• Sonuç bulunamadı

II. TBMM Hükümeti Dönemi Türk Dış Politikası

2.3. Saadabat Paktı (8 Temmuz 1937)

Türkiye, 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşmasından sonra yaklaşık on yıllık süre zarfında doğulu komşuları ile olan sorunlarını halletmiştir. Afganistan’la olan ilişkiler en üst seviyede olumlu şekilde devam etmekteydi. Ülke içerisinde meydana gelen iktidar değişiklikleri bile Türkiye ile olan ilişkileri olumsuz yönde etkilememiştir. İran’la olan ilişkilerimiz ise daha çok sınırda meydana gelen ihlallerin gölgesinde kalmış ve iki ülkenin kararlılıkla konunun üzerine gitmesi neticesinde varılan antlaşmalarla bu sorun da çözümlenmiştir. O zamanlar İngiltere’nin manda idaresi altında bulunan Irak’la olan ilişkiler

392

Soysal İ., “1936 Montreux Sözleşmesi ve Sonradan Çıkan Sorunlar”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, (Yayına Hazırlayan: İsmail SOYSAL), Ankara, 15-17 Ekim 1997, Sempozyuma Sunulan Tebliğler, TTK

de daha çok İngiltere-Türkiye ilişkileri şeklinde cereyan etmiştir. Musul meselesinin halliyle hem İngiltere ve hem de bağımsız Irak ile ilişkiler genel anlamda iyi seyretmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün girişimleri ve dolayısıyla Türkiye’nin önderliğinde kurulan Balkan Paktı Antlaşması Balkanlar bölgesinde bulunan ülkeler arasında karşılıklı güven ortamını sağlıyor, Türkiye açısından da batı sınırlarının güvenliğini sağlıyordu. Bu safhadan sonra yapılması gereken doğudan gelebilecek tehditlere karşı emniyeti sağlamaktı.

Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran’da Saadabat Sarayında imzalan dörtlü Pakt, İtalya’nın Doğu ülkelerini hedef tutan istila politikasından ve bu politikanın söz konusu dört ülkede yarattığı endişeden doğmuştur.393

Yukarıda da belirtildiği üzere Türkiye açısından bu Paktın imzalanması Balkan Paktının imzalanma nedenleriyle hemen hemen aynıdır. Nasıl ki Balkan Paktı İtalya ile müşterek hareket eden Bulgaristan ve dolayısıyla İtalyan tehlikesine karşı batı sınırlarımızı emniyete almak maksadıyla yapılmıştır. Saadabat Paktı da doğu sınırlarımızı güvence altına almak maksadıyla ve yine İtalyan tehdidine karşı yapılmıştır. Her iki Pakt Antlaşması, Atatürk döneminde takip edilen Türk Dış Politikası gereği komşu ülkelerle barış içinde bulunmak ve gelişen dünya düzeni içerisinde güçlü revizyonist ülkelere karşı emniyet sağlamak maksatlı kurulmuşlardır.

Saadabat Paktının temelleri 2 Ekim 1935 tarihinde Cenevre’de atılmıştır. İtalya’nın Milletler Cemiyeti sistemini ihlâl ederek Habeşistan’a karşı fiili tecavüze girişmesi Türkiye’yi Doğulu devletlerle bir Pakt çerçevesi içinde münasebetler kurmaya sevk etmiştir. İtalya’nın bu tecavüzü üzerine Milletler Cemiyetinde İtalya’ya karşı zorlama tedbirleri alınması düşünülürken Türkiye, İran ve Irak 2 Ekim 1935’te Cenevre’de üçlü bir antlaşma parafe etmişlerdir. Bu gruplaşmaya daha sonra Afganistan’da katılmıştır. Cenevre’de temelleri atılmakla birlikte Saadabat Paktı’nın gerçekleşmesi İran ile Irak arasındaki sınır uyuşmazlığı nedeniyle 1937 yılına kadar gecikmiştir.394

İmzalanan bu Pakt Antlaşması, isminin çağrıştırdığı gibi bir askeri ittifak antlaşması değildir. Esas itibarıyla bir saldırmazlık ve dostluk antlaşması niteliğindedir.395 İmzalayan ülkeler yekdiğerinin bir saldırı anında kendisine yardım etmesinden ziyade birbirleri ile çatışmayı önlemeye dönük olarak bu Paktı kurmuşlardır. Paktı oluşturan ülkeler değerlendirildiğinde İran’ın merkezi konumda olduğu görülecektir. İran’ın Afganistan, Irak ve Türkiye ile sınırları vardır ve beklide kurulan bu Pakt en çok İran’ın menfaatlerine hizmet etmiştir. 393 Eroğlu H., 1990, s.327 394 Gönlübol M., Sar C., 1990, s.104 395 Oran B., 2005, s.365

Türkiye ile İran ve Afganistan arasındaki münasebetlerin bu kadar dostça ve kardeşçe gelişmesine paralel olarak bir yandan İran ile Afganistan, öte yandan da İran ile Irak arasındaki sınır anlaşmazlıkları dostça sonuçlandırılmıştır. Bu anlaşmazlıkların çözümü Ortadoğu bölgesini bir barış ve güvenlik alanı haline getirmiştir. Avrupa ve dünya durumu göz önüne alındığında ve Habeşistan’da İtalyan saldırısı neticesinde oluklar dolusu kan akarken bu bölge gerçekten güven ve istikrar bölgesi olarak gözükmekteydi. İran’ın Sovyetler Birliği ile imzaladığı antlaşma da dikkate alınırsa göreceli olarak İran topraklarının her yönden saldırı tehlikesinden uzaklaşmış olduğu görülecektir. Göreceli ifadesinin kullanılmasından maksat ikinci dünya savaşı esnasında İran topraklarının Rusya ve İngiltere tarafından işgal edilmiş olmasından dolayı kullanılmıştır. Gerçi İngiltere bu dört devlet arasında imzalanan Saldırmazlık Paktı’nı çok iyi karşılamıştır.396 İngiltere’nin bu düşüncesi imzalanan bu antlaşma ile Rusya’nın güneyden kendine dost ülkeler tarafından kuşatılmış olmasından kaynaklanmaktadır.

İtalya’ya karşı uygulanacak zorlama tedbirlerinin görüşüldüğü esnada Cenevre’de 2 Ekim 1935’de Türkiye, İran ve Irak arasında üçlü bir antlaşma parafe edildiği ve antlaşmaya Afganistan’ın da katıldığı yukarıda belirtilmişti. Türkiye tarafından hararetle desteklenen bu anlaşmayı uygulamaya sokmak hemen mümkün olmamıştır. Bu dönemde İran ile Irak arasında ki Şattülarap’tan kaynaklanan sınır anlaşmazlığı ve Türkiye ile Iran arasında da bazı meseleler vardır. Zorlama tedbirlerine bu ülkelerin katılması ve buna mukabil İtalya’nın aldığı tehditkâr durum ve nihayetinde Habeşistan’ı istilâsı bu devletlerin birbirine daha fazla yakınlaşmalarının nedeni olmuştur. Bu arada Türkiye komşularıyla olan ilişkilerini sıkılaştırmış, 1937 yılında İran ile çeşitli konularında birçok anlaşmalar yapılmış, iki devlet arasındaki dostluk kuvvetlendirilmiştir. 5 Haziran 1926’da Irak ile imzalanan ve süresi biten Dostluk Antlaşması 1937 Nisanında yenilenmiş ve süresi uzatılmıştır. Aynı anda, 7 Nisan 1937’de Türkiye ile Mısır arasında “Bozulmaz Barış ve Samimî ve Daimî Dostluk Antlaşması” imzalanmıştır. Nihayet Iran ile Irak arasındaki sınır anlaşmazlığı Türkiye’nin de katkılarıyla çözümlenince, 1935 de Cenevre’de parafe edilmiş olan antlaşmayı imzalamak için herhangi bir engel kalmamıştır.397

Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras başkanlığındaki bir Türk heyeti Haziran 1937’de Bağdat’a bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Heyet Bağdat’ta çok samimi ve dostane bir hava içerisinde karşılanmış ve büyük kabul görmüştür. Irak Dışişleri Bakanı ziyarete ilişkin olarak verdiği demeçte: 396 Akşin A., 1991, s.198 397 Armaoğlu F., 1995, s.347

“…Bu ziyaretler memleketlerimiz arasında mevcut olan dostluk münasebetlerine tekabül etmekte ve iki milletin devlet adamlarının buluşmaları bu münasebetleri barış ve iki ülkenin refah ve saadeti uğrunda bir kat daha geliştirmektedir…” demiştir.398

Bu ziyaretin hemen akabinde 4 Temmuz 1937’de İran ve Irak arasında sınır hattı anlaşmazlığına son veren antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşma İran’ın istediği gibi, uluslar arası alanda da kabul gören talveg hattı (akarsuyun en derin yerinin geçtiği hat) esas alınarak imzalanmıştır. Bu Antlaşmadan dört gün sonra 8 Temmuz 1937 tarihinde İran Şahı’nın yazlık sarayı olan Saadabat Sarayında dört ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştır.399

Resmi adı Âdemi Tecavüz Muahedenamesi olan antlaşma imzalandığı sarayın adına atfen “Saadabat Paktı” olarak isimlendirilmiştir.400

Antlaşma toplam on maddeden oluşmakta olup özetle şu şekildedir: I. Taraflar birbirinin iç işlerine karışmayacaktır.

II. Ortak sınırların dokunulmazlığı vardır.

III. Taraflar ortak çıkarlarını ilgilendiren uluslar arası nitelikteki uyuşmazlıklarda birbirine danışacaktır.

IV. Taraflar birbirine karşı tek başına veya birkaç devletle birlikte saldırı eyleminde bulunmayacaktır.

V. Taraflardan birisi anlaşmanın hükümlerine uyulmadığını değerlendirirse Milletler Cemiyeti’ne başvuracaktır.

VI. Taraflardan biri üçüncü bir ülkeye saldırırsa diğerleri Antlaşmayı feshedebilecektir. VII. Taraflar kendi sınırları içerisinde diğer tarafı yıkmaya dönük oluşumlara izin vermeyecektir.

VIII. Taraflar kendi aralarında meydana gelecek anlaşmazlıkları da Briand-Kellog esaslarına göre halledeceklerdir.

IX. Bu antlaşma tarafların Milletler Cemiyeti uyarınca alınacak yükümlülükleri kısıtlar nitelikte değildir.

X. Bu madde Antlaşmanın onaylanma sürecine ilişkindir.401

Bu Pakt TBMM tarafından 14 Ocak 1938 günü 3324 sayılı bir yasa ile onaylanmıştır. Diğer taraflarında onay işlemleri tamamlanmış ve 25 Haziran 1938 günü yürürlüğe girmiştir.402 398 Akşin A., 1991, s.198 399 Oran B., 2005, s.368 400 Akşin A., 1991, s.198 401 Soysal İ., 1983, s.585-586 402 Soysal İ., 1983, s.583

Antlaşmaların maddeleri arasında VII. Madde dikkat çekicidir. O dönemde de sınırda yerleşik olan Kürt Aşiretleri sınır ihlallerine sebebiyet veriyorlardı. Bu sorun Türkiye-İran ilişkilerini bile bozmuştur. Günümüzde olduğu gibi o dönemde de İran, Türkiye ve Irak’ta Kürt unsurlar bulunmaktadır. Bu unsurlarında üç ülkenin sınırlarının kesiştiği bölgede yerleşik oldukları bilinmektedir. Antlaşma ile üç ülkeyi etkisi altına alabilecek bir kalkışmanın önü kesilmek istenmiştir.

Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras Paktın imzasını müteakip mahiyeti ve Türkiye tarafından takip edilmekte olan dış politika hakkında şu açıklamalarda bulunmuştur:

“İmza ettiğimiz Pakt aynı nitelikteki başka taahhütlere benzeyen ve barış davasını etkileyen basit bir bölge anlaşması mıdır? Vakıa Paktın metni buna iştirak edenlere kendilerini ilgilendiren meseleler karşısındaki davranış tarzlarını düzenlemek için yalnız bir istişare taahhüdünü kapsamaktadır. Paktta ne karşılıklı yardım ne de askerî bir taahhüt zikir edilmiş değildir. Hatta diyebilirim ki, muhteviyatı bakımından Milletler Cemiyeti paktının öngördüğü bölgesel anlaşmaların en basitidir. Eğer tahlilimizi burada kesecek olursak paktın barış davasının mütevazı bir yardımcısı olduğunu ve daha çok mühimlerine bir temel teşkil ettiğini müşahede ederiz. Bu pakt Türkiye’ye ne getirdi? Pakt psikolojik bakımdan gözlerimizde büyük bir değer taşımaktadır. Gerçekten imza olayını saran hava, antlaşmanın tahakkuk ettirilmesi şartları ve milletlerimiz arasındaki güven, inanış ve birlikte dostça yaşama duyguları göz önüne alınırsa bu değer kendiliğinden belli olur.

Dünya’nın bu bölgesinde biz kardeşliğe inanmış bulunuyoruz... Biz evrensel bir dostluk ve sevgi siyaseti güdüyoruz... Bizim için tek amaç barıştır. Barış bizim için bir vasıta değil bir hedeftir. Eğer biz kuvvetli olmak istiyorsak bu hem kendimiz için hem de başkaları için zayıflıktan nefret ettiğimizdendir. Eğer harpten iğreniyorsak bu, herhalde ondan korktuğumuzdan değil, belki hiç bir meselenin harp yolu ile hal ve tesviye edilemeyeceğine inandığımızdandır. Harbi sükûnetle ve hafiflikle derpiş edemeyiz. Çünkü onun ne zaman başladığını bilirsek de ne vakit son bulacağını bilemeyiz. Biz ordularımızı derin sevgi ile severiz, yalnız güvenliğimizin en mükemmel teminatı oldukları için değil fakat disiplin, fedakârlık ve yurtseverlik örneği oldukları için de. Kuvvetler arasındaki oran değişmez olunca, beşeriyet kuvvetlerin tedricen sınırlandırılmasını kabul edince, traktörlerimizi top bataryalarımızı sökerek tarlalarımıza iadede ve topraklarımızı da eritecek çok daha yararlı araçlar yapmakta bizler başta geleceğiz. Herkes barış davasıyla meşgul oluyor, milletlerin çoğunluğu uluslararası barışı sağlam esaslar üzerine oturtmak tedbirlerini araştırıyor. Biz barış davasının samimi ve sadık hadimleriyiz. Biz uluslararası barışı korumak için bizzat kendi vasıtalarımızla çalışıyoruz. Biz memleketlerimizin selâmet ve menfaatini barışta buluyoruz ve uluslararası barışın, hatta sınırlarımızdan çok uzak yerlerde de bozulmasını

kendi menfaatlerimize uygun görmüyoruz. Biz güvenliğimizi başka devletlerarasındaki ihtilâflarda aramıyoruz. Milletler topluluğu içinde kuvvetli millet olarak yapmakta olduğumuz çalışmalarda siyasetimize hâkim olan mütalaalar, belgeler işte bunlardır…”403

Türkiye Cumhuriyeti, Temmuz 1937’de Irak, İran ve Afganistan’la İran Şahı’nın Tahran’da bulunan sarayında imzalanan Saadabat Paktı ile bölgesel güvenlik önlemlerini en üst düzeye taşımıştır. Her ne kadar imzalanan Pakt karşılıklı bir savunma antlaşması niteliği taşımasa da Orta Doğu’da bulunan dört bağımsız devlet bütün dünyaya, Avrupalı güçlerin Habeşistan’da yaptıkları gibi bu ülkeleri teker teker düşüremeyeceklerini gösteren bir nitelik taşıyordu. Bu Pakt’ın önemli bir niteliği de İran, Irak ve Türkiye’nin sınırları içerisinde bulunan Kürt unsurlarının yekdiğeri aleyhine ayaklanmalarını önlemeyi taahhüt altına almalarıdır404 ki bu durum günümüzde de meydana gelen olayların temelinin o yıllara dayandığının ve ciddi tedbirler alınması gerektiğinin en önemli göstergelerinden sayılabilir.

Atatürk 1 Kasım 1937 tarihinde TBMM yasama yılı açılış konuşmasında Saadabat Paktını şöyle değerlendirmektedir:

“Cumhuriyet Hükümetinin, şarkta takip ede gelmekte bulunduğu dostluk ve yakınlık siyaseti, yeni bir kuvvetli adım attı. Saadabat’ta, dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü muahede, büyük bir memnuniyetle kayda değer sulh eserlerinden biridir. Bu misakın inkişafı samimiyetle isteyen hükümetleri arasında, iş birliğinin atide de hayırlı neticeler vereceğinden emin bulunmaktayız.

Cumhuriyet Hükümetinin, komşularıyla ve diğer büyük küçük devletlerle olan münasebetlerinde, ahenkli bir istikrar ve inkişaf göze çarpmaktadır. Sulh yolunda nereden bir hitap geliyorsa, Türkiye onu, tehalükle karşıladı ve yardımlarını esirgemedi.”405

Saadabat Paktı, Çağdaş dönemde Ortadoğu devletleri arasında yapılan çok taraflı bölgesel ilk antlaşma olmuştur. Paktın oluşturulması tamamen bölge ülkelerinin kendi öz inisiyatifleri ile gerçekleştirilmiş ve özellikle Rusya ve İngiltere’ye karşı kurulmamıştır. Zaten üye ülkelerin askeri güçleri bu iki ülkeye karşı ortak bir askeri hareket uygulamalarını engellemektedir. Hatta bu ülkeler de pakta dâhil edilmek istenmiştir. Irak’ın İngiltere ile Türkiye’nin de Rusya ile olan antlaşmaları bu ülkelerin bağımsız antlaşma yapmalarının önünü kesmekteydi. Yapılan antlaşma neticesinde oluşturulan pakt Ortadoğu açısından örnek teşkil etmiş 1945 Arap Birliği ve 1955 Bağdat Paktı Saadabat Paktını izleyen oluşumlar olmuştur.406 403 Akşin A., 1991, s.199 404 Hale W., 2003, s.55 405

Atatürk’ün Milli Dış Politikası, 1981, s.65

406

Soysal İ., “1937 Saadabat Paktı”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, (Yayına Hazırlayan: İsmail

Pakta üye ülkelerden herhangi biri şu ana kadar tek taraflı olarak feshe ilişkin her hangi bir başvuruda bulunmamış olmasına rağmen yürürlüğe girdikten yaklaşık bir yıl sonra İkinci Dünya savaşının çıkmış olması paktın işlerliğini ortadan kaldırmıştır.