• Sonuç bulunamadı

2. HİKÂYE VE ROMANLARINDA KURGU

2.1. HİKÂYELERİNDE KURGU

2.2.4. Suzan Defter

İlk kez 2003 yılında yazarın diğer öyküleriyle birlikte Taş-Kâğıt-Makas41

kitabı içinde yer alan Suzan Defter42, 2011 yılında roman adı altında bağımsız bir

kitap olarak basılır.

Yazar, Aziz Bey Hadisesi gibi bu eserinin de “novella” olduğunu bu itibarla ayrı bir kitap olarak basılması gerektiğini ifade eder: “Suzan Defter’in de Aziz Bey

Hadisesi gibi daha en başında ayrı basılması gerekiyordu. Ama tümünü Geceyazısı dergisinde yayımlamıştım. Kısa bir süre sonra tek başına kitap olarak yayımlamak okura haksızlık gibi geldi. Çıktığı anda yanlış olduğunun farkına vardım aslında. Doğru olan makul bir süre bekleyip tek başına yayımlamaktı.”43

Suzan Defter, yapısı ile geleneksellikten uzak, modern bir eser olarak

karşımıza çıkar. Eser, yan yana sayfalarda akan iki günlük hâlinde yazılır. Böylece yazar daha önce denenmeyen bir formu kullanır. Buna göre çift sayfalarda Ekmel Bey’e ait günlükler, tek sayfalarda ise Derya adlı genç bir kadına ait günlükler yer alır. Alışılagelmişin dışında olan bu yapı ile aynı gerçeklik iki ayrı kişi tarafından aktarılır ve farklı bakış açılarını bir arada görmek mümkün olur. Her iki günlük de 16 Kasım Cuma günü başlar ve 10 Aralık Pazar günü biter. Yazar yapı konusundaki bu tercihinin sebebini şöyle açıklar:

“Gerçeğin kurgulanışı meselesi beni meşgul ediyordu. Aynı ânı yaşamış iki kişinin zihinlerinin bir karşılaştırmasını yapmak istedim. Bunun için günlük formunu kullanabileceğimi düşündüm.”44

Romanın adı romanda üzerinde çok fazla durulan kadın karakter Suzan’ı işaret etmekle birlikte “yanan” anlamıyla da kullanılır. “Yanan defter” manasına

41 Ayfer Tunç, Taş-Kâğıt-Makas, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003. 42 Ayfer Tunç, Suzan Defter, Can Yayınları, İstanbul 2011.

43 Handan İnci, Ayfer Tunç’la Karanlıkta Kelimeler, Can Yayınları, İstanbul 2014, s. 243-244. 44 Handan İnci, age., s.239.

gelen romanın adı, hem eserde yakıcılığıyla var olan en önemli tema olan aşkı hem de günlük formunda yazılan eserin biçimini vurgular.

Suzan Defter yapısı ile okura farklı okuma imkânı sunan bir metindir. İki

ayrı kişinin yazdıklarını gün gün takip etmenin yanı sıra, günlükleri ayrı ayrı okumak da mümkündür. Farklı okumalara açık olan bu yapıyı geleneksellikten uzak yenilikçi bir atılım olarak değerlendirebiliriz. Roman; içinde bulunduğu topluma yabancılaşan ve yalnızlık çeken Ekmel Bey ve Derya’nın yaşamı etrafında kurgulanmakla birlikte arka planda siyasî ve sosyal olaylara da yer verilir.

Roman, Ekmel Bey’in günlük tutmaya karar vermesi ile başlar. Günlük için defter alan Ekmel Bey, yazacaklarını bitirdiğinde ölümü çağıracağını ilk sayfada belirtir. Yazar, diğer romanlarında da kullandığı geriye dönüş tekniğine bu eserinde de yer verir. Olayların kronolojik olarak anlatılmadığı, geriye dönüşlere ve ileri atlamalara sıkça yer verildiği romanda geçmiş ve hâl iç içedir.

Ekmel Bey, ölümünden sonra başkalarının eline geçeceğini düşündüğü günlüğüne kendi adını açıkça yazmak istemez: “Ölümümden sonra kimin eline

geçeceği hiç belli olmayan, spiralli, beyaz kâğıtları kareli, kapağında parlak kırmızı bir elma (HAYAT) ve uçları sipsivri açılmış bir yığın kurşunkalem (ÖLÜM) resmi bulunan, adi, adi, adi bu deftere adımı açıkça yazmayacağım. Sahaf tezgâhına düşecek veya yoklara karışacak bir hayatın sahibinin adı belli olsun istemiyorum.”45

Ekmel Bey, günlüğünde kendisinin ve akrabalarının isminin sadece baş harflerine yer verir. Ancak satılık ilanı verdiği evine bakmaya gelen kadınların isimlerini gelecekleri saat ile birlikte yazar. “On beş otuz Itır Hanım beş dakika erken geldi.”

(s. 22), “On yedi Keriman Hanım tam zamanında geldi…”(s. 24) Ekmel Bey’in

aksine Derya günlüğünde isimleri açık açık yazmaktan çekinmez. Böylece Ekmel Bey’in ismini de Derya’nın günlüğünden öğrenmiş oluruz.

45 Ayfer Tunç, Suzan Defter, Can Yayınları, İstanbul 2016. Çalışmamızdaki alıntılar bu baskıdan

Babası gibi avukat olan Ekmel Bey, sürekli kavga eden bir anne babanın evladı olarak büyür, aile içi sorunlar onda derin izler bırakır. Yazarın diğer eserlerinde olduğu gibi aile içinde yara almış bireylere yer verilir. Ekmel Bey tıpkı anne ve babasınınki gibi sevgisiz ve mutsuz bir evlilik gerçekleştirir, bir kız çocuğu sahibi olduğu evlilik boşanma ile sonuçlanır:

“Karım aslında evde ‘ben’ olmasını istemiyordu, uysal bir bukalemun olayım istiyordu sadece ya da kabın şeklini alan zararsız bir sıvı, arada bir sulanan yaşlı bir saksı çiçeği, ortak hayatımızın durgun hücresi olayım.”(s. 18)

Şehrin kendisini dışladığını, yok farz ettiğini, dışarı çıktığında bir safra gibi kendisini sokaklarından evine attığını düşünen Ekmel Bey, ölmeden önce arkadaşlık yapacağı birinin evine girmesi için onu satılığa çıkarır. Ekmel Bey’in evine yalnızlığını gidermek için gelen ve kendisini Suzan adıyla tanıtan Derya kendisine ait olmayan bir aşk hikâyesini sondan başlayarak başa doğru anlatır. Kendisini Suzan diye tanıtan kişinin Derya olduğu ancak eserin sağ sayfalarında yer alan günlükler okunduğunda anlaşılır. Derya, küçük yaşta annesini kaybeden, babasının ilgisizliği ve uzaklığı nedeniyle abisi ve babaannesi ile yaşayan biridir. Babaannesinin ölümü, Cihan’la yaptığı evliliği bitirmesi ve abisinin de evlenmesiyle tamamen yalnız kalan Derya hayata tutunmak için sebep aramaya başlar.

Zamanla yaşama sevincini yitiren Derya, çevresindeki insanlarla bağını yavaş yavaş koparır. İçinde bulunduğu ruh hâlini “amaçsızlık, boşluk, başıboşluk, içi boşalmışlık, bozgun” olarak tanımlar. Sürekli iş ilanlarına baksa da çalışmaya gönlü olmadığı için iş bulamaz. Vakit geçirmek için kurslara bakar fakat bu kurslara da parası yetmez. Sonunda vakit geçirmek için ev ilanlarına bakmaya başlar. Ekmel Bey ile yaptığı telefon görüşmesinin ertesi günü eve bakmaya gider ve kendisini Suzan olarak tanıtır. Derya’nın kendisini Suzan olarak tanıtması geçmişte Suzan’a yaptığı haksızlıklarla yüzleşme isteğine ve Suzan’ın hayatını kendi hayatından daha ilginç ve anlamlı bulmasına bağlanabilir. Birbirlerine geçmişlerini anlatan Ekmel Bey ve Derya bu vesileyle hem geçmişleriyle yüzleşir hem de geleceğe dair yapacakları

konusunda düşünme fırsatı bulur. Evden çıkmak için bahane arayan Derya ile sırf eve birinin girmesi için evini satılığa çıkaran Ekmel Bey birbirlerini tamamlarlar.

Derya, Ekmel Bey’e Suzan’ın aşk hikâyesini kendi başından geçmiş gibi anlatır. Hikâyede sevgilileri bir dakika olsun yalnız bırakmayan kız kardeşten bahsettiği kısımlar, Suzan’a haksızlık yaptığını kabul ettiğinin göstergesi gibidir. Kendi hayatı, kendi duyguları gibi anlattıklarının aslında kendine ait olmaması içini yakar. Ekmel Bey’in evine yaptığı ziyaretler Derya’ya terapi gibi gelir. Farklı bir insan olmaya, hayatını yeniden kurmaya, abisine ve abisinin eşine daha iyi davranmaya, mutlu bir insanmış gibi hareket etmeye karar verir. Uzun süren yüzleşme ve hesaplaşma ziyaretlerinden gelecek hakkında bu karara varan Derya, Ekmel Bey’in evine son kez giderek onunla vedalaşır ve bir daha ziyarete gelmeyeceğini söyler.

Romanın en dikkat çekici noktalarından biri aynı olayın Ekmel Bey ve Derya tarafından farklı şekilde anlatılmasıdır. Bu durum aynı gerçekliğin bireyler tarafından farklı şekilde algılanıp aktarıldığını ve mutlak gerçekliğin olmadığını gösterir. Ekmel Bey günlüğünde Derya’nın çocukluğunun geçtiği evin bahçesinde annesi tarafından dikilen bir yaseminin olduğunu ve annesi hasta olduğunda yaseminin her gün bir dalının kuruduğunu anlatır. Aynı hikâye Derya’nın günlüğünde Ekmel Bey’in başından geçmiş gibi anlatılır. Aynı şekilde bir rüya Ekmel Bey’in günlüğünde Suzan tarafından görülmüş ve anlatılmış olarak aktarılırken, Derya’nın günlüğünde Ekmel Bey’e ait bir rüya olarak anlatılır.

Ekmel Bey’in evinde gerçekleşen buluşma ve sohbetlerde Derya geçmişi anlatarak Suzan’a karşı olan suçluluk duygusundan kurtulmaya ve içinde bulunduğu ruhsal bunalımdan çıkmaya çalışır. Sadece konuşma ihtiyacı hisseden ve ölüme çok yakın duran Ekmel Bey ise bu süreçte sık sık hayatın anlamını sorgular: “Düşündüm,

BİR HAYAT NEDİR? Başlar ve biter, BİR HAYAT NEDİR? Acı ve tatlıdır, unutulur hepsi, BİR HAYAT NEDİR? Emin olmasam da ‘hayat bir iz bırakmaktır’ diyebilirim.

Mezar taşı bir iz sayılır mı, emin değilim. Razı olan için mezar taşı bir izdir. Ben razı değilim. Gerçi elimden ne gelir?” (s. 46)

Eserde, Tunç’un diğer romanlarında olduğu gibi psikolojik zaman algısına da yer verilmiştir. Çocukluğunda anne ve babasının kavgalarına genellikle pazar günleri tanık olan Ekmel Bey, pazar günleri için “Pazar günleri hayatın intikam

günleri.” ifadesini kullanır. Onun için pazar günleri neşeli geçsin diye çaba

harcanmasına rağmen insanı yalnızlığa ve anlaşılmaz bir kedere iten günlerdir. Derya da içinde bulunduğu ruh hâline göre zamanı algılar. Onun için sabahlar, depresif olmasına sebep olan vakitlerdir. Sabahları kendisini bir boşluğa düşmüş gibi hisseden Derya, içinde bulunduğu ruh durumu nedeniyle zamanı olduğundan daha uzun algılar. “Zaman ikiye katlanıyor.”(s. 33) Suzan Defter, Tunç’un romanları içinde mekân kavramının en çok ön plana çıktığı, özellikle “ev” kavramı üzerinde çok fazla durulan bir eserdir.