• Sonuç bulunamadı

Her halkın kendine özgü milli adetleri vardır. Türk halkının da, gerek Türkiye’de gerekse Türkmenistan, Kırgızistan ve Azerbaycan gibi bölgelerde, kökü çok eskilere dayanan adetleri vardır. Bazı araştırmacılara göre, bu halk adetlerinin dini kurallarla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bunları ortaya çıkaran halkın kendisidir. Bunların uygulanmasında bir emir ve zorlayıcılık yoktur. Kısa sürede oluşmazlar. Oluşumları içn uzun yıllar gereklidir. Bu uzun yıllar içinde olgunlaşır ve yeni adetlerle zenginleşir ve halkın hayatındaki yerlerini alırlar. Birçok adet de bu gelişim sürecinde kaybolabilir, unutulabilir ancak yerlerine yenileri ortaya çıkar. Böylece hayatın vazgeçilmez parçası haline gelirler. Ancak her ne kadar dinle, inançla ilgisi yoktur görüşü bazı araştırmacılar tarafından ileriye sürülse de adetlerin birçoğu ortaya çıkış nedenlerine göre inançlarla karışık bir hale dönüşmüştür. Ve adetler bir seri deneyimin sonucunda oluşmuşlardır. Şunu da belirtmekte fayda vardır. Din ve şeriat ayrı bir şey, adetler ve halk inançları ise ayrı şeylerdir. Aralarında müşterekliklerin olması bu iki şeyin aynı oldukları anlamına gelmez (Kalafat,1998: 43). Halk inançları halk kültürünün birer parçasıdır. Halk inançları büyük ölçüde semavi dinlerin kalıntılarıdır (Kalafat,2011:167).

Halk inançlarının çoğu, iyi arzu ve niyetlerle beslenmişlerdir. İnançlarla bütünleşmiş adetler çok eski devirlerden bizlere kadar gelmişken bunların çoğu, yerine getirilmesi gereken adetler haline dönüşmüştür.

Halk edebiyatı dipsiz bir kuyu gibidir. İçinde yeni adetler ve çeşitli inançlar vardır. Mesela; kına halk inançlarında adanmışlığın simgesi olarak olarak bilinir. Bir nişanlanma, sahiplenilme, adaklama simgesidir. Hacca gidecek kişiye, geline ve damada, kurbanlık koça, sünnet olacak çocuğa hep kına yakılır.

‘’Kıbrıs’ta küçük yaşta çocukları ölen anneler her bayram avuçlarının içine para büyüklüğünde kına yakarmış. Bu inancın temel sebebi, çocuklar her bayram sabahı cennette çeşmeden su almaya giderlermiş. Eline kına yakmayan annenin çocuğunun maşrapası delik olur veya cennet suyu parmaklarının arasından akar ve bir türlü su içemez ve böylece arkadaşları onunla alay edermiş ve çocuk çok üzülürmüş. İşte çocuğunun üzülmesini istemeyen anneler bu nedenle bayramlarda ellerine kına yakmaları gerektiği inancına sahip olmuşlardır. Yine Orta Anadolu Halaçlı Türkmenlerinde ebe nineye doğumdan sonra verilen en makbul hediye kınadır. Kars’ın bazı yörelerinde genç ölülerin ellerine kına yakılır. Genç ölülerin eşyaları ile tabutu süslenir. Bunun yapılmasındaki amaç, ölümden sonra hayatın devam edeceği inancıdır.

Eğer böyle bir inanç olmasaydı kına yakılmasına gerek duyulmazdı.’’ (Kalafat,2011:172).

Eski Türkler bu dünyadan göç etmekle hayatın bitmediğine, ruhun diğer âlemde devam edeceğine inanıyorlardı. Ölü ile birlikte kılıcı, atı da gömülüyordu. Ve hayatın bir başka yerde, aynı şartlarda devam ettiğine dair inançları vardı. Çünkü eski ataları ile zaman zaman irtibat kurabilen kamlar vardı. Türklere göre ruh ölümsüzdür ve asla ve asla hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Ölmek ‘’ölimek’’şeklinde telaffuz edilir ve ‘’suya dönüşmek ‘’ anlamına gelir. Beden ölür ve suya dönüşür. Nefs kılık değiştirir. M.Eliade’nin tespitine göre yas adetlerinde ölenin bindiği atın kuyruğu kesilir. Bu durum, bu âlemdeki hayatın ölüme rağmen öteki âlemde de devam edeceğinin bir sonucudur. Bunun içindir ki mezara o âlemde lazım olabilecek giyecekleri, çeşitli eşyaları, silahları ve atları konuyor ve onlarla birlikte gömülüyordu. Rus arkeolog Rudenko yaptığı bir kazıda ölü ile birlikte atların yelelerinin, kuyruklarının ve tırnaklarının kesilmiş olduğunu tespit etmiştir. Bu inanç Tunceli yöresi Alevi Zazalarında da görülmektedir. Mezara ölü ile birlikte bazı eşyaları da konulmaktadır. Bu ruhun bedenden çıktıktan sonra hayatın devam edeceği ‘’öteki dünya’’ inancının bir sonucudur (Kalafat,2011: 96).

Halk inançlarımızda her iki âlem arasında sürekli bir iletişim vardır. Bu iletişimi insan hayatından izleyebiliyoruz. Birtakım remizler, emareler bunların yorumlanması ruhun bedenden ayrılması ile her şeyin bitmediği inancının varlığını göstermektedir. Bu dünyada iken insanlar kendileri ve öteki dünyaya göçmüş yakınları için bazı dini yatırımlar yapmakta ve öteki dünyada devam edecek olan hayatları için Allah indinde güvence altına almaya çalışmaktadırlar. Kurban olayı bu yatırımlardan birisidir.

Kurban insanlık tarihi ile başlamıştır. Amaçları farklı olsa da bütün toplulukların inançlarında kurban yer almıştır. İslam’da müminin kurbanla yaklaştığı tek varlık, Allah Teâlâ’dır. Hac suresinde ‘’Kurbanların ne etleri, ne kanları Allah’a erişmez.’’buyrulmuştur. Çeşitli inançlarda, ölülerin ruhlarına, velilere, meleklere kurban kesilerek onlara yaklaşılmak istenildiği ifade edilmiştir (Feyizli,1998: 63,125).

Eski Türk inançlarında asla insan kurbanı yoktur. W.Eberhard, Türklerde insanın kurban edilmediğini, bu olayın Türkler tarafından yasak edildiğini belirtir. Hükümdarları ve ataları ölünce onların ruhlarına, yer yer yapılan insan kurban etme âdetinin bir Moğol geleneği olduğu bilinmektedir.

Türk ayinlerinde kurban önemli yer tutmaktadır. Eski Türklerde ruhun ebediliği önemlidir. Bu sebeple ataların ruhlarına kurbanlar kesilirdi. Bu yüzden her ayinde kanlı veya kansız bir tane kurbanın bulunması zorunludur. Kansız kurbanlar, süt yağ, kımız, darı ve paradır (bunlara saçı adı verilmiştir.). Kanlı kurbanların başında at gelir. Koyun, sığır ve devenin de kurban edildiği bilinmektedir. Bunların erkekleri daha çok tercih edilmiştir (Kafesoğlu,1977:258). Türklere göre arınmış ruhlar, at üstünde uçarlar ve kimi cennetleri ve gök katlarını öyle gezerler, melek diye bilinen gök ehlinin bir kısmı atlı ve kılıçlıdır. At Altay toplumları tarafından en fazla kurban edilen hayvanlar arasındadır. Oğuz ve Kıpçak defin törenlerinde kurban olarak kesilen atların derileri sırıklara asılırdı. Bu dini törenin en önemli unsuruydu.

Denizli’de arefe günü ‘’sin kurbanı ve ölü kurbanı’’kesilir. Ağrı’da cenaze vuku bulunca bir hayvan kesilerek misafirlere ikram edilir.

Kırşehir’de cenazenin ruhu için kesilen kurban, cenazenin çıkacağı kapının önünde kesilir. Cenaze, kanın üzerinden geçirilir. Böylece ölen kişinin günahlarının azalacağına inanılır ( Kalafat,2011:106).

Ölüm, hayatın başlangıcı olan doğum ve onu takip eden evlilik gibi olaylardan sonra halk inancı itibari ile önemli bir olaydır. Türklerin eski ve halen mensubu olduğu dinlerinde ve inançlarında ölümle her şeyin bitmediğine, ölümle yok olunmayıp bu dünyadan öteki dünyaya geçildiğine inanılmıştır.

Bedeni yani vücudu ölümle terk eden eden nefs yani candır. Canı çıkmış olma ile nefsin vücuttan ayrılmış olması aynı şeylerdir. Nefsin bu dünyadaki başarılı, iyiliklerle dolu yaşamı öteki dünyadaki yaşamını da etkiler.

Ruh ölümden sonra ağızdan ve burundan çıkarak vücudu terk eder. Terk etme olayı ayakların tırnak bölgesinden başlar ve yukarı çıkarak devam eder. En zor safha göğüs kafesinde yaşanır. Ruhun terk ettiği kısım soğumaya başlar. Hayatta iken iyi bir yaşamı olan kişinin ölümü de acısız olacağına eğer kötü biri ise çok zor öleceğine inanılır. Bütün ruhların yeniden kendi bedenlerine girmek suretiyle dirilmesi, kıyametten sonra toplu dirilme ile olur.

Halk inançlarında ölmüş bir kimsenin cesedi yalnız bırakılmaz. Çünkü ondan bu dünyada ayrılan ruh öteki dünyada cesetlenmemiştir. O ceset ruh itibari ile boştur ve sahipsizdir. İstenilmeyen bir güç tarafından sahiplenilebilir. Bu durumu engelleyebilmek için ceset toprağa verilinceye kadar sürekli yanında birisi bekler ve ışık yakılır.

Kırım, Dağıstan, Azerbaycan, Anadolu, İran ve Irak Türklerindeki bir inanca göre ölülerin ruhları cuma akşamları evlerine gelir, evin fertlerini kontrol eder. İyi ve faydalı işler yapıyorlarsa mutlu olarak dönerler. Kavgacı, kötü, güzel olmayan işler yapıyorlarsa mutsuz dönerler. Bazı yörelerde çocuklara ‘’güzel otur, dedenin ruhu ziyarete geldi bak, şimdi pencerede’’denildiği de olur. Adeta bu dünyadan göçenlerle bu dünyada kalanların ruhları arasında sürekli bir iletişim vardır (Kalafat,2011: 80).

Tunceli yöresinde, ölümün de güzel olduğu, yeni bir hayatın başlangıcı olduğu, bunun ebedi bir hayatın başlangıcı olduğu inancı vardır. İyilik yapanlar cennet bahçelerine giderlerken diğerleri ‘’cehennem çukurlarından bir çukura’’ gireceklerdir. Cehennemin yerin altında düşünülmüş olması ilginçtir (Kalafat,1999:130).

Harput’ta ölü için birinci gün yapılan helvadan ve kırk yemeğinden mezar kazıcılarına mutlaka yedirilir. Aksi takdirde ölen kişinin kulaklarından kıyamete kadar kazma ve kürek takırtılarının geçmeyeceğine, ruhun ise bundan son derece müteessir olacağına inanılır (Araz,1995:135).

Elazığ’da ölü güzel koksun, öteki dünyaya güzel kokularla gitsin diye yıkama sırasında gül suyu, gül yağı gibi kokular bulundurulur (Sertkaya,2012:159).

Elazığ’da ölümden sonra gerçekleştirilen uygulamaların biri de ölünün öteki dünyaya geçişini kolaylaştırmak için yapılan geleneksel olaylardır. Bu olaylardan biri de yemek vermedir (Sertkaya,2012:164).

Yine Elazığ’da ölenin, öbür dünyada rahat etmesi için, arandığını ve anıldığını göstermek için ölümün üçünde, yedisinde, dokuzunda, kırkında ve yıl dönümünde ziyafet verilir (Kalafat,1995:129).Böylece, ölenin memnuniyet duyacağına ve ruhunun rahat edeceğine inanılır (Sertkaya,2012:165).

Akyurt-Ankara’da cenazeden sonra 40 gün ağaca her gün bir kertik veya bir ipe her gün bir düğüm atarlar. Bu ağaç veya ip 40.gün mezara gömülür. Ayrıca ölümle birlikte kabrin başına bir iğde ağacı dikilir, ağaç tutarsa mevtanın cennete gideceğine inanılır (Kalafat,2011:103).

Türklerde kabire yatak serilmesi, kefene dua ve ayet yazılması,’’ölü kâğıdı’’ veya ‘’imam kâğıdı’’konulması, cenazenin elbise ile gömülmesi, kabrin içine taş veya taşların konulması, kıymetli eşyalarla birlikte gömülmesi, kefen adedinin 12’ye kadar çıkarılabilmesi, elbise ve çorapla defnedilme gibi uygulamalar, ölümden sonra hayatın devam edeceği ve bu eşyaların da öteki âlemde ona yardımcı olacağı inancından doğmuştur.

Başörtüsü veya şapkanın bir ağaç dalına takılarak ölenin cinsiyetine dair verilmek istenen mesajla, sadece yaşayanlara değil, aynı zamanda öteki dünyaya da mesaj verilmek istenmektedir. Kelime-i Tevhit’in işlenmesi de bu eski olan inancın İslamileşmiş biçimidir.

Çorum’da nar yiyenin yere hiç dökmeden yemesi halinde, ölünce cennete gideceğine inanılır (Kalafat, 2011: 88).

Aydın’da ölü kefenlenirken kefenin içine ölünün ‘’kabir azabı’’ çekmemesi için dua ve ayet yazılı kâğıtlar konur. Bu uygulama Balıkesir gibi bazı yörelerde de vardır. Edirne’de bu kâğıda ‘’imam kâğıdı’’ veya ‘’ölü kâğıdı’’denir.