• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: DİN VE TOPLUM SÖZLEŞMESİ

2.2. Tanrı Krallığı veya Semavi Egemenlik

Hıristiyan, özellikle Protestan teolojisindeki İkili Alem Öğretisi (Zwei-Reiche-Lehre) diye bilinen öğretinin teoloji tartışmalarındaki yakın dönem kaynağı, Martin Luther’e uzanmaktadır. Luther’in, 1523 senesinde kalem aldığı “Von weltlicher Obrigkeit, wie weit man ihr Gehorsam schuldig sei - Dünyevi Bir Otoriteye Ne Kadar İtaatle Mükellef Olunduğuna Dair” adlı eseri, bu tartışmanın zeminini oluşturmaktadır. Bu şu demek değildir ki, Hıristiyan ilahiyatında böyle bir inanış yoktur da Luther bunu oluşturmuştur. Zira genellemekten kaçınmak şartıyla, diyebiliriz ki her din, bir eskatolojik vaatte bulunmaktadır. Bu vaat, özünde, bu dünyanın haricinde, bir başka dünyanın (Malchut) olduğu fikrini deruhte etmektedir.

Bu minvalde yer alması kaydıyla Yeni Ahit’te pek çok düşünüre ilham vermiş ayetler bulunmaktadır. Şunu baştan belirtelim ki, özellikle Matta İncilinde Tanrı Krallığı, Semavi Egemenlik ifadeleri daha belirgindir. “Dedi ki, Tanrı huzurunda yoksul olanlar ne bahtiyardır; çünkü Göklerin Egemenliği onlara aittir.”146 “O cevapladı: Göklerin Egemenliğinin sırlarını bilmek sizlere verildi; fakat onlara verilmedi.”147 “Kim bu çocuk gibi küçük olabilirse odur göklerin egemenliğindeki en büyük olan.”148 “(…) Zaman doldu, Tanrının Egemenliği pek yakında. (…)” 149 “Ferisiler, Mesih’e Tanrının Egemenliğinin ne zaman geleceğini sorduklarında şöyle yanıt verdi: Tanrının Egemenliği zahiri alametlerle bilinebilecek şekilde gelmez. Şöyle de denilmez: Bakın, işte orada! Yahut, işte şurada! Çünkü Tanrı’nın egemenliği [zaten] sizin aranızda.”150 Meramımızı açık kılmaya yeterli geleceğini düşündüğümüz bu örneklerin ardından Hıristiyan teolojisinin büyük düşünürlerinden Augustinus ve Luther’in bu meseleye nasıl bir çerçeve çizdiklerine gelecek olursak:

Katolik Hıristiyanlığın kurucu teologlarından ve bu başlık altında izah edilmeye çalışılan bahse dair müstakil 22 kitaplık dev bir eserin (De Civitate Dei – Tanrı Devleti)

Die Zweireichelehre: İki Krallık Öğretisi diye de çevrilebilecek bu kavram, Luther’den sonra unutulmuş gibi gözükse de 20. yüzyılın başlarında ünlü düşünür Karl Barth tarafından yeniden tartışmaya açılacaktır. Bununla birlikte bu kavram, düşünce tarihinde ve siyaset felsefesinde “İki Kılıç Öğretisi” adıyla da tanınmaktadır.

146

İncil, Matta, 5: 3. Mehaz alınan İncil versiyonunda bu ayete düşülen tefsir için şöyle bir not bulunmaktadır: “Ruhta yoksul olanlar: Tanrı huzurunda hiçbir şey ibraz edemeyeceklerini bilen ve bu nedenle her şeyi Tanrı’dan ümit eden insanlar kastedilmiştir.” Bu ve aşağıdaki dipnotlardaki ayetlerin çevrimiçi erişimi için bkz:

http://www.bibleserver.com/text/EU/Matth%C3%A4us5 147 İncil, Matta, 13: 11. 148 İncil, Matta, 18: 4. 149 İncil, Markus, 1: 15 150 İncil, Lukas 17, 20 ve 21.

64

sahibi Augustinus’un, bu konuya yaklaşımı, Tanrı Devleti [civitas dei] kavramının karşısına, Yeryüzü Devleti [civitas terrena] ifadesini yerleştirmesiyle daha da anlaşılır olmaktadır. Aslına bakılacak olursa Augustinus’da, her iki devlet kavramının ayakları, asli günah öğretisi üzerine oturmaktadır. Fakat bu meseleye bir önceki ana bölümde değindiğimiz için burada onu yeniden tekrar etmek istemiyoruz. Lakin şunu belirtmeden geçmeyelim: Augustinus’a göre Adem’in iğvadan [şeytanın çeldirmesinden] önceki hali semavi devlet yurttaşlığıdır. Buna mukabil iğvadan sonraki günahkar Adem ile oğlu

Kabil, bir yeryüzü devletinin bânileri olmakla tavsif edilmiştir.151 Yeryüzü devleti

kavramı, büyük düşünüre göre, savaş, yoksulluk, acılarla doludur. Kan dökülerek – Habil’in öldürülmesi- inşa edilmesi onu lanetlemiştir. Bu nedenle Tanrı Devleti, Tanrı

sevgisi ile; yeryüzü devleti ise Ben Sevgisiyle/enaniyetle kurulmuştur.

Gerster’in aktardığına göre Augustinus, Tanrı Devleti eserinin XIX’uncu kitabında şöyle demektedir: “Eğer insan, melek gibi suçsuz ve günahsız olsaydı, içinde ebedi bir barış ve huzurun sürdüğü sadece Tanrı Devleti olurdu. Fakat insan, günahkar olduğu için kötülük tarafından mahpus tutulan dünyevi hükümranlığa boyun eğmek zorundadır.”152 Filozofa göre semavi devlet kavramı, kevn ve fesada tâbi olmayan bir dünya-alem arayışının sonucu olarak hülasa edilebilir. Bu nedenle “her insan topluluğunun birinci hedefi, o toplulukta sulh sağlamaktır. Mamafih bu sulh, her zaman dünyevi bir sulh olmaktan öteye geçemez. Asıl payidar ve sonsuz sulh, ancak Mesih’in avdetinden sonra civitas dei – Tanrı Devleti’nde hüküm sürecektir.”153

Augustinus’un kevn ve fesada tâbi olmayan bir alem arayışı, başka bir eserinden şöyle de izlenebilir. Büyük düşünür yerin ve göğün yaratıldığını bildiren ayeti tefsir ederken: “Bir başkası, bu biçim alan ve ruhani olan doğalardan birine gök adını verir, öteki biçim almamış maddi doğaya ise yer adını verir.”154 Burada maddi doğanın künhüne dair metafizik bir tespit bulunmaktadır. Zira maddi alem, müstakar bir yapı arz etmediği

151

Thomas Fleiner-Gerster, Allgemeine Staatslehre, Berlin: Springer Verlag, 1980, s. 39 ve 40.

Enaniyet sözcüğünün tarikat/tasavvuf jargonundaki kullanımları kastedilmemiştir.

152

Gerster, s. 40

153

Gerster, s. 40

154

Augustinus, İtiraflar, Çiğdem Dürüşken (çev.), İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2010, s. 857. Augustinus’un aynı eserinden benzer konuların izlenebileceği atıflar için bkz: s. 943, s. 543-545.

65

için kevn ve fesada tabidir. İstikrara kavuşmuş olsaydı belki de onun, maddiliğinden sıyrılmış olabileceği ileri sürülebilirdi.155

Augustinus’da, kendine bu şekilde yer bulan ikili-âlem-öğretisi, pek çok evrelerden geçecektir. Bunlara, burada yer vermek oldukça güç; lakin şuna işaret etmeden geçemeyiz: Mezkur bahis, kilise babalarının öğretileriyle ve bilhassa St. Thomas’ın “omnis potestas a Deo” [tüm hakimiyet Tanrı’dandır] tarifiyle şekillenerek Batı düşüncesinde teokratik yönetim anlayışını tesis etmiştir. Ayrıca kilisenin, yeni Hıristiyanlar kazanabilmek için devlet gücüne ihtiyaç duyduğunu; devletin de kendini tahkim etmek için dini otoriteden faydalandığını da eklemek gerekmektedir. Sözün özü, Martin Luther’e gelinceye kadar yeryüzündeki devlet yönetimi; göksel krallığın altında, “Tanrı’nın inayeti ve izni” dahilinde, yukarıdan aşağıya doğrudur (descending).

Luther’in düşüncesine gelecek olursak diyebiliriz ki, düşünürün bu bahisteki iki mühim vurgusundan ilki, Hıristiyan alemi ve Hıristiyan olmayanların alemi olarak ayrılabilecek bir düalite üzerinedir: “Burada Adem’in çocuklarını, yani tüm insanlığı iki kısma ayırmak zorundayız: bunlardan biri, Tanrı Krallığı’na; diğeri ise dünya krallığına aittir. Tanrı Krallığı’na ait olanlar, Mesih’e tabi olan ve ona hakkıyla iman edenlerdir. Çünkü Mesih, Tanrı Krallığında, lider ve efendidir. [… ]Dünya krallığına yahut yasaya tabi olanlar ise Hıristiyan olmayanlardır. Kuşkusuz, iman sahiplerinin sayısı oldukça azdır; ve çok cüzi bir zümre, Mesih’e yaraşır bir şekilde davranır; fenalığa karşı direnmez; ancak kendisi fenalık yapmaz. Bu nedenle Tanrı, bu Hıristiyan olmayan insanlar için Mesih’in zümresinin ve Tanrı Krallığının yanında başka bir hükümdarlık yarattı ve onları boyunduruk altına aldı.”156

Görüldüğü üzere Luther’in burada yapmış olduğu keskin ayrım, radikal bir tutuculuğa müncer olmaktadır. Luther, Hıristiyanlar için bir yasaya ihtiyaç olmadığını, zira onların imanlılar olarak yasasız bir şekilde dahi doğru ve dürüst davrandıklarını söylemektedir: “Hıristiyan olmayanlara, harici bir sulh tesis etsin ve istek ve arzularını karşı durabilsinler diye yasalar düzenlenmelidir.”157

155

Aristoteles’in Nikomakhos’a Ethik’i de göz önünde bulundurularak böyle bir yargıda bulunuyoruz. Bkz: 1125a, 1154b,

156

Luther’in Von weltlicher Obrigkeit, wie weit man ihr Gehorsam schuldig sei - Dünyevi Bir Otoriteye Ne

Kadar İtaatle Mükellef Olunduğuna Dair eserinin 19’uncu sayfasından alıntılandığı yer için bkz: Gerster, s. 40.

66

Luther’in, kendisinin de yer vermiş olduğu bir şema yardımıyla devam edelim;158

Ruhani Yönetim Dünyevi Yönetim

İdare tarzı: Sözle, kılıçsız Kılıçla

Muhataplar: Dindar ve adil olanlar Kötüler

Tatbik ediciler: Vaiz Dünyevi otorite

Hedef: Sonsuz Yaşam Harici Huzur

Kazanç: Ruhani Adalet Dünyevi Adalet

Sahası: Kişi kendisi için Kişi, işinin başında

Protestan ilahiyatçının ilk vurgusunu bu şekilde izah ettikten sonra, ikinci vurgusunun ise laiklik üzerine olduğunu söyleyebiliriz. Luther’e göre, gökte İsa ve O’nun sözü; yeryüzünde ise Kayser’in buyrukları geçerliydi. Burada dikkat çeken ve meseleyi hülasa edici bir nokta vardır ki, Luther, bir Hıristiyan’ın, her iki krallığın da yurttaşı olması

gerektiğini söylemektedir.159 Meselenin tam bu yerinde, Hıristiyan ilahiyatındaki

mühim bir kırılma noktasına dikkat çekerek bahsi sonlandırmayı düşünüyoruz. Şöyle ki: Augustinus’da iki krallık vardı ve bu iki krallık, iki tebaa demekti. Her bir krallık tek bir hükümran tarafından yönetilmekteydi. Gerçek inananların girebileceği, ikiyüzlülerin ise alınmayacağı bu Hıristiyanlık krallığında, sadece Mesih İsa hüküm sürmekteydi. Dünya krallığında ise önder, Şeytan’dı. Dolayısıyla bir Hıristiyan sadece tek bir krallığın vatandaşı olabilirdi. O da, İsa’nın krallığı. Dünya krallığının tebaası olamaz, sadece oraya muvakkaten dahil olabilirdi. İşte tam da burada, Luther ile birlikte, Hıristiyanlıkta, her iki krallığa birden aynı anda sorunsuzca yurttaş olunabileceği inanışı

yaygınlaşmaya başlamıştır.160

Hıristiyan teolojisindeki iki alem öğretisinin –ya da bir başka deyişle daha sonraki- çifte kılıç teorisinin işlediği ana fikir bundan ibarettir. Batı düşüncesinde üzerine ciltlerce tartışılmış mezkur meseleyi, buraya sığdırmaya çalışmak gibi bir düşünce anlamsız olur.

158

Martin Honecker, Grundriss der Sozialethik, Berlin: Walter de Gruyter Verlag, 1995, s. 20

159

Honecker, s. 21.

160

Honecker, s. 22. Özellikle ünlü Hıristiyan teoloğu ve hukukçusu Johannes Heckel’in aynı yerdeki eleştirisine bakılabilir.

67

Ancak yukarıda değindiğimiz hususlar, Kant’ın, devlet ve din konusunu temellendirirken hangi düşünce boğumlarından geçtiğini ve dahası hangilerinden istifade ettiğini anlamamız açısından faydalı olacaktır.