• Sonuç bulunamadı

4.2. Finansal Gelişmenin Ölçülmesi

4.2.2. Standardizasyon Yöntemi ile Endeks

Standardizasyon yöntemiyle endeks oluşturulurken iki farklı işlem ile ağırlık belirlendiğinden yukarıda bahsedilmişti. Burada değişkenlerin kendi standart

154

sapmalarına oranlanması suretiyle ağırlıklar belirlenecektir. Dolayısıyla bu yöntemde kullanılacak formül aşağıdaki şekildedir:

Zkn =

𝑋𝑘𝑛

𝜎𝑋𝑛

(4)

Endeks𝑘 = ∑p𝑛=1𝑍𝑘𝑛 (5) Burada; k: dönem sayısı,

p: değişken sayısı,

X: değişkenin değeri,

Z: standardize edilmiş skor,

σ : her bir değişkenin standart sapmasıdır.

Bu genel formül, finansal gelişme endeksinin oluşturulmasında kullanılacak değişkenler için yeniden düzenlendiğinde aşağıdaki denklem elde edilmektedir:

Endeks=𝐛𝐤𝐠𝛔 𝐤 𝐛𝐤𝐠 + 𝐛𝐦𝐠𝐤 𝛔𝐛𝐦𝐠 + 𝐝𝐭𝐠𝐤 𝛔𝐝𝐭𝐠+ 𝐤𝐝𝐠𝐤 𝛔𝐤𝐝𝐠 + 𝐛𝐤𝐛𝐦𝐤 𝛔𝐛𝐤𝐛𝐦 + 𝐦𝟑𝐠𝐤 𝛔𝐦𝟑𝐠 + 𝐦𝐛𝐫𝐤 𝛔𝐦𝐛𝐫 + 𝐧𝐝𝐲𝐲𝐠𝐤 𝛔𝐧𝐝𝐲𝐲𝐠 + ö𝐬𝐤𝐠𝐤 𝛔ö𝐬𝐤𝐠 + 𝐭𝐦𝐯𝐬𝐠𝐤 𝛔𝐭𝐦𝐯𝐬𝐠 + 𝐯𝐨𝐛𝐠𝐤 𝛔𝐯𝐨𝐛𝐠 (6)

Burada ilk önce, her bir değişkene ait standart sapma hesaplanmaktadır. Ardından her bir değişkenin belli zaman dilimindeki veri değeri kendi standart sapmasına bölünerek o değişkene ait bir ağırlık oluşturulmaktadır. Daha sonra ise aynı zaman diliminde her değişkene ait oluşturulan bu ağırlıklar toplanarak o zaman dilimine ait endeks değeri elde edilmektedir. Bu yöntemle hesaplanan 2005Q:1-2015Q:4 dönemine ait endeks değerleri ve endeks grafiği Şekil 27’de gösterilmektedir.

Standardizasyon yöntemiyle elde edilen finansal gelişme endeksinin 2005-2015 yılları arasında çeyrek yıl bazında izlediği seyir incelendiğinde genel olarak Türkiye’de finansal gelişmenin artış eğiliminde olduğu ancak belirli dönemlerde dalgalanmalar gösterdiği dikkati çekmektedir. Endeks, 2005 yılının başından bugüne kadar finansal gelişme seyrinde yaklaşık 4 kat artış olduğunu göstermektedir.

155

Şekil 27: StandardizasyonYöntemiyle Finansal Gelişme Endeksi

2001 yılında yaşanan krizin etkilerinin geçmesi ve bankacılık sisteminde gerçekleştirilen yapılandırma programlarının etkisiyle 2005 yılının üçüncü ve dördüncü çeyreğinde endekste artışlar görülmektedir. İMKB 2005 faaliyet raporuna göre, AB’nin Türkiye ile üyelik görüşmelerinin başlaması kararına bağlı olarak gerçekleşen siyasi ve ekonomik olumlu gelişmeler nedeniyle 2005 yılı, İMKB-100 endeksinin rekor değerlere ulaştığı ve yabancı yatırımcıların piyasaya olan ilgisinin yoğunlaştığı yıl olmuştur.

2006 yılının başlarından 2007’nin üçüncü çeyreğine kadar ise endekste dalgalanmalar görülmektedir. Merkez Bankası 2007 Finansal İstikrar raporuna göre bu dalgalanmaların nedeni döviz kuru ve faiz oranlarındaki artıştan kaynaklanmaktadır. Kredi faizlerinin yükselmesi bireysel kredilerin artış hızını yavaşlatırken döviz kurlarının yükselmesi Döviz Tevdiat Hesapları (DTH)’nın düşmesine sebep olmuştur. 2006 yılının ikinci çeyreğinden sonra azalma eğilimi gösteren banka kredileri 2007 yılının ikinci çeyreğine kadar düşük düzeyde artmış daha sonra ise ılımlı bir artış göstermeye başlamıştır.

Uluslararası finansal piyasalardaki belirsizliklerin finansal kuruluşlara karşı güvensizliğe dönüşmesi ile birlikte ABD’de başlayan mortgage krizi, 2007 yılının son çeyreğinde küresel düzeyde etkisini artırmıştır. Küresel kriz 2008 yılının ikinci çeyreğine doğru diğer gelişmekte olan ülkelerle birlikte Türkiye’de de etkisini göstermeye başlamıştır. Merkez Bankası 2008 finansal istikrar raporuna göre, Türkiye’de küresel krizin etkisiyle 2008 yılının üçüncü çeyreğinden itibaren İMKB

0,000 5,000 10,000 15,000 20,000 25,000 30,000 35,000 40,000 45,000 50,000

156

endeksi düşüş göstermiş, Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) faizleri yükselmiş, TL değer kaybetmiş ve finansal piyasalarda oynaklık önemli derecede artmıştır. Ayrıca küresel krizin etkisiyle işsizlik oranı artmış ve hanehalkının borç geri ödeme kapasitesi olumsuz etkilenmiştir.

Şekil 27 incelendiğinde, finansal gelişmenin 2007 yılının üçüncü çeyreğinden 2008 yılının ikinci çeyreğine kadar ortalama düzeyde seyrettiği 2008 yılının ikinci çeyreğinde bir artış olduğunu görmekteyiz. Bu artışın bankacılık sektöründeki gelişmelerden kaynaklı olduğunu söyleyebiliriz. Endeksin 2008 yılının üçüncü çeyreğinden sonra çok düşük artışlarla ortalama bir düzey izlemesi, küresel krizin finansal piyasalar üzerindeki etkisinin uygulanan parasal ve mali tedbirlerin katkısıyla azaltıldığını göstermektedir. Bankacılık sektörünün en önemli kaynağının mevduat olması, bankaların bankalararası fonların oynaklığına olan duyarlılığını kısıtlamaktadır. Ayrıca 2008 yılı sonundan itibaren bankacılık sektörünün kredilerin payını azaltıp menkul değerlerini artırmasının etkisiyle likidite yeterlilik rasyolarının belirlenen yasal oranların üzerinde seyretmesi, sektörün likidite riski yönetiminde ihtiyatlı bir yaklaşım sergilediğinin göstergesidir.

Türkiye ekonomisi 2009 yılının ikinci çeyreğinde büyük ölçüde vergi teşviklerinin tüketim harcamalarını artırması nedeniyle hızlı bir toparlanma göstermiştir. Türkiye ekonomisinin toparlanmaya başlaması ile birlikte sermaye piyasasının da düzeldiğini, hisse senetleri piyasasında ortalama günlük işlem hacminde, işlem miktarında, İMKB-100 endeksinde artışlar olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle 2009 yılının ikinci çeyreğinden sonra piyasalarda meydana gelen düzelmeler endeks üzerinde de görülmektedir. 2010 yılında ekonomi canlanmaya başlamış hem para piyasasında hem de sermaye piyasasında olumlu gelişmeler meydana gelmiştir.

Türkiye’de, iktisadi faaliyetteki toparlanmanın beklenenden hızlı olması, orta vadeli programın mali disiplinin sürecine işaret etmesi, finansal sistemin istikrarı, kredi derecelendirme kuruluşlarının olumlu değerlendirmeleri, risk primi göstergelerinin kriz öncesi seviyelerinin de altında seyretmesi ülkemiz ekonomisi açısından oldukça olumlu bir görünüme işaret etmektedir. Bu gelişmeler sonucunda uyarılan tüketim ve yatırım talebiyle birlikte hem firmaların hem de hanehalkının kredi kullanımı hız kazanmakta, ekonomi büyük ölçüde yurt içi talebe bağlı olarak büyümektedir. Bu unsurlarla birlikte, küresel risk iştahındaki artışın da etkisiyle sermaye girişi hızlanırken, piyasa faizleri

157

düşmekte, varlık fiyatları yükselmekte ve Türk lirası güçlenmektedir (Merkez Bankası Finansal İstikrar Raporu, 2010: 2).

Küresel krizin etkisiyle alınan tedbirler ve uygulanan politikalar piyasalardaki olumsuz algıyı değiştirememiş, yani küresel krize dair belirsizliklerdeki artış ve risk iştahındaki bozulmalar Avrupa borç krizini derinleştirmeye başlamıştır. Sağlam makroekonomik temeller, sermaye girişinin devam etmesi, faiz oranlarının düşük seviyelerde kalması ve kredi genişlemesi sonucunda Türkiye ekonomisi 2011 yılının ikinci çeyreğine kadar yüksek bir büyüme kaydetmiştir. Kredi büyümesini sınırlamaya yönelik alınan tedbirler paralelinde, iç talebin yavaşlamasına bağlı olarak yılın ikinci çeyreğinden itibaren büyüme hızında yavaşlama gözlenmiştir. Küresel ekonomiye dair belirsizliklerdeki artışa ve risk iştahındaki bozulmaya paralel olarak yılın üçüncü çeyreğinde ülkemizde sermaye çıkışları yaşanmış, TL değer kaybetmiştir.

Küresel risk algılamalarındaki kısmi iyileşme ve TCMB’nin uyguladığı politikalar 2012 yılında ekonominin dengelenme sürecini güçlendirmiştir. Bu durum yurt içinde piyasa faiz oranlarının düşmesini, kredi faiz oranlarının ise piyasa faizlerine paralel olarak kademeli düşmesini sağlamıştır. Bu süreçte para piyasasında olduğu gibi sermaye piyasasında da olumlu gelişmeler meydana gelmiş olup, İMKB-100 endeksinde, hisse senedi piyasalarının ortalama günlük işlem hacminde artışlar gözlenmiştir. 2014 yılında cari açığı azaltmaya yönelik uygulanan tedbirlerin devam etmesi sonucunda yurtiçi ve yurtdışı talepte daralma meydana gelmiş, bu daralmanın etkisiyle büyüme hızı azalmıştır. Ekonomik yavaşlama beraberinde işsizlik oranını artırmıştır. Cari açığı iyileştirmek için uygulanan sıkı para politikası ve alınan tedbirlere bağlı olarak kredi büyümesi makul seviyelerde olmuştur.

2015 yılının ikinci çeyreğinde yurt içi talebin ılımlı bir seyir izlediğini, net dış talebin ise bir miktar arttığını söyleyebiliriz. Küresel para politikalarına ilişkin belirsizlikler ve özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki yavaş büyüme eğilimi küresel risk iştahını portföy yatırımları açısından olumsuz etkilemiştir. Buna karşılık Türkiye’de yerleşik bankaların yurt dışı borçlanmalarını daha makul ve sürdürülebilir düzeylerde devam ettirmişler ve bazı borçlanma türlerinde maliyetler bir önceki seneye göre daha düşük gerçekleşmiştir ( TCMB, 2015: 3).

158