• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: DİN VE TOPLUM SÖZLEŞMESİ

2.3. Kant ve Erdem Devleti

2.3.2. Erdem Devleti ve Kilise

2.3.2.1. Kilise İnancı ve Saf Din İnancı

Kant’ın kilise inancını ve dolayısıyla tarihi bir din anlayışını tasdik ettiği elbette söylenemez. Çünkü saf din inancı, akıl inancı olduğu için herkesin üzerinde kolaylıkla hemfikir olabildiği ve mutabakat sağlayabildiği bir inanıştır. Fakat kilise inancının böyle bir genel geçerliği yoktur. “Kilise inancı, salt olgulara (fakt) dayanan tarihi bir imandan müteşekkildir ve aktarılmış/bildirilmiş olan olguların inanılırlığı da, zaman ve mekan koşullarıyla sınırlı olduğundan ötürü, bu inancın en başından beri yayılışı mahduttur. Bu sebeptendir ki pek çok kilise inancı türü varken, tek bir saf din inancı vardır.”199 Daha önce de belirttiğimiz üzere, kilise kavramı Kant için, Tanrı krallığına geçişte kullanılabilecek işe yarar bir enstrümandır.

Düşünürün dikkat çekici bir ifadesini buraya yerleştirerek meseleye açıklık kazandıralım: “Bir kilisenin, hakikatinin en önemli nişanesinden yani meşru bir evrensellik talebinden yoksun kalması, onun tarihi inanç olarak (kitapla yayılıp en geç kuşaklara kadar korunmasına rağmen) hiçbir evrensel ikna edici mesaj barındırmaya kabil olmayan bir vahiy inancı üzerine kurulu olması sebebiyledir. Buna rağmen insanların tabii ihtiyaçlarından ötürü en yüksek akli tasavvurlar ve gerekçeler için her zaman maddi-hissedilir içerikte bir şeyler, bir tür tecrübeyle tasdik edilmiş yahut buna benzer şeyler kullanmak gerekebilir (bunun, bir inancın, evrenselliğe ilk adımında göz önünde bulundurulması mecburidir). Dahası, zaten elimizde mevcut bulunan herhangi

197

Albert Schweitzer, s. 190

198

Albert Schweitzer’in mühim tespitine göre Pratik Aklın Eleştirisinde ahlak yasası, insan tekine, en yüksek iyiyi, davranışların nihai nesnesi yapmayı buyururken; SASİD’de insan soyuna karşı mesuliyet taşıma amacı da işin içine girmiştir. Bkz: Albert Schweitzer, s. 191

199

Max Lösment, Zur Religionsphilosophie Kants, Königsberg Üniversitesi Doktora Tezi, Otto Kümmel (çoğaltan), 1907, s. 31. Ayrıca karş: Kant, Die Religion, s. 117.

81

bir tarihi kilise inancından da faydalanılmalıdır.”200 Görüldüğü üzere Kant, bir kilisenin, tarihi inanç üzerine temellenmesini, onun evrensellik iddiasında bir nakısa olarak görmektedir. Fakat insanların doğalarındaki zayıflıktan kaynaklı, en yüce ve soylu hakikatleri kavrama güçlüğüne yardımcı olacak elle tutulur/müşahhas bir şeyler, enstrümanlar gerekmektedir. İşte burada, Kant düşüncesinin gidişatına uygun olarak tarihi inanç yardıma koşulmaktadır. Tarihi inanç, bir ilk adım, bir başlangıç hamlesi olarak kullanılmaya oldukça elverişlidir.201

Kant’ın bu meseleyle ilgili öne sürdüğü tez, bundan ibarettir. Din felsefesinde belki de en önemli problematiklerden biri olan –fakat ülkemizde felsefeciler yerine tefsircilerin temerküz ettiği- kutsalın yorumundaki tarihselcilik, tarihsicilik, üstücülük, tarih-dışıcılık gibi yöntemlerin ilk modern örneklerine Kant’ın bu cümlelerinde rastlanmaktadır. Buradan hareketle olsa gerek ki, Hegel ile başlatılan din felsefesi disiplinini, bazı düşünürler, modern din felsefesinin kurucu eseri olarak Kant’ın SASİD eseriyle başlatmaktadırlar.202

Düşünürün burada altını çizmeden geçmememiz gereken önemli bir tespiti vardır. İnsan neden kendini tarihi imana daha yakın hisseder? Burada yakın hissetmek kavramı, bilhassa bir humor nüansı olarak kullanılmıştır. Çünkü insan, doğasının kendine özgü zayıflığı nedeniyle saf inanca gerektiği ve hak ettiği kadar güven duymaz; onu ne yapar eder bir şekilde kilise üzerine bina etmek ister. Ona göre insan, doğasının zayıflığı nedeniyle, ahlaken iyi ve dürüst bir yaşam sürmenin her şeyi kapsadığına ve Tanrı krallığına götürecek yolun, onun rızasını kazanmak için çabalamaktan geçtiğine inanmak istemez. Onun yerine, maddi-hissedilir olmayan şeyleri bilmedeki yetersizliğinin farkında olarak, bunlara dair, ilkinden –yani ahlaklı yaşamın her şey olduğu fikrinden- daha fazla saygı ve hürmet gösterir. Kant’ın burada anlatmak istediği muhtemelen, insanın kendisine tazim ve tebcil etmek için bir şey aradığıdır. Oysa elinde ahlaklı yaşamak gibi daha somut bir seçenek bulunmaktadır. Fakat bunların yerine, insan, kendisine zorunlu hizmetlerini takdim edip, karşılığında da kendisinden takdis

200

Kant, Die Religion, s. 125. Ayrıca alıntıdaki her iki vurgu da filozofa aittir.

201

Absal ile Hay’ın düşündüklerinin son tahlilde örtüşmesi bağlamında neredeyse benzer bir anlatım için bkz. İbn Sina/İbn Tufeyl, Hay bin Yakzan, M.Şerafeddin Yaltkaya / Babanzade Reşid (çev.), 17. Basım, İstanbul: YKY, 2017, s. 162-163.

202

Giovanni B. Sala SJ, s. 225. Ayrıca Sala’nın, bu iddiasını atıfta bulunarak desteklediği düşünür ve eseri için bkz: McCarthy, Quest for a Philosophical Jesus vd. s. 59.

82

bekleyeceği bir Tanrı barındıran teist inanışa daha çabuk ve daha zahmetsizce ikna olmaktadır.

Kant’ın söyledikleri, büyük ölçüde doğru olabilir, ancak bunu genellemesi pek yerinde gözükmemektedir. Daha önce de bu çalışmada belirttiğimiz üzere bu düşünceler, Kant’ın evrenselciliği ve tek dünya devleti kurma fikrinden ileri gelmektedir. Oysa Kant’ın kendisinden bir yüzyıl önce yaşamış Fransız filozof Blaise Pascal’dan şu ünlü cümleyi duymuş olması gerekiyordu: “İklim değiştiğinde, niteliğini değiştirmeyen adil yahut adaletsiz hiçbir şey neredeyse görülmemiştir. Üç derece enlem yüksekliği tüm şeriat, hukuk külliyatını kaldırıp bir tarafa atar. Bir meridyen, hakikatin üzerinde hüküm vericidir ya da geçen birkaç yıl, malın-mülkün üzerinde. Temel yasalar değişir. Hak, hukukun kendine ait zamanı vardır. Yerini bulacak bir adaletin, bir nehirle, bir sıradağla sınırları çizilmiştir. Pirenelerin bu tarafı hakikat, öte tarafı yanılgıdır.”203 Bu alıntının üzerine bir de şu tespitimizi ekleyerek açıklamamızı sürdürelim: Kant’ın yerelliğe ve ulusal zenginliğe pek müsamahası yok gibi görünmektedir. O sebepten ötürü, akıl idaresi altında toplanmak gerektiğini ısrarla ileri sürmektedir. Akıl, Kant için bu bağlamda tek evrensel ikna edici mercidir. Vahiy inancı ile akıl inancı arasındaki fark da buradan neşet etmektedir. Bir eylemin manevi değeri, onun ahlakiliğinde değil, Tanrı’ya takdim edilmesinde aranacak olursa burada bağnazlıktan başka bir şey oluşmayacaktır. Kant’ın insan doğasının zayıflığını yakından tanıdığına tanık edecek bir tespiti vardır bu noktada. Düşünüre göre insan, kendi içinde eyleminin ahlakiliğine ne kadar kayıtsız kalsa da edilgen bir itaatle Tanrı’yı memnun ettiğine inanır.204 “Üstelik onun, kendisine ve türdeşlerine karşı vazifesini yerine getirmesi, bu eylemleriyle de aslında bir yandan Tanrı’nın buyruklarını yerine getirdiğini, yani ahlakilik ile ilişkisi içerisinde tüm yapıp ettikleriyle Tanrı’ya zaten sürekli hizmet ettiğini, dahası Tanrı’ya daha yakından başka bir şekilde hizmet etmenin de imkansız olduğunu akıllarına getirmek istemez.”205

İnsanda yerleşik böyle bir göze girme, yaranma duygusu, belki de en belirgin şekilde Tanrı inancında kendini göstermektedir. İnanç, böyle bir temel üzerine inşa edildiğinde

203

Blaise Pascal’ın Din Üzerine Düşünceler adlı eserinin görülebileceği çevrimiçi kaynak için bkz:

http://www.zeno.org/Philosophie/M/Pascal,+Blaise/Gedanken+%C3%BCber+die+Religion 6. Bölüm. Vurgu bana ait olup Pirene sıradağlarının mecazi anlamına dikkat çekilmek istenmiştir. (Çevrimiçi erişim: 22/08/2015).

204

Kant, Die Religion, s. 118.

83

ise bir akıl dininden çok, bir cultus [kült dini] ortaya çıkmaktadır. Düşünür, bunu bir benzetmeyle açıklamaya çalışır. Çalışmamızın düşünce gidişatında mühim bir noktayı teşkil ettiği için, ifadeye tam olarak yer vermek bizce daha uygun gözükmektedir: “Çünkü dünya üzerindeki her haşmetli efendi, tebaası tarafından onurlandırılmak ve teslimiyetçilik sunumlarıyla özel bir şekilde övülmek şeklinde hususi ihtiyaçlara sahiptir. Bunlar olmazsa o efendi, tebaasının üzerinde hakimiyet sağlayabilmek için buyruklarına gereken itaati bekleyemez. Dolayısıyla insan da, ne kadar akıllı olursa olsun, onurlandırma gösterilerinde dolaysız bir hoşlanma bulur. Böylece ödevi, aynı zamanda tanrısal bir buyruk olarak gördükçe insanın değil de Tanrı’nın işlerinin icra takibini yapıyormuş gibi davranır. İşte böylece bir saf ahlaki din yerine tanrısal ibadet dini kavramı ortaya çıkar.”206

Kant’ın dile getirdikleri bir sublimation kavramı (XIX. yüzyıl Alman materyalist düşünürlerinden Feuerbach’ın belirttiği şekilde Tanrı’nın, insan zihninin kendi özelliklerini üstünlük temelinde yansıttığı bir kavram olduğu ve dinin de insanın kendi kendisine yabancılaşma sürecinin mahsulü olduğu tezi) kapsamında anlaşılmamalıdır. Filozofun burada yaptığı vurgu, özellikle, Tanrı’nın rızasını kazanmaya yönelik yaşam biçiminin bir mefruz göze girme yahut tasannu biçiminde olmasına karşı çıkış üzerinedir; Tanrı mevcudiyetine dair değil. Kant’ın bu bahse müteallik ifadelerinden biri de tüm dinlerin, bizim, Tanrı’yı tüm ödevlerimiz için evrensel saygı gösterilen bir kanun koyucu olarak görme fikrine istinat ettiğidir. O halde tek bir soru kalmaktadır: Tanrısal yasa koyucu irade, “kendinde zorlayıcı, cebri yasalarla” mı yoksa “salt ahlaki yasalarla” mı buyuracaktır insana? Filozofa göre, eğer ahlak yasalarıyla buyuracak olursa her insan, aklı sayesinde bunu bilebilir; dahası dinine temel aldığı Tanrı iradesine de ancak bu yolla vakıf olabilir. Bu konuyu işlerken filozof, özellikle İncil’den bir ayet alıntısına yer verir: “Bana Rab! Rab! diyenler değil, Tanrı’nın iradesini yerine getirenlerdir asıl hürmeti sunanlar.”207 Bu arada konuyu dağıtmamak adına yer vermediğimiz mezkur ayetin devamında buyurulanlar da, Kant’ın buradaki iddialarını tamamıyla destekler niteliktedir.

206

Kant, Die Religion, s. 118. Her iki vurgu da düşünüre aittir. “Tanrısal ibadet dini” sözcüğü yerine, “tanrıya hizmet dini” şeklinde de bir karşılık verilebilirdi. [gottesdienstliche Religion]

84