• Sonuç bulunamadı

Sonuç Yerine

SÜRDÜRÜLEBILIR KALKINMA VE KARBON AYAK IZI: TÜRKIYE ÖRNEĞ

2. Türkiye’de Karbon Ayak İz

Dünya’da giderek artan enerji talebinin ve fosil yakıtların artan kullanımının, meydana getirdiği sorunlar ülkeleri daha güvenilir ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmaya yönlendirmektedir. Yeşil ekonomi kavramı, insanlığın refahını, çevresel riskleri ve ekolojik zenginlikleri önemli derecede azaltmadan geliştirmeyi ifade ettiğinden bir düşük karbon ekonomisi olarak ifade edilebilir.

Yenilebilir elektrik üretiminin ve kullanımının çevresel avantajları açık bir şekilde görülmektedir. Hidro, biyokütle, jeotermal, güneş ve rüzgar enerjisi gibi yeşil enerji kaynaklarını elektrik üretiminde kullanmak, karbon dioksit (CO2) emisyonunu azaltır. Ayrıca Kükürt dioksit (SO2) CO2 ve Azot oksitler (NOx) gibi emisyonların büyük ölçüde azalması ve yeşil elektriğin üretim ve kullanımının

WWF (2018) raporuna göre, bilim insanları iklim değişikliğinde meydana gelen değişimlerin olumsuz etkilerinden kurtulabilmek için yıllık sıcaklık artışlarının 1,5°C sınırında olması gerektiğini vurgulamaktadır. Ancak 2030 yılına kadar karbon emisyonları yarı yarıya düşürülebilirse bu durum gerçekleştirilebilir. Bu durum doğa ve insan için yeni bir küresel uzlaşmaya ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Türkiye’de bu küresel uzlaşmaya Paris Antlaşması çerçevesinde dahil olmakta ve enerji verimliliği konusu kalkınma planlarında, stratejik planlarda öncelikli konular arasında yer almaktadır. Türkiye, enerji politikası olarak yüzde 100 yenilenebilir enerji ve enerjide verimlilik esaslı çalışırsa, fosil yakıtlara bağlı enerji ithalatından 23 milyar dolar tasarruf edebilir ve enerji sektöründe 64 bin yeni iş imkanı yaratabilir.

Türkiye enerji verimliliğini artırma potansiyeli en yüksek ülkelerden biridir. Öyle ki Uluslararası Enerji Ajansına üye olan ülkeler arasında 2005-2015 arası dönemde enerji yoğunluğunda artış görülen (% 7,1) tek ülkedir. Enerji verimliliği, Türkiye ekonomisi için rekabetçiliğin gelişmesi konusunda giderek kuvvetlenen itici bir güç durumundadır. Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları bakımından büyük bir potansiyele sahiptir. Rüzgar enerjisi potansiyelinde (114 Gw) Avrupa da birinci sırada, güneş potansiyelinde (56 Gw) ise İspanya’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır (Berke, 2017).

Aşağıdaki grafikte Türkiye’nin 1961 yılından 2016 yılına kadar olan süreçte kişi başına ekolojik ayak izi ve biyolojik kapasitesi gösterilmiştir. Zaman içerisinde grafikte görülen Ekolojik rezerv varlığının üzerinde tüketim ve giderek artan ekolojik açık yeşil enerji kaynaklarının kullanılmasındaki önemi ortaya koymaktadır.

Grafik 1: Türkiye’de Kişi Başına Ekolojik Ayak İzi ve Biyolojik Kapasitesi (1961-2016) 196119631965196719691971197319751977197919811983198519871989199119931995199719992001200320052007200920112013 2016 0 1 2 3 4

Ekolojik Ayak İzi Biokapasite Ekolojik Açık Ekolojik Rezerv

Sürdürülebilir Kalkınma ve Karbon Ayak İzi: Türkiye Örneği

Volkan Han, Gazi Polat

Grafiğe göre ilk defa 1977 yılında biyolojik kapasiteyi geçen ekolojik ayak izi, 1983 yılından sonra artık sürekli hale gelmiş ve aradaki fark giderek açılmıştır. 2016 yılı verilerine göre Türkiye’nin biyolojik kapasitesi 1,44 iken kişi başına düşen ekolojik ayak izi 3,36 kha olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin biyolojik kapasitesi son 50 yılda % 50 düşerken ekolojik ayak izi iki katından fazla artmıştır. Biyolojik kapasite 1961 yılında 1,14 kha artıdayken, 2016 yılına gelindiğinde eksi 1,92 kha olarak gerçekleşmiştir. Kısacası 1961 yılında ekolojik ayak izi biyolojik kapasitenin 0,51’ini tüketirken 2016 yılında bu kapasitenin 2,06 katını tüketmiştir. Sonuç olarak hem biyolojik kapasitenin azalması hem de ekolojik ayak izinin artması aradaki makasının negatif yönde giderek büyümesine yol açmıştır. Bu durum Türkiye’nin kaynak tüketiminin sürdürülebilir olmadığını ve ilerleyen süreçte makasın giderek açılmasının çevreye ve ülke ekonomisine telafi edilemez zararlar vereceğini göstermektedir.

Ekolojik ayak izinin; yerleşik arazi, karbon, tarım alanı, balık avlama alanı, orman ürünleri ve otlatma arazi olarak altı alt bileşeni bulunmaktadır. Bu bileşenler içerisinde öne çıkan karbon ayak izi bileşenidir. Türkiye de ekolojik ayak izi içerisindeki en fazla artışın karbon ayak izinde meydana geldiği gözlemlenmiştir. Aşağıdaki tabloda ekolojik ayak izine ait bileşenlerin dağılımları gösterilmiştir.

Tablo 1: Türkiye’de Ekolojik Ayak İzi Bileşenleri (Kişi Başı Gha) (1961-2016)

Yıl Yerleşik Arazi Karbon Tarım Alanı Balık Avlama Alanı Orman Ürünleri Otlatma Arazi Toplam Karbon Ortalama 1961-1965 0,02 0,30 0,87 0,03 0,18 0,24 1,64 0,19 1966-1970 0,02 0,45 0,84 0,06 0,24 0,21 1,82 0,24 1971-1975 0,02 0,65 0,85 0,03 0,24 0,18 1,96 0,33 1976-1980 0,02 0,80 0,90 0,04 0,27 0,16 2,19 0,37 1981-1985 0,03 0,78 0,88 0,07 0,22 0,14 2,12 0,37 1986-1990 0,03 0,97 0,99 0,06 0,19 0,17 2,41 0,40 1991-1995 0,03 1,14 0,92 0,05 0,21 0,19 2,55 0,45 1996-2000 0,03 1,36 0,97 0,05 0,23 0,16 2,81 0,48 2001-2005 0,03 1,37 0,92 0,05 0,23 0,12 2,72 0,50 2006-2010 0,03 1,77 0,90 0,04 0,30 0,11 3,15 0,56 2011-2015 0,04 1,94 0,88 0,03 0,33 0,12 3,33 0,58 2016 0,04 2,02 0,82 0,04 0,33 0,12 3,36 0,60 Kaynak: http://data.footprintnetwork.org/#/countryTrends (Erişim Tarihi: 25.10.2019)

ayak izi 50 yılda 2 katı artarken karbon ayak izi 3 katı artmıştır. Bu durum karbon ayak izini azaltmanın sürdürülebilir bir kalkınma için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla karbon ayak izindeki azalma ekolojik ayak izinde de önemli miktarda azalmaya neden olacaktır.

Karbon ayak izinin bileşenleri içerisinde elektrik üretimi (% 26), imalat sanayi ve inşaat (% 22), ithalat ürünlerinin gömülü emisyonları (% 16), ulaştırma (% 15), elektrik dışı konut ve hizmetler (% 12) ve diğerleri (% 8) yer almaktadır (WWF, 2012a: 50). 2008 yılına ait verilere göre Karbon Ayak İzini içerisinde doğrudan % 26 olan elektrik üretimi bileşeni diğer başlıklar içerisinde kullanılan elektrik tüketimi de dahil edildiğinde % 90’ları bulmaktadır. Bu yüzden elektrik üretiminin ve tüketiminin çevreye verdiği zararı en aza indirmek ve Türkiye için sürdürülebilir bir kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için en önemli husus elektrik enerjisidir.

Türkiye 2018 yılında 27,6 milyar dolar açık verirken enerji ithalatı aynı yıl için yaklaşık olarak 43 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Ödemeler dengesi üzerinde büyük baskı oluşturan ve cari açık rakamının üzerinde bir enerji açığı olan Türkiye için fosil enerji kaynaklarının kullanımı yüksek maliyetlidir. Ayrıca ülke içinde yetersiz ve sürdürülebilir olmamasından dolayı yüksek düzeyde enerji ithal edilmesi alternatif enerji kaynakları üretimi ve dışarıya bağımlılığın azaltılması için oldukça önemlidir. Bu kaynaklar kısa vadede olmasa da uzun dönemde enerji talebini karşılamaya yetecek seviyededir. Ayrıca bu kaynaklar ülkenin artan karbon ayak izini azaltabilecek şekilde sürdürülebilir ve çevreye en az zarar verecek şekildedir.

Türkiye de karbon ayak izi bileşeni içerisinde en yüksek paya sahip olan elektrik üretimindeki kaynakların kullanımına baktığımızda aşağıdaki grafikte gösterilen dağılım karşımıza çıkmaktadır.

Grafik 2: 2018 Yılı Türkiye Elektrik Enerjisi Üretiminin Kaynaklara Göre Dağılımı

İthal Kömür; 62.988,5; 20,67% Taşkömürü + Asfaltit; 5.173,1; 1,70% Linyit; 45.087,0; 14,79% Doğal Gaz; 92.482,8; 30,34% Sıvı Yakıtlar; 329,1; 0,11% Barajlı; 40.972,1; 13,44% D.Göl ve Akarsu; 18.966,4; 6,22% Rüzgar; 19.949,2; 6,54% Yenilenebilir Atık+Atık Isı; 3.622,9; 1,19%Jeotermal; 7.431,0; ... Güneş; 7.799,8; 2,56% Kaynak: https://www.teias.gov.tr/tr/turkiye-elektrik-uretim-iletim-istatistikleri

Sürdürülebilir Kalkınma ve Karbon Ayak İzi: Türkiye Örneği

Volkan Han, Gazi Polat

Karbon ayak izi içerisinde en büyük paya sahip olan elektrik enerjisi üretiminin kaynaklara göre dağılımına baktığımızda en büyük payın doğalgaz kullanımında olduğu ve ithal kömür kullanımının ikinci sırada yer aldığı görülmektedir. Türkiye de elektrik tüketimindeki artış ve abone sayısındaki artış nedeniyle doğalgaz kullanımında ciddi oranlarda artış yaşanmaktadır. Elektrik enerjisi üretiminde %30,34 ile doğalgaz ilk sırada, %20,67 ile ithal kömür ikinci sırada, %14,79 ile sıvı yakıt linyit üçüncü sırada yer almaktadır. İlk üç sıranın tamamen ithal edilen kaynaklardan oluşması Türkiye’nin enerji ihtiyacında ne kadar dışa bağımlı olduğunu göstermektedir. Elektrik enerjisi üretiminde kullanılan bu kaynaklardaki yüksek oranlı dağılım Türkiye’yi aynı zamanda yüksek cari açık sorunu ile karşı karşıya getirmektedir

Yenilenebilir kaynaklardan elektrik enerjisi üretimine bakıldığında %13,44 barajlar, %6,22 ile doğal göl ve akarsular, %6,54 ile rüzgâr, %1,19 yenilenebilir atık, %2,56 jeotermal ve %2,40 ile güneş enerjisinden sağlanmaktadır. Toplamda elektrik enerjisi üretimimizin %32,8 ‘i yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmaktadır.

Aşağıdaki grafikte Türkiye’nin yenilenebilir kaynaklardan elektrik enerjisi üretiminin dağılımı gösterilmiştir.

2018 Türkiye’nin Yenilenebilir Kaynaklardan Elektrik Enerjisi Üretiminin Dağılımı

YENİLENEBİLİR ATIK GÜNEŞ D. GÖL VE AKARSU

RÜZGAR BARAJLI JEOTERMAL

Kaynak: https://www.teias.gov.tr/tr/turkiye-elektrik-uretim-iletim-istatistikleri (Erişim Tarihi: 25.10.2019)

Türkiye’nin 2018 yılında 304.802 Gwh enerji üretiminin (97.791 Gwh)’i yenilenebilir kaynaklardan üretilmektedir. 2015 yılında ise 84.175 Gwh olan üretim

Bu durum toplam enerji üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının neredeyse artırılmadığını göstermektedir.

Rüzgar enerjisi üretimi 3 yıl içerisinde % 70 oranında artmıştır. 2015 yılında 11.652 Gwh olan üretim yenilenebilir enerji üretiminin %13,8’ini toplam enerji üretiminin ise % 4,45’ini oluşturmuştur. 2018 yılında ise üretim 19.949 Gwh olarak gerçekleşmiş ve yenilenebilir enerji üretiminin % 20,40’ını meydana getirmiştir. Balat (2007) çalışmasında rüzgar enerjisi kurulu gücünün 2025 yılına kadar 11.200 Gwh ‘a ulaşması beklendiğini ifade etmiştir. Toplam elektrik enerjisi üretmek için rüzgar enerjisi payının % 3.6’ya yükseleceği belirtilmiştir. Ancak 2018 yılında toplam elektrik üretiminin içerisinde rüzgar enerjisi üretiminin payı % 6,54 olarak gerçekleşmiş ve daha kısa sürede beklentinin iki katına yakın bir rakam gerçekleşmiştir. Verilen teşviklerle birlikte Türkiye’de rüzgar santrali tesislerinin sayısının giderek arttığı ve gelecekte daha önemli ölçüde artacağı sonucuna varılabilir.