• Sonuç bulunamadı

Atatürk, basının her zaman büyük bir öneme sahip olduğuna inandığı için Milli Mücadele dönemince ve Zafer sonrasında da basını hep yanında görmek istemiştir. Sivas Kongresi'nden hemen sonra İrade-i Milliye gazetesini çıkardırmıştır. Daha sonra Ankara'da çıkartılan Hâkimiyet-i Milliye ve Ulus gazeteleri Milli Mücadele Dönemi’nde önemli rol oynamıştır (Koç, 2006, s.152).

Kurtuluş Savaşı döneminde, Anadolu'da Milli Müdafaa destekçisi olarak, 82 yayın çıkartılmıştır. Kemalist Anadolu basını, savaşlardan bıkmış bir toplumu anti-emperyalist bağımsızlık savaşına sürüklemek için, güdümlü bir basın olmasına rağmen ön sansür yapmamıştır. 1922'de Zafer'in kazanılmasından sonra, hem Milli Müdafaa karşıtı Türkçe basın hem de ayrılıkçı azınlık basını bir anda ortadan kaybolmuştur. Böylece 1919'da başlayan Kemalist tek dilli basın 1922'den sonra bütün Türkiye'ye yerleşmiştir (Koloğlu, 2006, s.115-116).

1923'te TBMM Bakanlar Kurulu kararnamesi ile basında sıkıyönetim ve sansür kaldırılmıştır. Ancak, daha sonra yaşanan Şeyh Sait Ayaklanması, Menemen Olayı ve İzmir Suikastı basında olağanüstü durumun devamına neden olmuştur. Yeni kurulan rejimin, sağlam temellere oturmaması nedeniyle basının sınırsız özgürlüğe kavuşması pek mümkün olmamıştır (Topuz, 2003, s.143-155). Kaldı ki, yeni bir rejimin kurulduğu tüm dünya ülkelerinde, devlet ilkelerini hâkim kılma adına basına karşı olumlu ve ılımlı yaklaşılmamıştır (Koç, 2006, s.153).

Şeyh Sait isyanı sonrası 1925'te çıkartılan ve 1929'a kadar yürürlükte kalan Takrir-i Sükûn Kanunu ile hükümet, basın özgürlüğünü dilediği gibi sınırlama ve kapatma hakkına sahip olmuştur (Topuz, 2003, s.147). Nitekim kanundan sonra Terakkiperver Fırkası'nı

destekleyen Tevhid-i Efkar, Tanin, Vatan gazeteleri ile Aydınlık, Orak-Çekiç gibi sosyalist yayınlar kapatılmıştır. Muhalifler ortadan kaldırıldıktan sonra Vakit, Cumhuriyet, Akşam ve Milliyet gazeteleri çıkartılmıştır. Çok partili düzene geçilene kadar basın sürekli olarak, CHP'nin sıkı kontrolü altında olmuştur. Dini yayınlara hiç izin verilmezken, sola da Kemalist çizgiyi aşmamak koşuluyla göz yumulmuştur. Kağıt ve ilan kaynağı devletin denetiminde olduğu için, CHP basını her açıdan kendine bağımlı kılmıştır (Koloğlu, 2006, s.117-118).

Kanun'un 1929'da yürürlükten kaldırılmasından sonra basın özgürlüğü ve basın-iktidar ilişkilerinde çok canlı ve hareketli bir dönem başlamış, basında CHP'yi hedef alan ağır eleştirilere dahi yer verilmiştir (Koç, 2006, s.154). 1930'dan sonra Fikir Hareketleri, Projektör ve Ergenekon gibi kısmen muhalif denilebilecek yayınlar da çıkmıştır (Uyar, 1999, s.138).

1931'de Matbuat Kanunu'nda yapılan değişiklikle gazete ve dergi çıkarmak için ruhsat alma zorunluluğu (7 yıl sonra yine ruhsat sistemine dönülmüştür) kaldırılmıştır. Ancak, vatan, milli mücadele, cumhuriyet ve devrim düşmanlığından hüküm giyenlerin gazete çıkartması yasaklanmış, ülkenin genel politikasına dokunacak yayınlardan dolayı, hükümetin dilediği zaman gazete ve dergi kapatma yetkisi elinde kalmıştır (Topuz, 2003, s.159).

1933'te yeniden kurulan Matbuat Umum Müdürlüğü'nün başlıca görevi, basını iktidarın doğrultusunda yönetmek ve denetlemek olmuştur. 1938 yılında Türk Basın Birliği'nin kurulmasına ilişkin çıkartılan yasa, gazetecilik mesleğine yönelik iç disiplini sağlamak amacına yönelik olmakla birlikte, hükümetin basın üzerindeki etkisini daha da artmıştır (Koç, 2006, s.45-121).

1929-1938 arası dönemde basın-iktidar ilişkileri, ülkenin iç ve dış gelişmelerine bağlı olarak iniş ve çıkış yaşamıştır. Cumhuriyet rejimin tehlikeye girdiği dönemlerde alınan olağanüstü önlemler basın özgürlüğünü de olumsuz yönde etkilemiştir (Koç, 2006, s.155).

II. Dünya Savaşı'nda basın, hem Matbuat Umum Müdürlüğü, hem de sıkıyönetimin sıkı kontrolü altına alınmıştır. Kağıt sıkıntısı, sayfaları ve tirajları düşürürken, Ankara radyosu devletin politikasını daha kesin ve hızlı yaydığı için, basının önüne geçmiştir (Koloğlu, 2006, s.119-121). Ayrıca, Basın- Yayın Genel Müdürlüğü ile Anadolu Ajansının vereceği dış haberler dışında hiçbir dış haberin yayınlanmayacağı da emredilmiştir. Hükümet, savaş bitene kadar basın üzerindeki sınırsız yetkisini kullanmıştır. II. Dünya Savaşı'nda yayınlanan başlıca gazeteler; Cumhuriyet, Akşam, Tan, Vatan, Tasvir, Son Posta, Tanin, Vakit ve Ulus olmuştur (Topuz, 2003, s.168-170).

II. Dünya Savaşı döneminde, basın iç ve dış politika konusunda ancak hükümetin saptadığı siyasal çizgi içinde kalmıştır. Dış politikada farklı siyasal görüşler içeren yazılara göz yumulsa bile, iç politikada biraz ileri gitmek sert tepkilere neden olmuştur. Büyük gazete sahiplerinin aynı zamanda, CHP milletvekili olmaları, hükümetin, basın üzerinde sıkı

denetimini kolaylaştıran önemli bir siyasi faktör olmuştur. CHP milletvekillerinin bazılarının hem gazete sahibi, hem de gazetelerin başyazarları oluşu basın üzerindeki denetimi kolaylaştırmıştır. CHP, bazı öne çıkan gazetecileri ise milletvekili yaparak, basın üzerindeki denetimlerini sağlama almıştır (Koçak, 2003a, s.135-136).

1940'lı yılların fikir dergileri üzerine bir değerlendirme yapan Zafer Toprak, 1940'lı yılların ilk yarısına kadar dünya konjektüründe ki değişikliklere paralel olarak Türkiye'de de değişik yönelimlere sahip dergiler çıktığını saptamıştır. Ancak, Marshall Planı ve Truman Doktirinin Türkiye üzerindeki etkisiyle dergicilikte fikir yelpazesi daralmaya başlamıştır. II. Dünya Savaşı sonrası basın hayatına anti-komünist ve anti- Sovyet söylemler egemen olurken, ABD'ye karşı büyük ilgi ve hayranlık duyulduğu gözlenmiştir. Çok partili yaşamla birlikte yeniden ortaya çıkan Turancı ve İslamcı dergiler, yayınlarını anti-komünist ve anti- Sovyet bir temele oturturken, sol yayınlar Sovyet tehdidinin yarattığı boğucu ortamda yaşamaya çalışmışlardır. CHP'ye karşı hem sağdan, hem de sol basından eleştiriler yoğunlaşmıştır. Amerikan emperyalizmine karşı tek tavır alan kişi ise Mehmet Ali Aybar olmuştur (Uyar, 1999, s.216-223).

1946'da çok partili döneme geçilmiştir. Seçim hazırlıklarına başlayan CHP hükümeti, basının desteğini arkasına almak için basına yönelik bazı girişimlerde bulunmuştur (Topuz, 2003, s.184). CHP, 1946'da gazete kapatma yetkisini idari mahkemeden, yargıya devretmiş, gazete çıkarmada izin ve para yatırma koşullarını kaldırararak, ileri bir adım atmıştır. Muhalefetteyken basın özgürlüğünü herşeyden üstün tutan DP’nin, iktidara geldikten sonra basına yönelik davranışları CHP'den farklı olmamış, iktidarı boyunca basına büyük baskı uygulamıştır (Koloğlu, 2006, s.123).

1941'de günlük toplam baskı sayıları 60 bini bulan 113 gazete varken, 1946'da günlük tirajları 100 bine yaklaşan 202 gazete ve 302 dergi yayınlanmıştır. Bu artışta gazetelerin yönetimin mesajlarını halka iletmek yerine, halkın sorunlarına eğilmeleri önemli rol oynamıştır (Koloğlu, 2006, s.125).

3.8.2 Sendikal Basın

Sendikaların, kendi çıkarlarını savunabilmesi, bunu kamuoyu ile paylaşabilmesi, en önemlisi de üyelerini kendi hak ve çıkarları doğrultusunda bilinçlendirebilmesi için sürekli bir yayına ihtiyaçları her dönemde var olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde genel de siyasi partilerin yayın organı olarak çıkan gazete ve dergiler işçi örgütlenmesi, hak ve özgürlükleri üzerine yayın yapmışlardır. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Dönemi’nde siyasi partiler, işçiler ve sendikalar, gerek maddi yoksunluklar, gerekse süreklilik arz eden yasak ve kapatmalar nedenleriyle uzun süreli gazete ve dergi çıkartamamışlardır.

Türkiye'de 1946 yılında Cemiyetler Kanunu'nda yapılan değişiklikten sonra sendikal basın canlılık göstermiştir. TSEKP ve TSP'leri birçok sendikanın kuruluşuna önderlik etmekle birlikte, çıkardıkları Gerçek, Gün, Yığın, Başak, Söz, Havadis ve Sendika gibi yayınlarla işçilerin sendikal mücadelelerine destek olmuşlardır (Güzel, 1993, s.207). Bu dönemde de Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde olduğu gibi daha çok siyasi partiler, işçilerin örgütlenmesi ve bilinçlenmesine yönelik yayınlar çıkarmışlardır.

TSEKP bağlı İİSB'nin yayın organı olan Sendika isimli haftalık dergi 31 Ağustos-14 Aralık 1946'ya kadar 16 sayı çıktıktan sonra 16 Aralık 1946'da İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı'nca, TSEKP, TSP ve İİSB ile birlikte kapatılmıştır. Sendika dergisi, İİSB ve ona bağlı sendikalardaki işçi sorunları ve eylemlerinin yanı sıra sendika tüzük ve kuruluşları hakkında bilgiler vermiştir. Sendika dergisinin basın-yayın politikaları, işçi ve sendikaları olduğu kadar daha sonra CHP güdümünde çıkartılan sendikal yayınları da etkisi altına almıştır (Güzel, 1993, s.289-295).

Türkiye Komünist Partisi (TKP) ise 1930'lardan sonra Kızıl İstanbul, Kızıl İzmir ve Kızıl Samsun adıyla çıkardığı tek sayfalık gazetelerle özellikle buralardaki tütün işçilerinin sorunlarını dile getirmiş ve tütün işçilerini örgütlenmeye ve mücadele etmeye yöneltmiştir. TKP yanlısı işçiler özellikle tütün fabrikalarının giriş ve çıkışlarında gösteri düzenlemiş, bildiri dağıtmış, yürüyüş düzenlemişlerdir (Özçelik, 2003, s.80-89).

Devlet, Sendika dergisine karşılık 23 Kasım 1946'da Türk İşçisi haftalık dergisini çıkartarak karşılık vermiştir. Türk İşçisi, İş ve İşçi Bulma Kurumu desteği ile devletin denetiminde çıkartılmıştır. Çıkarıldığı ilk sayıdan itibaren de Sendika dergisinin işçiler üzerindeki etkisini kırmayı ve devletin denetim ve gözetimi altında bir işçi hareketi oluşturmayı amaç edinmiştir. CHP, Türk İşçisi yayın hayatından çekildikten sonra, işçi tabanı ile arasındaki kopukluğu gidermek, DP'ye giden işçi kitlesini partiye çekmek için "İşçi Bürosu"nda çalışan Dr. Rebii Barkın ve Sabahattin Selek aracılığıyla 1948'de Hürbilek dergisini çıkartmıştır. Hürbilek'te, Türk İşçisi gibi sendikaları ve işçi hareketini CHP'nin politikaları doğrultusunda yapılandırmak amacıyla çıkartılmıştır (Akkaya, 2010, s.138-158). Hürbilek'in yayın politikası hem o dönemin hem de daha sonraki dönemlerin sendikacılarını ve sendikacılık anlayışlarını etkilemiştir (Güzel, 1993, s.307).

CHP, görüldüğü üzere genel basın üzerindeki denetimini, kendi denetimi dışına çıkan sendikal basını kapatarak ve yerine kendi denetiminde sendikal yayınlar çıkartarak sürdürmüştür.

Türk Maden Başçavuşları Derneği tarafından çıkartılan Vardiya ise işçilerle sorunlar yaşayan başçavuşlarca çıkartıldığı için sendikal yayın açısından sorunlu olmuştur. Vardiya, devletin politikasını benimsemiş ve onu işçiler arasına taşıyan bir araç olmuştur. 1947'de

Zonguldak Maden İşçileri Sendikası'nın sahipliğini yaptığı İşçi Sendikası yayını ile 1948'de İzmir Mensucat İşçileri Sendikası'nın çıkardığı İşçinin Sesi yayınları, siyasal iktidardan çekinen temkinli bir dil kullanmıştır. Yayınlarda sürekli olarak, siyasi olamayacaklarını ve milli olacaklarını vurgulamışlardır. Yine Çukurova Mensucat İşçileri Sendikası da 1949'da çıkardıkları İşçinin Sesi ile kendilerini güvence altına almak için milliyetçi ve antikomünist politikaları kendilerine kalkan olarak kullanmışlardır. Ancak, 1948'de Nazilli'de Mensucat İşçileri Sendikası'nın yayın organı olarak çıkartılan Sendikalar Yolu ise iktidara boyun eğmeyen bir dil yerine meydan okuyan bir dili tercih etmiştir. Vesayeti reddeden, işçilerin örgütlü mücadelesini ve bunu basın yolu ile işlenmesine dikkat çeken gerçek sendikal yayın kimliğine sahip olmuştur (Akkaya, 2010, s.156-160).

CHP, dışında çıkan sendikal yayınların çoğunluğu ise kamu işyerlerinde zaten CHP önderliğinde kuruldukları için, iktidara ters düşmeyen, daha çok onun sendikacılık anlayışı doğrultusunda yayınlar yapmışlardır. İçlerinde az sayıda da olsa siyasal iktidarın resmi ideolojisiyle uyuşmayan gerçek anlamda sendikal yayın yapanlar da olmuştur.

1946-1960 döneminin sendikal yayınları önce dikkate alınmak, sonra da çalışma ve siyasal yaşamının demokratikleştirilmesi için mücadele vermişlerdir. İşçiler arasında okuma- yazma oranın ve okuma alışkanlıklarının düşük olması, işçilerin gazete almaya ayıracak paralarının olmaması gibi etkenlerle yayın hayatlarını en çok 2-3 yıl sürdürebilmişlerdir. Sendikal yayınlar genel de yerel yayınlar olarak, 2 ile 3 sayfa arasında basılabilmiştir. Ancak, tüm bu olumsuzluklara rağmen sendikal basın yok sayılan bir öznenin yapı içindeki varlığını ortaya koymuşlardır (Akkaya, 2010, s.161-183).