• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.6. TÜRKİYEDE YEREL YÖNETİMLER VE TARİHİ GELİŞİMİ

1.6.2. Türkiye’de Büyükşehir Yönetimi Kurulmasını Gerektiren Nedenler

Ülkemizde hızlı nüfus artışı ve hızlı kentleşme neticesinde ortaya çıkan büyük kentler için mevcut olan mahalli idare sistemimiz yeterli olmamış, bu kentlerin yönetimi için özel yönetimlerin benimsenmesi gerekmiştir. Büyük kentler için özel yönetim biçimleri Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara için söz konusu olmuş, daha sonra ise 1580 sayılı eski Belediye Kanunu ile İstanbul için söz konusu olmuştur. 1956 yılına kadar İstanbul’da belediye başkanlığı ve valilik bir şahıs üzerinde birleşmişti. 1961 Anayasası ile İstanbul’da belediye başkanlığı tekrar seçilmiş kişiler tarafından yapılır hale gelmişti (1960-1964 yılları istisna). Bu dönemde büyük kent yönetimi oluşturulması anayasal açıdan mümkün değildi. Birçok belediye görevlerini daha iyi görebilmek için aralarında birlikler oluşturmaktaydı. Daha sonra kalkınma planlarında İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde özel yönetim biçimleri oluşturulması öngörülmüştür (Gökçe, Bayrakçı, 2006).

Sosyo-ekonomik ilişkiler bakımından bir bütün oluşturan Büyükşehir bölgesinin merkez ve çevresinde, kamu hizmetlerinin ayrı yerel yönetimlerce yürütülmesi, hizmetin bölünmezliği ilkesine ters düşmektedir. Görev, yetki ve kaynakların çok sayıda yerel yönetim arasında paylaştırılması, hizmetlerin verimliliğini düşürmektedir. Sorunların çoğu müşterek olup bölge sınırlarına kadar uzandığı halde her bir yerel yönetimin kendi sınırları içerisinde hizmet sunmaya çalışması, kaynaklarda savurganlığa sebep olmaktadır. Fakat su, kanalizasyon, ulaşım, sağlık, itfaiye, eğitim gibi kamu hizmetleri tüm Büyükşehir bölgesi için planlandığında maliyeti daha düşük olabilmektedir (Keleş-Yavuz,1989:260).

Kentleşme sürecinin hızlanması, Büyükşehirlerin hizmet yükünü oldukça ağırlaştırmıştır. Kentler, belli plan hedefleri doğrultusunda değil de plansız, çarpık ve yanlış bir biçimde büyümeye devam etmiştir büyük kentlerdeki mevcut idari birimler bu sorunların üstesinden gelebilecek yetki ve imkânlara sahip olmadıkları için, 1960’lı yıllardan itibaren Büyükşehir hizmet birlikleri ve yönetimi kurmak için çalışmalar başlamıştır.

Büyükşehir yönetimlerinin kurulmasını gerektiren nedenler, kentsel alanların hızla büyümesi, mevcut yönetim yapısının kentsel sorunlara cevap vermemesi, kentsel alanda yürütülen kamu hizmetlerinin niteliği gibi nedenlerdir.

Türkiye’de kentleşme hızlı bir biçimde yaşanırken, oldukça kontrolsüz bir gelişme gerçekleşmiştir. Bu olumsuz gelişme hem kent düzeyinde, hem de bölgesel düzeyde yaşanmıştır. Kentsel düzeydeki bozuklukların yanında, bölgesel düzeyde de düzensizlikler görülmüş ve kentleşmenin büyük kentlere ve Batıdaki illerimize doğru olmuştur. 1960-1990 arasındaki kentsel nüfus artışının dörtte üçü, 100 bin ve üzeri nüfusa sahip kentlerde gerçekleşmiştir.

Kentlere doğru yönelen nüfus akını İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlere yönelmeyi tercih etmiştir. Bu kentlerdeki büyüme oldukça hızlı olmuş ve kent merkezlerinde yoğunlaşma yerine, kentlerin çevrelerine yerleşme yaygın hale gelmiştir. Örneğin, İstanbul’un merkezindeki nüfus artışı % 24.3 iken çevresindeki artışın oranı % 80.1’i bulmuştur.

Nüfusun böylesine artması ve kentsel büyümesi, kentsel alanların bozulmasına, fiziksel bozuklukların doğmasına neden olmasının yanı sıra, sosyal ve kültürel birçok sorunun da doğmasına neden olmuştur. Mevcut yönetsel düzenlemelerin kentsel büyümenin getirdiği sorunları karşılayamaması ve maliyetlerle baş başa kalması, büyükşehir yönetimlerinin kurulmasını zorunlu hale getirmiştir. Yeni bir yapı, sorunların çözümü için kaçınılmaz olmuştur.

Büyükşehirlerin hızla daha da büyümesi ve yaygın bir göçle karşı karşıya gelmesi sonucu, merkez kentin çevresinde meydana gelen yerleşmeler sorun olmaya başlamıştır. İzmir ve İstanbul gibi büyük kentlerde merkezle bütünleşemeyen yerleşim yerleri oluşmuş, bunlarla merkez arasındaki ekonomik, sosyal ve yönetimsel ilişkiler oldukça karışmıştır. Bu gelişmeler, çevredeki yerleşim birimlerinin kendi yönetimlerini kurmalarına neden olmuştur (Aslan, 1978, s.312). Ancak kendi yönetimlerini kurmak, sorunların azalmasını sağlayamamıştır. Çünkü merkezden kopuk olan bu yerleşmeler, hem merkezin imkânlarından gereği gibi yararlanabilecek durumda değildirler, hem de merkezdeki belediyelere yük olmaktaydılar. Merkezdeki belediyenin gücü de bu hizmetleri karşılayacak durumda değildi (Keleş, 2000:216).

İstanbul, İzmir ve İzmit gibi çevresinde birçok küçük belediyenin bulunduğu büyük şehirlerde önemli kamu hizmeti sorunları ortaya çıkarmıştır. İstanbul’da birçok belediye ve köy, İzmir’de bir çok belediye ve köy ana kentlerin bir parçası gibiydiler. Büyük kentlerin çevresinde veya içinde yer alan bu belediyeler ve köyler harita ve imar planına, fen elemanlarına, otobüs ve benzeri ulaşım araçlarına, yangın söndürme, mezbaha ve temizlik örgütlerine, kanalizasyon sistemine sahip değildiler (Tortop, 1999:173). Bu durum Büyükşehir merkezindeki belediye için önemli mali ve yönetimsel sorunlar ortaya çıkarmaktaydı. Metropolitan yönetim çalışmalarına götüren bir dizi sorun, böyle başlamış ve 1984 yılındaki düzenlemelere kadar da devam etmiştir.

Bu konuda Keleş’in de paralel görüşler sunduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. “Milyonluk kentlerimizin kentsel nüfus içindeki payları % 30’ların üzerine çıkmıştır. Hızlı, yaygın ve düzensiz nitelikte olan bu ana kentleşme kentleri belediye sınırları içinden ibaret sayan eski kent tanımlarını kullanışsız hale getirmiştir. Milyonluk belediyelerin sınırları dışında kalmakla birlikte ekonomik ve sosyal ilişkileri bakımından onların ayrılmaz parçası sayılan küçük yerleşim yerlerinin de bu Büyükşehirlerin nüfusuna katılması gerekir. Nitekim 1981 yılında yapılan bir düzenleme ile bu tür yerleşimler büyükşehirle yönetim açısından bütünleştirilmişler ve daha sonra da Büyükşehir belediyesi düzeni içine almışlardır (Keleş, 2000: 41-44).

Büyükşehir sorunlarının çözümü için bir yandan metropoliten yönetim kurma çalışmaları ve planlama sorunlarını giderme yönünde yapılan çalışmalar devam ederken, bir yandan da Büyükşehir sorunlarının il özel yönetimleri gibi örgütlerle de çözülebileceğini savunan görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşe göre, il özel yönetimi öyle bir örgüttür ki, hem yerel toplulukların temsilcisidir, hem de belediye ve köylerin dışında, fakat aynı şehir dokusu

içinde kalan yerleri planlayabilecek durumdadır. Bunun yanında merkezi yönetimle organik ilişkilere sahiptir. Özellikle kent planlaması açısından, il sınırları içerisinde kalan alanı tamamen kapsadığından, kentsel sorunların çözümünde yeterli bir örgüt olarak görmek mümkündür.

Büyükşehirlerin sorunları; mevcut parçalanmış, eşgüdümsüz idari yapı, ekonomik ve teknik imkânlarla çözümlenemeyecek kadar ağır olduğundan, bütün bu sorunların çözümlenebilmesi için Büyükşehir bölgesinin tümüne yönelik planlı çalışmaların yapılması ve sayıları gittikçe artan bu şehirlerin yönetimi için özel yönetim biçimi oluşturulması gerekmektedir (Keleş-Yavuz,1989:260).

Metropoliten yönetim dışında, değişik çözüm önerileri geliştirilmişse de, sonuçta biriken sorunların ancak Büyükşehir örgütleriyle çözülebileceği gerçeği ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de yerel gelirlerin bir ayırıma tabi tutulmaması önemli bir sorundur. 10 milyonu aşkın nüfuslu bir İstanbul gerçeği ile üç beş bin nüfuslu bir ilçe belediyesi, görevler, yetkiler ve gelirler açısından hemen hemen aynı düzenlemelere konu olurlar. Bu hiç te gerçekçi bir yol değildir. Çünkü büyük kentlerde halkın belediyelere para ödeyerek yaptırması gereken hizmetler, küçük kentlerde halkın kendisi tarafından imece v.b. yöntemlerle yerine getirebilmektedir.

Merkez belediyelerin hizmet yükü ile çevredeki belediyelerin de yükü birbirlerinden oldukça farklıdır. Bu nedenle mali sorunların çözümü açısından da Büyükşehir örgütlenmeleri bir gereklilikti. Büyükşehirlerin çevre belediyelere yaptığı hizmetlerden veya yatırımlardan pay alması veya vergi alması yasal düzenlemelerle oluşturulan büyük çaplı bir yönetim anlayışıyla ancak sağlanabilirdi.