• Sonuç bulunamadı

2.1.2. Duygu

2.1.2.1. Tanım ve kuramsal temeller

Duygular insan olmaya ilişkin olarak en önemli unsurları içinde barındıran bir mekanizmaya sahiptir (San-Bayhan ve Artan, 2011, s. 217). Duygunun insan yaşamındaki çok önemli unsurları içine almış olması, onun doğru ve yeterli bir şekilde tanımlanmasını gerektirir. Ancak saldırganlığın tanımı kısmında belirtildiği gibi özellikle sosyal bilimlere ilişkin bazı kavramların tanımlarını yapmak oldukça zor olabilmektedir. Çünkü duygunun ya da duyguların ne olduğu hakkında kolay yollu bir yanıt bulmak güçtür. Eğer duygudan ya da duygulardan bahsediliyorsa aslında oldukça karmaşık bir süreç açıklanmaya çalışılmaktadır (Ünlü, 2001, s. 81). Goleman (2014) da benzer şekilde yaklaşık yüz yılı aşkın bir zaman diliminden beri psikologların ve felsefecilerin duygu kavramının ne olduğuna ilişkin bir tartışma içinde olduklarını vurgulamaktadır (s. 373). Yaklaşık 40 yıl önce yapılan bir çalışmada, duygunun tanımına yönelik terminolojik karışıklığın çözümü için, duygu ile ilgili alanyazın incelenmiş ve 92 farklı tanım yapıldığı sonucuna ulaşılmıştır (P. Kleinginna ve A. Kleinginna, 1981, s. 345)

Duygunun çeşitli uzmanlar tarafından yapılmış tanımları bulunmaktadır. Duygu, “birisine ya da bir şeylere yönelik yoğun his” şeklinde oldukça kısa bir biçimde

tanımlanabilmektedir (Frijda, 1993, s. 381). Atay (2011) duyguyu; bireyin dış dünyada meydana gelen nesne ya da olaylara yönelik olarak iç dünyasında oluşan tepkileri olarak tanımlamaktadır. Aynı yazar duyguyu “belirli bir uyaran karşısında tutarlılık gösteren, sürekliliği olan güdü ve değerlerle ilişkili bir uyarım biçimi” olarak da ifade etmektedir (Atay, 2011, s. 26). Bakırcıoğlu (2012) duyguyu “öznel olarak yaşanan bir durumun dışavurumu olan ve gözlemlenebilen bir davranış yapısı” olarak betimlemektedir (s. 281). Çeçen (2002) ise duyguyu “genel anlamda bireyle ilişkili öznel yaşantıları, birey için önemli olan olaylarla ilişkili olarak bireyin neler yapabileceğini, bağlamın değerlendirmesini içeren, tanımlanabilir dönemleri olan bir süreç” olarak ifade etmektedir (s. 165). Goleman (2014) duyguyu “bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik, biyolojik ve bir dizi hareket eğilimi” şeklinde tanımlamaktadır (s. 373). Duygunun ne olduğunu anlamaya ve açıklamaya çalışan birçok kuram açık ya da örtülü şekilde onun basit bir olgu olmadığını kabul etmektedir. Dolayısıyla bir kişinin deneyimlediği hisleri ortaya koymak duygunun tanımı için yeterli değildir. Benzer şekilde duygu kişinin beyninde, sinir, dolaşım, solunum ve glandüler (birbirleri ile bağlantılı ve birbirlerini bütünleyici çalışan iç salgı bezlerinin oluşturduğu) sistemlerde meydana gelen elektro- fizyolojik ölçümlerle de tam anlamıyla tarif edilemez. Duygusal olarak ortaya çıkan ifade motor davranışlarla da tamamen tanımlanamaz. Duygunun tam bir tanımı, duygunun bilinçli olarak hissedilmesini ve deneyimlenmesini, beyinde ve sinir sisteminde meydana gelen süreçleri ve özellikle yüzde meydana gelen ve gözlem yoluyla anlaşılabilen ifade motiflerini dikkate almalıdır (Izard, 1977, s. 4).

Duygunun ne olduğu ile ilgili tanımlamalar duyguyu açıklamaya çalışan kuramlar çerçevesinde de değerlendirilebilir. Duygu ile ilgili kuramsal yaklaşımlar Darwin’in “İnsan ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi” adlı eserini yayınlamasıyla başlamıştır. Darwin doğal seçilim bağlamında en güçlü olanın yaşamda kalabilmesi ve yaşamını sürdürebilmesi için duyguların da evrimleşmesinin bir zorunluluk olduğunu ve bu durumun dünya üzerindeki tüm kültürlerde ortak olduğunu belirtmektedir. Duygularla ilişkili olarak verilen sinyaller, bu sinyalleri ortaya koyan hayvanların yaşamlarını sürdürmelerinde avantaj sağlamıştır. Bu bağlamda insanların ve hayvanların duyguları vardır ve duyguların varlığı insan yaşamına fayda sağlamaktadır (Barnes, 2014, s. 237-238).

Duyguya yönelik bir başka kuramsal yaklaşım 1800’lü yılların sonlarında geliştirilen James-Lang kuramı olarak bilinmektedir. Bu kuram birbirinden bağımsız iki psikolog tarafından (William James ve Carl Lange) aynı zamanda ortaya atıldığı için bu adla anılmaktadır. James-Lang kuramı duygulara ilişkin olarak geliştirilen ilk psikolojik

kuramdır. Kurama göre belirli fizyolojik örüntüler duygusal hislere yol açmaktadır. Başka bir ifadeyle James-Lange kuramı kişilerin duygusal bir uyarıcıyı deneyimlediğinde, fiziksel olarak uyarıldığını ve bu durumun da bazı duygulara yol açtığını ifade etmektedir. Dolayısıyla herhangi bir uyarıcıya maruz kalan kişinin vücudu belli fiziksel değişimleri tetiklemekte ve ardından kişinin beyni bu değişimleri yorumlayarak elde ettiklerini bir duyguya dönüştürmektedir. Kuramda bu durum ormanda karşılaşılan bir ayı ile örneklendirilmiştir. Bir orman yürüyüşünde ayıyla karşılaşan kişi “kaçtığı için korkmaktadır; korktuğu için kaçmaz”. Günümüzde James-Lange kuramı karmaşık duyguların açıklanmasındaki sınırlılıkları nedeniyle eleştirilmektedir (Barnes, 2014, s. 238; Plotnik, 2009, s. 360).

James-Lange kuramının eleştirisi yeni bir duygu kuramının doğmasına neden olmuştur. Bu bağlamda ortaya çıkan Cannon-Bard kuramı bağırmak ya da ağlamak benzeri fizyolojik tepkilerimizin duygularımızın nedeni değil sonucu olduğunu vurgulamaktadır (Kuşat, 2011, s. 27). Cannon-Bard kuramı, duyguların yaşanması ve dışavurumunun herhangi bir sebep sonuç ilişkisi istemeyen basit bir paralel süreç olduğunu iddia eder (Barnes, 2014, s. 238). Kuramın temeli hipotalamusun işlevleri üzerinedir. Bireyin etrafında gerçekleşen heyecan verici bir durum/olay ya da diğer bir ifadeyle uyarıcı, hipotalamusa bir şekilde etki eder. Bu esnada hipotalamusun iki görevi aynı anda gerçekleştirdiği görülür: fizyolojik değişiklikleri ortaya çıkararak sinir sistemini uyarmak ve beyin kabuğuna sinirsel akımlar göndererek heyecan yaşantılarının farkına varılmasını sağlamak (Cüceloğlu, 2011, s. 267).

Çevremizde meydana gelen olayların ya da durumların değerlendirilmesi ve yorumlanmasının duyguları meydana getirdiğini dolayısıyla duyguların bilişsel olarak değerlendirildiğini öne süren bir duygu kuramından da söz edilebilir. Schachter-Singer kuramı duyguyu, fizyolojik bir tepkinin bilişsel yorumlaması olarak açıklayan iki faktörlü bir mekanizmayı öne sürmektedir. James-Lange kuramı ve Cannon-Bard kuramı fizyolojik temelli olduklarından, duygu, duygulanım ve hislere yönelik çeşitliliği açıklamakta yetersiz kalmışlardır. Schachter-Singer’ın kuramı fiziksel olarak ortaya çıkan heyecana yönelik bir tepki olarak bilişsel etiket algısı üzerine inşa edilmiştir. Kuram bir durum/nesne/olayla ilgili yorum, değerlendirme, düşünce ve hatta hatıranın farklı duygular yaşanmasına yol açabileceği veya buna katkıda bulunabileceğini belirtmektedir. Birçok insan için bu, duygunun en uygun açıklamasıdır. Duygulardan kaynaklanan fizyolojik değişimleri açıklamak için Schachter-Singer kuramı oldukça işlevseldir (Barnes, 2014, s. 240; Plotnik, 2009, s. 360-361).