• Sonuç bulunamadı

SANATÇI SAYIS

X- İst: 2004 yılında Daryo Beskinbazi ve Kerimcan Güleryüz tarafından kurulan galeri Nişantaşı’nda faaliyet göstermektedir.

3. İSTANBUL’DA 2000 SONRASI SANAT PİYASAS

3.1. Türk Sanat Piyasası

Sanatın varlığı şüphesiz ki insanın varlığı ile eş değerdir. İnsan olan her yerde sanat da vardır. Sanat insanın doğası gereği varlığını her daim sürdürmüş ve sürdürecektir. Sanatın bitmesi gibi bir durum söz konusu dahi olamaz. Çağlar boyunca sanata yönelimler ve bakış açıları farklı boyutlarda olmuş ve olacaktır da. İnsanın tabiatındaki değişim, bilimsel gelişmelerle de şekillenerek varlığını sürdürmektedir. Bu değişim devam ettikçe sanat da değişecek, her dönem farklı arayışlar içinde olacaktır.

Ahmet Şişman, sanat eserinin tanımını, “Sanat eseri birer simge veya soyutlanmış ifadelerdir” 290 şeklinde yapmıştır. Bu simgeler ve soyutlanmış ifadeler; duygular, beklentiler, yaşam tarzları, kültürler, çağın yönelimleri ve daha birçok sebeple birlikte değişecek ve dolayısıyla her dönemin ifade tarzı da farklı olacaktır. “Eserin algılanması birçok kişi tarafından değişik zamanlarda değişik koşullar altında yaşanabilir ve her defasında algılayanın o sürece bağlı özelliklerine göre farklı bir işleyiş gösterir.291” Üstünipek’in de düşüncelerinden anlaşıldığı üzere sanat eserinin algılanma süreci, çeşitli sebeplerden ötürü değişik zaman ve durumlarda farklılıklar gösterebilmektedir. Yani bu süreç değişkendir.

18. yy. Avrupa’sında, plastik sanat eserlerinin, bir mekânda topluca sergilenmesi ile Avrupa’da sergi olgusu ortaya çıkmıştır. Sosyal değişimlerin çok yoğun olarak yaşanması ile kıta Avrupa’sında sanatın aristokrat sınıfın tekelinden       

290 ŞİŞMAN, Ahmet, Sanata ve Sanat Kavramına Giriş, Yaz Yayınları, İstanbul, 2006, s. 42. 291 ÜSTÜNİPEK, Mehmet, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Çağdaş Türk Sanatında Sergiler,

çıkıp toplumun geneline yayılması sağlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise 17. yy.ın sonlarından itibaren batıya gönderilen kişilerin Avrupa’daki sanat çevresi ile tanışması ve İstanbul’a döndüklerinde elde ettikleri bilgiler sayesinde sanatta batılılaşmanın 19. yy.ın ikinci yarısına doğru oldukça hız kazandığı görülmektedir. Avrupalı ressamların eserlerinin sayıca artması, bu dönemde inşa edilen sarayların duvar ve tavanlarının resimlerle süslenmesi, İstanbul’da yavaş da olsa bir sanat ortamının oluştuğunu göstermektedir.

1794 yılından itibaren askeri okullarda, batıdan getirtilen sanatçıların vasıtasıyla yoğun bir resim programı uygulanmıştır. Ve sonrasında öğrencilerin bazıları saray tarafından resim eğitimi almak üzere yurt dışına gönderilmiştir. Askeri okul çıkışlı sanatçıların, ülkemizde batı anlayışına yönelik resim sanatının yerleşmesinde önemli katkıları olmuştur.292

Osmanlı’da sergilerin açılması ve sanat ortamının gelişimine -askeri ressamlar dışında- bir diğer etken, azınlıklar ve yabancı elçilik mensuplarıdır. Dini inanışlar bakımından yaratıcıklarında kısıtlamaya maruz kalmamış olan ayrıca ticari ilişkilerinden dolayı Avrupa ile daha yoğun bağlantısı olan bu gruplar, Osmanlı’da sanatsal faaliyetlerin artmasında oldukça etkili rol oynamışlardır.

Osmanlı’da sanatın gelişimine etkisi olan bir diğer etken ise oryantalist sanatçılardır. Bu sanatçılar, ülkemize gelip çalışmalarını burada yapmışlar ve beraberinde de, Türk resim sanatının ivme kazanmasını sağlayacak Türk sanatçılarının(Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa vb.) yetişmesine ve sergi anlayışının ülkemizde yerleşmesine büyük katkılar sağlamışlardır. “Osmanlı’da, sarayın sanata desteğinin dönüşümü saray çevresi ve İstanbul’da yabancıların etkin olduğu belli bir etkin tabaka için geçerli olmuştur.”293 İstanbul, ülkenin sanat merkezi konumunda olmaya Osmanlı zamanından başlamıştır. Cumhuriyet Döneminde yapılan çeşitli girişimlerle sanat her ne kadar Anadolu’ya da yayılsa da hâkimiyet her dönemde İstanbul’da olmuştur.

      

292 ÖGEL, Semra; 19. yy Türk Asker Ressamlar, Türk Düşüncesi, İstanbul, 1964, s. 223. 293 ÜSTÜNİPEK, Mehmet, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Çağdaş Türk Sanatında Sergiler,

Türk plastik sanatlarının gelişimi açısından Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kuruluşu da hiç şüphesizdir ki önemli bir aşamadır. 1885 yılından itibaren düzenli olarak sergilere yer verildiği, öğrenci mezuniyetlerinin ve başarı ödüllerinin bu sergilerle birlikte işlerlik kazandığı görülmektedir.

“Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin de varlığı, bu dönem sergilerinde önemli bir paya sahiptir. Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Avrupa sınavlarını kazanarak Paris’e gönderilen 1. Dünya Savaşı nedeniyle yurda dönen sanatçılardan oluşan bu cemiyet üyeleri, farklı anlayışlarda resimler yapmalarına rağmen, Türk resmine temel oluşturacak modern akımları hazırlayıcı sanatçılardır.”294

Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise Atatürk’ün uyguladığı kültür-sanat politikası göze çarpmaktadır. Sanata ve sanatçıya verdiği değer sayesinde sanatçıların yeteneklerinin sergilenmesine olanaklar sağlanarak sanatçıların yaratıcılıkları, devlet desteğiyle güçlendirilmiştir. Atatürk’ün sanata ne derece önem verdiği şu sözünden de belirgin bir şekilde anlaşılmaktadır. “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin icap ettirdiği şeyleri yapmaz ise itiraf etmeli ki o milletin tarik-i terakkide yeri yoktur.”295 Devlet tarafından desteklenen ve takdir edilen sanatçılar, özgürce yaratıcılıklarını kullanabilme olanağıyla birlikte kişisel ve kolektif sergiler açmışlardır. Kolektif sergilerle birlikte sanatçı birlikleri de, oluşum içine girerek Türk sanatı hızla ivme kazanmaya başlamıştır. Türk resim sanatında temel teşkil edecek bu gruplardan ilki, 1921’de kurulan Türk Ressamlar Cemiyeti’dir. Yurt dışında eğitimlerini tamamlayıp yurda dönen sanatçılardan oluşan bu grup, ülkemizdeki sanatsal faaliyetlerin daha da aktifleşmesinde büyük rol üstlenmiştir.

1930’lara değin gelenekçi anlayışın devam ettiği Türk resmi, 1940’larda D Grubu’nun etkisiyle batının biçim bozmalarıyla karşılaşmıştır. Bununla birlikte batı akımlarının ölü dalgaları, sanatımızda etkili olmaya başlamış, böylece sanatın felsefesi, amacı, işlevi gibi kavramlar da Türk resim sanatının gündemini       

294 BERK, Nurullah; Türkiye’de Resim, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1943, s. 15. 295 Birinci Uluslararası Çağdaş Sanat Sergileri Kataloğu (İstanbul: İKSV,1987)

oluşturmuştur. Bu aşamada Türk resim sanatının gelişip büyümesi ve toplumun tüm katmanlarına yayılmasını amaçlayan programlar geliştirilmiştir. Türk Ocakları ve Halk Evleri açılmıştır. Yurdun bütününe yayılan halkevleri; resim ve müzik kolları ile inanılmaz bir etkinlik zinciri kurmayı başarmıştır.296 Bu arada devlet, resim ve heykel sergileri düzenlemeye başlamıştır. Böylelikle sanat, devlet tarafından da desteklenerek halka açılmaya başlamış, sanata basının duyarlılığı da artmıştır.

1939–1945 yıllarında Türkiye, her ne kadar II. Dünya Savaşına girmese de savaşın etkilerini yoğun olarak hissetmiştir. Bu yıllarda sanatçıların da bir kısmı silâhaltına alındığı için sanatçıların üretimleri bir süreliğine durmuş ya da yavaşlamak zorunda kalmıştır. Her alanda olduğu gibi sanat alanında da yatırımlarını kısıtlamak durumunda kalan devlet, sanatçısını bu dönemde desteksiz bırakmak durumunda kalmıştır.

Tıpkı batıda skolâstik dönemin Rönesans’ı doğurması gibi, ülkemizde de olumsuz koşullar, sanatçılar adına itekleyici güç olmuş; devlet desteğini yitiren sanatçılar, 1950’lerle birlikte atağa geçerek kendi birliklerini, kurumlarını kurma; kendi sergilerini açma yolunu seçmişlerdir. Böylelikle devletin bıraktığı boşluk, sanatçılar ve sanata destek veren özel kişi ve kurumlar tarafından doldurulmaya çalışılmıştır.

1960’larla birlikte Türk Plastik Sanatı’nda bireysellik hâkim olmaya başlamıştır. Sayısı gün geçtikçe artan özel galerilerin başlangıcı bu yıllara denk düşmektedir. 1970’lerden sonra sayıları daha da artan özel galeriler, sanat piyasamızda önemli bir güç haline gelmişlerdir. Özellikle 1975’te, Yahşi Baraz’ın açmış olduğu Galeri Baraz ile yatırımcılar da sanatla ilgilenmeye başlamıştır. Aynı zamanda bu dönem sanatın yatırım amacı olarak kullanılmaya başlandığı dönemlerdir. 1980’lerde, muhataplarını kolayca bulabilen sanat toplayıcılarının talepleri sayesinde, koleksiyonerlik ve müzayedecilik kavramları da ülkemizde yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştır. 1980’lerden sonra oturmuş olan sanayinin getirisi olarak hizmet sektörleri genişlemeye başlamış ve sanat piyasası da bu genişlemeden       

296ERKAN, Yrd. Doç. Dr. Aziz; “Çağdaş Türk Resim Sanatında Sanatçı Toplum İlişkisi”,

Türk Dünyası Kültür ve Sanat Sempozyumu Bildirileri, (07-15 Nisan 2000), Ed. KÖSE, A. Tevfik, Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta, 2000, s. 33,

payını almıştır. Sanat kurumlarının oluşması, sanatı irdelenebilir, geliştirilebilir hale getirmiş, sanat sorunları ve çözümleri masaya yatırılabilmiştir. Fakat her ne kadar bu çalışmalar artsa da şüphesiz ki çözümlerin hayata geçebilmesi, sanata yapılan yatırımlara bağlıdır. O sebepten Türkiye’nin sanat alanında kalkınması bir anda olmamış günümüze kadar uzanan bir sürece yayılmıştır.

1990’lı yıllara gelindiğinde, sanatçılar gerek konu gerekse teknik açıdan yeni arayışlara yönelmiş, popüler kültür, gündelik yaşam, felsefe ve politika gibi alanlardan da beslenerek eser üretimine gitmişlerdir. Sanatçıların çağdaşlarından sıyrılmak adına, farklı disiplinleri bir arada kullanarak eser üretimleri de bu yıllarla beraber artış göstermiş, ortaya kavramsal denebilecek işler, enstalâsyonlar, video- artlar ve performanslar çıkmıştır. Çağdaş sanata yönelimlerin habercisi niteliğinde olan bu gelişmelerle birlikte, ülkenin ekonomik anlamda da refaha erişmesinin etkisiyle sanat piyasasına, iş dünyası da ilgi duymaya başlamıştır. Duyulan bu ilgi sayesinde sanatçı ve galeriler maddi anlamda da desteklenmiştir. Açılan galeri ve sergi sayılarında, artışlar yaşanmaya başlamış, özel sektörün de sponsorluk yaptığı geniş kapsamlı sergiler ve fuarlar düzenlenmeye başlanmıştır. Musevi camiasının da resme yatırımcı olarak girmesi, bu durumu biraz daha desteklemiş ve beraberinde bu işi profesyonel manada icra etmeye başlayan koleksiyonerlerin sayısı da artmaya başlamıştır. Öyle ki bazı koleksiyonerler, birikimlerini müzeye dönüştürerek kamu ile paylaşma yolunu tercih etmişlerdir. Bu tercihleri sayesinde, eserleri müzelere giren sanatçıların ihya olması dışında, sanatla uğraşan bireyler için farklı iş kolları da açılmıştır. Pek çok iş kolu gibi sanatın da yönetim gerektiren ciddi bir iş olduğu anlaşılmış ve üniversitelerde sanat yönetimi gibi bölümler kurulmuştur. Sanat yöneticisi yetiştiren kurumlar sayesinde “küratörlük” gibi kavramlar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Sanat tarihçilerinin, eleştirmenlerinin, küratörlerin sanat piyasası içerinde aktiflikleri artmış böylelikle sanat, tartışılan, üzerinde düşünceler üretilen bir alan haline gelmiş ve beraberinde sanat dergi ve kitap basımlarının da sayılarındaki artışı da getirmiştir. Medya da bu durumu fark etmiş olacak ki, ülkemizdeki sanat program ve haberlerinde, gazetelerin sanat sayfalarında artışlar meydana gelmiştir.

“Çağdaş sanatın sözcüleri 1990’lar sanatından yeni bir dönem olarak bahsediyorlar. İstanbul’da sanatın şirket kültürüne ya da kurumsal kültüre

(corporate culture) eklemlenmesini yürütenler için de 1990’lar bir milattır.”297 1990’larla birlikte İstanbul’da güncel/çağdaş sanat etkisini göstermeye başlamış, pek çok sanat kurumu da bu doğrultuda açılmıştır.

Özel sektörün desteği ile ayakta durmaya çalışan çağdaş sanata, 1994 yılında devletten beklenmedik bir destek gelmiştir. Kültür Bakanlığı ile PSD arasında imzalanan protokolle bakanlığın Artist Sanat Fuarı’nın yan çalışmalarında kullanmak üzere beşyüz milyonluk bir yardımda bulunması da şaşırtıcı bir gelişmedir.298

“1990 dönemi sanatçıları statükoya kendi iradeleri ile bağlanır, kültür endüstrisiyle ilişkiler, bilinçli olarak pozitiftir. Sanatçı, “moda ve eğlence endüstrileri ile etkin olarak flört eder. 1990 sanatının bir özelliği, ana akım medya kültürünü malzemelerine ve imgelerine karşı duyduğu büyük tutkudur.”299

2000’li yıllarla beraber sanat piyasamızda çağdaş sanat eğilimleri kendini iyiden iyiye göstermeye başlamıştır. Uluslararası anlamda ülkemizi temsil etmek için de alternatif bir yol olarak görülen çağdaş sanat, pek çok sanatçının da kalıplarının dışına çıkarak önceki işlerinden farklı işler üretmelerine vesile olmuştur. Esmekte olan bu çağdaş sanat rüzgârından galeri, koleksiyon ve müzayedeler de nasiplerini almıştır. Yurt dışındaki sanat fuarlarını da takip eden sanat ilgilileri, küreselleşmenin getirisi olarak ister istemez çağdaş sanata yönelmişlerdir. 2000’li yıllarla birlikte geleneksel yöntemlerle icra edilen sanat demode olmuş ve yeni ifade yollarına yönelimler baş göstermiştir. Sanatçılar, tuval ile yetinmeyerek teknolojiyi de sanatla harmanlamış ve özgün, farklı teknikler geliştirmişlerdir. Fırça ve tuvale alternatif olarak bilgisayarı da malzemesine dâhil eden sanatçılar, kavramsal denebilecek işler üretmeye başlamışlardır.

      

297 ARTUN, Ali, a.g.e., s. 41

298ÜSTÜNİPEK, Mehmet, “10. Yılına Girerken İstanbul Sanat Fuarı’nın Tarihsel Gelişimi,

Türkiye’de Sanat, Eylül-Ekim 2000, s. 41, s. 67-71

2000’li yıllarla birlikte, sergileme tekniklerinde de yeni oluşumlar ortaya çıkmıştır. Galeriler, açılan her sergi ile beraber yeniden tadilat geçirmeye başlamış; sanatçılar, işlerini sergileyeceği sergi mekânlarını, kullanacakları temalara göre özgürce yeniden şekillendirebilir hale gelmişlerdir. Öyle ki teknolojinin ve mekânın da dâhil edildiği işlere, sanat izleyicisi de eklenir olmuştur. Tıpkı tiyatro gibi plastik sanatlarda da interaktif uygulamalar kullanılır hale gelmiştir.

Sergilerin artık küratörsüz ve ışık ve mekân tasarımı yapılmaksızın gerçekleşmediği 2000’li yıllarda, yeni sanat merkezleri, çağdaş sanat müzeleri ve çağdaş sanat galerilerinin sayılarında artışlar yaşanmış tüm bunlarla beraber sponsorluklar da sanat etkinliklerinde fazlasıyla etkili olmaya başlamıştır. Sanat piyasası tabirinin günümüzde çokça kullanılır olmasında özel şirketler de önemli bir pay üstlenmiş hatta günümüzde, sanatsal faaliyetler, şirketlerin rekabetleri için kullanılan prestijli bir platform haline gelmiştir.

2001’de “İstanbul Proje4L Güncel Sanat Müzesi” adıyla, Türkiye’deki çağdaş sanata dair ilk özel müze açılmıştır. 2002’de açılan “Sakıp Sabancı Müzesi” de, batı standartlarındaki müzecilik anlayışını ülkemize getirmesi bakımından önemli bir gelişmedir. Sakıp Sabancı Müzesi, düzenledikleri uluslararası geçici sergiler, konferans ve seminerler, konservasyon birimleri ve eğitim programları ile Türkiye’deki müzeciliğin gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur. 2004’te açılan İstanbul Modern’le birlikte ülkenin uluslararası arenada da bilinirliği artmış, İstanbul’un da artık, tıpkı diğer Avrupa ülkeleri gibi bir modern sanatlar müzesi olmuştur. Sanat yönetiminin profesyonelce kurgulandığı İstanbul Modern şüphesiz ki sanat piyasamıza yeni bir soluk getirmiştir. 2005’te Pera Müzesi’nin, 2007’de Santral İstanbul’un açılması da 2000’li yılların önemli sanat gelişmelerindendir.

2000’li yıllardan sonra hareketliliğini artıran sanat piyasası, hızlı ilerlemeler kaydederek uluslararası pazarlara açılabilir konuma gelmiştir. Her ne kadar bu pazardaki yerimiz şu an için çok yüksek seviyelerde olmasa da Türk plastik sanatlar piyasasının aşamalar kaydettiği bir gerçektir.