• Sonuç bulunamadı

Türk İşçisi'nin 1 ve 19 Sayıları Arasında Dış Haberlere İlişkin Başlıklar

4.8 Türk İşçisi Haberlerinin Söylem Analizi

4.8.2 Türk İşçisi'nin 1 ve 19 Sayıları Arasında Dış Haberlere İlişkin Başlıklar

Tablo 4.2 1-19 Sayıları Arasında Dış Haberlere İlişkin Başlıkları Tarih Sayı Haber Başlıkları

1 Şubat 1947 11 Sulhün yalnız lâkırdısı var: 15 Şubat 1947 13 Barışın İlk yaprağı

22Mart 1947 18 Amerikanın Türkiyeye Yardımı!

Haber Başlığı: Sulhün yalnız lâkırdısı var:

Türk İşçisi'nin 1 Şubat 1947 tarihli onbirinci sayısında Reşat Feyzi Yüzüncü tarafından yazılan haberde; dünya barışının sağlanması amacıyla İngiltere ve Rusya arasındaki görüşmeler yapıldığı art alan bilgisinden sonra Rusya'nın barışa karşı tutumuyle ilgili değerlendirmelere yer verilmiştir.

Haber başlığında, barış görüşmeleri yapan tarafların bu konudaki yaklaşımı özellikle de Sovyetler Birliği’nin samimyetsizliği sert sözcükler yerine “boş söz söyleme” anlamına gelen “lâkırdı” kelimesi ile eleştirilmiştir. Bu sözcüğün seçimi de yufizm örneğidir.

Metnin içeriğinde, Sovyetler Birliği barış görüşmelerini engelleyen taraf olarak şu ifadelerle sunulmuştur;

Rusya, Anglo-Saksonların her hareketinden şüphe eder durumda olunca, dünya sulhü esaslı bir şekilde elde edemez…Stalin, ‘Yeni bir harbin çıkacağına inanmadığını’ söyledi. Ona göre, artık millet harpten bıkmıştır. Stalin, daima böyle güzel laflar eder. Fakat, gel gelelim, Rus hariciyesinin tavrı ve tutumu, bütün dünyanın bildiği gibi, hep ‘şüphe ile bakmaktan’ ibarettir. Moskova’daki şüphe, emniyetsizlik ve kuşku havası ne zaman dağılırsa, dünya sağlam bir sulhe o vakit kavuşacaktır.

Haberin içeriğinde, Van Dijk'in "ideolojik dördül alan" kavramlaştırmasında öne çıkan olumlu ve olumsuz vurgulamalara yer verilmiştir. Sovyetler Birliği ve Stalin dünya da kalıcı bir barışın sağlanmamasının sorumluları olarak, olumsuz suçlayıcı ifadelerle temsil edilirken, karşı taraf Anglo-Saksonlar barışın sağlanmasını isteyen iyi niyetli, olumlu taraf olarak sunulmuştur. Schiller'inde belirttiği gibi, medya menajerleri eliyle çarpıtılan gerçekler ise

toplumdaki bireylerin inanç ve tutumlarını etkileyerek, zihin yönlendirme faaliyetlerini yerine getirmektedir.

Haber Başlığı: Barışın İlk yaprağı

Türk İşçisi'nin 15 Şubat 1947 onüçüncü sayısında Abidin Dav'er II. Dünya Savaşı'ndan sonra imzalanan barış anlaşmasını haber yapmıştır:

Sovyet Rusya ile Yugoslavyanın çıkardıkları güçlükler yüzünden barış uzayıp gitti ve nihayet bir sürü çekişmelerden ve tartışmalardan sonra ikinci dünya harbi barışının ilk yaprağı 10 Şubat 1947 günü bir tarih sayfası oldu.

Haberin içeriğinde, barışın uzamasından Sovyetler Birliği ve Yugoslavya gibi Komünist rejimi benimseyen ülkelere yönelik olumsuzlama ve suçlama yapılmıştır. Barış anlaşması, "yaprak" metaforu ile baharın gelişi yani hayatın yeniden başlaması anlamında kullanılmıştır.

Sovyet Rusya, kendi toprakları ve işgal ettiği arazi ile Avrupa memleketleri arasına bir demir perde çekmiştir. Demir perdenin arkasında neler olup bittiği malum değilse de, son Rus seçimlerinde bir tek kimsenin bile muhalif olarak ortaya çıkmamış olmasıda 200 milyon insanın hak ve hürriyetlerinden mahrumiyetlerinin devam ettiği anlaşılıyor.

Herman ve Chomsky, Amerikan medyasını ekonomi politik açıdan ele alarak, haberlerin birbiriyle bağlantılı beş süzgeçten geçtiği "Propaganda Modeli"ni geliştirmişlerdir. Propaganda modelinde medya haberlerin seçimi, sunumu ve dağıtımında bu beş süzgeci kullanarak, egemen ideolojinin işleyişine yani rızanın üretimine katkıda bulunmaktadır. Propaganda modelinde, güç ve serveti elinde bulunduran kesimler, hükümet ve kendi çıkarlarını halka iletmek için haberleri bu süzgeçlerden geçirerek, sunmaktadırlar. Bu süzgeçlerden biri de ulusal bir din ve denetim mekanizması olarak komünizm karşıtlığıdır. Türkiye'de savaşı sonrası ABD ile mali ve askeri ilişkilerin geliştiği bir süreçte, Amerika'nın yeni çıkarlarına uygun olarak anti-komünist, anti-Sovyet ideolojik söylemler öne çıkartılmıştır.

Türkiye-Amerikan ilişkilerinin bir gereği ve sonucu olarak, yukarıdaki metinde Sovyetler Birliği işgalci ve demokrasinin olmadığı bir ülke olarak olumsuz temsil edilmiştir. Komünist rejimlerde, demokrasinin olmayışına kanıt olarak da, seçimlerde tek bir kişinin bile muhalif olmaması gösterilmiştir. Bu rejimle, yönetilen ülkelerde neler olup bittiğinin bilinmeme nedeni ise kendilerini "demir perde" ile dışarıya kapatmaları biçiminde yorumlanmıştır. Burada "demir perde" metaforu ile içerde olup bitenlerin hiçbir şekilde görülemeyeceği, haber alınamayacağı ima edilmiştir.

Haber Başlığı: Amerikanın Türkiyeye Yardımı!

Türk İşçisi'nin 22 Mart 1947 onsekizinci sayısında Abidin Dav'er tarafından yazılan “Amerikanın Türkiyeye Yardımı!” haberinde öncelikle Sovyetler Birliği’nin Balkanlar, Yunanistan ve Türkiye’yi denetimi altına almaya yönelik art alan bilgilerine yer verilmiştir.

Türk halkını hükümet aleyhine kışkırtıyor; bu marifeti sözde gayriresmi olarak yaparken resmende Boğazlarda üs istiyordu. Boğazlarda Ruslara üs vermek demek, çok geçmeden Türk İstanbulun semalarında yükselen o güzel minarelerinde orak-çekiçli kızıl bayrağın dalgalandığını görmek demektir. Haberin içeriğinde, Türkiye'nin dış politikada Sovyetler Birliği’nin baskılarına boyun eğmesi sonucunda minarelerinde orak-çekiçli kızıl bayrağın dalgalanacağı (okuyucuda ibadet özgürlüğünün ortadan kalkacağı endişesi yaratma) vurgusu ile Sovyetler Birliği ve onun savunduğu tüm görüşler kastedilerek açık metonimi yapılmıştır. Ayrıca, orak-çekiçli kızıl bayrak komünist rejimi ile özdeşleştirilerek kullanıldığından metafor örneğidir.

Moskovanın tehditleri karşısında sinirlerimiz gevşemedi amma iktisadi vaziyetimiz bozuldu. Çünkü 1939’dan 1945’e kadar harp içinde silah altında bulundurduğumuz büyük orduyu, 1945’den sonra da terhis edemedik. Bütçemizin en büyük kısmını hâlâ orduya veriyoruz. Bu yüzden sanayi, ziraat, iktisat, sağlık, ulaştırma işlerimize ve yollarımızın inşasına kâfi derecede para ayıramıyoruz. Vergileri indiremiyor, hayatı ucuzlatamıyoruz, köylüye ve çiftçiye ucuz mal ve malzeme temin edemiyoruz. İşçiye daha fazla gündelik veremiyor, hiç olmazsa vergi yükünü hafifletemiyoruz.

Hall, medyadaki ideolojik mesajların çoğunlukla gerçekliğin yanlış bir imgesini yaratarak işlediğini savunur. Medya, var olan gerçeği yanlış bir şekilde sunarak, varolan eşitsizlikleri ve iktidar yapılarını doğallaştırır. Çatışmanın gerisindeki kapitalist düzeni ve yapısal güçleri sorgulayan daha derinlikli bir analize yönelik hiçbir çaba söz konusu değildir. Yukarıdaki açıklamada, çalışan kesimin bu dönemde yaşadığı tüm sıkıntıların neredeyse tek sorumlusu olarak Sovyetler Birliği gösterilmiştir. Van Dijk'in eleştirel söylem analizinde vurguladığı gibi, bu yazıda da onlar hakkında olumsuz ve suçlayıcı ifadelerin yanı sıra suçlamayı kanıtlayan beyanlara da yer verilmiştir.

Amerika, Sovyet Rusyanın Yunanistana karşı dâhili çete harbi, Türkiyeye karşı sinir harbi yapmakta olduğunu ve bu iki memleketin istiklâlini tehdit ettiğini görerek bu tazyik ve tehdite karşı cephe almış ve her iki memlekete yardım etmek yolunu tutmuştur. Bu yardım siyasi, mali, askeri ve iktisadi olacaktır. Amerika gibi büyük bir devletinde İngiltere ile beraber, Türkiyeyi desteklemesi ve Türkiyeye yardımda bulunması, Sovyet Rusyayı Türkiyeye düşman bir siyaset takibinden vazgeçirebilirse ne mutlu!

Metinde, okuyucuya siyasi iktidarın savaş sonrası ABD ile dostane ilişkiler içine girildiği mesajı verilmiştir. ABD'nin Türkiye ve Yunanistan'ın özgürlüğünü korumak için Sovyet Rusya'ya cephe aldığı ve bu iki ülkeye siyasi, askeri, mali yardımlarda bulunduğu gibi olumlu temsillerle yeni ABD ilişkileri öne çıkarılmıştır.

Oysa aynı siyasi iktidar 1930-1940 arasındaki yeni sanayileşme politikasında gerekli dış finans ve teknoloji transferi için ABD'ye başvurduğunda olumsuz yanıt almış, 8 milyon dolarlık kredi ve teknik yardım Sovyetler Birliği tarafında verilmiştir (Tezel, 2002, s.207- 215). Siyasal iktidarın sanayileşme politikasına Sovyetler Birliği'nden alınan yardımlarla devam etmesi bu süreçte iki ülke arasındaki ilişkileri yakınlaştırmıştır. Ancak, siyasi iktidar savaş sonrası ABD'ye yakınlaşmış, dolayısıyla ABD yeni, dost müttefik olmuştur.

ABD 1945'ten sonra hem Avrupa, hem de az gelişmiş ülkeleri sürekli krediler vererek, borçlandırmıştır. Avrupa ülkeleri bu borçları daha kolay geri öderken, Türkiye gibi az gelişmiş ülkeler ise ürettiği ilkel maddeleri ucuza ihraç edip, karşılığında daha pahalı sanayi ürünleri ithal etmek zorunda kaldıkları için dış ticaret açıkları devamlı artmıştır. Borçlanma artıkça, baskı altına giren hükümetler, sanayileşme modellerini alacaklılarına rakip olarak geliştiremedikleri gibi politik ve savunma hatta eğitim modellerini dahi onların kontrollerini bırakmak zorunda kalmışlardır (Küçükömer, 2009, s.145). Nitekim Türkiye savaş sonrası kalkınma planı içinde yer alan birçok ağır sanayi projesi, ABD tarafından destek görmeyince rafa kaldırılmış ve devletçilikten de fiilen uzaklaşmıştır.

Haberin içeriğinde, Avrupalı ekonomi politikçilerin de ileri sürdüğü gibi, kültürel üretim süreci, ekonomik sistemdeki güç ve denetim ilişkilerine bağlı olarak sürekli olarak yeniden üretilmiş ve ideolojik söylem değişen güç dengelerine göre yeniden yapılandırılmıştır.