• Sonuç bulunamadı

II. ARKETİPSEL SEMBOLİZM İLE İLGİLİ GENEL BİLGİ

II.1. Sembol

II.1.1. Arketip

II.1.1.5. Persona

1.5. Eski Türk Dininde Su ve Ateş

1.5.1. Su İyesi / Kültü

Su, Türk Kültüründe “Yer-Sub” (Yer-Su) inancı dairesinde kutsal kabul edilen bir iyedir. Su dairesinde çeşitli inanç kalıpları oluştuğu için de kültürümüzde kült olan bir unsurdur. Bahaeddin Ögel’in ifadesiyle bu unsur, Türk geleneklerinin köklerini tutan en büyük temeldir. Her şey ona dayanır. Yer-su inanışı tam bir “vatan” anlayışıdır. Türkler suyu kutsallaştırmış ve ona kişilik vermişlerdir Bununla birlikte Türkler sadece durgun suya değil akıntılı sulara yani denizlere, göllere, ırmaklara ve yağmura da kutsallık atfetmişlerdir. (Ögel, 2010: 316).

Yaşamın devamında kritik rol oynayan su, maddi anlamda temizleyici, manevi anlamda ise arındırıcı bir unsurdur. Türklerde suya kutsallık atfedilmesinde, suyun bu özelliğinin oldukça önemli yeri vardır. Efsunlu olarak kabul edilen su, yeryüzünün en saf maddesi olarak, Türk kültüründe “ıduk / mukaddes” olarak yerini almıştır.

Eski Türk dininde su etrafında çeşitli şamanist uygulamalar görülmektedir. Bu uygulamalardan bazılarını A.V. Anohin ve N.F.Katanov Altay ve Yenisey Türklerinde tespit etmişlerdir. Altaylılar ayinlerinde, yer-sulara hitaben ilahi okurlar. “Altaylıların

inanışlarına göre, yer-su ruhları insanların yaşadığı muhitte yaşarlar; ehlî hayvanları yaratan ve onlara bereket veren yer-sudur.” (İnan, 1987:491).

Hunların ve Göktürklerin ataları sayılan Choularda suya verilen önem, hükümdarın şu uygulamasında açıkça gözler önüne serilmektedir: “Savaşa giderken

geçtiği bölgelerin, ordugâh kurduğu veya yeni yurt kabul edilen bölgelerin yer-sularına kurban verirdi. Yeni yurt kurma ayinlerinde yere gömme ve suda boğma şeklinde, yere ve sulara geleneksel ayinlerde sunulan hayvan, içki, kumaş ve yeşim taşı gibi adaklar, daha da cömert ölçüde verilirdi.” (Esin, 2001: 160). Türk halk inanış ve

uygulamalarında yer alan suya kurban verme ve kurban kanı akıtma merasiminin kökeni, bu uygulamada görüleceği üzere, oldukça eski dönemlere dayanmaktadır.

Şamanist inanç sisteminde şaman, suya ve ateşe hükmedebilecek güçlere sahiptir. Bu durum şamanlık belirtilerinin görüldüğü andan itibaren ortaya çıkar.

“Şaman olacak kişi çılgın öfke nöbetlerine kapılmaya başlar, sonra birden aklını yitirir, ormana çekilir, ağaç kabuklarıyla beslenir, kendini suya ve ateşe atar, bıçakla yaralanır. O zaman ailesi yaşlı bir şamana başvurur; o da dengesizleşmiş genci çeşitli ruh türleri, ruhları çağırma ve onlara buyurma yolları konusunda eğitmeye girişir.”

atması, ileride kontrolüne alacağı bu unsurlarla ilk sınavıdır. Ayrıca bu sınanma sırasında suyun arındırıcı yönüne de vurgu yapılmaktadır.

Suyun arındırıcı yönü, şaman uygulamalarında önemli rol oynar. Buryat şamanlarının yeteneklerinin toplum önünde kanıtlandığı sırra erme törenlerinde, dokuz gencin üç pınardan getirdikleri su, çeşitli işlemlere tabi tutulur. Şamanların bu suyla arındıkları düşünülür. Eliade’nin belirttiğine göre bu şekilde suyla arınma en az yılda bir kez, hatta ayda bir kez zorunlu olarak tekrarlanır. Ayrıca şaman herhangi bir kirlenmeye uğrarsa ve kirlenme ağırsa bu tören kanla yapılır. (Eliade, 2006: 145-146).

Eski Türk dininde Tanrı Ülgen’in, sudan bir yıl uzaklıkta oturduğu düşünülür. Bunu şamanın göğe yükseliş ayininde söylediği bir duada görmekteyiz:

“Üç merdivenle çıkılan,

Üç sürünün sahibi, Tanrı Bay Ülgen! Önümde beliren mavi yokuş,

Kendini gösteren mavi gök, Hızla yuvarlanan mavi bulut, Ulaşılmaz mavi gök!

Erişilmez ak gök!

Sudan bir yıl uzaktaki yer! Üç kez ululanan Ülgen Ata! Ayın kenarları onun için parlar, Atın toynağını o kullanır.

Sensin, Ülgen, çevremizde dolanan Tüm insanları yaratan.

Sen, hepimize sürüler veren Ülgen, Bizi sıkıntıda bırakma!

Kötü’ye direnmemizi sağla, Bize Körmös’ü gösterme, Bizi onun eline teslim etme!

Sen ki yıldızlı göğü döndürüyorsun, Binlerce bin defa

Benim günahlarımı cezalandırma!” (Eliade, 2006: 229).

Şamanlar, su üzerinde hâkimiyet kurabilme yeteneğine sahiptir. Kaçikat boyunda Kaçikat Oyun isimli meşhur bir şamanın, rengârenk kestiği söğüt çubuğunu

ayağına bağlayarak, Lena Irmağı’nın üstünde yürüyüp karşı sahile geçtiğine dair bir efsane bulunmaktadır. (Bayat, 2005: 137). Görüldüğü üzere su, şamanın olağanüstü gücü karşısında fiziksel gücünü kaybeder. Su ile ilgili başka bir husus ise, suya atfedilen kutsallıkla ilgilidir.

Eski Türk inancında su, korunması, temiz tutulması ve saygı duyulması gereken bir unsurdur. “Altaylılara göre, insanları yaratan ve kötü varlıklardan koruyan yer-su

tanrılarıdır. Sağlığı, hayvanların çoğalmasını sağlayan ve kötü ruhların fenalıklarını önleyen bu ruhlar, kendilerine saygı göstermeyenleri cezalandırır, hasta ederler.”

(Oymak, 2010: 39). Türk halk anlatılarında karşımıza çıkan, suyun kutsal varlık alanına yapılan müdahalenin cezalandırılmasının altında yatan etken de bu inanıştan kaynaklanmaktadır.

Suyun temiz tutulması gerektiğine dair inanış, Moğolların ünlü hükümdarı Cengiz’in yasalarında da yer almaktadır. Cengiz Han’ın büyük yasasına göre, “Kim kül

veya su içine işerse ölümle cezalandırılır.” (Alinge, 1967: 143). Mukaddes kabul edilen

suyun kirletilmesinin Moğol yasalarında ölümle cezalandırılması, var oluşun en önemli sıvısına atfedilen değeri açıkça göstermektedir. Ayrıca Cengiz yasalarına göre suya elleri daldırmak yasaklanmış; su almak için bir kap kullanılması gerektiği hükme bağlanmıştır. (Alinge, 1967: 144). Çünkü su, Türk kültüründe mukaddes kabul edilmektedir. Sahip olduğu bu kutsiyet, Türklerin en önemli kültürel miraslarından biri olan Göktürk Yazıtlarında da yer almaktadır.

Türk kültüründe mukaddes kabul edilen yer-sular, Göktürk yazıtlarında oldukça önemli bir yer teşkil etmektedir. “Yukarıda Türk tanrısı mukaddes yeri, suyu öyle

tanzim etmiş.”, “Türk Tanrısı, mukaddes yeri, suyu öyle tanzim etmiştir.” (Ergin, 2011:

13; 37) ifadelerinde görüldüğü üzere su, Tanrı tarafından dünya nizamı içerisinde tanzim edilmiştir. Yazıtlarda Tanrı tarafından tanzim edilen suyu korumak hükümdarın görevidir. Ecdadın tutmuş olduğu yer-sular sahipsiz bırakılamaz. (Ergin, 2011: 15) Yer- sular milletin birlik ve bütünlüğünün sembolüdür. Bu sebeple Türk hakanları, yer ve suları tanzim ve tertip etmeyi asli görevleri olarak kabul etmişlerdir. Tonyukuk anıtında Bilge Tonyukuk, “Umay İlâhe’nin mukaddes yer-su üzerine çökü verdi her halde. Niye

kaçıyoruz?” (Ergin, 2011: 77) sözleriyle, Umay’ın koruyuculuk vasfına göndermede

bulunur. Yer ve suyun ilahi bir güç tarafından kutsandığını anlayan millet, savaşta galip gelir. Bu durum yer ve suların, elde tutulup kutsandığı sürece dirlik ve düzenin korunup, düşmanlara karşı zafer kazanılacağı inancının yansımasıdır.

Göktürk yazıtlarında su ve ateş unsurunun bir arada kullanıldığını da görmekteyiz. “Öyle kazanıp bütün milleti ateş, su kılmadım.” (Ergin, 2011: 19; 43) ifadesi, Bahaeddin Ögel’in belirttiğine göre, Türk düşüncesinde insanlardan oluşan bir milletin, ateş ve su gibi ruhsuz ve duygusuz olmamasından kaynaklanmaktadır. Ögel, Türk düşüncesinde suyun ve ateşin ruhsuz ve duygusuz olduğunu belirtse de Türkler su ve ateşi ruhu olan canlı varlıklar olarak kabul etmişlerdir. Ancak su ve ateşe canlılık düşüncesini yükleyen insandır. Ögel’in belirttiğine göre bunun asıl anlamı ise, hakanın milletini başsız ve hakansız bırakmama (bırakmadığı) düşüncesinden kaynaklanmaktadır. (Ögel, 2010: 324).

Eski Türk dininde suyla ilgili inanışlar oldukça önemli bir yer kaplamakla beraber, bu çalışmanın sınırlılığı açısından yukarıda verilen örneklerle yetinilmiştir. Eski Türk inancı ve şamanist uygulamalarla ilgili yapılan geniş kapsamlı çalışmalarda suyun Türklerin eski dinlerindeki boyutu açıkça görülmektedir.