• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE’ DE PRENATAL TANILAMADA HEMŞİRELERİN GENETİK DANIŞMANLIK ROLÜNÜ YERİNE GETİRME DURUMU NEDİR?

MATERYAL-METOT

TÜRKİYE’ DE PRENATAL TANILAMADA HEMŞİRELERİN GENETİK DANIŞMANLIK ROLÜNÜ YERİNE GETİRME DURUMU NEDİR?

Ayşe DELİKTAŞ DEMİRCİ, Kamile KABUKCUOĞLU

Akdeniz Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye, aysedeliktas@akdeniz.edu.tr

Prenatal tanılama, prenatal dönemde genetik hastalıkların birçoğunun invazif ve noninvazif yöntemlerle incelenmesini içermektedir. Türkiye’de birçok kadın gebelik döneminde prenatal tanılama sürecine maruz kalabilmektedir. Bu derlemenin amacı; prenatal tanılama sürecinde yapılması gereken genetik danışmanlığa ilişkin ülkemizdeki mevcut durumun gözden geçirilmesidir.

Prenatal tanılamanın gebe ve eş için stres verici süreçler içerdiği çalışmalarla ortaya konmuştur. Ülkemizde ise bir çalışmada; amniyosentez işlemi öncesinde kadınların %76.3’ünün anksiyete, % 77.3’ ünün ise depresyon yönünden risk altında olduğu belirlenmiştir (Dönmez ve ark., 2012). Prenatal tanılama sürecine ilişkin bilgilendirmenin yapılmamış olması, kadınların yaşadıkları stres düzeyi ile ilişkilendirilmiştir. Kadınların sahip olduğu endişelerin giderilmesine yönelik yapılan genetik danışmanlığın önemi ise çalışmalarda sıklıkla vurgulanmıştır.

Genetik danışmanlık, ailede genetik sorunun tanılanması, değerlendirme, genetik hastalığa ait risklerin önlenmesi ve seçenekler konusunda bilgi paylaşımını kapsayan bir iletişim sürecidir. Danışmanlık süreci, yönlendirici olmayan ama basit, anlaşılır ve net bilgilendirmeye dayanan ve bireyin özerk karar vermesini sağlayan bir süreçtir. Ancak, ülkemizde yapılan bir çalışma sonucuna göre; kadınların sadece %22,5’inin test sonucu ile ilgili genetik danışmanlık aldığı belirlenmiştir. Aynı çalışmanın sonucuna göre; kadınların gebelik kontrollerinde sürece ait beklentilerinin daha fazla bilgilendirilmek ve destekleyici hizmet almak olduğu saptanmıştır (Merih ve ark., 2018). Hemşireler, prenatal tanı ve tarama testlerine ilişkin komplikasyonlara yönelik bireye güncel bilgi vermek ile yükümlü olmasına rağmen Türkiye’de 24 hastanede yürütülen bir çalışmada; hemşirelerin genetiğe ilişkin bilgi düzeyleri ve ilgilerinin düşük düzeyde olduğu, ikili ve üçlü tarama testlerinin sonuçlarını bireylere aktarabilecek hemşire sayısının ise yetersiz düzeyde olduğu belirlenmiştir (Seven ve ark., 2017). Ayrıca, Terzioğlu ve Dinç (2004) tarafından yapılan çalışmada ise çoğu hemşirenin genetik danışmanlığının içeriğine yönelik olası risk ve zararların etik ihlallere yol açabileceği konusunda farkındalıklarının olmadığı belirlenmiştir. Sonuç olarak, ülkemizde prenatal tanılama sürecinde genetik danışmanlığın verilme durumu ve danışmanlık içeriğine ilişkin bilgi düzeyinin yetersiz olduğu belirlenmiştir. Prenatal tanılama aşamasında, sağlık ekibin bir üyesi olan hemşirenin genetik danışmanlığa yönelik bilgilendirilmesi ve farkındalıklarının arttırılması gerekmektedir.

113 YAŞLI BİREYLERİN DİYABET YÖNETİMİNDE SAĞLIK İNANÇ MODELI

1Hatice AĞRALI

1Araştırma Görevlisi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü,

İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, haticeagrali@sdu.edu.tr / haticeaarisoy@gmail.com

Yaşam süresinin uzaması ve obezitenin artışı nedeniyle diyabet prevalansı artmaktadır. Dünyada beklenen yaşam sürelerinde artış nedeniyle diyabet epidemiyolojik olarak ileri yaş grubuna kaymaktadır. Yaşlı diyabetli bireylerde klinik bulgular çoğu zaman asemptomatik olup daha çok non-spesifiktir. Yaşlı diyabetli bireyin tedavisinde hastanın var olan fizyolojik ve tıbbi durumu ile yaşa bağlı değişiklikler etkilidir. Tedavinin hedefleri ise hipoglisemiyi önleme, hiperglisemi semptomları ve kronik komplikasyonları engelleme arasındaki dengeyi sağlamaktır. Bu hedeflerin sağlanabilmesi için yaşlı diyabetli bireyin yeterli bilgi, beceri ve olumlu tutumlara sahip olması gerekmektedir. Bunun için de eğitim, önemli bir bölümü oluşturur ve bireylerin ekiple işbirliği yaparak sağlık ve hastalıkla ilgili kararlara aktif katılımını gerektirir. Ancak eğitimle kazanılan bilgilerin, diyabetli bireylerin hastalığına uyum ve davranışlarına olumlu katkı sağladığına ilişkin bulguların yanı sıra, eğitimin tek başına herhangi bir değişim ya da katkı sağlamadığını gösteren çalışmalarda bulunmaktadır. Diyabet gibi, bireylerin yaşam biçimi ve alışkanlıklarında değişiklik gerektiren hastalıklarda davranış kazandırma ve sağlığı geliştirmek için, eğitim planı yapılmadan önce yaşlı bireylerin sağlığını ve hastalığın ciddiyetini nasıl algılandığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Bireylerin sağlık ve hastalığa ilişkin inanç, tutum ve davranışlarının belirlenmesinde davranış geliştirme modellerinden biri olan Sağlık İnanç Modeli kullanılmaktadır. Bu model, bireylerin sağlıkları ile nasıl ilgilendiklerini ve tedavilerinin nasıl olacağını göstermektedir. Özellikle kendi sağlığı, hastalığın ciddiyeti ve yapılan önerileri yararlı bulup bulmamasına ilişkin inanç ve tutumlarının, kişilerin hastalığına ilişkin düzenlemelere aktif katılımını etkilediği, bunlar göz ardı edildiğinde ise yapılan girişimlerin sonuçsuz kaldığı bildirilmektedir. Yaşlı diyabetli bireylerde kognitif fonksiyonlarda bozulma yaşanabileceğinden diyabetin sonuçlarını etkilemektedir. Yaşlı nüfusun dünyada ve ülkemizde giderek artması, yaşlı bireylerde diyabet yönetiminin genç erişkinlere göre farklılık göstermesi ve bu alanda yeterli çalışmaların bulunmaması nedeniyle sağlık inanç modeli doğrultusunda bireyin hastalığı ile baş etmesi, kendi bakımını üstlenmesi, komplikasyonların önlenmesi, tedaviye uyumun sağlanması ve bu konuda stratejilerin geliştirilmesi glisemik kontrol üzerinde olumlu etki yaptığı bildirilmektedir. Bu derlemede, sağlık inanç modelinin yaşlı diyabetli bireyler üzerindeki önemine değinilmektedir.

114

Sözlü Bildiri

GÜNCEL GELİŞMELER IŞIĞINDA BLASTOCYSTİS