• Sonuç bulunamadı

KÜRESEL KAMUSAL MAL OLARAK ÇEVRE VE ÇEVRE İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR

Sonuç ve Öneriler

KÜRESEL KAMUSAL MAL OLARAK ÇEVRE VE ÇEVRE İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR

Küresel Kamusal Mal Olarak Çevre

Küreselleşme ve teknolojinin ilerlemesiyle birlikte hayatın hemen hemen her alanında değişimler meydana gelmiştir. Üretim teknikleri ve tüketim alışkanlıkları da küreselleşme ile birlikte bir değişime maruz kalmıştır. Emek yoğun üretim yöntemleri yerini sermaye yoğun tekniklere bırakmıştır. Küreselleşme ile birlikte mesafeler kısalmış, dünya genelinde nüfus, kentlerde yoğunlaşmaya başlamıştır.

Küreselleşmenin bir sonucu olarak ekonomik faaliyetler küresel bir boyuta ulaşmıştır. Üretim süreçlerinde maliyetler minimize edilmeye çalışılmış, iş gücü maliyeti azaltılmaya, doğal kaynakların kullanımı gelişmiş ülkeler yönünde artmıştır. Bu durum üretim-tüketim dengesini etkilemiş, kentlerde aşırı tüketim gerçekleşmesine neden olmuştur. Bu nedenle kitlesel üretim ön plana çıkmış, üretim süreçlerinde doğal kaynakların hızla erimesi, çevre tahribatı gibi konular üzerinde pek durulmayıp tüketim seviyelerine odaklanılmıştır (Mutlu, 2006: 195).

elde ederken diğer taraftan bazı zararların ortaya çıkmasına neden olunmuştur. Küreselleşme, ülkeler arası mesafeleri kısaltırken etkileşimi artırdığı için, ortaya çıkan dışsallıkların daha geniş alanlara yayılmasını sağlamıştır. İnsanların ortak kullanımına açık uluslararası sular, hava, ormanlar gibi ortak mallar küreselleşme sürecinden etkilenmiştir. Ülkeler üretim düzeylerini sayısal olarak artırmaya odaklanırken, refah artışı gerçekleştirme isteği çevresel dengelerin göz ardı edilmesine, sonucunda olumsuz dışsallıklar çevresel faktörleri olumsuz yönde etkilemiştir. (Mutlu, 2006: 196).

Küresel bir kamusal mal olan çevresel faktörler; örneğin hava kirliliği, ormanlar, doğal kaynaklar, yeşil alanlar… gibi; endüstrileşme faaliyetlerinden önce bölgesel nitelikte iken, özellikle sanayi devrimi sonrasında bozulmalara uğramış, etkileri geniş alanlara yayılmıştır. Bir taraftan refah artışı ile fayda elde eden insanlar, diğer taraftan çevrenin bozulmasının verdiği zararlara maruz kalmış, bunun sebepleri üzerinde düşünmeye başlamıştır. Çevresel hassasiyetler ilk etapta refah isteğinin gerisinde kalmış, belli bir refah doygunluğuna ulaşıldığında ise tekrar artmaya başlamıştır. Artan hassasiyetler bu konuların uluslararası ölçekte dile getirilmesine sebep olmuştur.

Gelişmiş ülkeler, küreselleşmenin etkisiyle dünya geneli üretim faaliyetlerinin kendi bünyelerinde daha fazla toplanması neticesinde çevreyi diğer gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerden daha fazla olumsuz etkilemiş, bu sorunun çözümü konusunda ise pek gönüllü olmamışlardır. Çünkü ortak mallarda ön plana çıkan bedavacılık sorunu burada da baş göstermiştir. Ülkeleri kısıtlayacak bir uluslarüstü yasal bir otoritenin ve yaptırım mercilerinin olmayışı bu hususta etkili olmuştur.

Geçmişten günümüze çevre ile ilgili birçok problem ortaya çıkmıştır. Üzerinde çalışılan bazı çevre sorunları şu şekilde sıralanabilir (Baykal ve Baykal, 2008: 5-6):

− İklim değişikliği

− Ormanların yok olması

− Nükleer atıklar ve kazalar

− Çölleşme − İçme suyu kıtlığı − Toprak erozyonu − Hammadde kıtlığı − Kuraklık − Gürültü

Küresel Kamusal Mal Olarak Çevrenin ve Çevre Vergilerinin Türkiye Ve Avrupa Birliği Ekseninde İncelenmesi

Cemil Altun

− Hava kirliliği ve havadaki zehirli maddelerin çoğalması

− Canlı türlerinin yok olma tehlikesi

− Kültürel mirasın yok olması

Özetleyecek olursak, çevrenin etkilerinin bir ulus ölçeğinden uluslararası ölçeğe taşınmasında küreselleşmenin büyük ölçüde etkisi olmuştur. Yeşil alanların tahribatı, iklimlerin değişmesi, suların ve havanın kirlenmesi ve benzeri sorunlar küreselleşmenin etkisiyle dışsallıklar daha geniş alana yayılmış, çevre bir kamusal mal olmaktan çıkmış ve küresel kamusal mal haline gelmiştir. Çevre sorunları ise uluslararası bir boyutta tartışmaya açılan bir konu haline gelmiştir.

Çevre ile İlgili Yapılan Uluslararası Çalışmalar

Sanayi devriminden sonra endüstriyel faaliyetlerin artması sonucunda çevre ile ilgili meydana gelen sorunlar artmaya başlamıştır. Özellikle 20.yy’da bu sorunlar bir hayli artmış ve dünya gündeminde yer edinmeye başlamıştır. Çevre sorunlarının artması nedeniyle çevreyi korumak ve sürdürülebilir bir çevrenin sağlanması için uluslararası kuruluşlar tarafından bu konuda birçok çalışma yapılmış, bazı öneriler getirilmiş ve halen günümüzde bu çalışmalar yapılmaya devam etmektedir.

Birleşmiş Milletler tarafından 1972 yılında Stockholm’de gerçekleştirilen konferansla ilk kez çevre sorunları küresel ölçekte ele alınmıştır. Söz konusu konferansta 58 ülkeden oluşan Birleşmiş Milletler Çevre Programı oluşturulmuş ve bu programla birlikte; Birleşmiş Milletler nezdinde çevre ile ilgili eşgüdüm, çevre konularında meydana gelen gelişmelerin uluslararası boyutta incelenerek gözden geçirilmesi, uluslararası toplumun çevre ile ilgili ortaya çıkan sorunlara dikkatinin yönlendirilmesi, uluslararası bir çevre hukuku ve çevre politikalarının üretilmesi ve geliştirilmesi amaçlanmaktadır (Apaydın ve Pirçekli, 2019: 78).

1992 yılında Brezilya’nın Rio kentinde “Çevre ve Kalkınma Konferansı” düzenlenmiştir. Rio zirvesi sayesinde “Sürdürülebilir kalkınma” kavramının gündelik hayata dahil edilmesinde katkıda bulunmuştur (Yalçın, 2009: 302). Çevrenin bir doğal sermaye olduğunu düşünürsek, ülkeler kalkınma hamlelerini gerçekleştirirken çevreye ve doğal kaynaklara zarar vermeden, yani “çevresel sürdürülebilirliği” sağlayarak kalkınmalarını gerçekleştirmeleri gerekmektedir (Taşdoğan, C., 2019: 132). Rio zirvesiyle birlikte sera gazının artışına dikkat çekilmiş, sera gazı emisyonunun azaltımı konusunda bir farkındalık oluşturulmuştur (Balı ve Yaylı, 2019: 305).

1994 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi” yürürlüğe konulmuştur. Sözleşmeye taraf olan ülkeler; sanayisini

Olsson, 2012: 2). Türkiye söz konusu gruplandırmada ilk başta birinci ve ikinci grupta, bir süre sonra ise sadece birinci grup ülkeler arasında sınıflandırılmıştır. Grup değişikliği nedeniyle ikinci grup ülkelerin elde edeceği mali destekten yoksun kalmasına neden olmuştur. İklim değişikliği Çerçeve Sözleşmesiyle birlikte Kyoto Protokolü imzalanmıştır. Çevre sorunlarıyla mücadele açısından önemli bir fonksiyona sahip olan bu protokolle birlikte, taraf olan ülkeler sera gazı azaltımı hususunda taahhütlerde bulunmuşlardır (Apaydın ve Pirçekli, 2019: 78). Kyoto Protokolü, sera gazı salınımı 1990 yılındaki toplam salınım seviyesinin %5 daha altına inmesini genel bir hedef olarak belirlemiştir. Ayrıca taraf ülkelere ülke bazlı salınım miktar hedefleri koyulmuştur. Protokole taraf olan Türkiye’nin bireysel olarak sayısal bir sera gazı azaltım hedefi bulunmamaktadır (T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2019).

1996 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Programı (UN-HABITAT) kapsamında İstanbul’da Habitat II Konferansı düzenlenmiştir. Söz konusu program 1978 yılında Kenya merkezli kurulmuş ve Türkiye bu programın üyesidir. Programla birlikte; insan iskan faaliyetlerinde eşgüdümü sağlamak, bilgi paylaşımında bulunmak, karşılaşılan sorunlarda güçlük yaşayan ülkelere gerekli finansmanın ve teknik desteğin verilmesi amaçlanmaktadır. Habitat II Konferansı’nda “İstanbul Deklarasyonu” imzalanmıştır. Söz konusu deklarasyonda ülkeler, insanlara uygun yerleşim olanaklarının sağlanması ve iskan faaliyetlerinin sürdürülebilir bir şekilde geliştirilmesi taahhüdünde bulunmuşlardır (T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2019).

Çevre Politikası

Çevre sorunlarının dünya gündemine alınması ve bu konuda yapılan birçok uluslararası çalışmalar neticesinde ülkelerin çevre sorunlarıyla mücadele noktasında atılması gereken adımlar, eylem planları, politikalar geliştirilirmiştir. Küresel çevre sorunlarıyla mücadele amacıyla; küresel bağlamda çevreyi korumak, çevrenin içinde barındırdığı değerleri koruma altına almak, piyasa aktörleri olan üretim ve tüketim birimlerinin çevreye verdiği zararları sona erdirmek, bu amaçla bazı hedefler belirleyip onlara ulaşmak adına bazı yol adımları belirlemek ve atılacak adımların maliyetlerinin kirletenler ve bu kirlilikten etkilenenler tarafından nasıl bir paylaşımın gerçekleştirileceği ile ilgili çevre politikaları üretilmiştir (Güven ve Bozdoğan, 2018: 10).

Çevre politikaları dizayn edilirken bazı temel prensipler belirlenmiştir. En temel ilkeleri şu şekilde sıralamak mümkündür (Kaypak, 2013: 24-25):

− Kirleten Öder (maliyetlerin içselleştirilmesi)

− Özen Gösterme, (Önceden tahmin, erken hareket)

Küresel Kamusal Mal Olarak Çevrenin ve Çevre Vergilerinin Türkiye Ve Avrupa Birliği Ekseninde İncelenmesi

Cemil Altun

Kirleten Öder İlkesi: Çevreyi kirliliğini sonucu oluşan maliyetlerin çevreyi kirletenler tarafından karşılanması gerektiği anlamına gelir. Meydana gelen kirlilik maliyetlerini paylaşma noktasında sıkıntılar yaşanmadan, en başta bu kirliliğe sebep olan kişilerin veya kurumların bu maliyetlere katlanmasını ve böylelikle maliyet paylaşım sorununun daha en başında ortadan kaldırılması sonucunu doğurur. Bu ilke çevre politikalarının en temel ilkesi olduğu söylenebilir. Bu yönteme maliyetlerin içselleştirilmesi de denilebilir (OECD, 1992: 5).

Özen Gösterme İlkesi: Çevreye zarar verme ihtimali olan olayların gerçekleşmesini önceden tahmin ederek dikkatli ve özenli davranmayı, çevrenin dengesini bozma ihtimali olan ve doğal kaynakların tükenmesini önleyebilecek doğrultuda eylem planları hazırlamayı belirtmektedir (Karacan, 2002: 3).

Önleme İlkesi: Çevre sorunlarının henüz oluşma aşamasında giderilmesine yönelik yapılması gerekenleri ele alır (Mutlu, 2006: 204). Bu ilkede önceden tahmin değil, sorunun yeni yeni ortaya çıkmasıyla birlikte hızlı bir şekilde sorunu ortadan kaldıracak adımların atılması gerektiği belirtilmektedir. Bu yönüyle özen gösterme ilkesinden ayrılmaktadır.

İş birliği İlkesi: çevrenin bir küresel kamusal mal olması nedeniyle dışsallıkları – küreselleşmenin etkisiyle- geniş alanlara yayılmaktadır. Bu durumda çevresel sorunlar meydana geldiğinde sonuçları tek bir ülkeyle sınırlı kalmamakta ve farklı coğrafyaları bile etkileyebilmektedir. Bu sorunların aşılması için uluslararası ölçekte ülkelerin yardımlaşması ve sorunların çözümünde iş birliği yapması gerekliliğini zorunlu kılmaktadır.