• Sonuç bulunamadı

Türkiye’nin Yoksullukla Mücadeleye Yaklaşımı

3.3. Türkiye’de Yoksulluk

3.3.2. Türkiye’nin Yoksullukla Mücadeleye Yaklaşımı

Yoksullukla mücadele tartışmaları Türkiye’de iki temel yaklaşım üzerinde odaklanmıştır.92

• Hızlı büyüme yoluyla yoksulların gelirlerini ve yaşam düzeylerini yükseltmeyi ön plâna çıkaran “dolaylı” yaklaşım

• Yoksulların eğitim, barınma, gıda ve sağlık gereksinmelerinin devlet tarafından doğrudan sağlanmasını veya bu amaçlar doğrultusunda yoksulların harcama yapabilmeleri için devletin parasal aktarım yapmasını vurgulayan “dolaysız” yaklaşım.

Çözüm yolu ise temelde büyümede aranmış ve hızlı büyümenin yararlarının toplumun düşük gelirli kesimlerine de ulaşacağı varsayımında bulunulmuştur. Ancak büyümenin getirileri gelir dağılımı/bölüşüm ile ilişkilendirilmemiş, dolayısıyla vergilerin ve kamu harcamalarının çeşitli gelir grupları üzerindeki etkisi, bunların yeniden yapılandırılarak yoksullukla mücadele aracı olarak kullanılması -yeniden dağıtım konusu- üzerinde durulmamıştır.

Devletin yoksulluğu önlemeye yönelik stratejisinin genel itibari ile sorunu yaratan sebepleri bulup yok etmek yerine, kısa dönem için çözüm olabilen fakat ileriki dönemlerde problemin boyutunu daha da büyüterek içinden çıkılması güç hâle getiren uygulamalara gitmek olduğu söylenebilir. Bu nedenle üretimi, istihdamı, geliri arttırmak ve gelirin dengeli dağılmasını sağlamak sureti ile yoksulluğa son vermek gibi doğrudan bir hedef belirlenerek bunun için kararlılık içinde bu hedef doğrultusunda gidilmemiştir. Aynı şekilde sosyal devlet harcamalarının payını arttırarak sosyal maliyetlerin yoksullar üzerindeki yükünü azaltmaya yönelik olan politikaların da başarı elde ettiği söylenemez. Yani yoksulların durumunu değiştirecek doğrudan ve dolaylı uygulamalar yetersiz kalmıştır.

92 Fikret Şenses, “Yoksullukla Mücadele ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu”, ODTÜ

Bunun yerine genelde tercih edilen yol sorunu hafifletmeye çalışmaktır. Zaten Türkiye’nin sosyal politikasının temelinde de (istihdamla bağlantılı sosyal güvenlik önlemlerinin dışında) doğrudan doğruya ‘muhtaçlık’ kategorisini hedef alan sosyal yardım önlemleri yer almaktadır. Bu kapsamda uygulanan önlemler ise 1986 yılında kurulan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu (SYDTF) aracılığıyla yoksul kesimlere sağlanan ayni ve nakdi desteklerle Sağlık Bakanlığı’nın yoksul kesimlerin sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanmalarına yönelik olarak 1992’de başlattığı Yeşil Kart uygulamasından oluşmaktadır.93

Türkiye’de yoksullukla mücadelede etkin ilk kurumsal yapı Turgut Özal liderliğindeki ANAP iktidarı döneminde, 1986 yılında yürürlüğe giren bir yasayla kurulmuştur. Yasanın amacı “Fakruzaruret içinde ve muhtaç durumda bulunan vatandaşlar ile gerektiğinde her ne suretle olursa olsun Türkiye’ye kabul edilmiş veya gelmiş olan kişilere yardım etmek, sosyal adaleti pekiştirici tedbirler alarak gelir dağılımının adilane bir biçimde tevzi edilmesini sağlamak, sosyal yardım ve dayanışmayı teşvik etmektir”94 şeklinde belirlenmiştir. Sallan-Gül’e göre bu yapı aslında, Özal’ın, siyasal iktidarının giderek zayıfladığı dönemde bütçe dışı denetimsiz bir kaynakla ve popülist bir amaçla, fon sistemi çerçevesinde kurduğu bir yapılanmadan başka bir şey değildir. Kurumun gerçek amacı yoksullukla mücadele etmekten çok, Özal’ın yeni liberal piyasa merkezli politikalarına ve popülist kaygılarına kaynak sağlayarak kamuoyunun tepkisine yol açmayacak bir kamu kurumunun varlığını meşru kılma çabası olarak değerlendirilmelidir.

Fon kapsamındaki yardımlar 1987 yılından itibaren Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları(SYDV) aracılığıyla yapılmaktadır. Başkanlıklarını vali ve kaymakamların yaptığı ve Türkiye genelinde sayıları 933’ü bulan vakıflar illerde belediye başkanı, il sağlık müdürü, il Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu müdürü ve müftüden, ilçelerde ise belediye başkanı, ilçe emniyet üst görevlisi, mal müdürü, ilçe milli eğitim müdürü, Sağlık Bakanlığı ilçe üst görevlisi ve müftüden oluşan vakıf mütevelli heyetleri ile çalışmaktadır. Ayrıca, her faaliyet dönemi için il

93 Songül Sallan Gül, “Yoksullukla Mücadelede Fak-Fuk-Fon ve Yeşil Kart Uygulaması”, Görüş, Sayı: 55,

Haziran-Temmuz 2003, s. 58.

ve ilçelerde ‘hayırsever’ vatandaşlar arasından üçer kişi de heyette bulunmaktadır. SYDV’ler, başvurular ve hedef kitleyle ilgili ihtiyaç saptaması konularını muhtarların aracılığı ile yapmaktadır. Vakıfların yardımları gıda, giyim, yakacak, sağlık, para, burs ve proje yardımları gibi yardım türlerini içermektedir.

Fon’un yoksullukla mücadelede izlediği yardım politikalarına bakıldığında, yardımların temel amacının yoksulların temel ihtiyaçlarının giderilmesinde geçici yardımların dağıtılması olarak gerçekleştiği görülmektedir.95 Bu sebeple de yapılan yardımlar -meblağ ne olursa olsun- her ne kadar yoksul aileler bakımından o an için önemli bir işlev görüyor olsa da sürekliliği olamayacağından ve yoksulların durumlarını değiştirip gelecekte daha iyi yaşama koşullarına kavuşmalarını sağlayamayacağı için anlık çözüm olarak kalmaktadır.

2001 yılında yaşanan ekonomik krizle beraber devlet, derinleşen yoksulluğu ve bu yoksulluğun yarattığı tepkiyi hafifletmek için Sosyal Riski Azaltma Projesi (SRAP) adı altında bir proje uygulamaya koymuştur:96 DB tarafından 11 Eylül 2001 tarihinde onaylanarak başlatılan ve SYDTF’nin uygulayıcı kuruluş olduğu proje için, DB’den 5 yıl ödemesiz, 15 yılda ödeme koşuluna bağlı 500 milyon dolar tutarında kredi çekilmiştir. SYDV’ler eliyle yürütülen projede kamunun bu konudaki diğer ayağını da Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu(SHÇEK) oluşturmaktadır.

4 yıl süreli proje, yaşanan krizin yoksul nüfus üzerindeki etkilerini azaltmayı hedefleyen Hızlı Yardım Bölümü ile amacı orta ve uzun vadede sosyal riski azaltma ve önlemeye yönelik programları takviye etmek olan Yatırım Bölümü’nden meydana

gelmektedir. Proje kapsamındaki Şartlı Nakit Transferi yoksulluk nedeniyle

çocuklarını okula gönderemeyen veya okuldan almak zorunda kalan veya okul öncesi çocuklarını düzenli sağlık kontrollerine götüremeyen ailelere ekonomik yönden destek vermek hedefi ile uygulamaya konulmuştur. Oluşturulacak düzenli nakit sosyal yardım sistemi ile en yoksul %6’lık kesime ulaşmayı hedefleyen bu projede ailelerin çocuklarını okula göndermeme veya sağlık kontrollerini yaptırmama durumlarında yardımların kesilmesi yer almaktadır. Böylece, ailelerde

95 Sallan-Gül, a.g.m. s. 118.

96http://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/COUNTRIES/ECAEXT/TURKEYINTURKISHEXTN/0,,

eğitim ve sağlık konuları ile ilgili olumlu bir davranış değişikliğinin gerçekleştirilmesi beklenmekte ve yoksulluğun kuşaklararası aktarılmasının engelleneceği düşünülmektedir.

SRAP’ın diğer ayağını “Türkiye'nin yoksul kesimlerinin gelir elde etme ve istihdam fırsatlarını artırmaya yönelik çabalarının desteklenmesi” hedefi ile uygulamaya konan Yerel Girişimler(YG) bileşeni oluşturmaktadır:97 Gelir getirici mikro ölçekli alt projeler, istihdam eğitimi, sosyal hizmet amaçlı toplum merkezleri ve kamu yararına çalışma programları alt bileşenlerinden meydana gelen YG, sayılan bu mekanizmalar aracılığıyla en yoksul %36’lık kesimin gelir elde etme ve istihdam fırsatlarını arttırmayı hedeflemektedir. Ancak çözüm olarak sunulan projeler, birtakım anlayış ve uygulama yanlışlıklar içermektedir. Örnek olarak amacı “yoksul kadınlar ve işsiz gençlere düzenlenecek kısa süreli kurslarla çeşitli teknik ve sosyal beceriler kazandırılması ve bu kişilerin daha nitelikli iş bulmalarına katkı sağlanması” olan istihdam eğitimi projesi, yoksulların çeşitli nitelikleri kazanmaları durumunda iş bulabilecekleri ve buldukları iş ile yoksulluklarından kurtulacakları varsayımına dayanmaktadır. Bir diğer proje olan kamu yararına çalışma programında “toplumun ortak yararı için uygulanacak çeşitli projelerde ihtiyaç duyulan işgücünün kısa süreli istihdamla karşılanması, yoksul işsizlerin çalıştırılması ve bu kişilerin geçici de olsa para kazanıp aile geçimine katkı sağlaması” amacı güdülmektedir. Oysa burada çözüm olarak önerilen esnek çalışma biçimi esas itibariyle yoksulluğun nedenleri arasında saydığımız değişen istihdam yapısının bir öğesidir.

SRAP, adından da anlaşılacağı üzere, gelir dağılımı adaletsizliğinin oldukça arttığı ve çok daha fazla kişinin yoksulluk sınırının altında kaldığı son dönem Türkiye’sinde yoksulluğun yaratabileceği toplumsal tehlikeleri (yaygın söyleyişle ‘sosyal patlama’) engellenmeyi hedef olarak kendine belirleyen bir projedir. DB merkezli bu yaklaşımda, yoksulluk bir sosyal risk yani tehlike olarak görülüp riskin en çok olduğu hedef kitlelere yönelik sosyal yardım programları uygulanması hedeflenmektedir. Genel ve herkese uygulanabilir sosyal haklardan vazgeçilerek, sadece riskli grupları öne çıkaran yeni liberal anlayışın bir ürünü olan proje, devletin

97http://web.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/COUNTRIES/ECAEXT/TURKEYINTURKISHEXTN/0,,

‘vatandaşının yanında olduğunu’ göstermeyi amaç edinen, kısa süreli rahatlamalar sağlayacak uygulamalardan oluşmaktadır. Projenin uygulayıcısı olan her iki kurumun işleyişi de sürekliliği olmayan yardım biçimleri şeklindedir. Ancak bu yardımlar, yoksulluğu azaltmaktan öte hedef grubu açısından sisteme bağımlılık artırmaktadır; Nitekim başvuru esasına dayalı olan bu hizmetlere başvuru şansı olmayanlar, zaten hizmetten baştan faydalanamamaktadırlar. Bu yönüyle gerek SYDV’larının gerekse SHÇEK’nun, yoksulluğun önlenmesinde işlevlerinin yetersiz düzeyde olduğu açıktır.

AB’ye uyum sürecinde Türkiye 2003 yılında da Sosyal Dışlanmayla

Mücadele Topluluk Eylem Programı’na katılmıştır. Bu sürecin gereği olarak

sosyal dışlanma konusunda mevcut durumu ve stratejileri belirlemek üzere Sosyal

İçerme Belgesi’nin hazırlık çalışmalarına başlanmıştır.

Plan’da gelir dağılımının iyileştirilmesi ve yoksullukla mücadele amacıyla yapılması öngörülenler şunlardır.98

• Yoksulluk ve gelir dağılımındaki dengesizlik, sürdürülebilir büyüme ve istihdam, eğitim, sağlık ve çalışma hayatı politikalarıyla kalıcı bir şekilde azaltılacaktır. Yoksulluk ve sosyal dışlanma riski taşıyan birey ve grupların ekonomik ve sosyal hayatta yer almaları sağlanacak ve yaşam kaliteleri yükseltilecektir.

• Transfer politikaları, gelirin yoksullar lehine yeniden dağıtımının sağlanması yoluyla etkili hale getirilecektir. Bu kapsamda, sosyal güvenlik sisteminin, sosyal risklere karşı toplumun her kesimine güvence sağlayarak gelir dağılımını iyileştirici bir etkiye sahip olması sağlanacaktır.

• Yoksulluğun azaltılmasına yönelik hizmetler, yoksulluk kültürünün oluşmasını önleyici ve yoksul kesimin üretici duruma geçmesini sağlayıcı nitelikte olacaktır.

• Kayıt dışı çalışan yoksulların, sosyal güvenlik kapsamına alınması ve düzgün işlerde çalışması için gerekli tedbirler alınacaktır.

• Yoksul kesimlere yönelik ekonomik faaliyetle r çeşitlendirilecek şekilde gelir getirici projeler desteklenecektir. Özellikle, kırsal kesimde ve azgelişmiş bölgelerde girişimcilik teşvik edilecektir. • Kadınların ekonomik ve sosyal hayata katılımlarını artırmak için bu

kesime yönelik mesleki eğitim imkânları geliştirilerek istihdam edilebilirlikleri artırılacaktır.

• Kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla, bu konudaki toplumsal bilinç artırılacaktır.

• Özellikle kırsal kesimdeki kız çocuklarının, özürlülerin ve düşük gelirli ailelerin çocuklarının eğitim ihtiyaçlarının karşılanması desteklenerek bu kesimlerin eğitime erişimleri kolaylaştırılacaktır. Ayrıca, çocuk işçiliğini önleyecek tedbirler alınacak ve etkili bir şekilde uygulanacaktır.

• Çocuğun bakımı ve yetiştirilmesi için ideal ortam olan aileye yönelik eğitici programlar yaygınlaştırılacaktır.

• Yaşlılara yönelik olarak evde bakım hizmeti desteklenecek, kurumsal bakım konusunda ise huzurevlerinin sayısı ve kalitesi artırılacaktır. • Özürlülerin ekonomik ve sosyal hayata katılımlarının artırılmasına

yönelik, sosyal ve fiziki çevre şartları iyileştirilecek, özel eğitim imkânları ve çalışma ortamının özel olarak düzenlendiği korumalı işyerleri geliştirilecektir.

• Tarımdaki yapısal değişim sonucu kente göç eden vasıfsız ve yoksul insanların işsizlik riskini azaltmak için aktif istihdam politikaları geliştirilecektir.

• Yoksulluk ve sosyal dışlanmanın önlenmesine yönelik politikaların uygulanmasında ve bunlara yönelik eğitim, barınma ve istihdam gibi hizmetlerde, merkezi idare ve mahalli idareler ile sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere tüm kesimlerin koordineli bir şekilde çalışması sağlanacaktır.

Dokuzuncu Kalkınma Planında, “yoksulluk” olgusunun çok boyutlu bir sorun olarak ele alınıp, yoksullukla mücadelede de bu çok boyutlu bakış açısının devamlılığının öngörüldüğü; fakat öncelik olarak ekonomik büyüme ve rekabet gücünün arttırılmasına önem verildiği görülmektedir.

SONUÇ

Gelirin adaletli dağılımı bir ülkenin üretim artışından sonra üzerinde durması gereken en önemli ikinci ekonomik sorunudur. Çünkü devlet kendi varoluş amacıyla birlikte, anayasanın yüklediği görevlere ve uluslararası alanda genel kabul görmüş normlara göre, vatandaşına belirli bir gelir sağlamakla yükümlüdür. Bu görevini yerine getirirken serbest piyasada doğal olarak oluşan, birincil dağılıma müdahale edecektir. Devlet, kendisinin belirlediği kamu politikalarının uygulaması sonucu ikincil dağılımı sağlayarak daha adil bir gelir dağılımına ulaşılmasını hedefleyecektir. Bu amacı gerçekleştirmek için çeşitli kamu politikası araçlarını ekonomik arenada değişik alanlarda uygulayarak fonksiyonel, sektörel, bölgesel ve kişisel dağılımı daha adaletli bir hal alabilecektir.

Ekonomik alanda uygulanacak kamu politikaları çok çeşitli ve bunların uygulanma sürecinde birbirleri ile etkileşimi çok yönlü olmaktadır. Bir alanda meydana getirilen bir iyileştirme, diğer alanlarda hiç istenmeyen sonuçlar doğurabilmektedir. Örneğin dışa açık, ihracata yönelik bir politika izlenildiği büyüme stratejilerinde işçi ücretlerinin maliyetlere yansıyan bir unsur olmasından dolayı düşük tutulması, sadece gelir dağılımında emek aleyhine bir durum olarak kalmayıp. Ücretleri düşük tutulan sabit gelirli kesimin gıda ihtiyaçlarını ucuza temin etmesi için düşük tutulan tarımsal ürün fiyatları, tarım sektörünün aleyhine ve çiftçi kesiminin yoksullaşmasına sebep olarak, tarımsal faaliyetlere yoğunlaşmış bölgelerin gelişimini engeller. Aynı zamanda büyük şehirlere göç olgusu ve bunun oluşturduğu gecekondulaşma, çevre kirliliği gibi olaylar zinciri hep birbirleri ile etkileşim içerisinde bulunmaktadır. Bu örnek bize uygulanacak kamu politikalarının etkilerinin çok boyutlu olduğunu ve böylesine önemli bir konuda politika oluşturulurken çok hassas olunup, ince hesaplamalar yapılarak uygulamaya geçilmesi gerektiğini göstermektedir.

Ülkemiz ekonomi tarihini 1980 yılı dönüm noktası olmak üzere iki ana devreye ayıracak olursak, 24 Ocak Kararları’nı dönüm noktası olarak kabul edebiliriz. İthal ikameci büyüme stratejisinin takip edildiği önceki dönemlerde, kendi kendine yeten bir ülke olmaya yönelik çalışan Türkiye, gelişen ve değişen dünya

ekonomisine ayak uydurma ve ekonominin gelişim aşamalarından bir sonraki aşama olan ihracata yönelik büyüme stratejisine 1980 öncesi dönemde %100’lere varan enflasyon, kıtlık ve ödeme darboğazına girilmesi ile zorunlu olarak geçmiştir. Bu dönemler itibariyle, fonksiyonel gelir dağılımı, emek aleyhine, sektörel gelir dağılımı, tarım aleyhine ve bölgesel gelir dağılımı da, geri kalmış bölgeler aleyhine (daha çok Güney Doğu Anadolu Bölgesi) bir seyir izlemiştir.

Bir toplumda ki gelir dağılımı eşitsizliğinin giderilmesi farklı katmanlardaki sosyal sınıflar arasındaki hayat standardı, refah, ekonomik güç ve siyasi etki bakımından seviye farkını azaltarak gruplar arasındaki sosyal barışı daha kolay sağlayabilecektir.

Marjinal fayda yaklaşımına göre, yoksul kişilerin gelirlerinde meydana gelecek artışlar, üst basamaklarda gelir elde eden kesimlerin gelirlerinde meydana gelecek ilave bir artıştan daha fazla faydaya yol açacaktır. Bu açıdan gelirin yüksek gelirli sosyal sınıflardan, düşük gelirli sınıflar lehine yeniden dağılımının sağlanması ile gelir dağılımında daha fazla adalet sağlanarak toplumsal refah ve sosyal barışta bu durumdan olumlu olarak etkilenecektir. Ayrıca gelir dağılımında adaletin sağlanması, toplumda fırsat eşitliği sağlar ve isteyen herkese daha yüksek gelir elde etme, daha iyi hayat standartlarında yaşama olanağı sunar.

Gelir dağılımında adaletli paylaşım, ekonomik istikrar açısından olumlu etkileri de beraberinde getirir. Gelir dağılımında adalet olması durumunda, alt gelir gruplarının gelirlerinde meydana gelecek artışlar, bu gelir gruplarının gideremediği ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik efektif talebi yükseltecektir. Gelirin fonksiyonlarından birisi olan harcamalar, efektif talep düzeyinin artmasından dolayı, artarak ekonominin genel ölçeğini yükseltecek ve böylece ekonomik dalgalanmaların olumsuz etkilerini bertaraf edebilecek bir seviyede olabilecektir.

Yoksulluk ise, Türkiye’de de hemen hemen her dönem var olan bir problem olmasına rağmen 1980’lerle birlikte gündeme gelen yapısal uyum politikaları neticesinde bugün için farklı boyutlara ulaşmış ve derinleşmiştir. Özellikle Şubat 2001 krizi ile daha görünür bir hâl alan yoksulluk, önceki dönemlerden farklı bir

biçimde hem geleneksel orta sınıfları da kapsamakta, hem de geniş kitleleri kronik işsizlik ve yoksullukla karşı karşıya bırakmaktadır.

Ekonomik gelişme ve modernleşme süreci içinde küçük köylülerin korunmuş olmasından dolayı önemli bir istihdam güvencesi oluşturan tarım sektörünün kötüye gidişinin başlamasıyla sanayide post-fordist uygulamaların gündeme gelişinin ve sanayileşme sorunlarıyla sanayi sonrası topluma geçiş sorunlarının eşanlı olarak ortaya çıktığı Türkiye’de, yoksulluğun çok ağır yaşanması normal olarak karşılanmalıdır. Diğer taraftan, küreselleşme süreci içinde kentlerin eski yapısı da, yoksulların mekânda tutunmalarını zorlaştıracak şekilde değişmiş ve bu, kent yoksulluğunun eskisinden farklı bir biçimde oluşmasına sebep olmuştur. Örneğin, Güneydoğu’da yaşanan olaylardan dolayı zorunlu göç etmekte kalan kişiler, eski göçmenler gibi geniş ailenin fertlerinden veya hemşerilerden oluşan dayanışma ağlarının sağladığı iş bulma ve gecekondu edinme olanaklarına sahip olmadan şehre gelip yeni bir göçmen kitlesinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Eski usul patronaj ilişkileri içinde KİT’lerde istihdam sağlama ya da gecekondu edindirme politikaları veya artık yerini giderek çekirdek aileye bırakmakta olan geniş aile dayanışması, yeni yoksulluk sorunuyla baş edebilecek kadar güçlü ve sağlam değildir.

Zamanla artan yoksulluk, hem basın hem de devlet tarafından özellikle Şubat 2001 krizi sonrası dikkate değer bulunmuş, alt-gelir grubundakiler aleyhine daha da bozulan gelir dağılımı dengesinin Arjantin örneğinde olduğu gibi halk hareketlerine yol açma ihtimalleri sıklıkla tartışılma değer görülmüştür. Devletin bu yöndeki yaklaşımı çeşitli sosyal yardım programları ile yoksulluğu hafifletmek yönünde oluşmuştur. Yoksul ailelere ödenecek cüzi miktarlardaki yardımların onların yaşamında reel bir ilerleme sağlayacağı iddia edilmekte, yoksulluğun yoksulların kişisel yetersizliklerinden kaynaklandığı savunularak mikro-kredi ve meslek edindirme çalışmaları çözüm olarak ortaya atılmaktadır. Ancak, belirlenen dar çerçeve içinde hareket alanı bulabilen bu girişimlerin, yoksulluğun azaltılması konusunda köklü ve kalıcı sonuçlar veremeyeceği de aşikârdır. Yapılması gereken, bölüşüm sorunundan meydana gelen gelir dağılımı eşitsizliğinin farkına vararak yoksulluğun ekonomik, toplumsal ve siyasal meselelerle ilgili bir sorun olarak kabul edip ve bu sorunu uzun vadede çözebilmek için uygun politikalar ve yaklaşımlar

oluşturmak olmalıdır. Sanayileşmenin yollarını açan, güvenceli ve yaşanabilir bir gelir sunan istihdam biçimlerine dayanan, geniş halk kitlelerinin eğitim ve sağlık hizmetlerinden eşit şekilde yararlanmalarını sağlayacak, bir bakış açısından yaklaşılmalı ve bu amaçlar doğrultusunda icraatlara geçilmelidir. Bununda en etkili yollarından biride gelir dağılımı eşitsizliğini azaltarak her kesime adil bir gelir sağlanmasıdır. Bu bakış açısı, küreselleşme sürecinde genel kabul gören politikalara ve yaklaşımlara yani başta yoksulluk olmak üzere onun hızlandırdığı olumsuz eğilimleri veri alan ve çeşitli biçimlerde kişilere sosyal yardım aktarma amacıyla sınırlı kalan sosyal politika yaklaşımıyla zıt bir yaklaşımdır. Fakat yoksullukla mücadele konusunun geçici yardımlar gibi kolay çözümlere izin vermeyen karmaşık ve güç bir konu olduğu ve çözümünün de onu yaratan sebeplere müdahale ile mümkün olabileceği düşünülecek olursa yerinde bir yaklaşım olarak kabul edilebilir.

KAYNAKLAR

A. Meral Uzun, “Yoksulluk Olgusu ve Dünya Bankası”, C.Ü. İktisadi ve

İdari Bilimler Dergisi, Sayı: 2, 2003

A.Emre Bilgili, Yoksulluk Algısı, İfadelendirilme Tarzı ve Tutumlar, Deniz Feneri Derneği, İstanbul 2003

A.H. Köse, Erinç Yeldan, Fikret Şenses, İktisat Üzerine Yazılar II Küresel

Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, İstanbul 2004

Ahmet İnsel, “İki Yoksulluk Tanımı Ve Bir Öneri”, Toplum ve Bilim, Sayı: 89, 2002

Alev Özkazanç, “Refah Devletinden Yeni Sağa”, Mürekkep Dergisi, Sayı: 7, Ankara 1997

Ali Seyyar, Sosyal Siyaset Terimleri, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.,