• Sonuç bulunamadı

1876 yılında Sultan Abdülaziz tahtından alınır ve yerine V.Murat getirilir. İki aylık bir padişahlık döneminden sonra “Aklî dengesinin bozukluğu nedeniyle hal’ edilir ve yerine 31 Ağustos 1876’da Kanun-ı Esasi’yi kabul etmek mecburiyetinde kalan 34 yaşındaki II. Abdülhamid, getirilir.” (Çetin, 2007: 15)

“Saray entrikaları o dönemde sadrazamların ve Bab-ı Ali’nin diğer üyelerinin görevlerinde çok kalmasını engeller. Rüştü Paşa ile Mithat Paşa’nın kendisinden önceki iki padişahı tahttan indirmiş olduğunu bilen yeni padişah, son derece dikkatli davranmak zorundadır. Ancak önceleri, kendisinin tahta çıkmasında rolü bulunan bu iki paşanın tecrübelerinden yararlanmak yolunu seçer. Zamanla daha güvenebileceği kişilerden oluşan kadroyu da oluşturmaya başlar.” (Karabulut, 2008: 35) Bu oluşum II. Abdülhamid’in tahtta uzun süre kalmasını sağlar.

II. Abdülhamid’in döneminin ilk önemli olayı, Tanzimat döneminde ortaya çıkan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin etkisi ve çalışmalarıyla 23 Aralık 1876 yılında Beyazıt meydanında ilan edilen I.Meşrutiyet’tir. Uzun soluklu olmamasına rağmen; bu ilanla, Osmanlı Devleti ilk olarak parlamenter bir idare sistemiyle tanışmış olur.

I. Meşrutiyet içerik bakımından yarı parlamenter bir özellik taşımaktadır. Kanun-ı Esasi’nin 113. maddesi padişahın şüphe ettiği kişileri sürgüne gönderme yetkisi olduğunu belirtir. Özellikle Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi hürriyetçi kişilerin tepkisini çekmiş olmasına rağmen; ilan edilir. Bu madde ilk olarak Sadrazamlık görevinde bulunan Mithat Paşa’nın sürgüne gönderilmesine neden olur.

Meşrutiyet’in ilanından sonra “II. Abdülhamid, hatıralarında Mithat Paşa’nın konağında Namık Kemal, Ziya Paşa, Rüştü Paşa gibi kişilerle yaptığı toplantılarda sık

sık “Hânedân-ı Osmanî’den artık hayır gelmez. Cumhuriyete gitmekten başka çare kalmadı. Bunu nasıl sağlamalı dersiniz? Bu meseleyi sizin gibi birkaç kişi anlar. Âlemde bugüne kadar Âl-i Osman (Osmanoğulları) denilmiş, bundan sonra da ‘Âl-i Mithat’ denilse ne olur” dediğini, Osmanlı hanedanını devirip yerine kendisi geçmek istediğini ve onun İngilizler lehine çalışan bir Mason olduğunu, Müslüman halkın çoğunlukta bulunduğu vilayetlere azınlıktan valiler tayin etmek, ordunun temeli olan Harbiye Mektebine Rum talebe almak gibi devleti temelinden yıkabilecek teşebbüslerde bulunduğunu, ancak kendisinin bu kararnameleri imzalamadığını belirtir.” (Çetin, 2007: 15) Gelişen bu olaylar neticesinde II. Abdülhamid, Kanun-ı Esasi’nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak Mithat Paşa’yı sadrazamlıktan alır ve sürgüne gönderir.

1877 yılında yapılan Osmanlı-Rus Harbinde, “Osmanlı Devleti’nin yenilmesi, Rusların Yeşilköy’e kadar gelmeleri, mecliste Sultan II. Abdülhamid ve askerlerin suçlanmaları gibi sebeplerle 13 Şubat 1878’de padişah, Meclis-i Mebusanı feshetti. Böylece I.Meşrutiyet dönemi sona erdi ve 1908 yılına kadar II. Abdülhamid idaresi hüküm sürdü.” (Çetin, 2007: 16)

II. Abdülhamid’in, Meclis-i Mebusanı kapatması, istediği gibi bir yönetime ve kararların daha kolay alınıp uygulanmasına zemin hazırlar. II. Abdülhamid, Tanzimat’ın ilanından sonra hızlanan ve yanlış bir yol izlenilerek sürdürülen batılılaşma sürecinin olumsuzluklarını gidermeye çalışır. Bu döneme kadar yerli sanayiye gerekli önem verilmez, dış borçlanma en üst seviyelere çıkar, gümrük gelirleri azalır, yol ve haberleşme ihmal edilir. Devlet memuru olarak alınan yabancıların önemli görevler getirilmesi, devlet düzenin aksamasına neden olur.

Bu aksaklıkların giderilmesine çalışarak “Darülfünun’u (Üniversite) Mülkiye-i Şahane (Siyasal Bilgiler Fakültesi), genç kızlar için Darü’l-Muallimâ’ı (Kadın Öğretmen Okulu) kurmuş ve Galatasaray Sultanîsini üniversite seviyesine çıkarmış. Darüşşafaka’yı geliştirmiş. Buralarda müspet ilimler okutulmasını teşvik etmiştir.” (Çetin, 2007: 18)

Noterlik ve savcılık kurumlarını kurar, cezaevlerini ıslahevi haline getirir. Fabrika, hastane ve işletmelerin açılmasına destek verir. Sanayileşme süreci bu dönemde önemli ilerlemeler sağlanır. II. Abdülhamid, şikâyet ettiği ve batılılaşma sürecimizin temel yanlışı haline gelen sorunu dile getirerek; bu konuya dikkat çekmek ister. Aydınların ve Avrupa’ya gönderilen öğrencilerin, buradaki laboratuarlara imrenip, kalkınma hamlesini gerçekleştireceklerine; Avrupa insanının yaşamına ve giyimine

özenerek, batı hayranı şaşkınlar haline geldiğini belirtir. Bu şekilde Batı’nın ilim ve fenni yerine; yaşamına yönelen insanlara ehemmiyet vermediğini belirtir. Şemsettin Sami, Cevdet Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Mizancı Murad gibi ilim adamlarına maddi ve manevi desteklerde bulunur. Batı’nın bilimsel çalışmalarını yakalamak için Avrupa’ya öğrenciler gönderir.

II. Abdülhamid dönemi sorunların en yoğun olduğu dönemdir. Bu dönemin en önemli sorunları: Batılı devletlerin baskıları ve eleştirileri, Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu güçsüz durumun yol açtığı toprak kayıpları, misyonerlerin faaliyetleridir. Bu sorunların yanında azınlık meseleleri ve Jön-Türklerin muhalefetçi tutumları diğer sorunlardır.

Bu sorunlar içerisinde en önemlisi batılı devletlerle olan politik mücadeledir. Batılı devletlerin en büyük gayesi “Şark Meselesi” sorununu çözümlemektir. II. Abdülhamid yönetimi boyunca bu sorunla uğraşmıştır. “Şark Meselesi, aslında 1071’de Anadolu’nun Müslüman Türkler tarafından fethedilmesiyle başlar. Batılılar bunu hazmedemediler. Bu mesele, batılılarda önce Avrupa topraklarının Türklere karşı nasıl korunması gerektiği şeklinde ortaya çıkmış, 1683 yılındaki Viyana bozgunundan sonra da gidişat tersine dönmüş ve bu sefer Türkleri Avrupa topraklarından dışarı atma davasına dönüşmüştür.” (Çetin, 2007: 21) Bu amaç doğrultusunda çalışan batılı devletler, Balkan topraklarından Osmanlıyı çıkarır. Bu politikanın devamı olan; Osmanlıları Anadolu’dan atma düşüncesini 1. Dünya Savaşı sonrası uygulamaya çalışırlar, fakat başarılı olamazlar.

Batılı devletlerin bu amacı ve içeride de Jön Türklerin, Mason, Yahudi gibi grupların yıpratıcı işbirliği, dış politikada hassas dengeler kurulmasını ve bu konuda dikkatli olunması gerektirir. II. Abdülhamid, “devletler arası ilişkilerde usta bir satranç oyuncusu gibi idi. Sorunları diploması ile çözmeye öncelik verirdi. Düşmanı olan devletleri ve grupları birbirine düşürerek kendisine olan düşmanlıkların etkisini kırmaya çalışırdı.” (Çetin, 2007: 20) Bu dönemin olaylarına hatıralarında şöyle açıklık getirir:

“Kırk yıldır büyük devletlerin birbirleriyle kapışmasını bekledim. Bütün ümidim oydu ve Osmanlı’nın bahtını buna bağlı görürdüm. O beklediğim gün geldi. Heyhat ki ben tahtan uzaklaştırılmış, ülkemi idare edenler de akıldan ve basiretten uzaklaşmışlardı. Kırk yıl beklediğim büyük fırsat, bir daha ele geçmemek üzere Osmanlı’nın elinden çıktı gitti.

Otuz bu kadar yıl tahttan uzaklaşmamak için çalışmışsam, bunun içindi! Saltanatım günlerinde bazı büyük devletlere taviz vermişsem bunun içindi. Donanmayı Haliç’e kapamış, talime dahi çıkarmamışsam bunun içindi. Girid’i İngilizlere kaptırmamak için Yunan muharebesini göze almışsam bunun içindi… Velhasıl otuz bu kadar yıl ne yapmışsam, ne etmişsem, doğrusu da yanlışı da yalnız bunun içindi.”1 (Çetin, 2007: 20)

II. Abdülhamid’i siyasi olarak yoran en önemli olayların başından Yahudilerin siyasi emelleri gelir. Yahudiler, İsrail devleti kurmak için Mason Localarını, Ermenileri ve batılı devletleri kullanarak; sürekli baskı yaptırır ve II. Abdülhamid’i ikna etmeye çalışır. II. Abdülhamid’i ikna edememeleri neticesinde başlatılan yıpratma politikası ve “Kızıl Sultan” adlandırması; Abdülhamid’i ortadan kaldırılmasına kadar sürer.

Dönemin Yahudi politikası, birçok sorunun temelini teşkil eder. Siyonizmi kuran Theodor Herzl, Yahudi devletini kurmak için her türlü yola başvurur fakat netice alamaz. II. Abdülhamid’e gelerek kurulacak devlet karşılığında “Osmanlı’nın dış borçlarını ödeyeceğini, Ermeni meselesi konusunda yardım edeceğini, Avrupa basınında çıkan Türk karşıtı yayımları durdurabileceğini, Jön-Türklerin kendisine karşı olan mücadelesini engelleyebileceğini söyler.” (Çetin, 2007: 20) Bu vaatlere karşı II. Abdülhamid, Newlinsky aracılığıyla şu mesajı gönderir:

“Mösyö Herzl sizin arkadaşınız olduğuna göre, benim de dostum demektir, kendisine bu meselede artık hiçbir teşebbüste bulunmamasını öğütleyiniz. Benim bir karış toprak vermem söz konusu olamaz. Zira, istenen toprak bana ait değildir. O milletime aittir. Bu devleti kuran ve kanıyla besleyen milletime… Herhangi birisine vermek veya bizden koparılmasına razı olmaktansa, yeniden kanımızla yıkamayı tercih ederiz. Benim Suriye ve Filistin’den gelen iki alayım Plevne’de son nefeslerine kadar şehit oldular. Türk imparatorluk toprakları bana değil, Türk milletine aittir. Bu imparatorluğun hiçbir parçasını hiçbir kimseye veremem. Yahudiler şimdilik milyarlarını biriktirsinler. Kim bilir, bir gün bu imparatorluk paylaşılırsa onlar da istediklerini belki de bir şey ödemeden elde edebilirler. Fakat ancak kadavramız paylaşılır, canlı vücuttan parça koparılmasına müsaade edemem.”2 (Çetin, 2007: 27)

1 Bu bilgi: İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, 9.Baskı, İstanbul 1992, s.66’dan

alınmıştır.

2 Bu bilgi: Ergun Göze, Siyonizmin Kurucusu Theodor Herzl’in Hatıraları ve Abdülhamid, Boğaziçi Yayınları,

II. Abdülhamid, istihbarat sistemine önem verir. Özelikle yabancı devletlerin kendi çıkarlarına hizmet edecek kişileri devlet kademesinde üst görevlere getirilmiş olması, bu görevlilerin muhaliflerle birlik olup kargaşa ortamına zemin hazırlamaları ve görevlerini kötüye kullanmaları nedeniyle, padişah kendisine bağlı bir haber alma teşkilatı oluşturur. Bu oluşumdan hoşnut olmayan kişiler bu oluşumu “Jurnalcilik” olarak adlandırır. Bu oluşumdan ve oluşumun gerekliliğinden II. Abdülhamid hatıralarında şöyle dile getirir:

“Yabancı elleri ciğerlerimin içinde duyuyorum. Sadrazamlarımı, vezirlerimi satın alıyorlar ve mülküme karşı kullanıyorlardı! Ben nasıl olur da devlet hazinesinden beslediğim bu insanların ne yaptıklarını, neye hazırlandıklarını öğrenmeyebilirdim!... Evet jurnal sistemini ben kurdum, ben idare ettim. Fakat vatandaşı değil, hazineden maaş aldıkları, Osmanlı nimeti ile gırtlaklarına kadar dolu oldukları hâlde, devletime ihanet edenleri tanımak, takip etmek için!... Kendi devletini yıkmak , kendi padişahının canına kasd etmek karşılığı, yabancı devletten para alan sadrazamları gördükten sonra!...”3 (Çetin, 2007: 28)

II. Abdülhamid döneminin içerdeki en önemli muhalifleri Jön-Türklerdir. III. Napolyon’un 1867 yılında dağıttığı Jön İtalya mensuplarından bazıları İstanbul’a yerleşir. Türk gençlerinden bazıları dağıtılan Jön İtalyan mensuplarının fikirlerinden etkilenir ve onların gazete ve kitaplarını okuyarak bilgilenirler. Bu nedenle Avrupa’ya kaçan Türk gençleri Jön Türk olarak adlandırılır. “Jön Türk, Fransızca “Jeune Ture” ifadesinin söylenişidir ve “Genç Türk” anlamındadır. 1865–1908 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde siyasi ve sosyal anlamda batılı bir anlayışla değişiklik yapmak isteyen ihtilalcilere “Yeni Osmanlılar,” 1890–1908 yılları arasındaki aynı gayeyi sürdürenlere “Jön Türk” denmektedir.” (Çetin, 2007: 28) Jön Türk ifadesi II. Abdulhamid’e muhalif olan okumuş kişiler için kullanılmıştır.

“Batılılaşma yolundaki bu hızlı devrimci hareketler, geriye doğru bakacak olursak daha yarım yüzyıldan beri birçok Türk düşünürleri tarafından hazırlanmış bulunuyordu. Sultan Aziz ve II. Abdülhamid’nin müstebit idaresine karşı "Genç Osmanlılar" diye tanınan bir hareket başlamıştı ki, aralarından Şinasi, Namık Kemal ve Ali Süavi'nin adlarını hatırlamalıyız. Bu hareket edebiyatta Fransız romantizminden, fikirde Aydınlanma felsefesinden mülhem bulunuyordu. Bu ilk ideoloji akımı Osmanlı

3 Bu bilgi: İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, 9.Baskı, İstanbul 1992, s.82’den

birliğine giren bütün kavimler üzerine tesir etti: vatan, hürriyet, hak ve insanlık fikirlerini getirdi. Onların ardından giden "Genç Türkler" 1890 ile 1908 arasında Paris'te toplanmışlar, siyasi bir ihtilal hareketi hazırlamışlardır. İttihat ve Terakki Cemiyeti adı ile teşkilatlanan bu hareket içinden iki önder yetişti. Bunlar da Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin'dir. Birincisi pozitivizme çığırma girmişti. İkincisi Le Play'in Science Sociale ekolünün sosyolojik görüşünü savunuyordu.” (Ülken, 1963: 34)

Jön Türkler, Tıbbiye, Mülkiye Mektebi gibi mekteplerde taraftar bulur ve gelişir. Birinci dereceden beslendikleri kaynaklar Batı düşüncesine ait kaynaklar olduğundan, düşünce dünyaları Batı doğrultusunda değişime uğrar. Madde ve dünya kavramları önem kazanıp; ahiret ve din kavramlarının önüne geçer. Batılı birçok devletle işbirliğine girmeleri; batılı devletler tarafından kullanılması sonucunu ortaya çıkarır. Jön Türkler içerisinde de farklı görüşler bulunmaktadır. Bu üyelerin bir kısmı gerçek anlamda millete doğru bir yol bulmak için çalışırken; bir kısmı batılı devletlerin ve mason localarının emelleri için kullandıkları bir araç olmuştur. Üyelerin bir kısmı maddi menfaatler peşinde koşarken; bir kısmı da Avrupa’ya gitmek, heyecanlı bir hayat yaşama amacındadır. Jön Türkler içerisinde yer edinmiş diğer bir kesimde kendi milletine mensup insanları Osmanlı Devleti’nden ayırıp bağımsız bir devlet kurma amacındadır. Jön Türkler ve siyasi ilişkileri hakkında çeşitli görüşler bulunmaktadır. II.Abdulhamid hatıralarında Jön Türklerin mason olduklarını ve mason locaları tarafından kullanılarak; mevcut düzeni değiştirme amacında olduklarını belirtir.

“Bir gün tarih kendilerine Genç Türkler, Jön Türkler dedirten kimselerin neden Mason olduklarını elbette araştıracak ve ortaya koyacaktır. Benim tahkik ederek öğrenebildiklerimin hemen hepsi Masondular ve yine hemen hepsi İngiliz Locasına bağlıydılar! Bu localardan maddi yardım görüyorlardı. Bu yardımlar insani mi, siyasi mi olduklarını tarih elbette öğrenecek.”4 (Çetin, 2007: 28)

Osmanlı Devleti’nde siyasi fikir hareketlerinin bu denli aktif olduğu bir dönemde Balkanlar karışır. Rumeli’nin değişik bölgelerinde ihtilal toplantıları yapılarak; bildiriler asılır. Abdülhamid’in üst düzey istihbarat elemanı olan Nazım Bey’e suikast girişiminde bulunulur. “Resne’de bulunan Kolağası Niyazi Bey, 3 Temmuz 1908 de, yanına aldığı gönüllülerle dağa çıkıp, Anayasa ilân edilmedikçe, silahı elden bırakmayacağını ilan etti.” (Armaoğlu, 1999: 601) Bu isyan kısa sürede

4 Bu bilgi: İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Pınar Yayınları, 9.Baskı, İstanbul 1992, s.49’dan

yayılır. Selanik’te bulunan İttihad ve Terakki Cemiyeti, Abdülhamid’e telgraf çekerek olayların büyümemesi için meşrutiyeti ilan etmesi gerektiğini belirtir.

Benzer Belgeler