• Sonuç bulunamadı

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi

2. HİKÂYE VE ROMANLARINDA KURGU

2.1. HİKÂYELERİNDE KURGU

2.2.3. Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, 2009 yılında

yayımlanır. Daha sonra roman adı altında ayrı olarak basılan novellaları değerlendirme dışında bırakırsak bu eser, yazarın Kapak Kızı’ndan sonra yazdığı ikinci romandır. Tunç’un incelemeye tabi tuttuğumuz diğer eserlerinden oldukça farklı olan bu eserde bir ana karakter ve ana olay bulunmaz. Bu bakımdan eser, yazarın diğer romanları arasında yapı ve kurgu bakımından ayrı bir yerde durur.

Yazarın diğer romanlarından farklı olduğu gibi Türk edebiyatı içinde de oldukça farklı bir roman olan Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, geleneksel bir roman olmadığı gibi modern ve postmodern roman kavramlarıyla da tam olarak karşılanamaz. Tuhaf yapısıyla dikkat çeken roman, Mikhail Mikhailovich Bakhtin’in görüşlerinden yola çıkılarak karnavalesk roman örneği olarak değerlendirilir.38

Oldukça kalabalık şahıs kadrosuna sahip olan eserde tek bir kişinin değil, birçok kişinin hikâyesi derinleştirilmeden anlatılır. Yazar böyle bir tercihte bulunmasının sebebini şöyle açıklar: “Asıl derdim bu küçük hikâyelerden bir Türkiye

panoraması çıkarmaktı, her bir kişi o puzzle’ın küçük parçasını oluşturuyordu.”39

Eser bölümlere ayrılmadan birbirine eklenen hikâyeler ile bir bütün hâlinde yazılmıştır. Roman Ruh Sağlığı Hastanesi’nde 14 Şubat Sevgililer Günü nedeniyle bir özel üniversitede psikoloji doçenti olan Ülkü Birinci’nin verdiği “Aşk: Özveri

38 Zerrin Eren, “Karnavalesk Roman Örneği Olarak Ayfer Tunç’un Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış

Anlatılan Kısa Tarihi”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, C. 51, S. 2, 2011, s. 207–229.

mi? Benliği korumak mı?” adlı konferans ile başlar. Bu konferans vesilesiyle Ülkü Birinci hakkında bilgi verildikten sonra bağlantı kurularak farklı kişilere ve onların hayat hikâyelerine geçilir. Yazar kişiler ve olaylar arasında yapılan geçişte mutlaka bağlantı kurarak olay örgüsünü ilmek kaçırmaksızın dokur. Roman boyunca kalabalık şahıs kadrosu ile uzun bir zaman diliminde gerçekleşen olaylar anlatılarak toplumumuzda var olan toplumsal ve bireysel pek çok soruna değinilir. Dolayısıyla eserdeki gerçek olay, mekân ve kişilere yapılan göndermeleri de romanın incelenmesi ve değerlendirilmesi sürecinde ele almak gerekir. Yazarın diğer romanlarında olduğu gibi bu eserinde de birtakım olay ve durumlara eleştirel yaklaştığı görülür. Bu romanda eleştiriyi pekiştiren en önemli unsur alaycı ve ironik dil kullanımıdır.

Kurgu içinde Tanzimat’tan günümüze kadar olan süreçte meydana gelen pek çok gerçek olay ve durum kullanılır. Romanda 12 Mart Muhtırası, 6–7 Eylül Olayları, Kenan Evren dönemi olayları, 1918 Fatih yangını, Varlık Vergisi, Kurtuluş Savaşı, 1961 Anayasası, 1999 İstanbul Depremi gibi pek çok siyasî ve sosyal olaya yer verilir. Eserde yazarın kurgusu olan şahısların yanı sıra Abdülaziz, Enver Paşa, İsmet Paşa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Barış Manço, Cüneyt Arkın, Halide Edip Adıvar, Orhan Veli, Sait Faik gibi pek çok gerçek kişiye de rastlanır. Böylece yazar kurgu içinde gerçek olay ve kişilere yer vererek 19. yüzyıldan itibaren Türkiye panoraması çizer.

Romanın adı hem ana mekânın Ruh Sağlığı Hastanesi hem de tarihin, gerçeklerin tam olarak bilinmediği yalan yanlış bir bilgi yığını olmasından gelir. Yazar, bu isimle aslında tarih olarak anlatılanlara inanmadığını belirtmek ister. Bu mekân seçimi ile toplumumuzda var olan sıkıntılı bireyleri yansıtmakla birlikte yine bize tarih olarak anlatılan pek çok şeyin bir uydurmadan ibaret olduğunu anlatır. Ayrıca romanda Başhekim Demir Demir’in hastanenin tarihini anlatacak bir kitap yazma isteği de eserin adıyla uyum sağlayan bir amaç olarak karşımıza çıkar.

Romanda hâlihazırda gerçekleşen olaylar bir gün içinde gerçekleşse de geriye dönüşlerle 19. yüzyıla kadar gidilir. Mekânda da çeşitliliğin söz konusu olduğu romanda ana mekân bir Karadeniz şehrinde sırtı denize dönük olan ve denize bakan cephesinde tek bir pencerenin bile olmadığı Ruh Sağlığı Hastanesi’dir. İnşasına başlandıktan kısa bir süre sonra yapımı durdurulan ve iskelet hâliyle yıllarca kendi hâline terk edilen hastane inşaatı ile bitmek bilmeyen “inşaat klasiğimiz” (s.282) eleştirilir. Ayrıca deniz kenarında olmasına rağmen denize bakmayan bina üzerinden ironik bir dille mimari anlayışımıza da gönderme yapılır.

Kalabalık bir şahıs kadrosuna sahip olan eserde en dikkat çekici kişi şizofren olan ve muhayyel karısının kendisini sol eliyle aldattığını düşünen Barış Bakış’tır. Psikoz olarak da bilinen gerçeklikten kopuşun söz konusu olduğu şizofreni Barış’ın sanrı ve halüsinasyonlar görmesine sebep olur. Küçüklüğünden beri okuduğu kitapların karakterleriyle özdeşleşen, onlar gibi davranmaya başlayan Barış’ın bu hâli öğretmenlerinin dikkatini çekince ruhsal sorununun olduğu fark edilir. Ruh Sağlığı Hastanesi’nde yatarken Feyyaz Kayacan’ın “Bir Deli Değilin Defterleri” adlı öyküsünü sık sık okur ve öykünün ana karakteriyle özdeşleşir. Öyküdeki kahraman gibi günlük tutmaya başlayan Barış Bakış, defterine de “Hastane Günlüğü” adını verir. Yazar çizdiği bu karakter ile delilik kavramını pekiştirirken bu eseri kaleme almasında etkili olan “Bir Deli Değilin Defterleri” adlı esere de gönderme yapar. Barış Bakış’ın dikkat çekici yönlerinden biri de şizofreni hastalarında sıklıkla görülen dağınık konuşmadır. Bazen şaşılacak kadar düzgün cümleler kuran Barış, bazen de başı sonu olmayan cümleler kurar ya da konuyla alakasız tuhaf olan sözleri konuşmasının arasına sıkıştırır.

Eserdeki kalabalık şahıs kadrosunun okumayı ve anlamayı zorlaştıracağı düşüncesiyle en sonda kişi listesine yer verilir. Eserde kişinin ismi ilk kez kullanıldığında kalın harflerle yazılır. Böylece okur, söz konusu kişinin daha evvel anlatılan olaylarda var olup olmadığını da çıkarabilir. Ayrıca yazar okurun kahramanı hatırlamasını kolaylaştırmak için “ihtiyar Hekim Nurettin Kozanlı, Niğdeli müteahhit Abdülkadir Çemiş” gibi kahramanı niteleyen lakap ve sıfatlar

kullanır. Bu lakap ve sıfatlar dile canlılık kazandırdığı gibi kurguyu da destekleyen bir unsur olarak karşımıza çıkar.

Eserlerinde anlatıcı belirlerken titiz davranan yazarın bu eserinde meddah geleneğinden gelen bir anlatıcı tarzı seçmesi de dikkat çekicidir. Hâkim bakış açısına sahip olan bu anlatıcı, her şeyi anlatmakla kalmaz; anlatırken ironik, iğneleyici bir dil kullanır. Anlatıcı, kitapta tezahür eden olayların farklı ihtimaller sonucundaki durumunu da zaman zaman verir:

“Serop Efendi’nin deliliğe yol açan gelin mantarını yiyeceği tutmasa, ertesi

gün birlikte yola çıkacaklar, bir haftadan fazla süren eziyetli bir yolculuktan sonra Meram’a varacaklar, Laz Hüseyin’in henüz evlenme teklif ettiği Zabel’i, kara gözlü kızı Maral’la ağlaşırken bulacaklardı. Zabel oğlunu karşısında görünce Laz Hüseyin’le evlenmeyi göze alamayacak, Karnik de tıpkı dedesi ölünce babasının yaptığı gibi, küçücük yaşında ailesini geçindirmeyi üstlenecek, hayata atılacaktı. Okumaya devam etmeyecek, kapı komşuları Türk nalbandın yanına çırak girecek ya da en iyi ihtimalle Rum eczacının dükkânının gün görmeyen arka odasında, porselen havanda ilaç döverek yaşlanıp gidecekti.”(s. 413)40

Eserde hâkim bakış açısına sahip olan anlatıcı tarafından roman kişilerinin cümleleri direkt olarak aktarılırken de italik yazı kullanılır. Bu da alışılagelmişin dışında olan bir kullanım olarak dikkat çeker.

Yazar, eserin kurgusunda bazı olay, kişi ve nesnelere tekrar dönüş yaparak bağlantı kurar. Romanın başında Bedia Hanım tarafından Sevim Demir’e hediye edilen Kucağında Bebek İsa’yı Taşıyan Meryem Ana ikonasına yüz on beşinci sayfada tekrar dönülerek ikonanın Sevim Demir’e ulaşma hikâyesi anlatılır. Bu noktada yazarın birbirinden bağımsız gibi duran olaylar arasında bağlantı kurarak okurdan da dikkat beklediği görülür.

40 Ayfer Tunç, Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi, Can Yayınları, İstanbul 2016.