• Sonuç bulunamadı

3.1. Türkiye Ekonomisinde Gelişmeler

3.1.1 Türkiye’de 1980 Öncesi

1923 yılında kişi basında milli gelirin 45 dolar olduğu, sermaye birikiminin yok denecek kadar az olduğu Cumhuriyetimizin ilk yılları olan 1923 ve 1929 arasını ele alırsak bu dönemin en önemli özelliğinin devlet eliyle fert zengin etme politikasıyla özel sermaye birikimine devletin katkısının öne çıkması seklinde belirtebiliriz.

Devlet eliyle özel sermaye birikimini hızlandırmanın başlıca araçları, çeşitli alanlarda üretim, ithalat ve isletme ile ilgili çok sayıda tekel ve imtiyazları yerli- yabancı sermayeye devreden düzenlemeler ile sanayi için önemli özendirme ve destekleme olanakları geliştiren Teşviki Sanayi Kanunu idi. Atatürk’ün de özellikle üzerinde durduğu bu kanunla sanayileşme alanında Türkiye Cumhuriyeti istenilen düzeyde gelişme gösterememiştir. Fakat sermaye birikimi yönünden bir oluşum

sağlanabilmiştir.66

1929–1932 yılları arasında takip edilen Özel Sektöre Dayalı İthal ikameci Dönem’de, ödemeler dengesinde yaşanan bunalım ve 1929 yılında tüm dünyayı etkileyen büyük buhrandan sonra, izlenen liberal dış ticaret politikası yerine korumacı politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Bu dönem yatırım yapan sanayiciler için bir fırsatlar dönemi olmuştur. Yatırım yapan sanayici, Teşvik-i Sanayi Kanunu sayesinde gümrüksüz girdi ithali olanağından yararlanabiliyor, düşük fiyata tarım mallarını sağlanıyor, düşük isçi ücretleri ile mal üretip, yüksek gümrüklerle dış rekabetten korunan pazarda yine teşvik politikalarının sağladığı olanaklarla mal satabiliyordu. Sermayedarlar bu olanakları çok iyi kullanmışlar ve bu dönemde (1930–1932 yılları arası ) önemli büyüme hızları meydana getirmişlerdir. Devletçi- İthal İkametçi Dönem olarak adlandıracağımız 1932–1939 yılları arasında devlet işletmelerinin öncülüğünde yeni bir sanayileşme hareketine başlanılmıştır. Bu dönemde dış ticarette koruma önlemleri artırılarak, korumanın sağladığı himaye rantının daha çok devlete kalacağı düzenlemeler oluşturulmuştur. Bu toplanacak rantlarla devlet sanayileşmenin gereksinmelerini karşılayacak, ayrıca küçük çiftçi, esnaf ve sanatkârın büyük tüccar ve tefeciler tarafından istismar edilmelerini önlemeye çalışacaktır. Nitekim bu dönemde ilk defa Beş Yıllık Sanayileşme Planı yapılarak, ithal ikameci stratejisinin öncülüğünü yapacak olan sanayileşme sektörünün, devlet tarafından yatırım programları oluşturulmuştur. 1945 sonrası ithal ikameci dönem ise, yıllardan beri izlenen devlet eliyle ve desteğiyle özel sermaye birikimini hızlandırma politikasının gözle görülür bir şekilde sonuçlarının elde edildiği yıllardır. Türkiye’nin merkezi program ve denetimlerle geliştirdiği ve uluslar arası yeni is bölümü uyarınca yoğunlukla tüketim malları üreten sanayilerin kurulduğu bir dönem olmuştur.67

Türkiye 1960’lı yıllarda planlı kalkınma sürecine girmiştir. Bu dönem içerisinde ekonomi politikaları belirlenen amaçlara göre beş yıllık periyotlarla planlanmıştır. Planlı kalkınma döneminin en belirgin özelliği ithal ikameci

66 Mustafa SÖNMEZ, İste Eseriniz, 100 Göstergede Kurulustan Çöküse Türkiye Ekonomisi, iletisim

Yayınları, İstanbul, 2003, s.117-130

sanayileşme politikalarının uygulandığı bir dönem oluşudur. Türkiye ekonomisi için o dönemde başka bir çıkış yolu da yoktu. Menderes hükümetinin uygulamaya çalıştığı liberal ekonomi politikaları, ülkenin yurt dışındaki pazarların rekabetine açık bir ekonomi alt yapısının olmamasından kaynaklanan problemler yüzünden ve ortaya çıkan döviz darboğazı sebebiyle terk edilmiş tekrar içe dönük bir politika izlenmiştir.

Önemle üzerlerinde durularak hazırlanan beş yıllık kalkınma planları, uygulandıkları dönemin konjonktürüde dikkate alınarak incelendiğinde pek başarılı olamadıkları, bu yüzden de 1980 yılından sonra izlenecek ekonomi politikalarında köklü değişiklikler yapıldığı görülmektedir.

Kalkınma planlarını 1963 -1980 dönemi ve 1985’den günümüze olan dönem olarak ikiye ayırmak Türkiye’nin de ekonomik felsefe ve strateji değişikliği açısından daha bir anlamlıdır. 1963 -1980 döneminde dört adet kalkınma planı hazırlanmıştır. Bu planlardan dördüncü dışındaki diğerlerinin uygulanma imkânı olmuştur denilebilir. Kalkınma planlarını ayrı olarak incelemeden önce bunların en önemli ortak özelliğinin ekonominin her yıl belli bir hızla büyümesini amaçladıkları söyleyebiliriz. Hazırlanan planların asıl hedefi planlanan büyüme hedeflerine ulaşmak olmuştur. Büyüme ile tüm sorunların halledilebileceği zannedilmiştir.

İlk dört planda dönemin ekonomik ve siyasal felsefesine de uygun olarak sanayileşmek birinci derecede öncelikli amaç olmuştur. Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Plan’ında dış dengesizlikleri azaltmak, Altıncı ve Sekizinci Beş Yıllık kalkınma Plan’ların da enflasyonla mücadele ve Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Plan’ında gelir dağılımını iyileştirmek birinci derecede önemli amaç olarak belirtilmiştir. Kalkınma Planlarına kısa bir göz atacak olursak:

1.Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi olan 1963–1967 dönemimde gelir dağılımının adaletli bir seviyeye ulaşması ve vergiler vasıtasıyla kalkınmanın getireceği yükün daha eşit dağıtılması amaçlanmıştır. Sosyal adalet ilkelerine vurgulama yapan planında gelir dağılımı ile ilgili olarak hedefin; Bölgesel dengesizliği gidermek, gelir dağılımındaki adaletsizliği gidermek, sosyal güvenliğin

ve fırsat eşitliğini sağlamak olduğundan bahsedilmiştir.68

2.Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi olan 1968–1972 döneminde, sanayileşmenin lokomotif sektör olması ve kentleşmenin desteklenmesi konuları öncelikli yapılacaklar arasındadır. Kentleşmeden ekonomiye katkı sağlanması ve sanayi sektörünün bu kentleşmeden faydalanarak gelişimini hızlandırması hedeflenmiştir. Köyden kente hızlı göç ve bunun sonucunda ucuz işgücü ve tüketici talep gruplarının oluşması hedeflenmektedir. İthal ikameci politikalar için iç talebin oluşturulması önemli olmaktadır. Planda gelir dağılımına etkileri açısından ayrıca, sosyal güvenlik, aile planlaması, sosyal hizmetler gibi alanlara da değinilmiştir.69

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında uzun dönemli gelişme stratejisinde sorunun çözümü belirli amaçlara “belli sürelerde” ulaşılmasına bağlanmıştır. Buradaki amaç AET (bugünkü AB) ile 1970 yılında imzalanan katma protokoldür. Protokol Türkiye’nin 1995’e kadar AB ile gümrük birliğinin gerçekleşmesini öngörüsündeydi. Bu plan döneminde, hedeflenen gelir düzeyine ve ekonomik yapıya 22 yılda erişmek için ekonominin tümünün ve ana sektörlerinin hangi hızlarla büyüyebileceği değil, ne hızla büyümesi gerektiği üzerine durulmuştur.70

Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Dönemi olan 1979–1983 döneminin gelir dağılımı açısından en önemli özelliği gelir dağılımı ile ilgili düzenleyici amaçlar içermesidir. Ekonomik büyümenin eşitlikçi bir gelir dağılımı ile birlikte sağlanması amaçlanmaktadır. Bu amaçla köye ve köylüye yönelik politikalar ön planda yer almakta, tarımsal kredi kooperatifleri gibi kooperatifçilik ve halk girişimciliği desteklenmektedir. Bu politikalarla bir taraftan kırsal kesimin ekonomik etkinliğe kavuşarak pazara açılmasının sağlanması, diğer taraftan da sanayi mülkiyetinin yaygınlaştırılmasının, uzun dönemde gelir dağılımındaki adaletsizliği azaltmaya yönelik önlemlerle giderilmeye çalışılması hedeflenmiştir.71

68 Mustafa SÖNMEZ, a.g.e. s.153

69 DPT, İkinci Bes Yıllık Kalkınma Planı, Ankara, 1973

70 Yakup KEPENEK, Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitabevi, 9.Basım, İstanbul, 1997, s.138 71 Yakup KEPENEK, a.g.e. s.141

1980 yılı öncesi kalkınma planlarındaki gelişmelerin gelir dağılımında yarattığı değişiklikler, özelliklede çalışanlar açısından önemlidir. 1960’larda hızlı büyümenin yanında fiyatlarda da istikrarlı bir gelişim söz konusu olmuştur. Fakat 1970’li yıllarda fiyat artışları ivme kazanmış, geliri enflasyonun altında kalan ücretlilerden, geliri enflasyondan hızlı artanlara kaynak transferi sonucunda, gelir dağılımındaki adaletsizlik daha da artmıştır.72

Planlı ekonominin ülkemiz açısından büyük bir etkisinin olmadığı yapılan uygulamalarda anlaşılabilmektedir. Bununla beraber yine de ekonominin planlanması belirsizliği ve düzensizliği ortadan kaldırması ve istikrar açısından da, geleceğe dönük yapılan yatırımlara yol göstermesi açısında da önem taşımaktadır. Bundan dolayı ülkemizde planlı ekonomiye devam edilmiştir. Buna göre V.Beş Yıllık Kalkınma Planı 1985–1989 yılları arasında, VI. Beş Yıllık Kalkınma Planı 1990–1994 yılları arasında, VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı 1996–2000 yılları arasında, VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı 2001–2005 yılları arasında uygulanmıştır. Son olarak ta, IX. Beş Yıllık Kalkınma Planı 2007–2013 yılları arasında uygulanmaya çalışılması söz konusudur.

3.1.1. 1980–1989 Arası Dönem

Türkiye’de Ekonomik Bunalımın yoğunlaşması sonucu 24 Ocak 1980’den başlayarak yeni ekonomi politikaları uygulamaya konuldu. 24 Ocak 1980 kararlarıyla açıklanan istikrar paketi serbestleşme odaklıdır. Önceleri geçici bir kararlılık önlemleri dizisi olan bu tedbirler giderek kalıcı bir niteliğe bürünmüştür. Yeni modelin asıl amacı Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisine uyarlanması ve eklemlenmesi ve dışa açılması olacaktır. Bu amaca ulaşmak için ise; dış ticaretin serbestleştirilmesi, dış açığın kabul edilebilir bir düzeye düşürülmesi, ülkenin kredi değerliliğinin sağlanması, piyasa mekanizmalarının çalıştırılıp, devletin ekonomideki ağırlılığının azaltılması hedeflenmiştir.73

7272 Mustafa SÖNMEZ, a.g.e. s.160

73 A.H. Köse, Erinç Yeldan, Fikret Şenses, İktisat Üzerine Yazılar II Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve

Kararlılık politikasının temel amaçlarından biri, dış ticaret açığını düşük seviyelere çekmektir. Bunu gerçekleştirmek için dışsatımının artırılmasına önem verilmesi gerekir. Türkiye’de 1980 sonrası ithal ikameci politikalar terk edilerek ihracata yönelik büyüme modeli uygulamaya konmuştur. Bu modelde amaç para ve maliye politikaları yoluyla iç talebi kısmak ve dış satımı artırarak dış ticaret açığını düşürmektedir.

1980 sonrasında ihracatı özendirme önlemleri geliştirilmiştir. İhracat için üretimde kullanılacak girdiler, ihracat vergisinden muaf tutulması, ihracatçılara kredi sübvansiyonlarının sağlanması ve ihracatı arttırmak üzere vergi iadesi adı altında parasal destekler sağlanması gibi yöntemler geliştirilmiştir. Tabi ki programda serbest piyasa koşullarının egemen kılınması anlayışı, zorunlu olarak ithalatı da serbest bırakması yönündedir. Fakat ihracatın serbest bırakılması sonucunda yerli üretim olanakları azalabilir ve buna bağlı olarak işsizliğin artması riski olacaktır.

Bütün bu Planlı Dönemin Başrol oyuncularından biri olan Devlet Planlama Teşkilatı’na değinecek olursak:1980’lerin başında uluslar arası finans kuruluşlarının ekonomi yönetiminde daha etkili bir noktaya gelmesiyle DPT’nin görevleri de sorgulanmaya başlanmıştır. IMF ve Dünya Bankası politikaları Türkiye’nin ekonomi politikalarında etken bir rol oynar hale gelmiştir.

1980’lerden 2000’li yıllara doğru iktisat politikaları ulusal tercihleri yansıtmaktan uzaklaşırken, ekonominin yönetim merkezleri de büyük ölçüde küreselleşmiş, Türkiye’yi özellikle gümrük duvarlarının ve korumacılığın azaltılmasında liberalleşme eğilimleride destekleyen bir unsur olarak Avrupa Birliği (AB) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi oluşumlarla yapılan anlaşmaların cesaretlendirici yönü de olmuştur.74

1982 Anayasası ile kalkınma planlamasının devletin temel görevlerinden çıkarılarak ekonomik hükümler bölümünde düzenlenmiş olması DPT’yi anayasal bir kurum olma statüsünden çıkarmıştır. 1980 sonrasında DPT ile ilgili olarak çıkarılan

74 Alkan Soyak,Ulusaldan Uluslarüstüne İktisadi Plan ve Türkiye Deneyimi,İstanbul: Der Yayınları,2004,

kanun ve kanun hükmünde kararnameler ile yeni düzenlemelere gidilmiştir. Günümüzde DPT müsteşarı dışında tümüyle siyasilerden oluşan uzman kuruluşu olmaktan çıkmış bir haldedir.

Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1985 – 1989 sektörel planlama anlayışıyla hazırlanan plan olmakla birlikte, IMF ve Dünya Bankasının dayattığı iktisat politikalarının bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu planda özelleştirme, devletin sanayiden elini çekmesi ve alt yapı yatırımlarına yönelmesi olarak bir süreç öngörülmüştür. Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı sanayileşmeyi son hedef olarak belirleyip ihracatı artırmayı birinci hedef olarak belirlemiştir. Bu planda önceki döneme yönelik değerlendirme usulü terk edilmiş, planlar arasında bağlantı kurma, uyum sağlama, devamlılığın sağlanması ve plan hedeflerine ulaşma önemini yitirmiştir.

1980’li yıllara kadar GSYH içinde ücretlilerin payı %27ila 29 arasında seyretmiştir. 1980 – 88 döneminde toplu sözleşme ve grev kanunlarının değişmesiyle ücretlilerin GSYH içindeki payı hızla gerileyerek, 1980 yılında %24,8 olan pay 1988 tarihinde %18,8’e düşmüştür. Fakat bu tarihten itibaren hızla yükselerek 1989’da %28,6’ya, 1990’da %32,4 olarak gerçekleşmiştir. Aynı dönemde kar, faiz ve rantın payı yükselmiştir. Sonuç olarak ülkede kısa bir dönemde ekonomide özel sektörün payı hızla yükseltilmiştir.

Ülkemizde kar, faiz ve rant payının kısa bir zaman diliminde iki misline yakın bir gelir transferi elde etmesinde enflasyonun rolünün yanında vergide istenilen reformun yapılmaması ve halktaki iktisadi düşünce değişikliğinin önemi büyük yer kaplamaktadır. Türkiye’de gelir dağılımı girişimcilerin lehine bozulmuştur. Türkiye’de gelir dağılımının bozulması da, sosyo-ekonomik sorunları ve enflasyonu, enflasyonda dış ve iç borçları yükselterek ekonomiyi kısır bir döngü içerisine sokmuştur.