• Sonuç bulunamadı

2.3 Tarihi Kent Merkezlerinde Yeniden Canlandırma Politikaları ve

2.3.4 Yasal ve Yönetimsel Düzenlemeler

2.3.4.2 Türkiye'deki Yasal Düzenlemeler

Ülkemizde koruma olgusunun geçmişi Osmanlı dönemine kadar dayanmaktadır. Bu dönemde vakıflar aracılığıyla daha çok anıtsal eserlerin korunduğu görülmüştür. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde koruma konusunda antik dönem kalıntıları gündemde olmuş, Osmanlı döneminden devralınan kentsel dokular için aynı yaklaşım sergilenmemiştir. 1930 - 1935 yılları arasında çıkarılan yasalarla yabancı uzmanların eşliğinde modern kent yaratma hedefiyle planlama çalışmaları yapılmıştır. Geleneksel Türk kent dokusuyla uyumlu olmayan bu planlar 1980’lere kadar kentleşme ve planlama anlayışımızı etkilemiştir. Planları uygulayan belediyelerin kaynak yetersizliği nedeniyle, planların tamamı tarihi kent dokularında uygulanmamış; bu sayede tahrip edici yönü önemli ölçüde engellenmiştir (Özdemir, 2005).

1951 yılında yurt içinde korunması gerekli mimari ve tarihi anıtları koruma işlerinde uygulanacak ilkeleri saptama, uygulamaları izleme ve denetlemek amacıyla Anıtlar Yüksek Kurulu oluşturulmuştur (Ahunbay, 1996). Bu arada dünyada kültürel mirası koruma bilinci artmış ve uluslararası alanda 1954 tarihli La Haye ve Avrupa Kültürel Konvansiyonu imzalanmasıyla, Avrupa Konseyi, UNESCO gibi örgütler uluslararası alanda yer almaya başlamıştır (Özdemir, 2005).

1960 yılında ithal ikameci kalkınma modelinin uygulanması için hazırlanan kalkınma planlarında tarihi anıtlar, sanat yapıları, ören yerleri ve diğer kültürel kalıntıların korunması gerektiğinde yasal, örgütsel ve parasal önlemlerin alınması belirtilmiştir. Fakat hızlı sanayileşme ve kentleşmenin kent merkezlerinde kalan ve toprak rantı çok yüksek tarihi kent dokularında, tahribat artmıştır (Özdemir, 2005). Bu dönemde Türkiye’nin de dahil olduğu uluslararası platformda Venedik Sözleşmesi (1965) ve Dünya Doğal ve Kültürel Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme (1972) imzalanmış, ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Müzeler Konseyi) ve ICOM (Uluslar arası Müzeler Konseyi) gibi kurumlar oluşturulmuştur (Özdemir, 2005).

1973 yılında, eski yasalar çağdaş gelişmelere uyum sağlamadığı düşünülerek yürürlükten kaldırılmış; yerine Eski Eserler Kanunu getirilmiştir. Bu kanun ülkemizde tarihi çevrenin doku bütünüyle korunmasına olanak veren ilk yasa olması nedeniyle önem kazanmaktadır (Ahunbay, 1996).

1983 yılında çıkarılan, kapsamlı bir koruma yasası olan, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Yasası ile kentsel korumanın bir planlama olgusu olduğu belirtilmiştir. Yasaya göre ilgili koruma kurullarının uygun görüşünün alınması koşulu ile koruma amaçlı imar planlarının yerel yönetimlerce onanması öngörülmüştür. Bu da koruma anlayışının bütüncül bir içeriğe kavuşmasına neden olmuştur. Ayrıca bu dönemde bölgesel koruma kurulları oluşturulmuştur (Coşkun, 2005). 1990’lı yıllarda kültür mirasının korunması görevi ağırlıklı olarak Kültür Bakanlığı tarafından yürütülmüştür. Bu dönemde koruma konusunda yapılanlar yeterli bulunmamış, eleştirel olarak gündemde yerini almıştır. Burada en büyük sorun devletin anıtsal eserlerin korunması dışındaki tüm maddi yükü bireylerin üzerine yıkmış olmasıdır (Özdemir, 2005).

2000’li yıllarda koruma konusunda yeni yasal düzenlemeler yapılmıştır. En önemlisi 5226 sayılı yasa ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nda yapılan değişikliklerdir. Bu değişiklikler ile ören yeri, çevre düzenleme projesi, yönetim planı gibi kavramlar yasaya girmiş, koruma amaçlı imar planı hazırlanmasında yer alan sorunlar giderilmeye çalışılmış, ayrıca korumada finansal araçlar çeşitlendirilmiştir (Özdemir, 2005). 2004 yılında kabul edilen 5272 sayılı Belediye Kanunu ile belediyelerin büyüklük ve yetkilerine ilişkin bazı düzenlemeler yapılmıştır. Bu kanun ile belediyeler kültür ve tabiat varlıkları ile tarihi dokunun ve kent tarihi bakımından önem taşıyan mekanların korunmasını sağlayabime, bu amaçla bakım ve onarımını yapabilme, korunması mümkün olmayanları aslına uygun olarak yeniden inşa edebilme yetkisi kazanmıştır. Ayrıca bu yasa ile özel sektörün süreçlere dahil olmasını kolaylaştıracak adımlar da atılmıştır (Coşkun, 2005).

2005 yılında yürürlüğe giren 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz

Yenileme Yasası) ile tarihi kentsel sit alanlarının Bakanlar Kurulu kararı ile

yenileme alanı ilan edilmesine imkan tanınmıştır. Yasa ile tarihsel bölgelerin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilmesi öngörülmüştür. Bu durum

bazı tarihi alanların tüm sosyal, kültürel ve fiziksel dokusuyla birlikte yıkılarak yeniden inşa edilmesi gibi olumsuz sonuçlar yaşanmasına neden olmuştur (Dinçer, 2010).

Kamuoyunda Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hazırladığı, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesini öngören kanun tasarısı, 2012 Mayıs ayında yasalaşmıştır. Yasa tarihi eserler konusunda büyükşehir ve belediye meclislerini yetkili kılmıştır(http://www.emlakhaberleri.com/ emlak-haberleri/kentsel-donusum-yasasi-nin-icerigi_81248.html). Yasa henüz yürürlüğe girmemiş, dolayısıyla uygulama için gereken yönetmelikler henüz hazırlanmamıştır. Bu nedenle tarihi kent merkezlerini nasıl etkileyeceği zaman içerisinde gözlenebilecektir.

Ülkemizde koruma alanında gösterilen çabalar uzun yıllara dayanmaktadır. Bu konuda uluslararası platformda yapılan anlaşmalara dahil olunmuş ve ulusal düzeyde birçok yasal düzenleme de yapılmıştır. Tüm bu çabalara rağmen, tarihi kent merkezlerinin günümüzde içerisinde bulunduğu durum bize uygulama konusunda bazı eksiklikler ya da hatalar yapmakta olduğumuzu göstermektedir. Öncelikle tarihi değerleri korumak, yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak kaynak olduğu sürece mümkündür. Bu konuda yıllardır çok çeşitli kurumlara yetkiler verildiği görülmekte, fakat birçok kurumda bu yetkileri kullanacak yeterli mali, teknik ve personel olanakları bulunmamaktadır. Ayrıca yetkili kurumların eşzamanlı, birbirleriyle ilişki ve uyum içerisinde çalışması ile alakalı önemli eksiklikler bulunmakta, bu da özellikle kent içerisindeki tarihi dokuların korunmasının önünde önemli bir engel teşkil etmektedir.

2.3.4.3 Özel- Kamu Sektör Ortaklıklarını Teşvik Edecek Kurumsal Kapasitelerin