• Sonuç bulunamadı

Türk Halk İnanış ve Uygulamalarında Su ve Ateş

II. ARKETİPSEL SEMBOLİZM İLE İLGİLİ GENEL BİLGİ

II.1. Sembol

II.1.1. Arketip

II.1.1.5. Persona

1.6. Türk Folklorunda Su ve Ateş

1.6.1. Türk Halk İnanış ve Uygulamalarında Su ve Ateş

Türk kültüründe suyla ilgili inanış ve uygulamalar oldukça fazladır. Bu inanış ve uygulamalar eski Türk dininin izlerini taşımakla birlikte, Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinin ardından, heterodoks bir yapı kazanmıştır. Kültürümüzde suyla ilgili inanış ve uygulamaların bazıları şöyledir:

Kazak inanışlarına göre, bir ırmağın üzerinden ilk kez geçildiğinde ırmağa bir şey atılmalıdır. (İnan, 1987: 492). Bu inanış ve uygulamanın kökeninde suyun ruhunu memnun etmek vardır.

Canlı bir varlık olan suyun kuruması, onun ölümü anlamına gelir. Kültürümüzde suyun canlı kalması gerektiğine dair inanış, kuruyan su için bir takım uygulamaların yapılmasına zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda Diyarbakır ve Urfa çevresinde kuruyan

veya kurumaya yüz tutan su kuyularına ve ırmaklara, kurban kanı akıtılmasına dair yaygın bir inanış ve uygulama bulunmaktadır. (Kalafat, 2006: 72) Suya kurban kanı akıtma uygulaması Safranbolu’da da görülür. Bu yörede, adaklık kurbanların kanı, Konarı Gölü’ne akıtılır. (Akman, 2002: 8). Böylece su iyelerini memnun ederek, suyun tekrar hayat bulması ve sonsuz döngüsü içerisindeki varlığını koruması amaçlanır.

Çukurova halk inanışları arasında sabah erken vakitlerde evin önü sulanırsa, meleklerin geleceğine inanılır. Ayrıca yedi adım yolda, bir içim suyun hakkının olduğu düşünülür. (Artun, 2013: 13).

Su, dünyaya ait duyguların tamamını hapsedebilme özelliği olan bir unsurdur.

“Erzurum’da, Kars’ta, Muş’ta, Ağrı’da, Bitlis’te muska ile büyü yapılmasında ve büyü bozulmasında muskanın suyu ile yıkanılır ve muska okunup suya atılır.” (Kalafat, 2006:

74). Böylece su, büyü gibi insan psikolojisi üzerinde tesirleri olan uygulamalarda, kötülükleri ortadan kaldıran, gizli bir güç olarak var olur. Ayvalık’ta ise muska okunup bir bardak suyun içine atılır. Su içilince iyilik kazanılacağına inanılır. Bu muska kötülük için yapılmış ise denize atılır. (Çobanoğlu, 1993: 297). Suyun bir diğer özelliği arındırma ve temizleme ile ilgilidir.

Su, manevi kirleri arındıran, maddi kirleri ise temizleyen bir unsurdur. “Ağrı ve

Kars’ta, ilkbaharda, yıkanmak için akarsuya ilk defa girilirken, ‘Ağırlığım, kirliliğim, kelliğim, keçelliğim bu suya’ diye söylenirse ve bu üç kez tekrarlanırsa, o yılın sağlık ve huzur içinde geçeceğine inanılır.” (Kalafat: 2006: 73). Su ayrıca, hastalıkları gideren,

sağaltıcı bir unsurdur.

Kültürümüzde suyun şifa kaynağı olduğuna dair inanış çoktur. Bu düşünce bazı suların etrafında çeşitli uygulamaların ortaya çıkmasını sağlamıştır. “Elazığ’ın Gülmez

Tepesi’nde Sarılık Pınarı’nın suyunun sarılık hastalığına iyi geldiğine inanılır. Yel pınarı olarak bilinen bir diğer su da, Elazığ’ın Değirmenönü köyündedir. Felçli ve romatizmalılar yıkanmak suretiyle, şifa ummaktadır.” (Kalafat, 2006: 74). Harput’un

Gülmez Köyü’nde bulunan ve ‘Kırklar’ adı verilen kaynak suyunun ise, kırk basan ve hastalıklı çocuklara şifa kaynağı olduğuna inanılır. (Araz, 1991: 56).

Anadolu’da yaşayan inanışlardan birine göre, ayın ışığı suya düştüğü zaman, ayın sudaki yansımasına bakan kişinin çarpılacağına inanılır. Bunun sebebi ise ayın kendi varlığını suda görülmesinden utanması ve bu duruma oldukça sinirlenmesidir. (Eyuboğlu, 2007: 51). Su, rüyalarda da genellikle iyiye yorulmaktadır.

Suyun iyiliği, bolluğu ve bereketi temsil eden yönleri, rüyalarda su görülmesin hayırlı bir olay olmasına yorumlanır. “Kars’ta ve Muş’ta rüyada su, akarsu ve deniz

görülmesi başarıya, berekete, işlerin iyi gideceğine delâlet eder.” (Kalafat, 2006: 74).

Ayrıca “Kars ve çevresinde rüya, akan suya anlatılır. İnanışa göre su sıkıntıları alıp

götürürmüş.” (Kalafat, 2006: 75). Kültürümüzde suyun akıntısı ve sonsuz dolaşımı ile

ilgili çeşitli inanış ve uygulamalar da ortaya çıkmıştır.

Anadolu’nun birçok yerinde yolcunun ardından su dökülür ve ona “Su gibi git

gel” denilir. Bu inanış, suyun sonsuz dolaşımıyla ilgilidir.

Kültürümüzde suyun korunması gereken bir unsur olduğuna dair çeşitli inanışlar bulunmaktadır.

Sarıkamış’ta, geceleri su dolu kapların ağızları kapatılır. İnanışa göre cinler, rastladıkları her suya girip yıkanırlarmış. (Kalafat, 2006: 75). Kültürümüzde ayrıca, suyla ilgili mekânlar oldukça önemlidir. Bu mekânlara dair çeşitli inanışlar ortaya çıkmıştır.

Kültürümüzde suyun bulunduğu yerler, tekin olmayan mekânlar olarak düşünülür. Bu mekânlarda, suları koruyan veya sahiplenen varlıkların bulunduğuna inanılır. Rıfat Araz’ın belirttiğine göre Harput’ta bulunan Buzluk Mağarası’ndaki suyu, güçlü bir varlığın koruyup gözettiğine inanılır. (Araz, 1991: 56).

Türk kültüründe su, falla ilgili uygulamalarda da kullanılan bir unsurdur.

“Diyarbakır ve Sarıkamış çevresinde, tas içindeki su ile fala bakılır ve bu su evin muhtelif yerlerine saçı şeklinde serpilir. Amaç, ev iyesini memnun etmektir.” (Kalafat,

2006: 80).

Kültürümüzde suyun farklı bir boyutu olan yağmurla da ilgili çeşitli inanış ve uygulamalar bulunmaktadır. Yağmur, suyun sonsuz döngüsü içerisinde, gökyüzünden yeryüzüne inen hareketidir. Kültürümüzde yağmurla ilgili inanışlardan biri de Fırat yöresinde görülmektedir. Yörede çocukların suyla çok fazla oynaması, yağmurun yağacağına yorulur. (Kalafat, 2006: 189). İnanışın kökeninde suyun kendi varlığını kendi üzerine çekme gücü olmalıdır. Nitekim su, kendi varlığını, kendisiyle bütünleştirerek yüceltir.

Tüm bu verdiğimiz sınırlı sayıdaki inanış ve uygulama, suyun Türk kültüründeki önemini açıkça ortaya koymaktadır. Üzerine atfedilen kutsiyetle birlikte var oluşunun tüm gücünü halk inanışlarında yansıtan su, varlığının tüm tezahürlerini halk muhayyilesinden gerçekliğe uzanan bir bütünlük içerisinde sergilemektedir.

1.6.1.2. Ateşle İlgili İnanış ve Uygulamalar

Maddesel imgelemin yakıcı unsuru olan ateş, Türk kültüründe üzerine atfedilen önem doğrultusunda, inanış ve uygulamalarda yerini almıştır. Daha çok eski Türk dininden izler taşıyan ateşle ilgili inanış ve uygulamalar, İslam dininin kabulünden sonra, bu dinin etkisiyle azalmıştır. Bununla birlikte kültürümüzde hala canlı olarak ateşle ilgili inanışların görülmesi, kültürel devamlılığı açıkça ortaya koymaktadır. Türk kültüründe ateşle ilgili inanış ve uygulamalardan bazıları şöyledir:

Karagas Türklerinin inanışına göre balık avının bereketli geçmesi için kayın ağacına renkli kumaşlar bağlanarak ağaç iyesi memnun edilir. Ayrıca kayın ağacının yakınında ateş yakılır ve bu ateşin üstüne çay ve süt dökülerek bol balık avlamak amaçlanır. Bu inanışta ağaç, ateş ve su iyelerinin bir arada bulunduğu görülmektedir. (Kalafat, 2006: 71). Bu uygulamada amaç, ateş iyelerini memnun ederek kutsal vatan- aile kavramlarının devamını sağlayacak bir etkinliği başarı ve bereketle yerine getirmektir. Ava çıkmadan önce ateş iyesini memnun etmek amacıyla ateşe yağ ve et atma, Yakut Türkleri arasında da görülür. (Kalafat, 2006: 76). Canlı olarak düşünülen ateş, beslenme ihtiyacı olan bir varlık olarak kişiselleştirilir. Ateşin canlı bir varlık olarak tasavvur edildiğine dair inanış, Altay Tatarlarının inanışlarında da yaşamaktadır. İnanışa göre ateşin hâkimi ham odun yer, külden yatağında uyur, harlı kömürden yastığı ve ince küllerden yorganı vardır ayrıca dumanının nefesi olduğu düşünülür. (Kırcı, 1998; 400). Tuvalarda ateşle ilgili inanış doğrultusunda evin erkeği uzak bir yolculuğa gitmiş ise, evin hanımı bir kam çağırarak ateşi kutsar. Ateşi kutsamayan ailenin felakete uğrayacağı düşünülür. Bu uygulamayla ateş ve atalar ruhlarını memnun etmek amaçlanır. (Dilek, 2007: 41).

Türk kültüründe ruhu olduğuna inanılan ateşe saygısızlık yapılması yasaktır. Bu inanış doğrultusunda “Türkler, od ve ocak iyesine bir saygı işareti olarak, üstüne pis ve

kötü şeyler atmaz, bundan sakınırlardı. Bir bereket ve hayat kaynağı olarak inanılan ateşi Türkler ocaktan dışarı vermeyi uğursuzluk kabul ederlerdi ve başka boydan kişilere asla ateş vermezlerdi.” (Kalafat, 2006: 84). Ateşin kutsal varlık alanına

yapılacak ihlalin yıkıcı etkileri olacağına olan inanış, Kırgız Türkleri arasında yaşamaktadır. “Kırgız Türkleri, ateş iyesinin sınırsız bir kudrete sahip olduğuna inanır

ve ona saygısızlık etmekten kaçınırlardı. Onlar, çıkan yangınların sebebini, ateş iyesinin kızmış olmasına bağlardı.” (Kalafat, 2006: 85). Ateşe olan saygıdan ötürü, Moğol

hükümdarı Cengiz Han’ın Büyük Yasası’na göre, küle işemek, ölümle cezalandırılır. (Alinge, 1967: 143).

Ateş, Karagasların inancına göre ıslık çalar gibi ses çıkarırsa, uzaktan bir yolcu gelecektir. Ateşin gece ıslık çalması iyi değildir, bu durumda şeytanın geleceğine inanılır. (İnan, 2006: 67). Bu inanışı Ali Berat Alptekin, Toros Yörükleri arasında da tespit etmiştir. Toros Yörükleri alevli ateş yanarken ses çıkmasını iyi karşılamaz. Alptekin’in belirttiğine göre bu ıslıklar ile (sesle) şeytanın ateşi çalması arasında bir bağ kurulur. (Alptekin, 2011b: 316).

Anadolu’da ateşle ilgili halk inanışları arasında ateşe saygısızlık yapılması kesinlikle yasaktır. Osmaniye’de ateşe ve küle saygı gösterilir. Yanan ocak, “ocağın

söneceği” düşüncesiyle, suyla söndürülmez. Ateşe idrar yapmak, tükürmek, tırnak

atmak yasaktır ve bu davranışların günah olduğu düşünülür. Ayrıca Osmaniye’de kül, ortalık yerlere dökülmez ve küle basılmaz. (Doğaner, 2012: 38). Ateşin suyla söndürülmemesi gerektiğine dair inanış Diyarbakır’da da görülür. (Kalafat, 2006: 89). Harput’ta ocak veya mangaldaki ateşin söndürülmesi ve külünün süpürgeyle süpürülmesi hoş karşılanmaz. Böyle yapılırsa evden bereketin gideceği, çocukların vücutlarında yaraların çıkacağı, evin büyüğünün öleceği ve ocağın sönerek yuvanın dağılacağına inanılır. (Araz, 1991: 66). “Hakkâri’de, evin herhangi bir tarafına kül

dökmek iyi karşılanmaz: o eve uğursuzluk geleceğine ve evin felakete uğrayacağına inanılır.” (Kalafat, 2006: 89). Tüm bu inanışlar, ateşin eski Türk dininden günümüze

ulaşan kutsallığıyla ilgilidir. Çünkü ateş, ruhu olan canlı bir unsurdur. O hem koruyan, hem de saygısızlık edildiğinde, şiddetini yoğun olarak hissettiren bir ögedir.

“Türkler, ateşi kötülüklerden koruyucu, temizleyici gibi gördükleri için, ona karşı saygısızlık gösterenleri cezalandırmışlardır. Bıçağı ateşe koymak, sönmüş oduna abdest çözmek, ateşin yanında odun bekletmek yasaktı. Bu suçları işleyenlerin ağır cezaları vardı. Yasağı bilerek veya bilmeyerek ihlal edenler, kirli ve suç işlemiş oldukları için temizlenmeleri gerekirdi. Önceki durumlarına dönmeleri için, böyle insanların çadırları, çocukları ve bütün eşyaları iki ateş arasından geçirilirdi. Beltir Türkleri, ölen kişinin mezarı başına toplanıp sağ yanına büyük bir ateş yakarlardı. Getirdikleri yemeklerden ve içkiden birer miktar bu ateşin üzerine dökerlerdi. Bu ölenin ruhu göğe çıkarken, ışığın ona yol göstermesi, yolunu aydınlatması için ateşe attıkları saçılardı.” (Kalafat, 2006: 87).

Ankara’da yaşayan halk inanışına göre tuz, nazardan koruyan bir etkiye sahiptir. Bu inanış doğrultusunda nazar değdiğine inanılan kişinin başının üzerinde dolaştırılan tuz ateşe atılır.

“Kars ve Şenkaya çevresinde, ocağın üzerinde kaynayan sütü gelinler taşırıp ateşe dökünce kaynanaları, onlara üzülmemelerini söyler. Çünkü dökülen kısmın meleklerin hakkı olduğuna inanılır.” (Kalafat, 2006: 90).

Ateş, halk meteorolojisinde kullanılan bir unsurdur. “Erzurum ve Şenkaya

çevresinde, ocağın üzerinde duran sacayağının ayaklarından kıvılcımlar yükselirse, ertesi gün havanın güzel olacağına inanılır. (Kalafat, 2006: 89).

Ateş kötülükleri kendinden uzak tutan bir unsurdur. Bu öğenin hastalıkları da yok ettiğine inanılır. Başkurtlar ve Kazaklar yağlı bir bezi tutuşturarak hastanın çevresinde “alas, alas” diyerek dolaştırırlar. Buna “alaslama” derler. İnan’ın belirttiğine göre Türkçeye “alazlama” şeklinde giren bu kelime, ateşle temizleme anlamına gelir. (İnan, 2006: 68).

Anadolu’nun birçok yerinde, özellikle akşam saatlerinde evden ateş çıkarılmaz. Komşuya ateş verilmez. Bu durum ateşin korunması gereken bir unsur olduğuna dair inanışın kalıntısıdır. Tokarev’in belirttiğine göre ateş, “bizim olan” ve “bizim olmayan,

yabancı” ateş olarak ayrılır. Bir evden başka bir eve ateş verilmemesinin sebebi,

yabancı ateşin mutluluğu gidereceğine dair inanıştır. (Tokarev, 2005: 261).

Ateş, bahsedilen inanış ve uygulamalarda da görüldüğü üzere kutsal bir unsurdur. Ruhu olduğu düşünülen ateşe saygısızlık yapılması kesinlikle yasaktır. Ateşin söndürülmesi bile ancak belli şartlar altında gerçekleştirilmektedir. O, varlıkları arındıran bir unsurdur ve bu yönü halk inanışlarında da canlı bir şekilde yaşamaktadır. Ateşle ilgili bütün bu inanışlar, onun kültürümüzde sahip olduğu önemi açıkça göstermektedir.