• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: TÜRK VE DÜNYA FUTBOLUNDA TARAFTARLIK OLGUSU

2.4. Türk Futbolunda Taraftar Profili

2.5.3. Türkiye’de Futbol Şiddeti

Gerçekte futbolla en ufak bir ilgisi olmayan, kökü gizli gizli kışkırtılan bir milliyetçilikte, közü daima canlı tutulan bir tür ırkçılıkta yatan holiganlığın, en evrensel spor sayılan futboldan daha evrensel bir nitelik taşıdığını söyleyebiliriz. Özellikle Almanya, Hollanda, İtalya gibi Avrupa ülkelerinde fazlasıyla hissedilebilir olan holiganlığın Türkiye’deki görünümü biraz masumanedir. Ellerinde kutu kutu biraları, pervasızca söyledikleri küfürleri, üstlerinde göbeklerini zor örten tişörtleri, bermuda şortları ve pazulu kollarındaki aslanlı kılıçlı dövmeleriyle tanınan Avrupalı holiganlar59 ile karşılaştırıldığında, Türkiye’deki fanatikler için ‘ateşli futbol taraftarı’ tabirini kullanmak daha uygun olacaktır.

Türkiye’de ateşli futbol taraftarı olarak tanımlanan fanatikler, genellikle 16-25 yaş arasındaki gençlerden oluşmaktadır. Sosyo-ekonomik açıdan apolitik ve asosyal bir hayat sürmekte olan bu gençler, eğitimsizlik, işsizlik ve maddi-manevi imkansızlıklar nedeniyle herhangi bir gruba ya da topluluğuna ait olup, ayrıcalık hissetme ve yalnızlık hissinden kurtulma isteklerini futbol taraftarlığında bulurlar. Maç esnasında tribünlerdeki haykırışlar, karşı çıkışlar aslında bunun bir dışa vurumudur. Küfredilen, tepki gösterilen rakip takım ve taraftardan ziyade yaşadıkları düzendir aslında. Öyle ki çoğu genç, maçın seyrinden ziyade, isyan dolu tezahüratlar ya da şarkılar söylemekten, hakeme veya rakip oyuncuya bir şeyler atıp, küfür etmekten zevk alır.

Tribünlerden sosyal sınıflar arasındaki farklılıklar bile görülebilmektedir. Aynı takıma gönül verseler bile, taraftarın bir bölümü ısıtmalı koltuklarında, önlerinde plazma TV’leri, ellerindeki purolarla bazıları ise çekirdek çıtlayıp, ıslanmamak için giydikleri naylon yağmurluklarıyla maçı seyrederler. Şartlar iyi gittiği sürece bu farklılığın sorun olmadığı tribünlerde, göstergeler tersine döndüğünde, başarısız oyunlar sergilenip, yenilgiler alındığında, koşulsuz destek ve sevginin yerini karşı koyulamaz bir öfke alır.

59 Murat Uyurkulak, “Şiddetin futbolla dansı: 'Holiganda'”, Radikal, 22 Mayıs 2007

Bu öyle bir öfkedir ki, aynı tribünde omuz omuza maçı seyredenleri bile birbirlerine düşman edebilir. Tartışmalar kavgaya, kavgalar da cinayete kadar uzanabilir.

Türkiye’de futbol sahaları ve tribünlerindeki şiddete verilebilecek en üzücü örnekler 1967 yılında, Kayserispor ve Sivasspor arasındaki 2. Lig maçında ve 1969’da Kırıkkalespor ve Tarsusspor arasında oynanan 3. Lig karşılaşmalarında yaşanmıştır. Kayserispor ve Sivasspor oyuncuları ve taraftarları arasındaki bu olayda, 40 kişi hayatını kaybetmiş, 600 kişi yaralanmıştır. Bu olay sonrasında, binlerce Sivas’lı Kayseri’ye yürümek isteyince, olaylar takımları ve taraftarları aşıp, bölge çatışmasına dönmek üzereyken hükümet olaya el koymuştur. 1969 yılında 3. Lig karşılaşmasında gerçekleşen olayı tetikleyen faktör, 2.000 kişilik tribünlere 10.000 kişinin alınması olmuştur. 10 ölü ve 100 yaralı ile sonuçlanan bu facia60, 1989 yılında Avrupa’da, Hillsborough Stadyumu’nda tribünlerin çökmesi ile yaşanan ve tüm dünyada futbolun akışını değiştiren olayla benzerlik taşımaktadır.

1967 ve 1969 yılında gerçekleşen bu olaylarla ilgili ilginç bir durum söz konusudur. İlki, futbolda şiddet denildiğinde akla ilk olarak üç büyük İstanbul kulübünün karşılaşmaları ve taraftar grupları gelmektedir. Fakat bu olayların biri 2. Lig’de, diğeri ise 3. Lig’de oynanan karşılaşmalar sonucu gerçekleşmiştir. Diğer yandan, futbol şiddeti denildiğinde, genellikle Avrupalı holiganlar ve 1985’te Heysel Stadı’nda, 1989 yılında Hillsborough Stadyumu’nda meydana gelen olaylar akıllara gelmektedir. Bu iki olay, dünya futbol tarihinde şiddetin ve tribün olaylarının miladı kabul edilmektedir. Oysa, Türk futbolu bu olayların benzerlerini, ortalama 15 yıl kadar öncesinde tecrübe etmiştir.

Stadyumlarda ya da farklı bölgelerdeki futbol çatışmalarında özellikle son 20 yıldır etkisini artıran futbol medyasının etkileyici rolünü de es geçmemek gerekir. Bugün, kullandığı dil itibariyle spor kamuoyundaki hegomonik normları belirleyen bir rolde olan futbol medyası, şovenizmle, erkek egemen bir vurguyla güçlüden, iktidardan yana bir tavır izlemekte; sıradan, sözel şiddet öğeleriyle yoğrulmuş bir dil kullanmaktadır.61

1980’li yılların sonlarına doğru futboldaki başarıların da artmasıyla birlikte, magazinsel öğelerle yoğrulan spor programlarında, lüks arabalar kullanan futbolculardan, rekabetin farklı doyumlarına kadar birçok konu işlenmekte ve böylece bireyler ekran başına çekilmek istenmekteydi. Reyting demek para demekti ve magazin ve eğlence dünyasıyla harmanlanan futbol pastası izleyicilere sunulmaktaydı. Yine aynı dönemlerde spor gazetesi adı altında çıkarılıp, neredeyse sayfalarının tamamı futbola

60 “İç Bükey Bir Aynadır Futbol…”, Beşiktaş Dergisi, Sayı: 2, Yıl: 1, ss. 48-49. 61 Ahmet Talimciler, a.g.e., s. 77.

daha doğrusu üç büyük İstanbul kulübüne ayrılan gazeteler hayatlarımıza girmeye

başladı.

İşte tam bu noktada Adorno ve Horkheimer’i anımsamak gerekmektedir. Kültün endüstri düzeni içinde, pazar odaklı üretildiğini söyleyen Adorno ve Horkheimer, piyasa ve kültür arasındaki, amaçları görünenden farklı olan kuvvetli bağı vurguluyorlar. İşte futbol ve medya arasındaki bağlarda bu temeller üzerinde şekilleniyor. 62

Futbol medyasının takımlar ve taraftarlar üzerindeki giderek artan manipülasyon gücü karşısında sık sık eleştirildiği nokta taraflı olması ve şiddeti çoğu zaman körükleyen bir söylemle hareket etmesidir. “Örneğin, 1996 yılında ülkemizde yayın yapan dört televizyon kanalı üzerinde yapılan bir araştırma, medyanın şiddeti yayan bir jeneratör gibi hareket ettiğini ortaya koymaktadır. Araştırmaya göre bu dört televizyon kanalının günde 2 bin 400 şiddet görüntüsü ekrana getirdikleri halde 354 olumlu davranış örneği yayımladıkları görülmüş. Bir saat içinde TRT’nin 9, Kanal 6’nın 32, ATV’nin 52 şiddet görüntüsü yayımladığı, şiddet görüntüsünü en yoğun yayınlayanın 97 görüntü ile Show TV olduğu ortaya çıkmıştır.”63

Özellikle milli maçları bir meydan muharebesine çevirip, milli değerler ve kimliksel özellikler üzerinden başlıklar atıp, taraftarı biraz da fanatikleştirmek son derece tehlikeli ve meslek ahlakına yakışmayacak bir yöntemdir. Medyanın tribün ağzıyla yazdığı başlıklarlardan bazıları:

• Yedin mi Türk’ün lokumunu hırbo İngiliz (Fanatik Gazetesi, 5 Kasım 1993) • Beşiktaş’ım bandıra bandıra ye (Fanatik Gazetesi, 21 Ekim 1993)64

• Çin işi Japon işi bunu yapan 11 kişi (Damga Gazetesi, 14 Haziran 2002) • Galatasaray Milan’ı aganigi naganigi yaptı. (Star Gazetesi, 4 Kasım 1999) • Sapına kadar derbi (Fanatik Gazetesi, 20 Eylül 1998)

• Haydi Kanarya Parma’tikle (Fanatik Gazetesi, 29 Eylül 1998)

• Kalli: Cimbom Trabzoun’un üstüne çıkacak. (Fanatik Gazetesi, 4 Kasım 1992)65

• Liver-pul koleksiyonu (24 Ekim’deki 2-1’lik Beşiktaş Liverpool maçı sonrasında Fotomaç Gazetesi başlığı)

• Plakasını Aldınız mı? (Fotomaç Gazetesi, 8-0’lık Liverpool-Beşiktaş maçı sonrası kullandığı başlık, 7 Kasım 2007)

62 Aydın Uğur,a.g.e., s. 108.

63 Necati Kola, “Delikanlı taraftar ayağa kalksın”, Aksiyon Dergisi, 23 Aralık 1995, s. 55,

http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=20149&yorum_id=1, (Alıntı tarihi: 24 Mayıs 2008).

64 Ahmet Talimciler, a.g.e., ss. 107-108. 65 Ahmet, Talimciler, a.g.e., ss. 117-125.

Sonuç olarak Türk futbol kültürü, ülke genelindeki sosyo-ekonomik, kültürel, hukuksal ve siyasal nitelikteki birçok farklı koşullardan doğrudan etkilenerek şekillenmiştir. Dolayısıyla, bu kültürün en önemli dinamiklerinden biri olarak taraftarlık da, şiddet ve saldırganlık potansiyelinden doğrudan etkilenmektedir. Günümüzde, sosyal hayatın hiçbir yerinde görülmeyip, sadece stadyumlarda şiddetin yaşandığı bir örnek yoktur. Tribünlerdeki taraftarlar aynı zamanda içinde yaşadıkları toplumun birer ferdi olduğu gibi, buralardaki şiddet ve saldırganlık da mevcut toplumsal yapının, az ya da çok, bir şekilde yansımasıdır. Stadyumlar içinde konumladıkları toplumun bir nevi prototipidirler. Bu nedenle, Türkiye’de şiddet ve saldırganlığın sadece tribünlere ya da taraftar gruplarına özgü bir problem olduğunu söylemek yanlış bir ifade olacaktır. İster futbolda ister diğer spor dallarında olsun fanatizm ve şiddet problemi sadece cezalandırıcı bir usulle değil, eğitici ve önleyici bir yaklaşımla ele alınmalıdır.

Benzer Belgeler