• Sonuç bulunamadı

Finansal Sistem ve Doğrudan Yabancı Yatırım İlişkisine Yönelik

2.3 Avrupa Birliği Ülkelerinin Türkiye’ye Yatırımları

3.1.1. Finansal Sistem ve Doğrudan Yabancı Yatırım İlişkisine Yönelik

Doğrudan yabancı yatırımların 1950’li yıllardan itibaren özellikle gelişmiş ülkeler arasında büyük miktarlara ulaşması bu tür yatırımların neden yapıldığı konusunda iktisatçıların dikkatini çekmiş ve bu konuda günümüze kadar önemli birçok teori ileri sürmüşlerdir. Gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere yapılan ve yurtiçi pazara yönelik doğrudan yabancı yatırımları dışında, montaj ve fason üretime yönelik farklı yatırım türlerinde de önemli artışlar görülmesi, DYY konusundaki tartışmalara gelişmekte olan ülkeleri de eklemiştir. Çalışmanın bu kısmında ekonomileri önemli ölçüde etkileyen DYY hareketlerine yönelik teorilerden bazılarına yer verilecektir.

3.1.1.1. Eklektik Paradigma

1977 yılında yaptığı çalışmayla Hymer’in tezini geliştiren Dunning, uluslararası bir firmanın doğrudan yabancı yatırım yapması için firmanın mülkiyet avantajı, konumsal avantaj ve içselleştirme avantajı gibi üç önemli avantaja sahip olması

96

gerektiği belirtilmektedir. Burada eklektik paradigmanın asıl amacı firmaların hangi sebeplerden ötürü uluslararası işlemlere girdiği, uluslararası işlemler içinde (doğrudan yabancı yatırımlar) hangisinin tercih edileceği ve firma eğer doğrudan yabancı yatırımı tercih ederse yatırımın nerede yapılacağı ile ilgili sorularla ilgilenmektedir. Dunning bu noktada çokuluslu şirketler tarafından üstlenilen yabancı yatırımların temelde bu üç sorunla ve bunların temsil ettiği avantajların karşılıklı etkileşimleri sonucu belirleneceğini vurgulamıştır (Denisia, 2010: 56-57).

Mülkiyet avantajı, patentler, ticari sırlar, AR-GE kaynaklı gelişmiş teknolojik üstünlükler, organizasyon ve yönetim modelleri gibi firmalara özgü olan özelliklerin uluslararası firmanın yerel firmalar karşısında rekabet gücünü artırmaktadır. Konumsal avantajlar uluslararası firmaların hangi ülkeye DYY yapacağını belirlemektedir. Pazar büyüklüğü, tabi kaynakların bolluğu, ucuz hammadde, ucuz enerji, ucuz işgücü, gümrük tarifeleri, altyapı yeterliliği gibi avantajlar DYY’lerin o ülkeye yönelmesini sağlamaktadır. İçselleştirme avantajı ise, uluslararası firma için üretim yapmanın daha avantajlı olduğu bir ülkeye bu firmanın mülkiyet avantajı olarak elinde bulundurduğu bilgi ve becerilerini satmak, kiralamak veya lisans vermek gibi yöntemlerle kullandırmak yerine DYY yaparak üretim yapması piyasayı içselleştireceğini belirtmektedir (Yıldırım, 2010: 27).

Bu teori, uluslararası üretim olgusunu incelerken, diğer yaklaşımlardan da faydalanmakta ve bir bütün olarak sunmaktadır. Eklektik paradigma statik değildir, zaman içerisinde firmaların karşı karşıya kaldığı bünyesindeki bölgeye ait içselleştirme avantajları değişebilir. Ayrıca uluslararası üretimin belirleyicileri de firmadan firmaya değişebilmektedir (Öztürk ve Çelebioğlu, 2006: 282).

3.1.1.2. Ürün Devreleri Teorisi

Dış ticaret ile doğrudan yabancı yatırımları arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışan bu teori, yeniliklerin ortaya atılması ve yayılması konusundan hareket eder. Bu teori Vernon (1966) tarafından İkinci Dünya Savaşı’ ndan sonra Amerika kaynaklı ÇUŞ’larının genişlemesini ve artan DYY’yi açıklamak üzere geliştirilmiştir. Vernon tarafından geliştirilen bu teoriye göre yeniliklerin zamanlaması, ölçek ekonomilerinin etkileri ve belirsizlik gibi faktörler ticaret yapısını belirleyen esas unsurlardır. Bu teori kapsamında çoğu ürün belli bir hayat devresinden geçmekte ve bu hayat devresi üç aşamadan oluşmaktadır. Bunlar; yenilik aşaması, olgunlaşma aşaması ve

97

standartlaştırma aşamasıdır. Üretimin ilk döneminde yani yenilik aşamasında, ürünü geliştiren firma monopol güce sahiptir. Böylece daha çok yerli piyasadaki yüksek gelir grubuna üretim yapmaktadır. Ürüne olan talep esnek olmadığından üretici firma yüksek fiyat politikası izleyebilmektedir. Üretimin ikinci aşaması olan olgunlaşma döneminde, ürün belirli bir talep seviyesine ulaşmış, iç piyasada olgunlaşmış ve başka ülkelerden de ürüne olan talepler artmaya başlamıştır. Böylece bu aşamada üretim miktarı artırılarak ihracata başlanmaktadır. Yenilikçi firma, üretim teknolojisini bu aşamada kendi elinde tutmayı tercih edecektir. Geliştirilen ürünün satışları ve bu satışlara bağlı olarak firma karlarının artması diğer firmaları da aynı üründen üretmek için harekete geçirecektir ve böylece piyasadaki üretici sayısı artacaktır. Bu durum yeniliği ilk gerçekleştiren firmanın monopol gücünün ve karının azalmasına sebep olacaktır. Son aşama olan ürünün standartlaştırma döneminde ise; firmalar arasında rekabetin artmasına bağlı uzmanlaşma ve üreticiler arasında fiyat rekabetinin oluşması söz konusu olmaktadır. Oluşan bu rekabet üretim yeri seçimini etkilemekte ve ürün ile birlikte üretim de standartlaşmaktadır. Böylece ürünün maliyeti önem kazanmaya başlar (Vernon, 1966: 192-197). Sürecin sonuna gelindiğinde yeni ürün artık yenilikçi firmanın ülkesinde üretilmeyip ihtiyaç duyulan miktar ithalatla karşılanmaktadır. İlk aşamada teknolojik yenilik içeren ürün artık her yerde serbestçe üretilebilen bir mal haline gelmiştir. Yani piyasaya sürülen yeni bir ürün önce dış ticarete konu olur daha sonrasında ise doğrudan yabancı yatırıma neden olur (Coşkun, 2015: 31).

3.1.1.3. İçselleştirme Teorisi

İçselleştirme teorisi doğrudan yabancı yatırım yapan firmaların ülkeler arası seçim yapmasını ele almıştır. Coase (1937)’a göre, firmalar bazı maliyetlerini yeni firmalar kurarak azaltabilir. Tam rekabet koşulları altında her ne kadar fiyatlar piyasa mekanizması ile belirlense de, piyasa mekanizmasını kabul etmenin de maliyeti vardır ve bu da fiyatları veri olarak almaktır. Bunun yanı sıra firmaların yeni organizasyonlar kurarak bu tür işlem maliyetlerini düşürebildikleri de bilinmektedir (Başarır, 2013: 18).

P.J.Buckley ve M.Cason’un ileri sürdüğü, J.H.Dunnig ve A.M.Rugman’ın yaptığı katkılarla geliştirilen içselleştirme teorisi, birçok risk ve düzensizlikler barındıran yabancı piyasalara bu riskten korunma amacı ile firmaların doğrudan yabancı yatırım yaparak içselleştirme yolunu izlediklerini ifade etmektedir.

98

İçselleştirme yaklaşımının, yatırımcıların neden lisans anlaşmaları, yönetim anlaşmaları gibi yollar yerine DYY’leri tercih ettiklerini açıklamak gibi büyük katkıları olmuştur. Bir firmanın, sahip olduğu özel bilgilerden tam olarak yararlanabilmesinin ve yeni bilgilerin başkalarının eline geçmesini önlemenin en önemli yolu onu içselleştirmekle olmaktadır. Yani lisans anlaşmaları yerine firmalar bu bilgileri kendi üretimlerinde kullanabileceklerdir. Böylelikle şirketin hem dışa bağımlılığı hem de ilerde oluşabilecek risk faktörleri azalabilmektedir (Fidangül, 2014: 28).

İçselleştirme teorisinin bankacılık sektörüne uyarlanmasını ise en iyi Rugman ve Kamath açıklamıştır. Rugman ve Kamath (1987: 39) piyasa aksaklıklarının içselleştirme faydaları yaratmak amacıyla işletmeleri uluslararasılaşmaya ittiğini belirtmektedir. Bu teoriye göre piyasa aksaklıkları ile birlikte düzenleyici uygulamalar ve konumsal faktörler bankaların dışa açılmalarını motive eden unsurlardır. Mesela, euro piyasasında faaliyet gösteren çokuluslu bir banka bazı para birimlerinin dünya ticareti ve yatırımında oynadıkları rol nedeniyle sahip olduğu avantajları içselleştirme imkanına sahiptir. Bankaların içselleştirme yoluyla uluşlararasılaşmasını sağlayan unsurlar düşük marjinal maliyetler, bilgi avantajı, prestij, düzenlemeler ile ilgili avantajlar, işlem maliyetleri, büyüme ve riski azaltma gibi faktörlerdir.

3.1.1.4. Oligopolistik Tepki Teorisi

Oligopolistik tepki teorisi, bir firmanın herhangi bir ülkedeki pazar payını arttırmak için yatırım yaptığını ve ardından bu firmaya rakip olan diğer oligopol firmaların da pazar paylarını kaybetmemek için o ülkede yatırım yaptıklarını belirtir (Öztürk, 2004: 117). Knickerbocker, bu teoriyi firmaların neden yabancı piyasalarda rakiplerini izlediğini açıklamak amacıyla ortaya atmıştır. Knickerbocker’ın stratejik rekabet yaklaşımına göre firmalar oligopolistik piyasalarda diğer firmaların üretim yerleri seçimini takip etme eğilimindedirler. Böylece aynı endüstrideki firmaların yurtdışı yatırım gerçekleştirmeleri diğer firmaları da etkiler ve onlarında yurtdışı yatırım yapmalarını teşvik etmiş olur. Yani DYY yapacak firmalar yatırımlarını genellikle rakip firmaların davranışına göre belirlemektedirler. Oligopolistik piyasalarda belirsizlik arttıkça firmaların rakiplerini izleme eğilimi de artar (Head vd., 2000: 2-4).

Bu teoriyi açıklayan çalışmalardan biri Kreinin vd. (1999) tarafından Japonya üzerine yapılmıştır. Yazarlar bu çalışmada Japonya’dan dış ülkelere yapılan DYY’yi incelemişler ve Japon ÇUŞ’ları açısından pazar payının korunmak istenmesinin, DYY

99

yapılmasının en temel neden olduğunu tespit etmişlerdir. Oligopolistik firmalar teknoloji bakımından daha iyi durumda olan şirketlerdir ve bu firmaların bir kez oluşturdukları avantajlı konumlarını kaybetmemek için birbirlerinin yatırım stratejilerini takip etmeleri doğal karşılanmaktadır (Akıncı, 2010: 63).

3.1.1.5. Davranışsal Teori

Aharoni tarafından geliştirilen Davranışsal Teori’ye göre, işletmenin rolü ve karar alma süreçleri firmaların içselleştirme süreçlerini ortaya koymaktadır. Davranışsal yaklaşım, firmayı analizinin temeline yerleştirmiş ve firmanın fiyat, üretim miktarı ve kaynak kullanımıyla ilgili kararlarını dikkate alarak firma davranışını öngörmeye çalışmıştır. Davranışsal yaklaşımda bir firmanın gerçekleştirmeyi amaçladığı üretim, yenilik, pazar payı, kar ve satışlar ile ilgili beş farklı hedefi bulunmaktadır. ÇUŞ’lar yöneticiler, işçiler ve tedarikçiler gibi gruplardan oluşmakta ve bu gruplar firmanın hedefleri ile karar alma süreçlerini birlikte belirlemektedir. Her grubun kendi öncelikleri olduğu için firma içinde potansiyel bir çatışma ortamı bulunmaktadır (Özcan, 2014: 62). Bu nedenle firmaların hedefleri bu gruplar arasında nasıl bir uzlaşıya varıldığı ile yakından ilişkili olmaktadır.

3.1.1.6. Piyasa Aksaklıkları Teorisi

Hymer (1960) tarafından ortaya atılan bu teori, bir firmanın henüz tanımadığı dış piyasalarda faaliyette bulunması sonucunda ortaya çıkabilecek dezavantajları, firmanın sahip olduğu birtakım avantajlar ile telafi edilebileceğini ifade etmektedir. Firmanın sahip olduğu bu avantajlar ise piyasa aksaklıklarından kaynaklanmaktadır. Firma kendi ülkesindeki piyasa aksaklıklarının sonucu olarak bazı avantajlara sahip olur ve bu avantajlar firmaya monopol gücü sağlar. Yerel işletmelerin daha üstün bir durumda olabilmeleri için ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal, yasal koşulları, kurumsal ve hukuki yapıları, tüketici tercihlerini ve yerel iş usullerini daha iyi bilmeleri gerekmektedir (Göz, 2009: 27).

Hymer, firmaların DYY gerçekleştirmelerine neden olan piyasa aksaklıklarının nedenlerini “Mal piyasasında aksaklıklar” ve “ Faktör piyasalarında aksaklıklar” olarak ikiye ayırmaktadır. Marka kullanım hakkı, pazarlama becerileri ve ürün farklılaştırma

mal piyasalarında aksaklıklar olarak; teknolojik uygunsuzluk, sermaye piyasasına

100

hükümet kısıtlamaları ve firma yöneticilerinin becerilerindeki farklılıklar ise faktör

piyasalarındaki aksaklıklar olarak tanımlanmaktadır (Kuşluvan, 1998: 169-170).

Hymer’in piyasa aksaklıkları teorisi, firmaların DYY yapmasının, faaliyette bulundukları piyasalarda rekabeti azalttığını ileri sürerken Knickerbocker’ın stratejik rekabet yaklaşımı, firmalar arasındaki teknolojik üstünlük rekabetinin artmasının DYY’deki artıştan kaynaklandığını ileri sürmektedir. Ancak her iki durumda da doğrudan yabancı yatırım, piyasalardaki rekabet koşullarında ortaya çıkan değişimlere karşı verilen tepkinin hem sebebi hem de sonucudur.

3.1.1.7. Makro Ekonomik Teori

Uluslararası ticaretin karşılaştırmalı üstünlükleri ile doğrudan yabancı yatırımları bütünleştirmeyi hedefleyerek konuya makro ekonomik açıdan yaklaşan bu teori Kojima tarafından ortaya atılmıştır. Bir endüstride üstünlüğü kaybeden kuruluşların DYY yapmalarının nedeninin, diğer kuruluşlardan daha az maliyetli bulmaları olduğunu ileri sürmektedir (Kojima, 1982: 630-631).

Kojima doğrudan yabancı yatırımları iki gruba ayırmaktadır. Birinci grup DYY ticaret odaklıdır ve ithal mallara aşırı talep, ihracat mallarına da aşırı arz oluşturmaktadır. Hem kaynak ülkede hem de ev sahibi ülkede ticaretle birlikte, endüstriyel yeniden yapılanmayı desteklemektedir. Ticaret odaklı DYY’ler, karşılaştırmalı dezavantajlara sahip endüstrilerde görülmektedir. İkinci grup ise ticaret azaltıcı DYY’lerdir. Bu tür yatırımlarda; kaynak ülke, ilgili sektörde karşılaştırmalı avantajlara sahiptir ve ticaret odaklı yatırımın tersine, hem kaynak ülkede hem ev sahibi ülkede uluslararası ticareti azaltmakta ve endüstriyel yeniden yapılanmayı negatif etkilemektedir.

Kojima’ya göre ÇUŞ’lar doğrudan yabancı yatırımları ev sahibi ülkenin karşılaştırmalı avantajlara sahip olduğu sektörlerde gerçekleştirmelidir. Buna karşın söz konusu sektör kaynak ülke için karşılaştırmalı dezavantajı olan bir sektör olmalıdır. Bunun sonucunda DYY ve uluslararası ticaret birbirlerinin tamamlayıcısı olur ve tüm ülkeler bu durumdan kazanç sağlar.

Uluslararası ticaretin karşılaştırmalı üstünlüğünün bankacılığa uyarlanması 1976 yılında Aliber tarafından gerçekleştirilmiştir. Aliber bankacılık hizmetlerinin üretilmesinde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olan ülkelerde DYY’lerin daha yoğun

101

olarak yapıldığını ifade etmektedir. Bu yaklaşıma göre faiz oranları bir bankanın ürün veya hizmetinin tercih edilmesindeki en önemli nedendir (Aliber, 1976: 311). Bu bakımdan karşılaştırmalı üstünlüğe sahip bankalar, göreceli olarak yüksek karları sebebiyle uluslararası sermaye piyasalarına elverişli koşullarda ulaşma imkanına sahiptirler. Böylece kaynak maliyetlerinin düşmesi ile hem pazar payları yükselecek hem de karları artacaktır.

3.1.2. Finansal Gelişme ve Doğrudan Yabancı Yatırım Arasındaki İlişkiyi