• Sonuç bulunamadı

Osmanlı Devleti‟nde anayasalcılık hareketlerinin ilk adımı, 1808 yılında, ayan adı verilen beyler ile padiĢah arasında imzalanan Sened-i Ġttifak olmuĢtur. Bu belge; padiĢahın, ayanı taraf olarak tanıması ve sınırlı da olsa iktidar paylaĢımını öngörmesi bakımından önemlidir. Osmanlı döneminde anayasal geliĢme alanında ikinci önemli adım, 1839 tarihli Gülhane Hattı Hümayunu ile atılmıĢtır. Gülhane Hattı Hümayunu ile bütün yurttaĢlara eĢit haklar tanınması: can, mal ve ırz güvenliği sağlanması; vergi, askerlik ve yargı alanlarında yeniden düzenlemeler yapılması öngörülmüĢtür. Bu olay iki açıdan önemlidir. Birincisi padiĢahın yetkilerini tek yanlı olarak kısıtlaması, hukuk kurallarına uygun hareket edeceğine söz vermesi, içe ve dıĢa karĢı kendini bağlamıĢ olmasıdır. Ġkincisi ise, Osmanlı‟da Ġslami hukuk kurallarının yanında, batı hukuk kurallarını ve kurumlarının da uygulamaya konulmuĢ olmasıdır. Gülhane Hattı Hümayunu‟nda yer alan vaatler, 1856 Islahat fermanı ile de tekrarlanmıĢ, ayrıca bu ferman ile din farkı gözetmeksızın, bütün vatandaĢların eĢit iĢlem görmesi ilkesi getirilmiĢtir. Tanzimat ve Islahat fermanlarında yer alan ilkeler, hukuk devletlerinin geliĢmesi açısından önemli olmakla beraber, bu ilkelerin etkinliğini sağlayacak padiĢahın yetkilerini sınırlandıracak mekanizmalar kurulamamıĢtır. Fermanlara uyup uymamak padiĢahın takdirine bırakılmıĢtır (Duman vd, 2011: 105-106).

Tanzimat Döneminde gerçekleĢtirilen bu çalıĢmalardan pek sonuç alınamamıĢ ise de bazı devlet adamlarının ve aydınların, devletin kurtuluĢunu Batılı anayasadan geçtiğini görmeleri ve bu yönde çaba harcamaları bakımından önemlidir. Nitekim bu çalıĢmalar ürününü vermiĢ, 1876‟da ilk Osmanlı Anayasası olan Kanun-i Esasi ilan

edilmiĢtir. II. Abdülhamit 23 Aralık 1876‟da bir ferman ile Anayasa‟yı ilân etmiĢ ve böylece ara-sıra gerçekleĢen kesintilere rağmen Millî Mücadele dönemi de dahil olmak üzere Türkiye‟de günümüze kadar devam eden Anayasal süreç baĢlamıĢtır. Osmanlı Devleti‟nin ilk anayasası olan 1876 Kanun-i Esasi halktan oluĢmuĢ bir kurucu meclis tarafından yapılmıĢ ve onay için tekrar halk iradesine sunulmuĢ değildir. Ayrıca Kanun- i Esasi‟de son söz padiĢaha verilmiĢti. Meclis padiĢaha bağlıydı ve padiĢah meclisi fesih yetkisine de sahipti. Dolayısıyla meclisin gerçek anlamda halkı temsil gücü yoktu. Meclisin yasama eylemi de padiĢahın uygun görmesi durumunda gerçekleĢebiliyordu (Uzun, 2005: 154). Bu anayasa, ilk anayasa olması, parlamenter sistemi getirmesi ve hak ve özgürlüklerin anaya kapsamında yer alması yönünden önemli ise de, Osmanlı Devleti‟nin monarĢik niteliğini değiĢtirmemiĢtir.

Nitekim o dönemin padiĢahı, anayasada yer alan yetkisini kullanarak 1878‟de Mebusan Meclisini dağıtmıĢ ve ülkeyi tekrar mutlakiyetle yönetmeye baĢlamıĢtır. Bu duruma ordudan ve aydınlardan büyük tepki ve baskı gelmesine rağmen bu rejim otuz yıl sürmüĢtür. Sonunda bu baskıya dayanamayan padiĢah, 1908‟de bir fermanla Mebusan Meclisini toplantıya çağırarak, 1876 Anayasası‟nı yeniden uygulamaya koymuĢtur. Bununla Osmanlı Devleti‟nde Ġkinci MeĢrutiyet Dönemi baĢlamıĢtır. Bu dönemde, 31 Mart Vaka‟sı sonucu, ikinci Abdülhamit tahttan indirildi. 1909 yılında anayasada daha demokratik bir parlamenter sistem yönünde önemli değiĢikliklere gidildi. Bu kapsamda padiĢahın yetkileri daraltılarak, Mubusan Meclisinin yetkileri geniĢletildi. PadiĢahın fesh etme hakkı, Ayan Meclsinin onayına ve üç ay içinde yeni seçim yapılması Ģartlarına bağlandı. Kanun teklifi için padiĢah izni kaldırıldı. Meclis tarafından kabul edilen bir kanunun, padiĢah tarafından ya iki ay içinde onaylanması ya da bir kere daha görüĢülmek üzere Meclise geri gönderilmesi hükmü konuldu. Böylece 1876 Anayasası, demokratik bir meĢruti monarĢi anayasası haline getirilmiĢ oldu (Duman vd, 2011: 107).

Sonuç olarak, 1876 Kanun-i Esasi‟nin ilânı, Osmanlı Devleti‟nde gerçek anlamda bir meĢruti yönetime geçiĢi sağlayamamıĢtır. Hatta, hükümdarın zaten varolan yetkilerini, birde anayasa garantisi altına almıĢtır. Ancak, buna karĢın 1876 Kanun-i Esasi, Türkiye‟de Anayasal yönetim geleneğinin ilk baĢlangıcı olmuĢtur. Bu bakımdan oldukça önemlidir (Uzun, 2000: 86).

Bilindiği gibi, Birinci Dünya SavaĢı‟nda müttefiklerinin yenilmesi üzerine Osmanlı Devleti de yenik sayılarak Anadolu düĢmanlar tarafından iĢgal edildi. Ġstanbul

Hükümetinin bir Ģey yapamayacağını anlayan Mustafa Kemal, Anadolu‟ya geçerek kurtuluĢ mücadelesini baĢlattı. Uzun yıllardan beri millet egemenliğine dayalı bir idare kurma düĢüncesinde olan Mustafa Kemal PaĢa, bu fırsatı iyi değerlendirdi. Öncelikle kuracağı devletin temel oranlarını oluĢturacak olan yeni meclisin toplanmasını sağlamak üzere çalıĢmaları baĢlattı (Özçelik ve Yavuz, 2011: 117). 23 Nisan 1920‟de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara‟da açıldı.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluĢundan dokuz ay sonra yazılı bir anayasa yapılarak yürürlüğe kondu. 21 Ocak 1921 gün ve 85 sayılı TeĢkil at-ı Esasiye Kanunu adını taĢıyan ve 24 maddeden oluĢan 1921 Anayasası ile ulus egemenliği ilkesine dayanan yeni bir Türkiye Devleti kurulmuĢ oldu. Bu anayasanın bazı temel özellikleri Ģöyle özetlenebilir.

 1921 Anayasası, güçler birliği ilkesini ve “meclis hükümeti” sistemini benimsemiĢtir. Buna göre Türk iye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir.

 Yasama ve yürütme güçleri mecliste toplanmıĢtır.

 Hükümet, “Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını alır ve doğrudan doğruya meclis tarafından ve kendi üyeleri arasından seçilir. Ayrıca bir hükümet baĢkanı yoktur.

 Meclis baĢkanı, bakanlar kurulunun da baĢkanıdır. Hükümet, meclis adına hareket eder ve onun devamlı denetimi altındadır.

1921 Anayasası‟nın en önemli yeniliği ve en yenilikçi ilkesi ise, milli egemenlik ilkesidir. 1921 Anayasası‟na göre egemenlik ulustadır. Ulus, bu egemenliğini Büyük Millet Meclisi eliyle kullanacaktır. Görüldüğü gibi, Milli Mücadele Dönemi ‟nin (1920– 1923) hükümet sistemi tam bir meclis hükümeti örneğidir. Atatürk, güçler birliği ve Meclis ‟in üstünlüğü ilkesini savunmayı, yeni devletin güçlendirilmesinin ve padiĢahtan kurtulmanın bir yolu olarak görmüĢtür. Uygulamada da Büyük Millet Meclisi , hukuki yetkilerini kullanmıĢ, Atatürk ve bakanlar kurulu üyeleri, en zor Ģartlara rağmen, Meclis‟in yetkilerine daima saygı göstermiĢlerdir. Tarihimizde Birinci Meclis Dönemi (1920 –1923) olarak bilinen bu dönem, en büyük iç ve dıĢ tehlikeler karĢısında bile demokratik bir denetim sisteminin nasıl sürdürülebileceğini gösteren güzel bir örnektir (Duman vd, 2011. 109).

Büyük Millet Meclisi, ulusal bağımsızlık savaĢının zaferle sonuçlanmasından sonra, 1 Kasım 1922‟de aldığı kararla saltanatı kaldırarak Osmanlı Devleti‟nin sona erdiğini ve padiĢahlığın, Ġtilaf Devletleri ‟nin Ġstanbul‟u iĢgal ettikleri tarih olan 16 Mart 1920‟den itibaren tarihe karıĢmıĢ olduğunu ilan etti. Ulusal KurtuluĢ SavaĢı‟nı yürüten ve Türk tarihinde bu derece önemli rol oynamıĢ bulunan Büyük Millet Meclisi, tarihi görevini yerine getirdikten sonra, seçimlerin yenilenmesini kararlaĢtırarak 1 Nisan 1923‟te dağıldı. Cumhuriyeti ilan etmek ve yeni bir anayasayı hazırlamak, ikinci Meclis ‟in görevi oldu. 29 Ekim 1923‟te, 1921 Anayasası‟nda önemli değiĢikliklere gidildi. Bunları Ģöyle sıralamak mümkündür:

 Türkiye devletinin hükümet biçimi cumhuriyettir.

 Türkiye cumhurbaĢkanı, TBMM tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilir.

 BaĢbakan, cumhurbaĢkanı tarafından, meclis üyeleri arasından seçilir.

 Bakanlar, baĢbakan tarafından yine meclis üyeleri arasından seçilir ve bakanlar kurulu, cumhurbaĢkanı tarafından Meclis‟in onayına sunulur.

 CumhurbaĢkanı, devletin baĢı olarak gerek gördüğü hâllerde, Meclis ve bakanlar kuruluna baĢkanlık edebilir.

Görüldüğü gibi, anayasada yapılan bu değiĢikliklerle bugünkü parlamenter sisteme doğru önemli bir adım atılmıĢtır (Duman vd, 2011: 110).

Türkiye‟de demokrasinin geliĢimi ve demokrasiyi anlayıp, koruyacak nesillerin yetiĢmesi açısından diğer önemli bir geliĢme 3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat kanunun kabulüdür. Bu nedenle burada konunun içeriğine uygun olarak kısaca Tevhid-i Tedrisat‟ın kabul sürecinden bahsedilecektir. Cumhuriyet dönemi Türk Eğitim Sistemi, Atatürk‟ün eğitim ile ilgili görüĢ ve uygulamalarıyla, eski dönemlerden farklı olarak, yepyeni bir kimlik ve kiĢilik ile oluĢturulmuĢ ve yeni bir çizgide ilerlemiĢtir. Bu konu Cumhuriyet döneminde, hem eğitimin yeni Cumhuriyet ve onun nesilleri için hayatî önemde olması ve hem de Atatürk‟ün bu konuda önceden sahip olduğu düĢüncelerin bir gereği olarak öncelikle ele alınmıĢtır (Dönmez, 2006: 92). Atatürk, eğitim ve öğretimi, millî, lâik, demokratik bir çerçeve içinde geliĢtirmenin ve böyle bir eğitim ve öğretim yoluyla kiĢilikli, özgür, yaratıcı, aktif nesiller yetiĢtirmenin temel amacımız olduğunu belirtmiĢ, bunu öğretmenlere ve topluma temel hedef olarak göstermiĢtir (Akyüz;1999:12: Akt: Dönmez, 2006: 94). Böylelikle yeni ve modern bir toplum

oluĢturmanın ve kalkınmanın her Ģeyden önce, eğitim ile mümkün olabileceğini vurgulamıĢtır.

Osmanlı Devleti‟ndeki eğitim kurumları uzunca bir süre toplumun ihtiyaçlarına cevap vermiĢtir. Ancak Rönesans ve reform hareketleri ile kendini yenileyen Avrupa karĢısında zamanla yetersiz hale geldiler. Bunun üzerine ülkeyi yönetenler geri kalmıĢlığın önüne geçebilmek için bazı önlemler almak zorunda kalmıĢtır. Tanzimat dönemine kadar, Osmanlı eğitim sistemi büyük ölçüde Ġslam dininin etkisi altında bulunuyordu. Tanzimat dönemiyle birlikte Ġslam baskısının az da olsa hafiflediği görülmektedir. Fakat bu hafifleme ile birlikte Osmanlı toplumunda batı kültürü etkisi olmaya baĢladı. Bu ise kültür ve eğitimde ikilik meydana getirdi (Kaynar, 1981, 231). Medreseler gibi eski yöntemlerle eğitim yapan kurumların yanında, batılı tarzda okullar açıldı. Azınlık ve yabancı okulların açılması ile Osmanlı eğitim sisteminde birbirinden tamamıyla farklı Ģekilde eğitim veren üç kurum ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı Ġmparatorluğundan devralmıĢ olduğu eğitim sistemi ile birlik ve beraberliği sağlayamayacağını gördü. Eğitim kurumlarının büyük ölçüde eğitim çokluğu üzerine kurulu olmaları eğitimde yenilik yapmayı zorunlu kıldı (Sezer,1999,150). 16 Temmuz 1921 Cuma günü Sakarya Meydan Muharebesinden kısa bir süre önce Hamdullah Suphi Bey‟in öncülüğünde toplanan Maarif Kongresi‟nde Mustafa Kemal Atatürk bir konuĢma yaptı. Bu konuĢmada genel bir durum tespitinde bulunduktan sonra Türk çocuğuna verilmesi gereken eğitimin nasıl olması gerektiği üzerinde durdu. Osmanlı Devleti‟nden yeni Türkiye Cumhuriyeti‟ne miras kalan okulların içinde medreseler de vardı. Medreseler pek çok yeniliğe karĢı koyuyorlar ve uygulamayı zorlaĢtırıyorlardı. Atatürk‟e göre medreseler çağdaĢ bir toplum oluĢturmak, ulusal ve bilimsel eğitim yapmak amacına engel olan kurumlardı. Cumhuriyet kurulduğunda 4984 ilkokul sistemin yeniden düzenlenmesi gerektiği fikrini doğurdu. Saltanattan cumhuriyete geçiĢte kadınların yüzde 98‟i ümmi olmak üzere 12 milyon nüfusun ancak bir milyonu okur-yazardı. 355 bin çocuk ve genç de birbirinden çok farklı eğitim kurumlarına devam edebiliyordu. Görevdeki 12 bin öğretmenin ise ancak üç-dört bini Muallim Mektebi, Sultani, Ġdadi mezunu, diğerleri ise ilkokul mezunu ya da medreseden yetiĢmeydi (Sakaoğlu, 1991, 22). Atatürk eğitim yoluyla insanların düĢünce yapılarının değiĢtirilebileceğine inanıyordu. BirleĢmiĢ ve tek amaca yönelmiĢ bir eğitim sistemi, yeni Türkiye Cumhuriyeti‟nin istediği tipte insan yetiĢtirilebilirdi. 2 Mart 1924

tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası grubunda tartıĢılan ve karara bağlanan üç yasa tasarısı meclise sunulmuĢtur. Bunlar:

1. Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının yurt dıĢına çıkarılmasına iliĢkin Urfa Mebusu ġeyh Saffet Efendi ve 53 arkadaĢının yasa önerisi

2. ġer‟iye ve Evkaf Bakanlıklarının kaldırılmasına iliĢkin Siirt Mebusu Hulki Efendi ve 57 arkadaĢının yasa önerisi

3. Tevhid-i Tedrisat hakkında Saruhan Mebusu Vasıf Bey ve 57 arkadaĢının yasa önerilerinden oluĢuyordu (Akgün, 1983, 37–39).

H. Veldet Velidedeoğlu, bu üç yasanın aynı tarihlerde kabul edilmesiyle birlikte Türkiye‟de laikliğin de eylemli olarak baĢladığını vurgular. Velidedeoğlu bu durumun sonuçlarını Ģöyle yorumlar:

“Bu yasalar yürürlüğe girince artık 1924 Anayasası‟nın ikinci maddesinin „Türkiye Devleti‟nin dini, dini İslamdır.‟ belirlemesinin hiçbir anlamı kalmıyordu. Nitekim 10 Nisan 1928 gün ve 1227 sayılı yasa ile bu maddeden „dini, dini İslamdır‟ sözleri kaldırıldı. Ve daha sonra 3 Şubat 1937 gün ve 3115 sayılı yasanın ikinci maddesi ile Türkiye Devleti‟nin „Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve devrimci‟ olduğu kabul edildi. Böylece 1924‟te doğan laiklik ilkesinin adı, on üç yıl sonra 1937‟de Anayasada yer aldı; tıpkı 23 Nisan 1920‟de eylemli olarak kurulmuş olan „Cumhuriyetin‟ adının 29 Ekim 1923‟te konması gibi (Velidedeoğlu,,1990,422).

Ġlk iki maddenin kabulünden sonra Tevhid-i Tedrisat Kanunu ele alınmıĢtır. Saruhan Mebusu Vasıf Bey (Çınar) ve 57 arkadaĢının önerdiği Tevhid-i Tedrisat Kanunu‟nun gerekçesi özetle Ģöyleydi:

“Bir devletin genel eğitim siyasetinde, milletin düşünce ve duygu bakımından birliğini sağlamak gereklidir ve bu da öğretim birliğiyle olur. Tanzimat‟ın ilan edildiği sıralarda öğretim birliğine geçilmek istenmişse de başarılı olunamamış, bilakis bir ikilik ortaya çıkmıştır. Bu ikilik eğitim ve öğretim birliği bakımından birçok kötü ve sakıncalı sonuçlar doğurmuş, iki türlü eğitimle memlekette iki tip insan yetişmeye başlamıştır. Önerimiz kabul edildiğinde Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki bütün eğitim kurumlarının biricik mercii Maarif Vekaleti olacaktır. Böylece bütün eğitim yuvalarında Cumhuriyetin irfan siyaseti, ortak bir eğitim yolu izlenecektir” (Sakaoğlu,1991, 23).

Kanun teklifinin okunmasından sonra maddelerin oylamasına geçilmiĢtir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu‟nun ilk dört maddesi aynen kabul edilmiĢtir. 3 Mart 1924‟te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu‟nun birinci maddesi ile Türkiye‟deki bütün bilim ve eğitim-öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıĢtır. Medreseler, mektepler, yabancı okullar genelde özel vakıflarca kurulup istedikleri Ģekilde, amaçları doğrultusunda eğitim verebiliyorlardı. Bu da laik eğitim için büyük tehdit oluĢturuyordu. Kanunun ikinci maddesi asıl eğitim-öğretim birliğini sağlayan madde olarak karĢımıza çıkmaktadır. Bu maddeye göre ġer‟iye ve Evkaf Vekâleti veya özel vakıflar tarafından yönetilen okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı.

Atatürk; iyi eğitim görmüĢ, bilinçli bir toplumun varlığını, yeni inkılâpların ve Cumhuriyet yönetiminin yerleĢmesi ve yaĢamasının ön Ģartı olarak görüyordu. Ayrıca O, eğitim sisteminin ülkemizin ihtiyaçlarına ve çağın gereklerine uygun olarak yeni baĢtan kurulmasını ve bu eğitimin aynı zamanda toplumun bütün kesimlerine yaygınlaĢtırılması gerektiğini düĢünüyordu (Dönmez, 2006, 95). Tevhidi Tedrisat Kanunu ülkede yapılan bütün yeniliklerin, cumhuriyetin, demokrasinin yerleĢmesi açısından oldukça önemlidir. Tevhidi Tedrisat Kanunu laiklik yolunda atılan önemli bir adımdır. Cumhuriyet‟i yaĢatacak anlayıĢların, bütünsel olarak, tüm kurum ve kuruluĢlarıyla, gerçekleĢtirilmeye çalıĢıldığının ifadesidir.

3 Mart 1924 Tevhidi Tedrisat kanunun kabülünden sonra 20 Nisan 1924‟te yeni bir anayasa kabul edilmiĢtir. Cumhuriyet ilan edilmesine ve yeni sistemin organlarının oluĢturulmasına rağmen, 1876 Osmanlı Kanun-i Esasi‟si henüz resmen ortadan kaldırılmamıĢtı. Ayrıca, olağanüstü bir dönemde çıkarılmıĢ olan 1921 Anayasası ve değiĢiklikleri de yeni devletin ihtiyaçlarına cevap verecek durumda değildi. Dolayısıyla yeni bir anayasaya ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaçtan hareketle yeni bir anayasa hazırlandı ve 20 Nisan 1924‟te Meclis tarafından kabul edildi. 1924 Anayasası, zaman içinde bazı değiĢikliklere uğramıĢsa da 1961 Anayasası‟nın kabulüne kadar yürürlükte kalmıĢtır. Kısa, sade, sağlam yapılı, kendi içinde tutarlı, altı bölüm ve 105 maddeden oluĢan bu anayasanın bazı temel ilkeleri Ģu Ģekilde özetlenebilir:

Cumhuriyet ilkesi: Devletin temel niteliğinin cumhuriyet olduğu, “Türkiye Devleti bir cumhuriyettir.” ifadesiyle anayasanın birinci maddesinde yer almıĢtır. Bu anayasa ile herhangi bir sül aleye ayrıcalık tanınmayacağı, aksine devletin yasama organı ve devlet baĢkanının doğrudan veya dolaylı olarak seçimle iĢ baĢına geleceği ilkesi benimsenmiĢtir.

Devletin dini: Anayasada devletin dininin Ġslam olduğu belirtilmiĢ, ancak 1928‟de yapılan değiĢiklikle bu ifade anayasadan çıkartılmıĢtır.

Meclisin üstünlüğü: 1924 Anayasası‟na göre, Türk milletini ancak TBMM temsil eder ve millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır (Madde 4). Ayrıca, yasama organının tek meclis ‟ten oluĢması ve cumhurbaĢkanı seçiminin meclis‟e bırakılması, bu anayasanın önemli hükümlerindendir. Meclis‟in dağıtılması yetkisinin, meclis‟in dıĢında baĢka bir organa verilmemesi gibi Meclis ‟in üstünlüğünü belirten hükümler de bu anayasada yer almıĢtır.

Güçler birliği ilkesi: 1924 Anayasası‟nda, Türk milleti adına egemenlik hakkını yalnız meclisin kullanacağı ve yasama yetkisi ile yürütme gücünün Büyük Millet Meclisi‟nde belirdiği ve onda toplandığı ilkeleri yer almıĢtır (Madde 5). Bu hüküm, 1924 Anayasası‟nın yumuĢatılmıĢ olarak da olsa güçler birliği ilkesini benimsediğini gösterir.

CumhurbaĢkanının yetkileri: 1924 Anayasası, cumhurbaĢkanına, parlamenter sistemlerde devlet baĢkanlarına tanınan yetkilere benzer yetkiler tanımıĢtır. Örneğin, cumhurbaĢkanı devletin baĢıdır; törenli oturumlarda meclis‟e ve gerekli gördüğü durumlarda bakanlar kuruluna baĢkanlık eder. Meclis görüĢmelerine katılamaz ve mecliste oy veremez; ancak meclisten çıkan yasaların yeniden görüĢülmesini isteyebilir.

Hak ve özgürlükler: 1924 Anayasası, hak ve özgürlükler konusunda Fransız Devrimi‟nden beri süregelmekte olan “doğal hak” anlayıĢını kabul etmiĢtir. Anayasanın 68‟nci maddesine göre, “Her Türk hür doğar, hür yaĢar. Hürriyet, baĢkasına zarar vermeyecek her Ģeyi yapabilmektir. Doğal haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı, baĢkalarının hürriyet sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer.”

1924 Anayasası, Osmanlı Kanun-i Esasi‟si gibi, klasik temel hak ve özgürlükleri sıralamak ve bunlara kısaca açıklamada bulunmakla yetinmiĢtir. Sosyal ve ekonomik hakların henüz bu anayasada açık bir Ģekilde yer almadığı görülür. 1924 Anayasası, iki kısa “çok partili hayat” denemesi (1925‟te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve 1930‟da Serbest Fırka) bir yana bırakılırsa, 1946 yılına kadar tek partili, 1946‟dan 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesine kadar da çok partili rejim içinde uygulanmıĢtır. 1924 Anayasası demokratik bir ruha sahip olmakla birlikte, çoğulcu demokrasi değil, “çoğunlukçu demokrasi” anlayıĢını yansıtmaktadır. Çoğunlukçu demokrasi anlayıĢı ise, genel irade olarak adlandırılan çoğunluk iradesinin, daima kamu iyiliğine yöneldiğini

benimseyen ve çoğunluğun çıkarlarıyla toplumun genel çıkarlarının hiçbir zaman çatıĢmayacağını kabul eden bir anlayıĢtır (Duman vd, 2011. 110-111).

1924 Anayasası‟ndan 1961 Anayasası‟na kadar geçen sürede demokrasi açısından yine önemli bir çok geliĢme yaĢanmıĢtır. 17 Ģubat 1926 yılında Medeni Kanun kabul edilmiĢtir. Bu kanun kadına getirdiği hak ve hürriyetlerle tanınmıĢtır. 4 Ekimde yürürlüğe giren kanun, resmi nikâhı zorunlu hale getirmiĢtir. 5 Aralık1934‟te kadınlara genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanınmıĢtır. Böylece Türk kadını bu hakkı birçok Batılı ülke kadınlarından önce elde etmiĢtir. 1946 yılında çok partili döneme girilmiĢtir. Daha önce bu konudaki denemeler sonuç vermemiĢ, Cumhuriyet Halk Partisi uzun yıllar siyasi sistemin tek partisi olmuĢtur. Demokrat Parti çok partili sisteme geçiĢi sağlayan yeni bir parti olarak 1945 yılında kurulmuĢtur. Çok partili dönemin diğer partileri ise Milli Kalkınma Partisi, Millet Partisi ve 26 Köylü Partisidir. 1946‟da Türkiyede genel seçimler ilk kez dereceli seçim usulüne göre yapılmıĢtır. 1950 seçimleri ise ilk kez hâkim denetimi ve güvencesinde serbest, gizli oy, açık sayım ve döküm esasına göre yapılmıĢtır. Bu seçimle 1950’ye kadar iktidarda olan Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarı, seçimi kazanan Demokrat Parti’ye devretmiĢtir. Bu olay millet iradesinin demokratik bir seçimle gerçekleĢtiğini gösteren ilk ciddi deneme olarak anlamlıdır.

1961 anayasası temel hak ve özgürlükleri geniĢ ve ayrıntılı biçimde tanımıĢtır. Bu hak ve özgürlüklerin özüne dokunulamayacağı belirtilir. Sosyal haklara geniĢ yer verir. Ayrıca siyasi hakları ve siyasi partilerin uyacakları esasları da belirler. 1961 anayasının diğer genel özellikleri Ģunlardır (Özçelik ve Yavuz, 2011: 310).

Bu anayasa ile iki meclisli parlamento sistemi getirilmiĢtir (Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu).

 Kuvvetler ayrılığı prensibi getirilmiĢtir.

 Yürütme oranı cumhurbaĢkanı ve bakanlar kurulundan oluĢmuĢtur.  TBMM yasaların kabulünde son söze sahip olmuĢtur.

 Hukuk devleti ilkesi benimsenmiĢtir.

 Seçimlerin tek dereceli, serbest, eĢit, gizli, açık sayım ve genel oly ilkelerine göre yapılacağı belirtilmiĢtir.

1961 Anayasası ile devlet otoritesinin bir kiĢinin veya bir grubun elinde toplanması ve yoğunlaĢmasının önüne geçilmiĢtir. Devlet otoritesi çeĢitli kurumlar arasında dağıtılmıĢ ve XIX yüzyıldan beri istenen fakat bir türlü ulaĢılamayan yürütme gücünün

Benzer Belgeler