• Sonuç bulunamadı

2. HİKÂYE VE ROMANLARINDA KURGU

3.2. BİREYSEL VE TOPLUMSAL OLGULAR BAĞLAMINDA KADIN

3.2.2. Toplumsal Olgular ve Kadın

3.2.2.1. Gelenek

Kuşaktan kuşağa aktarılarak toplumu toplum yapan ve bir arada tutan davranışlar ve alışkanlıklar bütününe gelenek denir. Topluma ait olduğu için yaptırım gücü fazla olan geleneklerin dışına çıkmak da yine toplumdan gelen sert bir tepkiye sebep olur. Gelenek, kadını ve kadının toplumdaki yerini ve yaşam tarzını da etkileyen bir unsur olarak karşımıza çıkar. Geleneğin kadını konumlandırışının örneklerine Ayfer Tunç’un hikâye ve romanlarında da rastlanır.

Gelenek, toplum içinde eşlerin birbirine karşı olan hitap şekillerini ve davranışlarını etkiler. Özellikle akraba konumundaki büyüklerin yanında eşlerin mesafeli bir duruş sergilemesi gerekmektedir. Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış

Anlatılan Kısa Tarihi’nde Müzeyyen’e kocası büyüklerinin yanında “hayatım,

sevgilim” gibi sözcüklerle hitap eder. Bununla da yetinmeyen adam, karısını herkesin içinde dudaklarından öper. Bu durum geleneklerine sıkı sıkıya bağlı Müzeyyen’in kayınpederini fazlasıyla rahatsız eder ve oğluyla da, oğlunun edepsiz hareketlerine ses çıkarmayan geliniyle de zaman zaman küser.

Geleneklere göre bir kız Allah’ın emri, peygamberin kavliyle ailesinden istenmelidir. Ailesinin rızası olmadığı için sevdiğine kaçarak evlenen kızlar çevreleri tarafından hoş karşılanmazlar. Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa

Tarihi’nde Zeynep, bir gün okuldan dedesiyle yaşadıkları eve dönmeyerek

kendinden sekiz yaş büyük olan Suphi Karakurt’a kaçar. Okuyup doktor olmasını beklediği torununun siyasi görüşünü beğenmediği milletvekilinin oğluna kaçtığını öğrenen Emrullah Bey’in o anda sağ tarafı tutmaz olur ve hastaneye kaldırılır. Bir ay içinde kendini toparlayan Emrullah Bey, çevresindeki tanıdıklara rezil olmamak için torununun Suphi’yle evlenmesine razı olur. Çünkü kaçan ve kaçtığı herkes tarafından duyulan kızın artık eve dönmesinin ona göre bir anlamı yoktur.

Halk arasında gelenek hâline gelmiş olan bir bakış açısına göre kadın belli bir yaşa geldiğinde muhakkak evlenmeli ve çok geçmeden çocuk sahibi olmalıdır. Toplum, çocuk sahibi olmayan/olamayan ailelerde bunun sebebi olarak kadını görmeye eğilimlidir. Bu durumun temelinde erkeğin kendisini toplumun ifadesi ile ‘kusurlu’ görmek istememesi ve bunun sonucunda toplumun eksikliği, kusuru ancak kadına yükleyen bir anlayışa sahip olması yatmaktadır. Geleneklere göre de çocuk sahibi olamayan kadın evli olsa dahi eksiktir, yarımdır. Çocuk sahibi olmanın gerekliliğini bu bakımdan en çok kadınlar vurgular. Yeşil Peri Gecesi’nde Uluçmüdür’ün geleneksel anlayışa sahip olan karısı, çocuk sahibi olmayan Şebnem’e bir kadının çocuksuz olmamasına dair söylemlerde bulunur.

Toplum, bireyi içinde yetiştiği aile ortamı ile birlikte değerlendirir. Anne, baba veya diğer akrabaların davranışlarına bakarak kişi hakkında da çıkarımlarda bulunur. Çocuğun, yetiştiği aile ortamından farklı davranışlara ya da düşüncelere sahip olabileceğini düşünmez. Bu durumun en net örneğine Yeşil Peri Gecesi

romanında rastlanır. Şebnem ile uygunsuz durumda eşine yakalanan Seçkin Bey’e dünürleri de oldukça sert tepki verir: “Tüh utanmaz rezil! Yaşına başına da mı

bakmadın? Senin gibi adamın kızı gelin diye alınmaz!” (s. 355)

Tunç’un ele aldığı geleneksel kavramlardan biri de görücü usulü evliliktir. Bu çeşit evlilik özellikle kırsal kesimde sıklıkla görülen ve ahlak anlayışının bir gereği olarak doğru kabul edilen bir evlilik şeklidir. “Cinnet Bahçesi” adlı öyküde Müeyyet Bey’in kız kardeşi Muazzez Güngör, kocasının yüzünü görmeden evlendiğini ifade eder. Görmeden evlendiği kişinin kendisini gerçekten sevip sayan, iyi biri olması nedeniyle şanslı olduğunu düşünür. Nitekim görücü usulü evliliklerde memnun olmayan kadının memnuniyetsizliğini dile getirmesi çok da kolay değildir ve pek çok kadın mutsuz da olsa, şiddet de görse evliliğini sürdürmeye çalışmaktadır. Yine aynı eserde bazı yerlerde artık gelenek ile yaygınlaşmış olan ve gelişmiş bölgelerde sorun olarak görülen kız çocukların okutulmaması meselesine de değinilir. Çok zeki bir kız olan Muazzez, üvey babasının izni olmadığı için ilkokulu bitirdikten sonra eğitimine devam edemez. Üvey baba kız çocuğunun eğitimine izin vermeme sebebini şöyle açıklar: “Benim adım sanım var, dedi Hilmi Bey, hem öz

kızım da değil, mesuliyetini alamam. Leyli mekteplerde onun bunun kucağına düşer, demiş anneme, Muallim Hanım gibi olur.” (s. 88)

Âşıklar Delidir ya da Yazı Tura romanında da Sanem’in anneannesi

Sanem’in okula erken yazdırılmasının kendileri açısından iyi olacağını şu sözlerle ifade eder: “İyi işte.. çabuk girer, çabuk çıkar, dedi, zaten çok küçük daha, eli iş tutar

yaşa geldiğinde beşi bitirmiş olur, sonra dizinin dibinde oturur, sana bakar.” (s.

327) Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi kızları Sanem’i okutup meslek sahibi bir birey hâline getirmeyi düşünmeyen aile, onun evde oturup kendilerine bakmakla yükümlü olduğunu düşünür. Bazı yerlerde geleneksel olarak sürdürülen bu anlayış, bu romanda da görüldüğü gibi kadınlar tarafından aktarılarak varlığını korur.

Aynı eserde dikkat çeken noktalardan biri de kız çocuğunun yetiştirilmesi meselesidir. Sanem’e küçük bir çocukken oyuncak olarak bebek, oyuncak tencere ve

tava, bebek için bebek arabası alınır. Annesi kızına oyuncak bebeğe yatak örtüsü örmek bahanesiyle dantel örmeyi de öğretir. Sanem küçük bir çocuk olmasına rağmen annesinin gerçek amacını sezer. Çünkü annesi gibi düşünen kadınlar çocukluğu yetişkinliğin simülasyonu olarak görürler ve kız çocuklarını evlenecek ve çocuk büyütecek nitelikleri kazandırarak büyütürler.