel olacak unsurların

değerlendirilmesi üzerinedir. Ziya Paşa makalesinde divan edebiyatını halka inme noktasında başarısız görerek; milli bir edebiyat olmadığını belirtir. Bu nedenle yeni oluşan edebiyatın moderne bir özellik taşıması için halk edebiyatıyla bağlantılı olması gerektiğini belirtir.

Fikir yazılarıyla öne çıkan Ziya Paşa’nın, özellikle Avrupa’da bulunduğu dönemde Hürriyet gazetesinde bu fikirleriyle ilgili yazılarını kaleme alır. Yazılarında hak, adalet, eşitlik, meşrutiyet gibi konuları işler. Yenileşen edebiyat dünyasına fikirleriyle ışık tutan Ziya Paşa, “Tanzimat edebiyatının ilk kuşağında yenileşen Türk şiirine damgasını vuran bir sanatçıdır. Eski şiir dilindeki külfetli üslûbu ayıklamasını bilen şair, şiire Şinasi yolunda akılcı bir tavırla yaklaşır; şiirini yaşanılan hayatın unsurları ile besleme yoluna gider.” (Okay, 1988: 342)

Ziya Paşa’nın şiirlerinde “XVIII. yüzyıl şiirinin dili ve üslûb özellikleri de göze çarpar. Oldukça zengin bir hayal gücüne ve zarif duygulara sahiptir. Rindcesine bir edâ taşıyan aşk şiirlerinin yanı başında eski şiirin hakîmâne davranışı da mühim bir yer tutar ve asıl ününü de bu şiirlerine ve sosyal konulardaki hicivlerine borçludur.” (Akyüz, 1999: 47) “Klasik zevkin içerisinden hayata üstten bakan rindâne söyleyişle yeni duyuş ve düşünüş bu şiirin dünyasında aynı çizgide birleşir. Duygularıyla daha çok klasik zevkin dairesinde yer alan, aklıyla batılı fikirlere gitme çabası içinde görünen şair, yenileşme dönemi Türk edebiyatında gönlüyle aklı arasındaki tezadı derinliğine yaşayanlardandır.” (Korkmaz, 2005: 49) Ziya Paşa’nın, iç dünyasında oluşan bu zıtlığın yarattığı çatışma, eserlerinde kendini gösterir.

Ziya Paşa, yenileşme devri Türk edebiyatına özellikle fikri yönden açılımlar getirir. Eş’ar-ı Ziya, Zafernâme, Rüya, Harâbât, Endülüs Tarihi, Engizisyon Tarihi, Verâset-i Saltanat-ı Seniyye Hakkında Mektup, Arz-ı Hal gibi eserleri kaleme alır. Bu eserlerinden başka J.J. Rousseau’dan ve Fenelon’da çeviriler yapar.

Şinasi’nin açtığı yenileşme yolunda yer alan önemli temsilcilerden biri Namık Kemal’dir. Şinasi’yle tanışması, yeni fikirlere ve gazeteciliğe yönelmesini sağlar. İlk olarak Tasvir-i Efkâr’da yazar. Şinasi’nin Avrupa’ya gitmesiyle gazetenin yönetimini üstlenir.

Namık Kemal, şiirinin ilk dönemlerinde klasik edebiyat kültürünün etkisindedir. Namık Kemal’in bu dönemdeki şiiri şekil ve muhteva açısından Divan şiiri doğrultusundadır. “Divan şairi olarak Namık Kemal yaşadığı devrin ilham itibariyle daha ziyade yarı tasavvufi, dil ve örnek itibariyle eklektik zevkine bağlıdır.” (Tanpınar,

1988: 368) Şinasi ile tanışmasından sonra şiir anlayışında değişimler görülmeye başlanır. Bu değişimler, Divan nazmından ve özellikle bu nazımda etkili olan tasavvuf anlayışımdan uzaklaşmasıdır. Bu uzaklaşma Namık Kemal’i hayata yönlendirerek; Batı’yı örnek almasını sağlar.

Namık Kemal, Tasvir-i Efkâr’da ses getirecek birçok yazı yayınladı. Yenileşen ve değişen zihniyetlerin ileride oluşturacakları yeni bir edebiyatın esaslarını belirlemek noktasında, Tasvir-i Efkâr’da “Lisân-ı osmânî’nin edebiyatı hakkında bazı mülâhazâtı şâmildir” adlı makalesini yazar. Edebiyatı milletin geleceği olarak gören Namık Kemal, “Divan edebiyatı’nın gerçeklerle ilgisizliğine, sun’îliğine ve boşluğuna şiddetle hücum ederek, Türk edebiyatının yeniden düzenlenebilmesi için birtakım esaslar koymağa çalışır.” (Akyüz, 1999: 39)

Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” tiyatrosu Gedik Paşa tiyatrosunda sahnelenir. “Oyunun yarattığı heyecan ile halkın gösteriler yapması, yalnızca Kemal’in değil, onun yanında olan ve İbret’te yazan öteki gazetecilerinde tutuklanmasına yol aç(ar).” (Okay, 1988: 371) Bu olay İbret gazetesinin kapatılmasına ve Namık Kemal’in 38 ay kalacağı Magosa’ya sürgün edilmesine neden olur.

Magosa sürgünü Namık Kemal’in edebiyatla daha çok ilgilenmesini sağlar. Yazar, birçok eserini bu dönemde kaleme alır. Bu sürgünde “İntibah” romanını, “Zavallı Çocuk”, “Akif Bey”, “Kara Bela”, “Gülnihal” adlı piyeslerini yazar. Roman ve piyeslerin dışında “Tahrib-i Harabât”, “Silistre Muhasarası”, “Kanije” gibi tarihi eserleri kaleme alır.

Namık Kemal, yenileşme devri Türk edebiyatı içerisinde “gerek ortaya koyduğu görüşler, gerek yazdıkları ile tam bir yol gösterici olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Makaleleri, eserlerine yazdığı ön sözler ve özellikle mektupları ile bu görüşleri dağınıkta olsa edebi çevreye iletmeye çalışan yazar, öncelikle “edebiyatın vatanı yoktur” diyerek geniş bir anlamda bir edebiyat görüşüne sahiptir.” (Okay, 1988: 372)

Tanzimat Edebiyatı’nın ilk devri içerisinde ele aldığımız “Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal” edebi mektebinin en önemli yani, siyasi ve sosyal hayatın en hareketli olduğu bir dönem olmasıdır. “Her üçü hakkında söylenebilecek ortak edebi özellikler, bazı yeni edebiyat türlerinin denenmesi, ağırlığı sosyal ve siyasi meseleler olmak üzere Avrupaî fikirlerin edebî eserler yoluyla tebliği, halkın kullandığı veya kolaylıkla anlayabileceği bir dille yazmaktır. Bu özellikler dikkate alınarak, her üç edebiyatçının

da eserlerindeki başarı dereceleri veya edebiyat tarihindeki yerlerinin öncelikleri de şöyle sıralanabilir: Dilin sadeleşmesinde Şinasi – Namık Kemal – Ziya Paşa; sosyal ve siyasi fikirlerin tebliğinde Namık Kemal – Şinasi – Ziya Paşa; türlerin, özellikle şiirin edebi-estetik planında ise Ziya Paşa – Namık Kemal – Şinasi.” (Okay, 2005: 54)

1859 yılından I.Meşrutiyetin ilanına kadarki Tanzimat Edebiyatı’nın birinci neslinden sonra, 1896 yılında Servet-i Fünun edebiyatının başlangıcına kadar olan dönem, Tanzimat Edebiyatı’nın ikinci neslidir. Bu dönemde Ekrem, Hâmid, Sezai üçlüsü yer alır. Tanzimat Edebiyatı’nın birinci neslinde “Şinasi – Namık Kemal – Ziya Paşa” üçlüsünde görülen sosyal ve politik anlamdaki birliktelik, Tanzimat Edebiyatı’nın ikinci neslinde görülmez. Bu dönemin şahısları toplumsal ve politik olaylardan uzaktır. Bunun en önemli sebebi devrin siyasi şartları ile şahısların kişilik yapılarıyla ilgilidir. Bu tutum bu dönemin edebiyatının gelişmesini engellememiştir. “Türk edebiyatına getirdikleri yenilikler açısından bu grup içinde Abdülhak Hamid, eserlerinde felsefi/metafizik düşüncelerin yanında bir takım fantezilere ve şiirde çok değişik formlara özenmiş; Recaizade Ekrem oldukça gerçekçi tabiat tasvirlerini şiire sokmuş; Samipaşazade Sezai ise küçük hikâyeleri ve romanlarıyla realist bir edebiyatı fakat döneminin duygusal üslûbuyla denemiştir. Her üçünde de aşırı hassasiyet ortak özelliklerini teşkil etmiştir.” (Okay, 2005: 54)

Tanzimat’ın birinci nesli sosyal ve politik olaylarla yakından ilgilenmesine rağmen, Tanzimat’ın ikinci nesli ferdiyetçi bir yaklaşımla öne çıkar. Tanzimat edebiyatının birinci neslinde öne çıkan sanat anlayışının, ikinci nesilde geri plana atılması yeni bir dil ve üslup değişikliğini de beraberinde getirir.

Tanzimat edebiyatının ikinci neslinde şiir, Recaizade Mahmut Ekrem ile başlar. Şiirinde metafizik ve felsefi düşüncelere ağırlık veren Ekrem’in en önemli rolü, Servet-i Fünun döneminin oluşumunda önemli gayretlerinin olmasıdır. Tanzimat’ın ikinci nesli içerisinde ilk şahsiyetlerden olan Ekrem, birçok türde eser verir. Ekrem, Şinasi ile başlayan yenileşme yolunda emeği geçen en önemli kişilerden biridir.

“Tanzimat’ın ilk nesli edebiyatı “sosyal ve manevi bünyeyi düzenlemek ve eğitmek” için bir vasıta saydığı halde, Ekrem ile edebiyat “sosyal hizmetten” çıkarak “kendi kendisinin hizmetine” girer ve böylece, “sanat için sanat” formülü rağbet görmeye başlar.” (Akyüz, 1999: 49) Ekrem’in şiirlerinde başlıca temalar aşk ve tabiattır. “Türk şiirinde kadının gerçek ve estetik değerini alması Ekrem’ledir. Fakat onun şiirlerinde büyük aşkların derin ve sarsıcı heyecanı değil, ancak küçük

duygulanmaların, hayal kırıklıklarının ve ayrılıkların hafif hüzünlü terennümlerini bulabiliriz.” (Akyüz, 1999: 51) Ekrem’in şiirinin tek bir gayesi vardır, oda güzelliktir. Güzel olan her unsur şiirin konusu olabilir. His, hayal ve fikir şiirin güzellikleridir. Ekrem’in şiir üzerinde durduğu en önemli unsurlar arasında dil ve üslup gelir. Ekrem için önemli olan dil ve üslup, beraberinde konuşma dilinden uzak şiire has bir söyleyiş düşüncesini oluşturur.

Recaizade Mahmut Ekrem’in Nağme-i Seher, Yâdigâr-ı Şebâb, Zemzeme I, Zemzeme II, Zemzeme III, gibi şiir kitapları; şiir - nesir karışık Pejmürde, Nijad Ekrem, Tefekkür adlı eserleri vardır. Ekrem tiyatro türü üzerinde de çalışır ve Afife Anjelik, Atala, Vuslat, Çok Bilen Çok Yanılır adlı eserleri kaleme alır. Sanat hayatının son dönemlerinde hikâye ve roman üzerine yoğunlaşır. Muhsin Bey, Şemsa, Araba Sevdası adlı eserleri yazar. Edebiyat üzerine görüşlerini ve derslerini bir araya getirdiği Talim-i Edebiyat’ta ve yazdığı Takdir-i Elhan ve Takrîzat adlı eserlerinde edebiyat üzerine düşüncelerini dile getirerek; kendinden sonrakilere yol gösterir.

Türk edebiyatının batılılaşma sürecinde en önemli şahsiyetlerden biri Abdülhak Hâmid Tarhan’dır. Yenileşme sürecinde kaidelere bağlı kalmayarak, gördüğü yenilikleri çekinmeden şiirine uygular. Türk edebiyatında özellikle şiirde, yapılması düşünülen yenileşme çabalarını düşünce noktasında bırakmayarak; düşünceleri eyleme dönüştüren kişidir.

Abdülhak Hâmid, klasik bir edebiyat kültürüyle büyür ve düşünce dünyası bu doğrultuda şekillenir. Bu düşünceler Şinasi, Namık Kemal ve Ekrem’i okumasıyla geniş bir açılım gösterir ve yenileşme sürecini hızlandırır.

Hamid’in ilk şiir kitabı Sahra’dır. “Gözleme dayanmayan bir kır ve köy hayatının övgüsü olan Sahra, gerek konusunun ve gerekse nazım şekillerinin yeniliği ile, o dönemde bir hamle değeri taşır. Batılı Türk şiirinde tabiat tasvirlerinin ilk örnekleri bu eserle başlar.” (Akyüz, 1999: 52)

“Abdülhak Hâmid, Türk edebiyatında, eserlerine en çok felsefî fikirler karıştıran bir yazardır. Gerçekten Makber şairin ilk yazdıklarından son yazdıklarına kadar, ister şiir, ister piyes olsun bütün eserlerinde felsefî bir atmosfer kendini kuvvetle hissettirir.” (Kaplan, 1995: 302) Hâmid’in, eşi Fatma Hanım’ı 1885’te kaybetmesi sanatı üzerinde önemli açılımlar sağlar. Bu ölümün ardından Makber, Halce, Ölü adlı şiirleri yazar. Hâmid’in ferdi ıztıraptırları metafizik düşünce dünyasının başlangıcıdır.

Hâmid’in şiiri tema ve şekil bakımından da farklılıklar göstermektedir. Yenileşme devri Türk şiirinde Ekrem’inde kullandığı aşk ve tabiat Hâmid’in şiirinin başlıca temalarıdır. Hâmid, klasik şiirin nazım şekillerini kullandığı gibi Fransız şiirinin nazım şekillerini de kullanır; hatta kendi icat ettiği nazım şekillerini dener.

Pek çok türde eser veren Hâmid’in, Macera-yı Aşk, Sabr ü Sebat, İçli Kız, Nesteren, Sahra, Tezer, Eşber, Makber, Ölü, Halce, Belde, Bunlar Odur, Vâlidem, Turhan, Yâdigâr-ı Harp, Cünûn-ı Aşk, Tayflar Geçidi, İlham-ı Vatan, Balâdan Bir Ses, Sardanapal, Arziler, Zeynep gibi kitap halinde yayınlanmış eserleri vardır.

Tanzimat edebiyatının ikinci nesli içerisinde hikâye ve roman yazarı olarak öne çıkan Samipaşazade Sezai’dir. Yenileşme sürecini yaşayan Türk edebiyatı, küçük hikâye türünün romandan ayrılarak, ayrı bir tür olarak ortaya çıkmasını ona borçludur. “Sezai Bey, Ekrem ve Hamid gibi II.Abdülhamid devri içinde ve Tanzimat’ın ikinci devresinde kabul edilmekle beraber, aşırı hissi ve romantik akıma kendisini fazla kaptırmamış, asıl ürünleri Edebiyat-ı Cedide’de ortaya çıkacak olan realist edebiyata yol aç(ar).” (Okay, 2005: 132) Sezai Bey, Sergüzeşt adlı romanında Tanzimat devri soysal hayat içerisinde geçerliliğini hâlâ koruyan ve Tanzimat romanında çok işlenilmiş, bir konu olan köleliği ele alır. Ele aldığı konu itibariyle realist romanın kurallarını esere yansıtır ve kendinden sonrakilere öncülük eder. Küçük ve günlük vakaların işlendiği Küçük Şeyler, Rümuz’ül Edep ve İclâl adlı nesir kitapları, kendinden sonra gelenlere, hikâyedeki dil ve teknik açıdan yol göstericidir.

Benzer Belgeler