• Sonuç bulunamadı

II. Meşrutiyet döneminin en önemli fikir hareketlerinden olan İslamcılık oluşum itibariyle daha eskidir. Bu fikir hareketi özellikle I. Meşrutiyet’in ilanından sonra II. Abdülhamid dönemde ön plandadır. II. Abdülhamid’in önemli desteğini alan, bu destekle hız verilen fikir hareketinin hedefi; yok olma sürecine girmiş olan Osmanlı İmparatorluğunu toparlamaktır. “İslamcılık, XIX. ve XX. yüzyıllarda, İslam’ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, eğitim…) yeniden hakim kılmak ve akılcı bir metotla Müslümanları, İslam dünyasını Batı sömürüsünden, taklitten, hurafelerden… kurtarmak; medenileştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna siyasi, fikri ve ilmi

çalışmaların, arayışların teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden” (Çeviş, 2000: 85) bir harekettir. Hareketinin hızlı gelişiminde; yönetimin desteği kadar, halkın yaşamı ve devletin teşkilat yapısının da uygun olması etkili olur.

Tanzimat ve sonrasında oluşan batılılaşma toplumun kültür yapısına zarar verir. Kültürel yapıda oluşan bozulmalar, yenileşmenin yanlış algılanmasından kaynaklanır. Batılılaşma sürecinde ilim ve fen noktasında gerçek bir batılılaşma süreci gerçekleştirilemez. “İşte Tanzimat dönemi ile birlikte bu gerçeklikler dikkate alınmadan bütün hatlarıyla bir taklit ve toplumsal dönüşüm/dönüştürme projesi uygulamaya sokulmuştur. Bu tarz dönüştürme projesinin toplumsal ve kültürel bakımdan birtakım sıkıntılara yol açacağı iddiasıyla hareket eden ilk İslamcılar tepkilerini bu noktadan dile getirmişlerdir.” (Efe, 2002: 55) İslamcılık fikrinin hızlı gelişiminde özellikle Tanzimat dönemi ve sonrasında uygulanan yönetim sistemi ve azınlıklara verilen haklar etkili olur. “Tanzimat dönemi boyunca Müslümanlarla gayrimüslimlerin eşit tutulması ve Avrupa’dan alınan kanunlar, halkta çeşitli huzursuzluklara yol açmıştır. Bu süreçte kendilerini devletin sahibi olarak gören ve “artık ‘millet-i hâkime’ statülerini kaybedecekleri endişesi” taşıyan Müslümanlar, İslam’a sıkı sıkıya sarılma gereğini duymuşlardır. Bu da İslamcılığın gelişmesine önemli bir katkı sağlamıştır.” (Gür, 2007: 373)

İslamcılığın fikri zemininde, diğer fikir hareketlerinde de olduğu gibi gelişen ve üstün konuma gelmiş olan Batı dünyası karşısında gerileme ve yıkılma sürecini yaşayan Osmanlı İmparatorluğunun, nasıl kurtulacağı düşüncesi yatmaktadır. İslamcılar kötü gidişatı durdurmak için Batı’nın ilim ve tekniğine mutlaka ihtiyaç olduğunu kabullenmektedir. Batı’nın üstünlüğünü görmezlikten gelinemeyeceğini vurgulayarak; asıl üzerinde durdukları, Batı’nın örnek alınma noktalarıdır. Birbirinden köken, yaşayış ve din olarak farklılık gösteren Doğu-Batı münasebetinde, kültürel değişim yaşanmaması, sadece teknik alanında örnek alınması gerektiğini belirtirler. İslamcılar iki medeniyet arasındaki farkları mukayese ederek, “Müslümanlığın Batı medeniyetine nazaran üstünlüğünde karar kılmışlardır. “Bedevi bir kavmi” yeryüzünün en ileri devleti haline getirmiş olan İslamlılık XX. yüzyılda Batı’nın varmış olduğu sosyal ve politik şartlara halen sahiptir. Bu alanda Batı medeniyetine muhtaç değildir.” (Can, 1998: 26) İslamcıların bu görüşü ahlaki ve manevi yönden bir eksikliğin olmadığını hatta bu anlamda Batı’nın bize muhtaç olduğunu belirtirler. Bu nedenle Batı’nın sadece ilim ve teknik bakımından örnek alınması gerektiğini savunurlar.

İslamcılar savundukları düşüncelerden hareketle “Osmanlıda bulunan hilafeti bir güç haline getirerek İslam dünyasını bunun etrafında birleştirmektir. Batılılaşmak konusunda da fikir üreten anlayış, özellikle Renan gibi, İslam’ın ilerlemeye engel bir din olduğu anlayışını savunanlara karşı müspet ilimlerle dini birleştirmek istemiştir. Bunun için de İslam’ın, özünü kapatmış olan hurafe ve batıldan kurtarılması gerekmektedir. Dinin en saf şeklinin yaşandığı ‘Asr-ı Saadet’i örnek dönem olarak alan anlayışın 20. yüzyılın başlarında edebiyattaki en mühim temsilcisi Mehmet Âkif’tir.”(Argunşah, 2005: 218) Âkif bu konudaki düşüncesini şu şekilde belirtir: “Kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen bir adam kabul etmiş olduğu dinin mebâdi-i esâsiyesine göre hissetmedikçe, ona göre hareket eylemedikçe; yani İslam’ın ahlakiyatına, içtimaiyatına, siyasiyatına tamamiyle kendini uydurmadıkça yalnız Müslümanlığın itiraf etmekle bir şey kazanamaz, hiçbir saadet elde edemez.” (Abdulkadiroğlu, 1990: 203)

İslamcılara göre batılılaşma sürecinde iki esas önemlidir. Bu esaslardan biri taklitten kaçınmak, ikincisi ise Batı’dan alınacak hususlar noktasında toplumun ihtiyaçlarını gözetmektir. Bu ihtiyaçlar toplumu kalkındıracak teknik alanlarda olmalıdır. İslam’a ve bu yaşam tarzına zarar verecek batılı yaşam unsurlarından uzak durulmalıdır. Mehmet Akif, batılılaşma sürecinde yanlış bir yol izlemenin doğuracağı sıkıntıları sürekli dile getirir. Akif, dini, konuşması, adetleri, kıyafeti, selamı kısacası her şeyi taklit olan bir ferdin bir insan taklidinden başka bir şey olmadığını ve taklit olan bu insanın oluşturacağı toplumunda, taklitten öteye geçmeyeceğini vurgular. Taklitlerden oluşan bir toplumunda, gerçekte bir topluluk oluşturamayacağını belirtir.

İslamcılık fikrini savunan ve çeşitli şekillerde bu fikre hizmet eden isimler şunlardır: “Manastırlı İsmail Hakkı, İsmail Fenni Ertuğrul, Şeyhülislam Musa Kazım, Sait Halim Paşa, Ferit Kam, Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi, İsmail Hakkı İzmirli, Mehmet Ali Aynî, Şeyhülislam Mustafa Sabri, Babanzade Ahmet Naim, Seyit Bey, Bediüzzaman Said Nursi, İskilipli Mehmet Atıf, Elmalılı Muhammet Hamdi Yazır, M.Şemsettin Günaltay, Ahmet Hamdi Akseki.” (Gür, 2007: 382)

İslamcılık, temel noktada Müslüman milletlerin kalkınmalarını ve birleşip bir bütünlük teşkil etmesini esas alır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve İslam âleminin kurtuluşu gerçekleştirilecek bu bütünlükle sağlanabilir. “İslamcılık cereyanı mensupları bütün ıslahat tezlerini İslamcı bir rönesans formülüne bağlamışlardır.” (Can, 1998: 29)

Ancak I. Dünya Savaşı’nda gelişen olaylar neticesinde Arapların aleyhte çalışması, İngilizlerle işbirliği içerisine girmeleri, İslamcılık akımının etkili olmadığını gösterir.

Benzer Belgeler