• Sonuç bulunamadı

Yabancı devletlerin, Osmanlı’nın iç işlerine karışmasını engellemek ve isyanın, büyüyerek kardeşkanı dökülmesine yol açmamak için 24 Temmuz 1908’de Kanun-u Esasi ilan edildi. Bu olayla İkinci Meşrutiyet dönemi başlar. İkinci Meşrutiyet, Osmanlı Devleti’nin anayasal düzenle ikinci defa yönetilmesidir.

Meşrutiyet’in ilanı içerde olduğu kadar dışarıda da iyi karşılandı. Ancak meşrutiyetin ilanından hoşnut olmayan ülkeler de bulunmaktaydı. Meşrutiyetin ilanı, ülkeyi ayakta tutmak ve ülkenin yıpratılmasını engellemek için ilan edilir. Abdülhamid’in uyguladığı istibdadından kurtulan halk; bunaltıcı bu baskıdan kurtulur. Halk, bu hürriyet ortamında sokağa dökülerek, kutlamalar yaparak, eğlenerek meşrutiyetin ilanını kutlar. İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler meşrutiyetin ilanını memnuniyetle karşılar. Fakat batılı devletlerde görülen bu memnuniyet samimi değildir. Çünkü onlar Osmanlı Devleti’ni paylaşmak ve yok etmek amacındadırlar. Bu özgür ortam, Osmanlı Devleti’nin toparlamasını sağlarsa emelleri zorlaşacaktır.

Meşrutiyetin ilanından Rusya da memnun kalmaz. Osmanlının güçlenmesinden endişe eder ve bu güçlenme gerçekleşirse emellerini gerçekleştiremeyeceğini düşünür. Rusya’nın diğer bir endişesi de Osmanlıdaki hürriyet ortamının kendi topraklarında yaşayan Müslümanları etkilemesidir.

İlk olarak 1889’da “İttihad-ı Osmanî” adıyla kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti, meşrutiyetin ilanıyla çalışma alanlarını genişletir. Bu cemiyet İbrahim Temo, İshak Sükutî, Abdullah Cevdet, Mehmet Reşid, Ali Bey tarafından kurulmuştur. İkinci Meşrutiyet dönemi bir anlamda İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin aktif ve yönetimde söz sahibi olduğu dönemdir. Halk, İttihad ve Terakki Cemiyeti’ni kötü gidişata son verecek kurtarıcı olarak görür. Meşrutiyetin ilanından sonra yapılan seçimde büyük bir zafer kazanırlar.

İkinci Meşrutiyet döneminin ekonomik ve sosyal durumu siyasi olaylar gibi içinden çıkılmaz bir durumdadır. Daha önceki dönemlerde yabancılara verilen haklar ve tanınan ayrıcalıklar ekonomik hayatta yabancıları ön plana çıkarır. Döneminin en önemli ticari sektörleri Hristiyan ve Yahudilerin elindedir. “Türkler genellikle köylerde yaşarlardı. Meslek ve iş olarak da çiftçi, hayvancı, köylü, asker, hamal, arabacı, nalbant,

saraç, amele idiler. Kasaba ve şehirlerde ise Rum, Ermeni, Yahudi gibi gayrimüslimler yaşarlar ve işletme, zanaat, ticaret, diplomatik, basın-yayın gibi önemli ve paralı işler de bunlara aitti. İthalat, ihracat, demircilik, hekimlik, eczacılık, kunduracılık, sarraflık, bankacılık gibi işler genellikle Hristiyan ve Yahudilerin elinde idi. Türkler askerlik, memurluk ve çiftçilik yaparken gayrimüslim unsurlar faizcilik yapar, dükkân açar, köşk ve konaklarda zevk ve rahatlık içinde yaşarlardı.” (Çetin, 2007: 59)

II. Abdülhamid döneminin basın hayatında sıkı bir denetim uygulanır. Özellikle devlet yönetimi ve padişah aleyhinde olan ve yıpratıcı nitelik taşıyan yazılara izin verilmez. Takvim-i Vekayi, II. Abdülhamid’i 1890 yılında uygunsuz bir duruma düşürünce, 1908 yılına kadar kapatılır. Bu baskıcı tutum Jön Türkler’in basın yayın hayatını yabancı ülkelerde sürdürmek zorunda bırakır. O dönemde Osmanlının otoritesinin zayıfladığı Mısır topraklarında Kanun-u Esasi, İçtihad, Mizam, Meşveret, Osmanlı gibi gazeteler çıkarılır. Mevcut yönetime muhalif olarak dış ülkelerde gazete çıkarma geleneği 1867 yılında Muhbir gazetesiyle başlar. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra oluşan özgür ortamda birçok gazete ve dergi çıkarılır. “İkinci Meşrutiyetin ilan edilmesinden itibaren 2 ay içerisinde 200’den fazla gazete ve dergiye yayın izni verilmiş, bir yıl içinde İstanbul’da 353 gazete ve dergi yayın hayatına başlamış, ancak çoğu kısa ömürlü olmuştur. Birçok kişi servetini gazetecilik yolunda harcamış ama uzun ömürlü olamamışlar. İktidar tarafından desteklenmeyen gazeteler kapanıp gitmiş. 18 Temmuz 1909’da basın kanunu yürürlüğe girerek basın anarşisine bir çeki düzen verme gereği duyulmuş. Devlet, padişah, dinler, Osmanlı milleti aleyhine yayın yapmak, suç ve ayaklanmayı kışkırtan yazılar yayınlamak engellenmeye çalışılmıştır.” (Çetin, 2007: 59) Basın ve yayın hayatı, sosyal hayattaki düzensizlikler, devrin siyasi olayları ve en önemlisi azınlık çalışmaları 31 Mart vakasının alt zeminini hazırlar.

Meşrutiyetin ilanından sonra gelişen olaylar, 1909 Nisan ayında en üst noktaya ulaşır. “6–7 Nisan 1909 geçesi, İttihad ve Terakki’ye en çok çatan ve Osmanlı Ahrar Fırkası’nın organı durumuna gelen Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi Bey Galata köprüsü üzerinde öldürülür ve öldüren de bulunamaz. Bazı söylentilere göre katilin bir subay olması, olayın siyasî bir cinayet ve bundan da İttihad ve Terakki’nin sorumlusu olduğu sonucu çıkarılır.” (Armaoğlu, 1999: 609) Bu olay neticesinde 8 Nisan günü Serbesti gazetesi İttihad ve Terakki’yi suçlayan, vatanın bu hainler elinden kurtarılmasını içeren yazılar yayınlar. Meşrutiyetin ilanından sonraki süreci, İttihad Terakki-İrtica ve Ordu üçgeni şekillendirir. Bu süreç 31 Mart vakasının yaşanmasına ve

bu vaka da II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi ve yerine V.Mehmet Reşat’ın getirilmesi sürecini yaşatır.

Osmanlı Devleti’nin güçsüz durumu Akdeniz’de ve Afrika’nın kuzeyindeki topraklar üzerindeki etkisinin de azalmasına neden olur. Ekonomi ve sanayi bakımından güçlenen İtalya, Osmanlı ve özellikle Trablusgarb bölgesinde ticari faaliyetlerde bulunur. Bu gelişmeler neticesinde İtalya, Trablusgarb ile yakından ilgilenmeye başlar. 29 Eylül 1911 günü İtalya Osmanlıya bir ültimatom vererek Afrika’nın kuzeyinde bulunan Trablusgarb ve Bingazi’nin uygarlıktan uzak bırakıldığını, insanlara iyi muamele edilmediğini, özellikle yabancı memurlara baskı yapıldığını belirtir. Bu bölgelere insani yardım ve iyi bir yönetim getireceklerini söylerler. İtalya’nın bu isteğine olumsuz cevap verilmesi, bahane edilerek bu bölgeler işgal edilir. Batılı devletlerin bu insanı yardım götürme bahanesi daha sonraki tarihi süreçte, hatta günümüzde dahi uygulanmaktadır.

Osmanlı donanmasının etkisizliği, İtalya’nın Ege Denizi’ne hâkim oluşu gibi nedenlerle deniz yoluyla bu bölgeye müdahale edilemez. Kara yoluyla birlik göndermek hem zor hem de sınır bağlantısı olmadığı için imkânsız hale gelir. Osmanlı Devlet’i bu imkânsızlıklar nedeniyle bölgeye subaylar göndererek, halkı örgütleyip bölgesel bir direniş oluşturulmaya çalışır. Bu süreç İtalya’nın Ege adalarını işgal etmesiyle sonuçlanır. İşgal neticesinde Osmanlı Devlet’i anlaşmak zorunda kalır. Trablusgarb Savaşı sonrasında Ekim 1912 yılında Cenevre’de yapılan bir antlaşmayla, bu topraklar İtalya’ya bırakılır.

“1908 Temmuzunda ilan edilen İkinci Meşrutiyet, 1914 Temmuzu sonunda, Birinci Dünya Savaşı’na sebep olan büyük krizin patlamasına kadar geçen altı yıllık süre içinde, Osmanlı Devleti’ni bir dizi iç ve dış gailelerle darbeledi. İkinci Meşrutiyet’in ilanını, Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı, Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, Yunanistan’ın Girid’i ilhak teşebbüsü, Arnavutların ve Arapların bağımsızlık isteklerinin şiddetlenmesi, İtalya’nın Trablusgarb’a saldırması izledi. Osmanlı Devleti’nin İtalya ile savaşa tutuşması ise, Balkan devletlerinin, yani Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’ın, Makedonya’yı ele geçirmek hususundaki yeni çabalarına zemin hazırladı ve bu çabaların sonucu olarak Balkan Savaşları patlak verdi.” (Armaoğlu, 1999: 651)

Balkan devletleri, Berlin Antlaşmasının 23. maddesinden hareketle kendilerine yönetim, sosyal, eğitim ve askeri alanda ayrıcalıklar tanınmasını ister. Bu istekleri

Osmanlı Devleti kabul etmez. Osmanlı Devlet’i 1912 yılında Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’a savaş ilan eder. “18 Ekim 1912 – 30 Mayıs 1913 tarihleri arasında 7 ay 23 gün sürmüş olan savaşa I.Balkan Savaşı denir. Bu savaşla Selanik, Yanya, Manastır, Edirne, İşkodra kaleleri kaybedildi. Bütün Rumeli Balkan devletlerine terk edildi. Edirne Bulgaristan’a bırakıldı.” (Çetin, 2007: 82)

Bu savaşın bitiminden sonra Osmanlı Devleti’nden aldıkları toprakları paylaşma noktasında anlaşmazlığa düşen Balkan Devletleri aralarında savaş başlar. Bu savaş Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan arasında geçer. Bu savaş ortamından yararlanmak isteyen Osmanlı Devleti, bu savaş döneminde Edirne’yi geri alır. Bu paylaşma anlaşmazlığından başlayan savaş süreci II. Balkan Savaşı olarak adlandırılır. Osmanlı Devleti, yapılan savaşlar neticesinde 1913 yılında Londra Antlaşması’nı imzalar. Bu antlaşmayla Edirne, Kırklareli Bulgaristan’a bırakılır. Osmanlı Devleti, Edirne ve Kırıkkale’yi bırakmasıyla Balkanları kaybetmiş olur.

Sanayileşmesini tamamlayan batılı ülkeler, ham madde ve pazar ihtiyaçlarını karşılamak için yoğun bir sömürge arayışı içerisindedir. Bu arayış devletler arenasında ülkeleri karşı karşıya getirince, gruplaşmalar başlar. Ülkeler kendi çıkar ve siyasi emellerine yakın olan diğer ülkelerle temaslar kurar. Kurulan bu temaslar ülkeler arasında bir kutuplaşma başlatır. Bu kutuplaşma, 28 Haziran 1914’te Avusturya veliahdı Ferdinand’ın Saraybosna’da Sırplı biri tarafından öldürülmesiyle savaşa dönüşür.

I.Dünya Savaşı, “İtilaf Devletleri denen Fransa, İngiltere ve Çarlık Rusyası ile İttifak devletleri adı verilen Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devletleri arasında geçen büyük savaştır. Sonradan bu savaşa Amerika Birleşik devletleri, İtalya, Japonya ve Balkan ülkelerde katıldı.” (Çetin, 2007: 82)

Devletlerarası izlenen politik süreçte Osmanlı Devlet’i, Alman yanlısı bir politika izler. İngilizlerden kaçan iki Alman gemisi “Göben ve Breslau” Türk sınırlarına girince; satın alınmış gibi gösterilerek, Türk bayrağı çekilir. Yavuz Sultan Selim ve Midili adı verilen bu iki gemi daha sonra Rus limanlarını bombalar. Gelişen bu olaylar zinciri Osmanlı Devleti’ni savaşın içine çeker. Osmanlı Devleti, Kafkasya, Suriye-Irak, Makedonya ve Galiçya cephelerinde savaşır.

İngiliz ve Fransız birlikleri 1915 yılında İstanbul’u işgal eder. Bu işgalin amacı Rusya’ya yardım götürmek ve savaşı bitirmektir. Osmanlı Devleti, İngiliz ve Fransız birlikleriyle Çanakkale’de savaşır ve her bedeli ödeyerek bu cepheden başarıyla çıkar. Rusya’ya yardımın ulaşmaması neticesinde Rusya’da Bolşevik isyanı çıkar. Çanakkale

Zaferi’ni kazanmamıza rağmen yenik sayılarak, 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kalırız.

II. Meşrutiyetin ilanından sonra yönetimde söz sahibi olan, İttihat ve Terakki dönemini genel bir bakışla sorguladığımızda başarısız olduklarını görmekteyiz. Bu başarısızlıklara genel olarak bakıldığında; iktidarı akıl, tecrübe ve bilgiden ziyade heyecanlarıyla yönetmeleri, en önemli istek ve hedeflerinin ülkeyi huzura ve gelişmişlik ölçülerine kazandırmaktan ziyade Abdülhamid’i yıkmak oluşu, değerlendirmeden, sonuçlarını düşünmeden Avrupa’ya bağlılıkları, millet menfaatlerinden ziyade kendi menfaatlerini düşünmeleri, millet ve ordu dayanışmasını sağlayamamaları, vatana ve millete ihanet eden hainleri ayıklayamamaları neticesinde oluşan devlet yönetimindeki otorite eksikliği, ekonominin kötü yönetilmesi, batılılaşma sevdası yüzünden dini ve milli değerlere kayıtsız kalışları sayılabilir.

“2 Kasım 1918 tarihinde İttihat ve Terakki Partisi liderleri Enver, Talat ve Cemal Paşalar bir Alman denizaltısıyla Türkiye’yi terk ettiler. Enver Paşa Rusya’ya, Talat Paşa Almanya’ya, Cemal Paşa da Afganistan’a gittiler. Fakat daha sonraları Talat Paşa, Berlin Hardenberg Strasse’de, Cemal Paşa da Tiflis’te Ermeniler tarafından öldürülür. Enver Paşa da 6.8.1922’de Ruslar tarafından öldürüldü.” (Çetin, 2007: 89) İttihatçıların yurt dışına kaçmaları beraberinde siyasi bir boşluğu da beraberinde getirir.

Sultan Reşad’ın ölümü nedeniyle Sultan Vahdettin tahtta geçer. Mondros Antlaşması sonrası yurdun birçok bölgesi işgal edilir. 15 Mayıs 1919’da İzmir, 16 Mart 1920’de İstanbul ve yurdun diğer bölgelerinde savaş öncesi ve savaş esnasında İtilaf devletlerinin yaptıkları planlar doğrultusunda işgal edilir. Bu dönem içerisinde ülkenin içerisinde bulunduğu aciz durum birçok manda fikrinin oluşmasına neden olur. Mandacılık fikrini savunan kesimler, kendi bakış ve değerlendirişleriyle güçlü gördükleri bir devletin himayesine girmeyi, kurtuluş olarak görür. Başka bir milletin egemenliğindense ölmeyi tercih ederim, düşüncesinde olan kesim ne pahasına olursa olsun bağımsız bir devlet fikrini savunur. Bu düşünce daha sonra bölgesel cemiyetlerin oluşmasına ve kurtuluş mücadelesinin ilk yapılanmasına zemin hazırlar.

19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a resmi görevle gönderilmesi ile başlayan süreç Kurtuluş Savaşının başladığı resmi tarihtir. Mustafa Kemal tüm yurda telgraflar çekerek işgalin protesto edilmesini ister. Bu çağrı milletin uyanışını sağlayan ilk girişimdir. İzmir ve İstanbul’da yapılan protesto gösterileri milli mücadeleye halkın vereceği desteği göstermiştir.

Mustafa Kemal ilk olarak halkı bilinçlendirme noktasından başlayarak, kongreler düzenler. 22 Haziran 1919’da Amasya Tamimi hazırlanarak tüm yurda gönderilir. Bu girişim Mustafa Kemal’in resmi görevden alınmasına neden olur. Amasya Tamimi ile sonra yapılacak olan Erzurum ve Sivas Kongresi’ne hazırlık yapıldı. 23 Temmuz 1919 da toplanan Erzurum Kongresi’nin kararları 7 Ağustos 1919’da bütün dünyaya ilan edildi. Bu kongrenin en önemli yanları manda ve himayenin reddedilmesi, milli sınırlar içerisinde vatan bir bütündür asla parçalanamaz düşüncesidir.

4–11 Eylül 1919’da toplanan Sivas Kongresi genel bir kongre oluşu bakımından çok önemlidir. Bu kongrede işgaller neticesinde vatanı müdafaa için kurulan cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında bir araya getirildi.

8 Mart 1920’de Mebusan Meclisi feshedildi. Mustafa Kemal’in yayınladığı bir genelgeyle, Ankara’da yeni bir meclis toplanacağını bu nedenle tüm yurtta seçimlerin yapılarak temsilcilerin Ankara’ya gönderilmesini ister. Yapılan hazırlıklar neticesinde 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi toplandı ve yapılan seçimde Mustafa Kemal, Meclis başkanlığına getirildi.

Bağımsızlık mücadelesinde siyasi süreç tamamlandıktan sonra savaş süreci başlatılır. I.İnönü ve II. İnönü ilk başarıların alındığı savaşlar olur. Daha sonra Kütahya, Eskişehir savaşlarında yorgun ve eksikleri çok olması nedeniyle Türk birlikleri Sakarya gerisine çekilmek zorunda kalır. Hazırlıklar yapıldıktan sonra Sakarya Savaşı, 23 Ağustos 1921’de başlar. Şiddetli çarpışmalar neticesinde Yunan ordusu 13 Eylül’de yenilir.

Yunanlılara vurulan bu darbenin ardından Büyük Taarruz’un hazırlıklarına başlanıldı.26 Ağustos 1922 günü başlatılan bu taarruzda Yunan ordularına ağır kayıplar verildi. Yunan orduları İzmir’e doğru kaçarken, Türk askerine yapamadığını Türk halkına yaparak birçok insanımızı öldürdü. 9 Eylül 1922’de Türk ordusu İzmir’e girerek, İzmir’in üç buçuk yıllık esaretine son verdi.

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılışı ve Sadrazam Tevfik Paşa görevinden istifa etmesi neticesinde Osmanlı Devleti tarihe karıştı. 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edildi. Mustafa Kemal Paşa Türkiye Cumhuriyet’inin cumhurbaşkanı oldu.

Bu dönemin basın hayatı sıkı bir sansür altında geçer. Özellikle işgal kuvvetleri ve işgal kuvvetlerinin baskısıyla hareket eden Osmanlı Hükümeti, gazete ve dergilere aşırı bir baskı uygular. Özellikle yapılacak haberlere sansür uygulanır. “Milliyetçi

gazetelerde yer almasına izin verilmeyen başlıca haberler şunlardır: Osmanlı vatandaşı Rumların işgalci Yunan ordusuyla işbirliği yapmaları, Yunanlıların Türklere uyguladıkları vahşilikler, işkenceler, katliamlar, İngiliz-Rus Ticaret Anlaşmasının eleştirilmesi, İstanbullu Türklerin gizlice askere alınması, Malta Adası’nda sürgünde olan İttihatçıların kaçmaları, Ankara Hükümetinin dış ilişkileri ile ilgili haberler nedeniyle gazeteler, hükümet tarafından sık sık kapatılırdı.” (Çetin, 2007: 93)

Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar bu dönemde gazetecilik faaliyetlerinde yoğun bir şekilde bulunmuş; bu faaliyetleri daha çok Türk düşmanlığını arttırmak ve zararlı cemiyetlere gizliden yol göstermek noktasında yoğunlaştırmıştır.

Bu dönemde gazetelerini şu şekilde sınıflandırabiliriz: 1. Tarafsız Olanlar: Tercüman-ı Hakikat,

2. Resmi devlet gazetesi: Takvim-i Vekayi,

3. Mizah gazeteleri: Zümrüt, Akbaba, Diken, Karagöz,

4. Milli Mücadele taraftarı ve işgalci karşıtı olanlar: Tevhid-i Efkar, İleri, Vakit, Akşam, İkdam, Tanin, Fransızca yayınlanan La Turquie Nouvelle de Kemalist milliyetçi bir gazeteydi.

5. Emperyalist işgalcilerle işbirliği yapan vatan ve millet düşmanı hain gazeteler: İstanbul’da: Peyam-ı Sabah, Alemdar ve Serbesti, Anadolu’da: Ferda, Açıksöz, Adana Postası, İrşat, Adalet. (Çetin, 2007: 93)

1.2.BATILILAŞMA DEVRİ TÜRK EDEBİYATI

Benzer Belgeler