• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.5.2. Türkiye’de Müzecilik

Müzeler kültürlerin yaygın ve aynı anda çok insana kitlesel olarak ulaşan bir dışavurum aracı olarak değerlendirildiğinde, ulusların uluslar arası platformlara taşınmasının etkin yöntemlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Osmanlı Devletinin son dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde bu bilinçle müzeler oluşturmak hedeflenmiştir (Madran ve Önal,2000:174).

Türklerde müze kavramının temeli olan koruma ve sergileme düşüncesi 13. yüzyılda Anadolu Selçukluları ile başlamaktadır. Selçuklu saraylarında armağanların saklandığı ve bunlar için özel odalar tahsis edildiği bilinmektedir (Südor,2007:27).

Osmanlı Devletinde ise kurumsallaşmış müzecilik yolundaki ilk çalışmalar 1845 yılından itibaren Harbiye Nazırı Fethi Ahmet Paşa’nın girişimleri ile başlamıştır. 16. yüzyıldan sonra silah deposu olarak kullanılan Topkapı Sarayı’nın 1. avlusunda yer alan Aya İrini Kilisesinin (St. Irene) 1846 yılında (Abdülmecit Dönemi) düzenlenmesi ve Topkapı Sarayında birikmiş çeşitli hediye, ganimet ve silahların buraya taşınmasıyla

Mecmua-i Esliha-i Atika ve Mecmâ-i Asar-i Atika adlı askeri malzeme ağırlıklı bir müze kurulmuştur (Madran ve Önal; 2000:175). Böylece ilk Türk müzesinin bir askeri müze olduğundan söz edilebilir (Madran,1999:12).

Aya İrinideki eski eser koleksiyonlarının gelişmesi sonucu mekan ihtiyacından kaynaklanan ilk müze binası Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adı ile (Madran, 1999:12) Temmuz 1869 tarihinde yapılmıştır (Buyurgan ve Mercin,2005:69). Tanzimat Dönemi Maarif Nazırlarından Saffet Paşanın girişimleri ile kurulan Müze-i Hümayun’un ilk müdürü Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden İngiliz Goold’dur. Sonra Terenzio ve daha sonra ise Anton Dethier müzenin müdürlüğünü üstlenmişlerdir (Madran ve Önal,2000:176).

1872 yılında Müze-i Hümayun müdürü olan Dethier tarafından 1874 yılında 36 maddelik ilk Asar-ı Atika Nizamnamesi (Eski Eserler Tüzüğü) yayınlanmıştır (Sezgin ve Karaman,2009:9). Nizamname ile arkeolojik çalışmalar belli bir düzene girmiş ve eser kaçakçılığı yapanlara belli cezalar getirilirken, müzeye eser getirenler ödüllendirilmiştir (Buyurgan ve Mercin,2005:71).

Alman Dethier’in 1881 yılındaki ölümü üzerine eski eserlere dair bilgisi ve ilgisi olan bir kişi aranmaya başlanmıştır (Yücel,1999:48). Bunun üzerine 11 Eylül 1881 yılında Osman Hamdi Bey müze müdürü olarak atanmıştır. Bu olay Türk müzecilik tarihinde başlı başına bir olay olur ve seneler süren yabancı müze yöneticilerinin dönemi kapanarak artık hiç değişmemek üzere Türk müzecilerinin dönemi başlar (Buyurgan ve Buyurgan,2007:84).

Osman Hamdi Bey Asar-ı Atika Nizamnamesini (Eski Eserler Tüzüğü) 1889 yılında yeniden düzenleyerek eski eserlerin yurtdışına çıkarılmasını engellemiştir. Arkeolojik kazılarda elde edilen eserlerin Çinili Köşk karşısına yaptırdığı Arkeoloji Müzesine getirilmesiyle de müzenin zenginleştirilmesini ve bir imparatorluk müzesine dönüşmesini sağlamış ayrıca müzelerde sistematik yayın yapılmaya başlamasının ilk adımlarını atmıştır (Madran ve Önal,2000:176). Türkiye’de ilk güzel sanatlar okulu olan Sanayi-i Nefise Mektebi de onun girişimleri ile açılmıştır.

1892 yılında Osman Hamdi Bey, erkek kardeşi Hâlil Ethem Bey’i müdür yardımcısı olarak atar. Yirmi yıl birlikte çalışırlar, bu dönem Türk müzeciliğinde altın çağ olarak bilinmektedir. 1910 yılında Osman Hamdi Beyin ölümü üzerine kardeşi Halil Ethem Eldem müze müdürlüğüne getirilir (Sezgin ve Karaman,2009:10). Bu dönemde eserler sistemli bir şekilde sergilenir, depolanır ve bilimsel kaidelere uyulur (Südor, 2006:28). Ayrıca Halil Ethem Bey Osmanlı’nın kültür kurumlarının Türkiye Cumhuriyeti’ne aktarılmasında etkin rol almış ve çok önemli katkıları olmuştur (Buyurgan ve Mercin,2005:73).

1920’li yılların başında başlayan kültür ilişkili çalışmaların odak noktası müzeler olmuştur (Madran ve Önal,2000:178). Ankara’da ilk Büyük Millet Meclisinin açılışından hemen sonra kurulan Milli Hükümet 9 Mayıs 1920 günü meclis toplantısında okuduğu programda; ‘‘ Milli eski eserlerimizi bir an önce derleyerek korumayı ….’’ amaçları arasında saymış, ertesi gün işe başlayan yeni hükümette Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Türk Asar-ı Atikası Müdürlüğünü kurmuştur (Önder, 1989:1837).

O güne kadar illerde açılmış olan müzelerin geliştirilmesi, müzelik değerdeki her tür maddi kültür eserlerinin derlenmesi, korunması ve sergilenmesi işlerini yürütecek olan müdürlük kısa bir süre sonra Hars Müdürlüğü adını almıştır (Önder,1989:1837).

1920’li yıllarda Büyük Millet Meclisi İcra Vekilleri Reisi olarak Fethi Okyar’ın okuduğu ve meclisin onayladığı bir beyannamenin ”Maarif” ile ilgili kısmında da okul müzeleri kurulması ile ilgili bir karar yer almıştır (Ata,2002:58).

‘‘Okul Müzesi’’ kavramının pedagojik bir anlayışla eğitim sürecine katılmasında önemli rolü olan Satı Bey’dir. Satı Bey ülkede var olan müzelerin genel müzeler olarak sınırlı kaldığını buna ek olarak bir de ‘‘ Talim Terbiye Müzesi’’ veya ‘‘Maarif Müzesi’’nin de kurulmasını önerir. Satı Bey’in önerilerinin aynen benimsenmesiyle ilk okul müzesi 1 Mart 1926 yılında açılmıştır ( F. Öztürk, 2000:190-193).

5 Kasım 1922 tarihinde Atatürk’ün emriyle Müzeler ve Asar-ı Atika Hakkında Talimat adlı bir genelge yayınlanmış ve valiliklere gönderilmiştir. Önder’in (1989:

1837) ifade ettiğine göre bu genelge de müze müdürlerinin ve memurlarının görev ve sorumlulukları açıklanmış, arkeoloji ve etnoloji bilim dalları ile ilgili maddi kültür eserlerinin derlenmesi, korunması ve yeni müzeler kurulması gerekliliği bildirilmiştir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise müzecilik çalışmaları Cumhuriyet’in aydınlanmasının bir parçası olarak devam etti (Alp,2008:2). Cumhuriyet’in ilanının ardından 3 Nisan 1924 tarihinde Topkapı Sarayı’nın onarılarak mevcut eşyası ile birlikte milli bir müze olarak ziyarete açılması kararlaştırıldı (Sezgin ve Karaman, 2009:10). 1925 yılında çıkarılan bir kanunla tekke, türbe ve zaviyeler kapatıldı. Buralarda bulunan tarih, sanat tarihi ve etnografya ile ilgili müzelik değerdeki eski eserlerin toplanması kararlaştırıldı ve eşyaları bölgelerinde ki müzelere kaldırıldı (Önder,1989:1839).

Gerçek’in (1999:393) belirttiğine göre Atatürk; Konya da bulunan Mevlana Türbesi ve Dergâhı’nın kapatılmayarak mevcut eşyası ile birlikte korunmasını ve müze olarak açılmasını istemiştir. 2 Mart 1927 tarihinde de Konya Müzesi olarak açılmıştır (Önder,1989:1839).

15 Nisan 1928 günü Cumhuriyet döneminin ilk müze binası olan Ankara Etnografya Müzesi Atatürk’ün direktifleri neticesinde açılır. 24 Nisan 1934 tarihinde Ayasofya ve 20 Eylül 1937 yılında da Dolmabahçe’de Veliaht Dairesi Resim ve Heykel Müzesi olarak açılmıştır (Önder,1989:1840-1841).

1947 yılında UNESCO’nun yardım ve teşvikiyle kurulan Uluslararası Müzeler Konseyi’ne Türkiye’de aynı yıl katılır (Gerçek,1999:182). 1960’lı yıllarda müze binalarının yapımı yeniden hız kazanır. 1970’li yıllarda da 1960’lı yıllarda görülen ‘Tek tip projeli’ müze bina inşaları devam eder. 1980’li yıllarda yerel kültüre verilen önem artar. Müzelerin çoğunluğu Kültür Bakanlığına bağlıdır. Teknolojik değişimle birlikte müzelerde; cesur, atak ve aşırı yenilikçi bir hareketlenme başlamıştır (F.Erbay, 1997:72). 1990’lı seneler de vakıf ve özel müzelerin sayısında artış gözlenir (Karabıyık, 2007:20-22). Ülkemizde ilk sanal müze çabaları da 1990 yılında Topkapı Sarayındaki bazı koleksiyonların sanal ortama taşınma teşebbüsleri ile başlar (Atagök ve Özcan, 2001:42)

2000’li yıllarda Osman Hamdi ve Hamit Zübeyir Koşay gibi kimselerin izinden giden, gayretli arkeolog-müzeci, sanat tarihçi müzecilerin çabalarıyla çağdaş müzeciliğe erişme yolunda bir hayli yol kat edilmiştir (Ata,2002:65). Hem bağlı olduğu kurumlara göre hem de koleksiyonlarına göre son yıllarda farklı müze türlerinin niteliği bakımından gelişmeler önemlidir (Buyurgan ve Mercin,2005:83).

2.6. Sanal Müzeler

William Paisley 1968’de bilgisayarın müzelerdeki kullanımını ve sağlayacağı yeni olanakları şu şekilde işaret ediyordu:

“1980’lerde bir gün, bir araştırmacı büyük bir müzeye girecek, araştırma salonunda bir bilgisayar terminalinin karşısına oturacak ve örneğin; teknelerin betimlendiği bütün yapıtları görmek isteyecek. Dünyadaki bütün önemli koleksiyonlardaki, müze depolarında ve gezici sergilerde olanlar da dâhil, yapıtları görmeyi bekleyecek ” (Paisley,1968; akt. Özer,2007:20).

Bir zamanlar sadece hayal olan bir takım fikirler teknolojik gelişmelerin neticesinde hayat bulmaya başladı. Tek bir mekânda bir toplumun geçmiş, bugün ve geleceğini ele alabilme olanağını veren müzeler (Adıgüzel,2009:97) bilginin kolay ve ucuz şekilde erişebilir olmasını sağlayan internetin ve sahip olunan diğer teknolojik gelişmelerin etkisiyle bir değişim ve uyum sürecine girdi.

Bu süreç neticesinde çoğu müze bilgisayar ve internet teknolojisine göre yeniden yapılandırıldı ve yaşanan güne adapte olma, kendini hep canlı tutma adına sanal ortama uyarlandılar. Sanal müze olarak anlam bulan uyarlanma süreciyle müzeler; tüm insanlığın ortak kullanımına açılan, günlük hayatta hızla yaygınlaşan, sıkça ziyaret edilen ve benimsenen bir oluşum haline geldi.

Sezgin ve Karaman’ın (2009:19) Shapiro’dan (2000) aktardıkları bir araştırma sonucuna göre; 120 ülke de online (sanal) olarak 10.000 üzerinde müze vardır. Bu müzelerden bazılarına karşı olan sanal dünyadaki katılım, gerçek müze gezilerinden çok daha fazladır. Bu bağlamda günün uzun bir dilimini gönüllü ya da gönülsüz olarak bilgisayar başında geçirmeye başlayan çağımız çocuklarının, gençlerinin ve

yetişkinlerinin sanal müzelere olan ilgilerinin, gerçek müzelere olan ilgiden fazla olması sonucu günümüz şartlarında bizleri şaşırtmayacak bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır.

Benzer Belgeler