• Sonuç bulunamadı

II. TBMM Hükümeti Dönemi Türk Dış Politikası

1.6. Türk-Sovyet İlişkileri

Türkiye’nin Millî Mücadele yıllarında Avrupa’nın güçlü devletleriyle çatışma halinde bulunduğunu, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin de Türkiye gibi emperyalizmle savaştığını ve iki ülkenin işbirliği yaparak 1921 antlaşmasını imzaladıkları yukarıda açıklanmıştır.

1923’ten sonra iki ülke arasındaki ilişkiler, Lozan’dan kalan meselelerin çözümünde Batılı Devletlerin Türkiye’ye karşı davranışlarının etkisi altına girmiştir.209 Musul sorununu çözümünde İngiltere’nin ve onu destekleyen Fransa’nın, İtalya ve Milletler Cemiyeti’nin Türkiye’ye karşı olumsuz davranışlarının Türkiye’yi Sovyetlerle yakınlaştırdığını ifade edilebilir.

Ayrıca Birinci Dünya Savaşının galipleri ile Almanya’yı birbirlerine yaklaştırmak için hazırlanan “Locarno Sistemi”∗ de Sovyetleri Türkiye’ye yaklaştırmıştır. 1917 Bolşevik İhtilalinden sonra Sovyet Rusya çevresini sardığını değerlendirdiği kapitalist çemberi yıkmak için iki hedefe yönelmiştir. Bu hedefler:

I. Almanya ile Batılı devletlerin arasını açmak,

II. Komşuları ile iyi münasebetler kurarak bu devletleri kendisine yaklaştırmak. Bu doğrultuda 1921 yılında yaptıkları birçok antlaşma ile komşularıyla iyi ilişkiler kurmayı başarmışlardır. Ancak birinci hedefinde başarılı olamamış, 16 Nisan 1922’de Almanya ile aralarında yaptıkları Rapollo Antlaşması∗ uzun ömürlü olmamış, 1 Aralık 1925’de Almanya ile Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya arasında imzalanan Locarno Antlaşması Almanya’yı Sovyet Rusya’dan uzaklaştırmıştır.

Gerek Locarno Antlaşmaları gerekse Milletler Cemiyeti Meclisi’nin Musul hakkındaki kararı Türkiye ile Sovyet Rusya’yı bir kez daha birbirine yaklaştırmış ve iki devlet arasında 17 Aralık 1925’te, Paris’te Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşmasının imzalanmasına neden olmuştur.210

209

Gönlübol M., Sar C., 1969, s.82

Daha çok Fransa ile Almanya arasındaki sorunları çözmeyi amaçlayan ancak iki ülkenin haricinde İngiltere, Belçika, İtalya, Polonya, Çekoslovakya’nın imzaladığı üç antlaşmalık bir seriden oluşan ve Almanya’yı tekrar milletlerarası işbirliğine sokmuş, iki savaş arası dönemin önemli antlaşmalarından biridir. Versay Antlaşmasını kuvvetlendiren bir antlaşma olarak düşünülmüşse de aslında zayıflatan bir unsur olarak dikkati çekmektedir. Fransa açısından büyük önem taşımakta olup Dışişleri Bakanı Aristide Briand antlaşmaya ilişkin olarak “Biz Locarno’da Avrupa’ca konuştuk. Bu, öğrenilmesi gerekecek olan yeni bir dildir” demektedir. (Armaoğlu F., 1993, s.160-162)

1922 Nisanında Cenova’da toplanan Dünya Ekonomik Konferansı esnasında Almanya ve Sovyet Rusya’ya karşı takınılan olumsuz tavır nedeniyle iki ülke arasında yapılan gizli görüşmeler neticesinde 16 Nisan 1922’de Rapollo’da imzalan bir antlaşmadır. Önemli hükümler içermemektedir. İki ülke arasında diplomatik ilişkileri başlatmış ve savaş sonrasında karşılıklı iddiaların ortadan kalktığı deklare edilmiştir.. (Armaoğlu F., 1993, s.165-168)

210

Daha bu antlaşma imzalanmadan önce Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal TBMM yasama yılı açılışında, 1 Kasım 1925 tarihinde yaptığı konuşmada; “Komşumuz ve dostumuz Sovyet Cumhuriyetiyle münasebetimiz samimanedir. Yekdiğere karşı emniyetbahş bir hattı hareket üzerindeyiz”211 demek suretiyle milletvekillerine yapılacak antlaşma hakkında ön bilgi vermektedir.

Rusya adına Chicherin (Çiçerin) ile Türkiye adına Tevfik Rüştü Aras’ın imzaladığı antlaşma hükümleri özetle şöyledir:

I. Askeri manevralar hariç olmak kaydıyla taraflar birine karşı üçüncü devlet ya da devletler tarafından saldırılması durumunda tarafsız kalacaklardır,

II. İki taraf da birbirine saldırmamayı taahhüt ederler, birbirlerine karşı herhangi bir ittifak içine girmeyecekler, üçüncü tarafın iki ülkeden birine karşı gerçekleştirdiği saldırıya iştirak etmeyeceklerdir.

III. Antlaşmanın süresi üç yıl olacaktır. Sürenin bitiminden altı ay önce son verilmek istendiği bildirilmezse Antlaşma kendiliğinden bir yıl uzamış olacaktır.212

Antlaşma hükümlerine göre iki ülke birbirlerine karşı saldırmazlık ve tarafsızlık hususunda garanti vermektedir. Bu durum daha çok Musul’dan sonra Türkiye’nin Batılı devletler ile ilişkilerinin gelişmesi ve Rusya’ya karşı bir oluşum içerisine girme ihtimaline karşı Rusya’nın düşündüğü bir tedbir olarak değerlendirilebilir.

1925 Antlaşmasından sonra Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişimini iki açıdan ele almak gerekmektedir:

I. Siyasî münasebetler,

II. İktisadi ve ticari münasebetler. Bu antlaşma imzalandığında henüz iki ülkede Milletler Cemiyeti’nin üyesi değildiler. Sovyet Rusya milletler Cemiyetini, büyük devletler tarafından organize edilmiş ve kendisine karşı saldırı maksadıyla kullanılacak bir oluşum olarak düşünüyordu. Bu yüzden kendisi girmediği gibi Türkiye’nin de girmesini önlemeğe çalışıyordu. Diğer taraftan İngiltere Musul meselesinin çözümlenmiş olması nedeniyle Türkiye’yi Moskova’dan ayırmak istiyor bu maksatla ekonomik boykot sayılabilecek mali tedbirler almaktan geri kalmıyordu. Ancak bu durum Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmamış bilakis siyasi açıdan daha da yakınlaştırmıştır.

1925 Antlaşmasından sonra iki ülke arasındaki iktisadi ve ticari münasebetler siyasi gelişmelerle paralellik göstermemiştir. O dönemde Rusya kendi kalkınma meselesi ile uğraşmaktadır ve bu konularda Türkiye’yi tatmin edecek durumda değildir. Millî Mücadele döneminde her yönde artan ilişkiler, Lozan’dan sonra istenen seviyeye bir türlü

211

Atatürk’ün Milli Dış Politikası, 1981, s.46

212

ulaşamamıştır. Şubat 1926’da Türkiye’den ithal edilen mallara Sovyetlerin giriş izni vermemesi üzerine Türk Hükümeti protesto çekmiş, Kasım 1926’da Dışişleri Bakanları Odesa’da bir araya gelmiş ancak sorun çözülememiştir. İki devlet arasındaki ticaret hususunda meydana gelen sorunları çözmek amacıyla Ocak 1927’de görüşmeler yapılmıştır. Görüşmeler iki temel konu üzerinde cereyan ediyordu.

I. Sovyetlerin bazı Türk mallarını ithal etmek istememeleri,

II. Türkiye’nin bazı ilerinde bulunan Ticaret Temsilciliklerine ülke dışı haklar talep edilmesi.213

Görüşmeler sonucunda 11 Mart 1927’de, Ankara’da, Ticaret ve Seyrüsefain Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Sovyetlerin Türkiye’den yapacakları ithalata kota koyulması, ticaret mümessilliklerinin şubeler kurması ve diplomatik bazı imtiyazlardan faydalanmaları Türkiye tarafından kabul edilmiştir. Buna karşılık olarak Batum limanının Türkiye tarafından kullanılması sağlanıyordu. 1927 Antlaşması iki ülke arasındaki ticaret hacmini artırmış ancak iktisadi ve ticari konularda çatışmaların önünü kesememiştir. Sovyetler Türk ihracatçılarına karşı güçlük çıkarmaya devam etmişlerdir.

1928 yılından sonra iki ülke arasındaki siyasî ilişkiler uluslar arası politikanın etkisi altında kalmıştır. Milletler Cemiyeti tarafından Cenevre’de düzenlenen Silahsızlanma Konferansına çağrılan Sovyetler Birliği Türkiye’nin de katılmasını teklif etmiş ve Sovyet Temsilcisi Litvinof hazırlık çalışmaları esnasında “Türkiye Cumhuriyeti’nin dünya siyasetinde oynamakta olduğu mühim rol ve coğrafi durumu sebebiyle” komisyon toplantılarına katılması gerektiğini söylemiştir. Bunun üzerine Türkiye Mart 1928’de Cenevre’ye davet edilmiş ve Millî Mücadeleden sonra ilk defa olarak katıldığı uluslar arası konferansta Sovyet Rusya tezi olan “topyekûn silahsızlanmayı” desteklemiştir.214 Bu durum Sovyetler Birliği’nin Türkiye’nin katılımı hususundaki ısrarının sebebini açıklaması açısından değerlendirilebilir.

İki ülke arasındaki yakınlaşmanın diğer bir göstergesi de Türkiye’nin 1928 yılında Litvinof Protokolü’ne katılmasıdır. Milletler Cemiyeti’nin muhtemel bir savaşı önlemekte yetersiz kalacağını düşünen ABD Dışişleri Bakanı Kellog ve Fransız Dışişleri Bakanı Briand, boşluğu doldurmak için 22 Ağustos 1928 yılında yeni bir uluslar arası belge (Briand-Kellog Paktı) hazırlamışlardır. Bu belgi ile “savaşın millî siyaset vasıtası olarak kullanılması” yani tecavüz maksatlı savaş yasaklanıyordu. Türkiye bu belgeyi 8 Eylül 1928’de imzalamıştır. Batılı devletlerin saldırısından çekinen Sovyetler Birliği’de ilk tasdik eden olarak pakta katılmıştır. Paktın Doğu Avrupa ülkelerinde de bir an önce imzalanmasını temin maksadıyla

213

Gönlübol M., Sar C., 1969, s.84

214

9 Şubat 1929’da Polonya, Letonya ve Estonya’nın katılımıyla Moskova’da Litvinof Protokolü adı verilen protokol imzalanmıştır. Bu protokol 26 Şubat 1929’da Türk Dışişleri Bakanına verilmiştir. TBMM’de yapılan görüşmeler neticesinde 1 Nisan 1929’da onaylanan protokol ile Türkiye’de dâhil olmuştur.215

1923–1930 yılları arasında Türk-Sovyet ilişkileri oldukça dostane devam etmiştir. Bu dönemin sonuna doğru artık Sovyet Rusya Türkiye’nin dayandığı tek büyük ülke olmaktan çıkmaya başlamıştır. 1928 yılında imzalanan Türk İtalyan Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması, 1930 yılına doğru İngiltere, Fransa ve Yunanistan’la halledilen meseleler Türkiye’nin bu devletler ile dostane ilişkiler kurmasına zemin hazırlamıştır. Bu durum Sovyet Rusya’da endişe yaratmış ve Sovyet Hariciye Komiser Yardımcısı Karahan 12 Aralık 1929’da Türkiye’ye gelerek 1925 tarihli Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşmasını teyit eden ve iki yıl daha uzatan bir protokol imzalamıştır. Bu girişimin Sovyetler Birliğinden gelmesinin sebebi olarak Japonya’nın Mançurya’daki tecavüz hareketini ve Hitler’in Almanya’da iktidara gelmesi karşısında duyulan endişeler216 değerlendirilebilir.

Protokol içerisinde yer alan “Âkidlerden her biri diğer tarafa iblâğ etmeksizin, işbu tarafın kara veya denizden doğrudan doğruya komşuluğunda bulunan devletlerle siyasi mukaveleler akdin matuf müzakerelere girişmemeyi ve bu kabil mukaveleleri ancak mevzubahis tarafın muvafakati ile akdetmeyi taahhüt etmişlerdir”217 ifadesi dikkat çekicidir.

Bu ifade Rusya’nın Türkiye’nin Batılı Devletler ile iyi ilişkiler kurmasının önünü kesmeye dönük bir manevrası niteliğindedir. Bu sayede Türkiye’nin üçüncü ülkeler ile yapacağı antlaşmaları kontrol altına almak istemektedir. Ancak bu durum bile Türkiye ile Batılı devletlerin iyi ilişkiler geliştirmesine engel olamamıştır.

Türkiye 1930 yılından sonra Status quo’cu devletlere yönelen bir dış politika izlemeye başlamıştır. Bu durum Sovyetler Birliği’ni Türkiye’nin dayandığı tek büyük ülke durumundan çıkarmıştır. Ancak gelişen yeni durum Türk-Sovyet ilişkilerinin bittiği anlamına gelmemektedir. Çünkü Türkiye, girişmiş olduğu sosyal ve iktisadi kalkınmanın gerçekleşebilmesi için ve aynı zamanda da askerî gücünü artırabilmek için Batılı Devletler kadar Sovyetler Birliğinin de yardımına ihtiyaç duymaktaydı.218 Başbakan İsmet Paşa’nın 1930 Ekiminde kurduğu yeni kabinenin programını TBMM’de okurken dış politikaya ilişkin söylemiş olduğu şu sözler dikkat çekicidir: “Millî Mücadeleden beri teessüs eden dostluk

215 Gönlübol M., Sar C., 1969, s.86 216 Esmer A.Ş., 1953, s.217 217 Gönlübol M., Sar C., 1969, s.87 218 Gönlübol M., Sar C., 1969,117

münasebetlerinin muhafaza ve takviyesine, yani dostlukların lazım oldukları kıymetle takdir edilmesine çalışmak.”219

Bu ifade ile eski dostlukların devam ettirileceği ancak gelişen durumlara ve ihtiyaçlara göre yeni dostlukların da kurulacağı ilan ediliyordu. Türkiye’nin artık Batılı Devletler ile Sovyetler Birliği arasında yavaş yavaş tarafsız bir politika izlemeye başladığını belirtmek hiç de yanlış olmayacak bir yorumdur. Sovyetler Birliği’de Türkiye’yi tamamen kaybetmemek uğruna ilişkileri sıcak tutma çabası içerisinde bulunmuştur.

1932 yılının Nisan ayında Sovyet Hükümetinin daveti üzerine Türkiye Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Moskova’yı ziyaret etmişlerdir. Bu ziyaret iki devlet arasındaki siyasi ve iktisadi ilişkilerin tekrar ele alınmasını sağlamış, Sovyetler Birliğinin Türkiye’ye sekiz milyon dolarlık kredi açması yönünde mutabakata varılmıştır. Bu yardımın gerçekleşmesine dair protokol ise iki yıl sonra 21 Ocak 1934 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Moskova görüşmelerinin sonuçlanmasından kısa bir süre sonra Türkiye Milletler Cemiyeti’ne girmiştir. Bu durum Türkiye’yi Status quo’cu devletlere bir adım daha yaklaştırmış ancak hemen müteakibinde Sovyetler Birliğinin de teşkilata üye olması iki ülke arasında çıkması muhtemel gerilimin önünü kesmiştir.220

1933–1936 yılları arasında Türkiye ile Sovyetler Birliği sıkı bir işbirliği devresine girmişlerdir. Bu işbirliğinin en önemli sebebini büyük Avrupa Devletleri arasındaki kutuplaşma hareketinin yeni bir şekil alması olarak yorumlamak mümkündür. Bu durumun ilginç örneklerinden birisi olarak revizyonist Almanya ve İtalya’nın anti-revizyonist İngiltere ve Fransa ile dörtlü bir pakt oluşturmak üzere olduklarına dair çıkan söylentidir. Bu durum revizyonist iddialarla Almanya ve İtalya’nın toprak talebinde bulundukları ülkeler arasında ciddi endişe uyandırmıştır. İtalya’nın toprak talebinde bulunduğu Türkiye’de de bu durum endişe yaratmıştır. Atatürk, Ankara’da yabancı devlet temsilcilerine verdiği bir akşam yemeği esnasında, Türkiye’nin Dörtlü Paktı iyi karşılamayacağını açıkça ifade etmiştir.

Gelişen bu durum karşısında Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın teklifi ile Sovyetler Birliği tarafından Avrupa ve Yakın Doğu’da bulunan bütün komşuları arasında Dörtlü Pakta karşı bir işbirliği için girişimde bulunulmuştur. Aslında, Revizyonistlerle anti- revizyonistler arasında gerçekleştirilmek istenen Pakt Sovyetler Birliğini de endişelendirmişti. Girişim sonucunu vermiş ve 1933 yılında Londra’da toplanan Dünya İktisat Konferansı sırasında görüşmeler yapılmış ve ilgili ülkeler arasında “Tecavüzün Tarifi” konusunda 3 ve 4 Temmuz 1933 tarihlerinde iki antlaşma imzalanmıştır. Birinci antlaşma Türkiye, Sovyetler Birliği, Estonya, Letonya, Polonya, Romanya, İran ve Afganistan arasında, ikinci antlaşma ise

219

Esmer A.Ş., 1953, s.216-217

220

Türkiye, Sovyetler Birliği, Romanya, Çekoslovakya ve Yugoslavya arasında gerçekleştirilmiştir. Bu antlaşmaların maksadı taraf ülkelere karşı muhtemel bir tecavüz karşısında gerçek mütecavizi ortaya çıkarmak ve dolaylı olarak taraf ülkeler arasında yeni bir grubun teşkilidir.221

Antlaşmalar Türkiye ve Sovyetler Birliği açısından değerlendirildiğinde karşımıza iki yorum daha çıkmaktadır. İmzalanan iki antlaşmada her iki ülke de yer almıştır. Bu durum bir nevi ittifak olarak yorumlanabilir. Ayrıca, taraf ülkelerin coğrafi konumları dikkate alındığında Sovyetler Birliğini kuşatan ülkeler oldukları görülecektir. Bu durumda Sovyetler Birliğinin kendisine karşı muhtemel bir saldırıda tampon ülkeler kuşağı oluşturma çabası olarak da değerlendirilebilir. Türkiye açısından ise Balkanların ve Doğu’nun güvence altına alınması anlamını taşıdığı sonucuna varılabilir.

Bu döneme ilişkin Türk-Sovyet ilişkilerine ait önemli hususlardan birisi de Boğazlar meselesidir. Bu dönemde Türkiye Lozan’da ortaya konmuş olan Boğazlar Rejimini değiştirmek istemektedir. Bu konuya ilişkin 1933 yılından itibaren girişimlerde bulunmuştur. Konuya ilişkin olarak Mart 1993’de gerçekleştirilmiş olan Silahsızlanma Konferansı esnasında Türkiye Boğazları silahtan tecrit eden Lozan Antlaşmasının ilgili hükümlerinin değiştirilmesini teklif etmiştir. Aynı konferansta Türkiye’nin silahsızlanmaya ilişkin Sovyet teklifini desteklediği yukarıda belirtilmişti. Sovyetler Birliği’de Boğazlar konusundaki Türk teklifini desteklemiştir. Müteakiben Voroşilov başkanlığında Türkiye’yi ziyaret eden bir Sovyet heyeti konu hakkında olumlu görüşmelerde bulunmuş, bunun üzerine Atatürk Türk- Sovyet ilişkileri hakkında şöyle demiştir: “Son günlerde Boğazlar meselesini ortaya koyduğumuz zaman, Sovyetlerin, bizim tezimizdeki doğruluğu ve haklılığı bildirmiş olmaları, Türk ulusunda yeniden derin dostluk duyguları uyandırmıştır. Türk-Sovyet dostluğu uluslar arası barış için şimdiye kadar yalnız hayır ve fayda getirmiştir. Undan sonra da yalnız hayırlı ve faydalı olacaktır.” İki devlet arasında dostane zeminde gelişen ilişkiler sonunda 7 Kasım 1935’te, 17 Aralık 1925 tarihli Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması ile bunun uzatılması hakkındaki 17 Aralık 1929 ve 30 Ekim 1931 tarihli iki protokol ve esas antlaşmaya ek 7 Mart 1931 tarihli Deniz Protokolünün süresinin onbeş yıl süre ile uzatılmasını öngören bir protokol imzalanmıştır. Bu, 1921 yılında Mustafa Kemal’in önderliğinde ve girişimleriyle başlayan iki ülke arasındaki münasebetlerin geleceğe taşınması hususunda iki ülkenin fikir birliği içerisinde olduğunun göstergesi olmuştur.

Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras geçmiş onbeş yıllık Türk-Sovyet ilişkilerini şu şekilde özetlemektedir: “Bizim onbeş seneden çok fazla bir müddet içinde Sovyetler Rusyası ile

221

yapılan bir işbirliği devremiz vardı. Bu devrede birçok milletlerarası meselelerde beraber görüştük ve yürüdük. Bu yüzden bir harbe girmek zarureti belirmediği gibi, aramızda; icabında birlikte harbe girmek taahhüdü bile yoktu. Fakat amelî bir işbirliğimiz vardı ve her birimizi ilgilendiren herhangi bir iş üzerinde aramızda görüşmeden bir şey yapılmazdı.”

1936 yılına kadar ufak tefek bazı sorunlar yaşamasına rağmen gayet dengeli devam eden Türk-Sovyet ilişkileri, yıl içinde toplanan Montrö Konferansı ve müteakip yıllarda Türkiye’nin İngiltere ile işbirliğine gitmesi üzerine aynı şekilde devam edememiştir.222

Yukarıda incelediğimiz olaylar Türk Dışişleri Bakanı’nın söylediklerini doğrulamaktadır. İki ülke ittifak veya müttefiklik ilişkisi içerisinde olmasalar bile uluslar arası faaliyetlerde devamlı bir istişare ve işbirliği süreci içerisinde bulunmuşlardır. Bu durumu Atatürk’ün yönlendirdiği Türk Dış Politikasının sonucu olarak değerlendirmek gerekir.