• Sonuç bulunamadı

4.3 Araştırmanın Yöntemi

4.3.1 Haber, Söylem ve Dil İlişkisi

İdeolojilerin yayılmasında dil oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Medya, egemenliğin sürdürülmesi, ideolojilerin yayılması ve toplumsal gerçekliğin yapılanmasını dil aracığıyla gerçekleştirmektedir. Bu noktadan hareketle medyada kullanılan dilin özellikleri, toplumsal işlevleri ve söylem üzerine etkileri büyük önem taşımaktadır.

Dilbiliminin ilk evresinde, dilin kendisinin yapısal özellikleri ve kendine özgü işleme yasaları incelenmiştir. Daha sonra, yapısal antropolojinin katkılarıyla, bütün toplumsal pratiklerin, anlam ve anlamdırmaların özneler arasındaki toplumsal gerçeklerin incelenmesi için model olarak dilbiliminin alınabileceği düşüncesine ulaşılmıştır. Bütün pratikler dil içinde varolduğu için, dil toplumsal bireyin inşa edildiği yer olarak görülmüştür (Sancar, 2008, s.87- 88). Dil kendi dışında oluşan gerçekliğin insan zihninde yansımasını sağlayan bir araçtan ziyade, gerçekliğin ve tahakkümün kuruluşunda aktif rol oynayan toplumsal pratik olarak tanımlanabilmektedir.

Belli bir zaman ve yerde; durum ağlarını yapılandırmak ve yorumlamak için dil kullanılmaktadır. Burada ve şu andaki gerçekliğin, olan ve olmayanın; somut ve soyutun; “gerçeğin” ve “gerçek olmayanın”, muhtemel, mümkün ya da imkansızın ne olduğu hakkındaki yerleşmiş anlamları birleştirmek, var olan tutumlar, değerler, hissetme, inanma biçimleri ve etkileşimleriyle şimdi, geçmiş ve geleceğin birbiriyle bağlantılı sözlü ya da sözsüz olarak nasıl etkileştiği hakkında varsayımlarda bulunmak için dil kullanılmaktadır (Gee, 2001, s.85-86).

İletişimsel bir olayda dilin kullanımı üç boyutu içermektedir: Metin olarak (konuşma, yazı, görsel imaj ya da tüm bunların kombinasyonu), metinlerin üretim ve tüketimini içeren söylemsel bir uygulamadır ve toplumsal bir pratiktir (Jorgenes ve Phillps, 2002, s.68).

Dil üzerine çalışmış olan Saussure için gösterilen kavramdır, gösteren sessel imgedir, kavramla imgenin bağlantısı ise göstergedir. Yani gösteren ile gösterilen arasında nedensellik ilişkisi bulunmamaktadır. Ancak, cümlenin dizilişinde göstergeler arasında çizgisel sistematik bir ilişki bulunmaktadır. Göstergeler sistemi olan dil içinde bir göstergenin değeri diğer göstergelerle ilişkilidir. Dil içinde göstergelerin diziliş sistemi anlamın yaratılmasındaki ilişkiyi de ortaya koymaktadır (Saussure'den aktaran Barthes, 2011, s.183-184) Saussure, sözcüklerin sadece bir anlam taşımadıklarını aynı zamanda bir değere de sahip olduklarını ve bu değerin de her toplumda farklı anlamlar taşıyabileceğine dikkat çekmiştir.

Z. Harris (1951), söylem analizi terimini ilk kullanan dilbilimciydi ve söylemi biçimbilim, yan cümlecik ve cümleler arasındaki hiyerarşinin bir sonraki aşaması olarak görüyordu (Z. Harris'ten aktaran Alba-Juez, 2009, s.13). Barthes (2011, s.179-230) Çağdaş Söylenler kitabında düzanlam ve yan anlam ayrımı ile ideolojinin dil içinde kurulma biçimi üzerinde durmuştur. Barthes sözcükler ve cümlelerinin "düz anlam" kadar "yan anlam"larda taşıyabileceği ayrımına vurgu yapmıştır. Düz anlamda, gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki göstergeyi/işareti oluşturmaktadır. Yan anlamda ise gösterge/işaret, sömürgecilik, milliyetçilik ya da militarizm gibi ideolojik kavramları, yeni bir gösterene dönüşmektedir. Düz anlam doğal bir toplumsal biçimken yan anlam bunun ideolojik çarpıtılmasını işaret etmektedir. Barthes, yan anlamlar sayesinde ortaya çıkan ideolojinin düz anlamlara bağlanarak doğallaştırıldığını ileri sürmüştür. Ancak, Barthes'ın düz anlam/yan anlam ayrımı toplumsal ve tarihsel boyutlardan yalıtılmış olduğu için eleştirilmiştir.

Dili toplumsal boyutuyla ele alan Voloşinov (2001, s.140-170), dil alanı ile ideoloji alanının birbiriyle çakıştığını, gösterge olmaksızın ideolojinin olamayacağını ileri sürmüştür. Voloşinov, göstergenin/işaretin toplumsal sınıflar arasında çok vurgulu yapısına işaret etmiştir. Bir sözcük sözlükte bir anlama karşılık gelirken, sözcüğe yönelik sayısız vurgu ise o sözcüğe yeni anlamlar katmaktadır. Egemen sınıf ise göstergeyi kendi kurguladığı şekliyle tek vurgulu yapmaya çalışmaktadır. Sözcüğün tek vurgulu hale getirilmesi sınıfsal mücadele alanını oluşturmakta ve hegemonya kurmak isteyen egemen sınıflar göstergeyi kendi çıkarları doğrultusunda tek vurgulu hale getirme savaşımı vermektedirler.

Post yapısalcı söylem kuramının başlangıç noktası söylemin anlamlarla toplumsal dünyayı yapılandırdığı düşüncesidir. Böylece dilin temelde durağan olmayan yapısı nedeniyle anlam asla sürekli olarak sabit kalmamaktadır. Söylem kapalı bir var oluştan ziyade daha çok diğer söylemlerle etkileşimleri aracılığıyla dönüşmüş durumdadır. Bu nedenle kuramın anahtar kelimesi “söylemsel mücadele” de kendisini ifade etmektedir (Jorgenes ve Phillps, 2002, s.6). Ancak, iktidar sahipleri sosyo-ekonomik ve ideolojik egemenliklerini yeri ve zamanı geldiğinde söylem alanı dışındaki araçları (baskı, şiddet, ceza v.s) devreye sokarak da sürdürmektedirler. Bu nedenden dolayı, egemenler ile egemenlik altındakilerin mücadeleleri salt söylemsel alanla sınırlı kalmamaktadır.

Eleştirel söylem analizi, metinlerin ve dilin semantik (anlambilimsel) ya da sentaktik (söz dizimsel) yapısını hem dilbilimsel düzeyde hem de sosyo-kültür boyuta incelenmesidir (İnal, 1996, s.22). Eleştirel söylem analizinde dilsel ifadelerin sözdizimsel yapıları ve sözcüklerin düzanlamlarından ziyade altında yatan yananlam ve bunların sosyo-ekonomik ve tarihsel bağlamları incelenmektedir.

Eleştirel söylem analizi dil ve toplum arasındaki ilişkiye bakışıyla ve metodolojiye yönelik, eleştirel yaklaşımıyla diğer yöntemlerden ayrılmaktadır. Yöntem ve kuramlar eklektik yapıdadır (Van Dijk, 2006, s.359-383).

Eleştirel söylem analizi geçerli paradigmalardan ziyade öncelikle toplumsal ve politik sorunlara odaklanmaktadır. Bu nedenle toplumsal sorunların eleştirel analizi genellikle multidisplinerdir. Eleştirel söylem analizcilerinin çoğu, toplumsal iktidarın yeniden üretiminde uygulanan spesifik söylem yapılarının oluşturuluş şekli hakkında sorular sormaktadır. Bu nedenle eleştirel söylem analizi yapan araştırmacılar, “güç, iktidar, hegemonya, ideoloji, sınıf, toplumsal cinsiyet, ırk, ayrımcılık, yeniden üretim, kurumlar, toplumsal yapı ve hiyerarşi” kavramlarıyla sık sık karşılaşmaktadırlar (Van Dijk, 2001, s.352-372).

Fairclough ve Wodak (Fairclough ve Wodak'tan aktaran 1997 Van Dijk, 2001, s.352- 372) eleştirel söylem analizinin ana ilkelerini şöyle özetlemektedir:

 Eleştirel söylem analizi toplumsal sorunlara işaret eder.

 Güç ilişkileri tutarsız, değişkendir.

 Söylem, toplumu ve kültürü inşa eder.

 Söylemin ideolojik bir işlevi vardır.

 Söylem tarihseldir.

 Metin ve toplum arasındaki bağlantı aracılanmıştır.

 Söylem analizleri yorumsal ve açıklayıcıdır.

Eleştirel söylem analizi, metinlerin gerçek dünyadaki bağlamıyla üretildiği gerçekliğinden hareketle bağlama duyarlı bir yaklaşımdır. Bu nedenle, eleştirel söylem analistleri toplumsal eşitsizliklere, aşağılanmalara karşı bir duruş alırlar ve bunlara karşı direniş geliştirme çabası içindedirler (Van Dijk 2001, s.352-372). Eleştirel söylem analistleri aynı zamanda okuyucularında da muhalif bir duruş, geliştirme düşüncesindedirler.