• Sonuç bulunamadı

II. TBMM Hükümeti Dönemi Türk Dış Politikası

1.5. Türk-Yunan İlişkileri

1.5.2. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi Sorunu

Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethi ile yıkılan Bizans İmparatorluğu bünyesinde faaliyet gösteren ve aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’na Dünya Ortodoksları arasında ruhani liderlik statüsü veren Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, bu tarihten itibaren Osmanlı hâkimiyeti altına girmiştir. Patrikhane’nin dini işlerini yürütebilmesi açısından Fatih

Elefterios Venizelos: Girit’te doğmuştur. Atina Üniversitesinde okuyan Venizelos, Girit’teki 1889 ve 1896– 1897 ayaklanmalarına katılmıştır. 1897’den sonra Girit’teki Mecliste yer alıp valinin bakanlarından biri olmuştur. 1909 Darbesi’yle Yunanistan’a Başbakan olmuştur.

190

Göze A., 1985, s.332

191

Sultan Mehmet ve takip eden Padişahlar gerekli özerkliği sağlamışlardır. Ancak sağlanan bu özerklik hiçbir zaman siyasi maksat taşımamıştır.

Ancak 1829 yılında Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanması ve takip eden dönemde Patrikhane, dini liderlikten ziyade siyasi etkinlik peşinde koşmuş, Papalık gibi evrensellik kazanmak peşinde koşmuştur. Özellikle Birinci Dünya Savaşı ve devamında Millî Mücadele yıllarında Türk Milletinin hafızasından silinmeyecek türlü entrikalar içerisine girmiştir.

Trabzon ve havalisinde kurulmak istenen Pontus Devleti de Patrikhane’nin faaliyetleri arasında yer almaktadır. Trabzon Metropoliti Hrisanthos, 27 Mart 1919 tarihinde konferans için Paris’e giden Patrikhane heyeti içinde yer almış ve “Esaret Altındaki Rumlar’ın Delegesi” sıfatıyla bir muhtıra sunmuştur. Bu muhtırada Trabzon, Samsun, Amasya ve Şarki Karahisar’dan oluşan Pontus bölgesinde 600 binden fazla Rum yaşadığı ve bunlara Türkler tarafından yapılan baskılardan dolayı 1880 yılından itibaren Rusya’ya göç eden 250 bin Rum’da eklenirse sayının 850 bin ettiğini ileri sürerek, asılsız rakamlarla konferansa katılanları etkilemeye çalışmıştır. Elindeki gerçek dışı rakamları hazırlayan YOrgi Paşa’nın oğlu Konstantin’de yanında bulunuyordu. Gerçekte ise Pontus bölgesi olarak adlandırılan bölgede o dönem itibarıyla 890 bin Türk’e karşılık 150 bin Rum bulunmaktaydı. Konstantin, Hrisanthos’un iddialarının doğruluğunu ispata çalışırken, delegeleri etkilemek amacıyla Hrisanthos’un Patriklik için en yakın aday olduğunu ileri sürüyordu.192

Hrisanthos’un bu iddialarına Paris’te bulunan Dorotheos’tan da destek gelmiştir. Çünkü bu iddialar çok öncesinde birlikte hazırlanmış ve konferanstan çok önce Nisan ayında Türkiye’de Rumların en çok bulunduğu yerlerin başında Trabzon’un bulunduğu Dorotheos tarafından bildirilmiştir.193

Fakat İngiliz temsilcisi Rawlinson, Marsilya Konferansı sırasında yaptığı incelemelerde Türklerin Rumlardan çok fazla olduğunu ortaya koymuştur. Hrisanthos Avrupa gezisi sırasında 25 Mayıs 1919 tarihinde İngiliz Başbakanı ile görüşmüş ve Trabzon’a İngiliz askeri gönderilmesini ve İngiliz komutanlı emir komutasında Rumlardan müteşekkil jandarma birlikleri oluşturulmasını istemiştir. Bu istekleri göz önünde bulunduran İngiliz Hükümeti üç general ile gemilerini Trabzon limanına göndererek desteğini göstermiştir. Daha sonra bir İngiliz alayının gönderilmesine ilişkin talep ise olumlu cevaplandırılmamıştır.194

192

Hakimiyet-i Millîye, “Pontus Meselesi ve Safhaları”, 17 Mart 1338/1922 (Aktaran: Atalay B., Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri (1908-1923), Tarih ve Tabiat Vakfı Yay., İstanbul, 2001, s.146)

193

Hadisat, 12 Nisan 1335/1919 (Aktaran: Atalay B., 2001, s.146-147)

194

Atalay B., Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri (1908-1923), Tarih ve Tabiat Vakfı

Trabzon Metropoliti Hrisanthos’un faaliyetleri Türk yetkililerin gözünden kaçmıyordu. Özellikle Mustafa Kemal Paşa Hrisanthos’un gerçek kimliği ve amacını bildiğinden yakın takibe almıştır. Nitekim 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıktıktan iki gün sonra Sedaret ve Harbiye Nezaretine çektiği telgrafta;

“Mondros Mütarekesinden sonra Rumların Türklere yönelik faaliyetlerinin arttığının açıkça ortada olduğunu ve bu faaliyetleri kırk kadar düzenli Rum çetesinin, Pontus Devleti’ni kurabilmek için yaptıkları uyarısında bulunmuştur.” Mustafa Kemal Paşa ayrıca 24 Temmuz 1919 tarihinde Heyet-i Temsiliye adına Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya çektiği bir başka telgrafta;

“Hrisanthos’un, İstanbul’a gelen Yunanlı Miralay Aleksandr Simraki ile birlikte Yunan gizli teşkilatının faal bir üyesi olduğunu ve denetim altında tutulması gerektiğini” belirtmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın tespitlerinde yanılmadığı görülmüştür. Çünkü Patrikhane, Pontus faaliyetlerini yakından takip edebilmek için düzenli olarak iki haftada bir çeşitli şahısları bölgeye göndermiş ve faaliyetleri gizlemek için bu şahısları Patrikhanede görevli olanların akrabalarından seçmiştir. Böylece hem gizliliği muhafaza etmiş hem de birinci elden güvenilir bilgi elde etmiştir.195

Yukarıda belirtildiği üzere İngiliz Hükümeti Rumları desteklemek maksadıyla Trabzon limanına gönderdiği gemilerin sayısının Hrisanthos’un beklediğinden az olması Hayallarını suya düşürmüş ve bunun üzerine Osmanlı Hükümet ile iyi ilişkiler içerisinde bulunmak istediğini ifade etmeye başlamıştır. Bu düşüncesinde samimi olduğunu göstermek için Trabzon Valisi ve Trabzon Mevki Kumandanı ile yaptığı görüşmelerde;

“Avrupalılar bizi çiftlik olarak görüyor ve bölücülük yapıyorlar. El ele vererek birlikte çalışalım” teklifinde bulunmuş, teklif İstanbul’a bildirilmiş ancak Harbiye Nezareti’nden gelen cevapta;

“…Avrupa’dan yüz bulamamış olacak ki İstanbul’a döndüğünde de uzlaşma teklif etti. Samimi olduğundan şüphe ediliyor” denmiştir.

Mustafa Kemal Paşa ve diğer görevliler şüphelerinde haklıydılar. Çünkü iki hafta sonra aynı şahıs destek aramak için Batum ve Tiflis’e gitmiştir. Hrisanthos’un teklifine kanılarak Trabzon ve havalisinin güvenliğini bu şahsa emanet edilmesi bölgenin gözden çıkarılması anlamına gelecekti.196

Samsun Metropoliti Yermanos’da Hrisanthos’dan farklı davranmamıştır. Bir müddet için ayrılıkçı düşüncesi ve buna bağlı faaliyetlerini gizlemeye çalışmıştır. Kendisinden şüphelenilmesine rağmen bundan vazgeçerek asli görevlerini yerine getirir ümidiyle üzerine

195

Atalay B., 2001, s.147-148

196

fazla gidilmemiştir.197 Yermanos Bursa Metropoliti Dorotheos’un Patrik Vekilliği döneminde bölücü faaliyetlerini arttırmış ve Samsun bölgesi Trabzon’dan sonra Pontus faaliyetlerinin en fazla görüldüğü yer olmuştur.198

Bütün bu faaliyetlere mukabil Anadolu’da yaşayan birçok Hıristiyan vatandaş Patrikhane’nin bu tutumuna karşı çıkmıştır. Öyle ki Millî Mücadele dış güçlere karşı yapılırken bu unsurlarda birlik ve beraberliği bozma çabası içerisinde bulunan Patrikhaneye karşı mücadele içerisine girmişlerdir.

Bu oluşumlardan en önemlisi Papa Eftim tarafından kurulan Türk Ortodoks Patrikhanesi olmuştur. 1884 yılında Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesinde doğan Eftim çevresinin taktirini kazanmış ve Fener Patrikhanesine bildirilmiştir. Keskin Metropoliti olarak atanan Eftim Patrikhane’nin Türk Hükümeti aleyhine faaliyet göstermesine dair emri yerine getirmemiş bunun üzerine Patrikhane Eftim için tutuklama kararı çıkarmak istemiş fakat bunda başarılı olamamıştır. Patrikhane’nin bütün mücadelelerine rağmen yılmayan Eftim hükümetin dış baskılar neticesinde zor durumda kaldığını görmüş ve Müslümanlar’la birlikte yaşamaktan mutlu olduklarını ve kendilerine yardımcı olan Müslüman Türklere ve Hükümete teşekkür borçlu olduklarını bildirmiştir.199

Papa Eftim, Türk milletine karşı yıkıcı faaliyetler içinde bulunan Fener Patrikhanesi ile ilişkilerini Mondros Mütarekesi sonrasında tamamen askıya almış ve 1920 yılı başlarından itibaren tamamen koparmıştır. Bundan sonra da Türk Ortodokslarına ait bir Patrikhane kurulması için çalışmıştır. Sonuçta Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin kuruluşuna ilişkin kanun 1 Mayıs 1921 tarihinde İcra Vekilleri Heyeti tarafından görüşülüp kabul edilmiştir. Türk Ortodoks Patrikhanesi kanunen kuruluşunu müteakip Millî Mücadeleye yardımlarını maddi ve manevi yönden devam ettirmiştir. Hatta 11 Haziran 1921 tarihinde ABD ve Avrupa Dışişleri Bakanlıklarına çekilen telgrafta;

“…Türkiye’den başka bir devlet himayesini asla ve kat’a istemediğimizi, Türkiye’den başka hiçbir müessesenin namımıza söz söylemeye selahiyatdar olmadığını efkâr-ı umumîye-i cihana ilân ederiz” denilmiştir.200

Ayrıca Papa Eftim 30 Kasım 1921 tarihinde yayınladığı bildirisinde;

“Vatanları olan Anadolu’ya karşı yapılan haksız saldırılara değinmiş ve bunlara karşı mücadele etmekten başka çareleri olmadığını, Avrupa ve Yunan baskısının kendilerini de en

197

Atalay B., 2001, s.151

198

Hakimiyet’i Milliye, “Pontus Rum Cemiyet-i Hafiyesi”, 30 Mart 1337/1921 (Aktaran:Atalay B., 2001,

s.151) 199

Atalay B., 2001, s.187

200

az Müslüman Türkler kadar rahatsız ettiğini belirterek bugün, içerisinde bulunulan durumun başlıca sebebinin Fener Patrikhanesi olduğunu” ifade etmiştir.201

Görüldüğü gibi Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ve onun güdümünde olan Ortodokslar haricinde Anadolu’da yaşamakta olan Ortodoksların Türk yönetimi ile bir sorunları yoktur. Fener Patrikhanesi ise kendisine sağlanan imkânların kıymetini bilmemiş ve önce Osmanlı Devletinin müteakiben de Millî Mücadele döneminde yeni Türkiye’nin önünde bir engel olarak faaliyetlerde bulunmuştur. Türk Milleti nazarında Anadolu’da yaşanan birçok kanlı olayın sorumlusu Fener Patrikhanesi olarak hafızalara kazınmıştır. Bütün bu düşünceler sonucunda Patrikhane’nin Türkiye sınırları dışına çıkarılması en doğru karar olarak Türk Kamuoyunun düşüncesinde yerini bulmuştur.

Lozan’da 20 Kasım 1922 tarihinde barış görüşmelerinin başlamasıyla birlikte başta Patrik Meletios olmak üzere, bütün Patrikhane çevrelerinde olumlu anlamda değişiklikler olmaya başlamıştır. Patrik eski saldırgan tavırlarını bir tarafa bırakmış, daha önce yanına yaklaştırmadığı Türk gazetecilerle görüşme talebinde bulunmuştur. 1 Aralık 1922 tarihinde Türk gazetecilerle yaptığı görüşme sırasında;

“Türkler ve Rumlarla ilgili olarak düne ait ne varsa unutalım, yeni bir sayfa açalım. Artık Patrikhane sadece dinî işlerle ilgilenecektir. Geçmişte çok hata yaptık. Bundan sonra Türkler ve Hıristiyanlar arasında dostluk köprüsü olmaya hazırız. Daha önce Rumlar tarafından yapılanlar bir cinnet hali idi. Türkler aynı şeyi bize karşı tekrarlamayacak kadar geniş gönüllüdür. Şu anda Türklere karşı olan hürmetimiz çok fazla artmıştır. Çünkü onlar verdikleri mücadele ile yaşamaya hakları olduğunu bütün dünyaya ispat ettiler” şeklinde beyanatta bulunuyordu.202 Ancak artık bir takım şeyler için çok geç olduğunu unutmaktaydı.

Yukarıda belirtildiği üzere Yunanistan’ın 1830’da bağımsız bir devlet olmasından sonra Fener Patriği sürekli Türkler aleyhinde faaliyette bulunmuş “devlet içinde devlet” rolünü oynamaya başlamıştır. Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında Patrikhane, bu tahrik ve eylemleri daha da artırmıştır. Bunun üzerine Lozan Konferansı esnasında Türk Heyeti, Patrikhanenin İstanbul’dan kaldırılmasını istemiş ve bu yönde mücadele etmiştir. Ancak Patriklik, İngiliz temsilcisi Lord Curzon’un “siyasî meselelerle uğraşmaması kaydıyla yerinde kalması” teklifinin kabul edilmesi üzerine İstanbul’da kalmıştır.203

Lozan’da çözümlenmiş olmasına rağmen Patrikhane’nin sorun haline gelmesi 1924 yılında Patrikliğe tayin edilen Arapoğlu Konstantin’in mübadeleye tâbi olması nedeniyle Türk

201 Atalay B., 2001, s.189-190 202 Atalay B., 2001, s.197 203 Dilan H.B., 1998, s.22

makamlarınca sınır dışı edilmesinden kaynaklanmıştır. Bu durumun Yunanistan tarafından tepki ile karşılanması üzerine Mübadele Komisyonu meseleyi görüşmüş ve Konstantin’in mübadeleye tâbi olduğunu belirtmiştir. Fakat Patriklik sıfatının İstanbul’da bırakılmasının veya bırakılmamasının TBMM’nin yetkisinin dışında olduğunu da belirtmeyi ihmal etmemiştir. Patrikhane meselesi, Konstantin’in 19 Mayıs 1925’te istifa etmesi ve yerine Vasil Georgiades’in seçilmesi üzerine halledilmiştir.

1930 yılından itibaren Türk-Yunan ilişkileri düzelme eksenine girmiştir. Bunda en önemli etken Bulgaristan’ın Balkanlar’daki tutumu olmuştur. Bulgaristan I. Dünya Savaşı’nın kendisi açısından sonuçlanış biçimini hiçbir zaman beğenmemiş ve daima değişimci bir tutum sergilemiştir. Bu kapsamda Yunanistan ile Makedonya ve Batı Trakya sorununu gündeme getirmiş, bu durum da Yunanistan’ı Türkiye’ye yaklaştırmıştır.

Türkiye ve Yunanistan bu yumuşama ve dostluk dönemini ikili ziyaretlerle pekiştirmişlerdir. Yunan başbakanı Venizelos 27 Kasım 1930’da Ankara’ya bir ziyarette bulunmuştur.

Gazi Mustafa Kemal Paşa yasama yılının açılışında 1 Kasım 1930 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada Yunan Başbakanı’nın ziyaretini şöyle değerlendirmektedir;

“Komşumuz ve dostumuz Yunanistan Başvekilinin ve Hariciye Nazırının Ankara’yı resmen ziyaretlerini hususi bir memnuniyetle zikrederim. Türkiye ile Yunanistan’ın yüksek menfaatleri birbirine zıt olmaktan tamamen çıkmıştır. Bu iki memleketin samimi bir dostlukta kendileri için emniyet ve kuvvet görmelerinde isabet vardır.

İki cumhuriyet arasında açılan yeni devrin yeni esaslarını, ahde rapteden vesikalar yüksek tasvibinize arz olunmuştur”204 demektedir.

Yine, 1931 yılı içinde Başvekil İsmet İnönü ve Hariciye Vekili Tevfik Rüştü’nün Yunanistan’ı ziyaretleri münasebetleriyle 1 Kasım 1931 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada;

“Türkiye’nin güvenliğini gaye tutan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan bir sulh istikameti daima düsturumuz olacaktır. Başvekil ve Hariciye Vekilinin Yunanistan ziyaretleri iki memleket arasında kıymetli dostluk tezahüratına vesile vermekle bilhassa dikkat ve memnuniyetimizi mucip oldu. Birbirleriyle davası kalmadığı birbirleriyle iyi geçinmek kararında bulunduğunu ilan eden iki memleketin ilişkilerinde hayırlı inkişafları memnuniyetle kolaylaştırmak ve teşvik etmek emelimizdir.

Muhterem Millet Vekilleri;

204

Harici siyasetimizin müsalemetperver ve müstakim mahiyeti, geçen sene içinde bir daha tebarüz etmiştir. Yakın komşularımızla münasebetlerimizin samimiyeti artmıştır. Beynelmilel âlemde, her devletle iyi münasebette bulunmakta, müspet semereler elde etmekteyiz.

Türkiye’nin emniyetini gaye tutan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan bir sulh istikameti bizim daima düsturumuz olacaktır”205 demektedir.

Gazi Mustafa Kemal bu ifadeleriyle Türkiye Cumhuriyetinin takip etmekte olduğu dış politikanın esaslarını bir kere daha ortaya koymaktadır. Kısaca bizimle dost olmak isteyen herkese, eşitlik çerçevesinde kapımız sonuna kadar açık demektedir.

Eylül 1933’de Yunan Başvekili Çaldaris’in Ankara’yı ziyareti esnasında müşterek sınırların tecavüzden masunluğu hakkında bir antlaşma imzalanmıştır. İmzalanan diğer bir antlaşma ile iki devlet kendilerini ilgilendiren meselelerde birbirleriyle istişarede bulunacaklardır. Ayrıca, milletlerarası toplantılarda da Türkiye ve Yunanistan birlikte temsilci bulundurmayı taahhüt ediyorlardı. Bu antlaşma ile Türkiye ve Yunanistan bir nevi ittifak münasebetlerine girmiş olmaktaydılar.206 Bu ziyarete ilişkin olarak;

“Balkanlarda münasebetlerimiz inkişafa mazhar olmuştur. Yunanistan’ın mümtaz Başvekilini ve Nazırlarını kabul ettiğimiz esnada, dostça antlaşma paktı imza edildi. Başlıca hükmü, iki memleketin müşterek hudutlarını karşılıklı taahhüt altına alan bu mukavele, Yunanistan’la aramızda mütemadiyen artan dostluk ve emniyet rabıtasının neticesidir. Bu muahede denizde ve karada yüksek menfaatleri ve coğrafi rabıtaları bu kadar birbirine girmiş olan iki memleket için tabii ihtiyacın ifadesidir. Bu muahede, Balkanlarda dahi sulhun ve umumi ahengin kuvvetli bir vasıtası olacaktır”207 demektedir.

Dönem itibarıyla Türk-Yunan ilişkilerinin ulaştığı boyutu göstermesi açısından önemli olan hususlardan biride Yunanistan Başbakanı Venizelos’un, Türkiye Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşayı Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesidir. Yapılan diğer bir jestse Gazi Mustafa Kemal’in doğduğu evin o anki sahiplerinden Yunan Hükümeti tarafından satın alınarak müzeye çevrilmesidir.208 Böylece, Türk-Yunan ilişkileri 1954 yılına kadar sürecek bir iyi ilişkiler dönemine girer.

205

Atatürk’ün Milli Dış Politikası, 1981, s.54

206

Esmer A.Ş., 1953, s.213

207

Atatürk’ün Milli Dış Politikası, 1981, s.57

208