• Sonuç bulunamadı

Soy bağının Reddi Kavramı

C. Soy bağının Reddi

1. Soy bağının Reddi Kavramı

Soy bağının reddi, yenilik doğurucu bir dava olan soy bağının reddi davası açılmak suretiyle adi bir karine niteliği taşıyan babalık karinesinin çürütülmesini ve bu sayede çocuk ile baba arasındaki soy bağının ortadan kaldırılmasını ifade eder. “Evlilik devam ederken veya evliliğinin sona ermesinden itibaren üç yüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.” şeklindeki babalık karinesi ile buna dayanan soy bağının, Medeni Kanun’un 286 ve devamı maddelerine göre reddedilmesi mümkündür. Eski Medeni Kanun döneminde “nesebin reddi” olarak adlandırılan soy bağının reddine yer verilmesi, kocanın menfaatlerini koruma düşüncesinin sonucudur. Farklı bir açıdan ise, bu durum ayrıca çocuğun gerçek babası ve kardeşleri ile soy bağının oluşmasının ön şartı olduğu için çocuğunda menfaatinedir.

Kanun koyucu, soy bağının reddine yer vermek suretiyle soy bağında istikrarı sağlamak ve çocuğun çıkarlarını güvence altına almak için benimsemiş olduğu bir karinenin soya bağlılık uğruna yıkılmasını göze almaktadır. Yani “ genetik (biyolojik) kökene bağlılık ilkesi”, çocuğu ve istikrarı koruma kaygılarından daha ağır basmıştır.

MK. m.286/2 ile çocuk da soy bağının reddi davası açabilme olanağını elde etmiştir. MK. m.289’a göre çocuk ergin olduktan itibaren bir yıl içinde dava açmak zorundadır. Haklı neden varsa bir yıl bu sebebin ortadan kalkmasından itibaren işlemeye başlar.

Yasa bizzat çocuğa da soy bağının reddi davası açabilme olanağının tanınması önemli bir çelişkiyi ortadan kaldırmıştır. Baba ile soy bağı ilişkinin ne olduğu,

25 gerçek bir soy bağının kurulmasında en yakın yarar sahibi kişi çocuğun kendisidir. Soy bağının reddi davasını açma hakkı çocuk dışında, belirli koşullar altında 291. madde ile kocanın altsoyuna, ana ve babasına, gerçek babaya bile tanınmış iken, çocuğun bu haktan yoksun bırakılması düşünülemezdi. Eski yasa döneminde çocukla baba arasında soy bağı kurulduğu ancak gerçekten bu babadan olmadığı halde, çocuk buna karşı herhangi bir yasal yola başvurma yetkisine sahip değildi. Çocuk gerçek babasının kim olduğunu öğrendiği halde, gerçek olmayan baba ile soy bağı ilişkisini koparamadığı için, gerçek babasının soyadını alamıyor, ona mirasçı olamıyor, ondan nafaka talep edemiyordu.

a. Soy bağının Reddi Halleri

Babalık karinesinin çürütülmesini sağlayan soy bağının reddi davasının sebepleri Medeni Kanunumuzda çocuğun “evlilik içinde ana rahmine düşmesi” ile “evlenmeden önce veya ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşmesi” şeklinde ikiye ayrılarak düzenlenmiştir.

b. Çocuğun Evlilik İçinde Ana Rahmine Düşmüş Olması Hali

Medeni Kanun’un 287. maddesine göre, “çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüşse davacı, kocanın baba olmadığını ispat etmek zorundadır”80.

Evlilik içinde ana rahmine düşmenin ne anlama geldiği, yine aynı maddenin ikinci fıkrasında şu şekilde belirtilmiştir: “Evlenmeden başlayarak en az yüz seksen gün geçtikten sonra ve evliliğin sona ermesinden başlayarak en fazla üç yüz gün içinde doğan çocuk, evlilik içinde ana rahmine düşmüş sayılır.” Maddede geçen yüz seksen günlük süre ortalama tıp verilerinden ve yaşam deneyimlerinden yola çıkarak, çocuğun ana rahminde kalabileceği asgari süreyi, üç yüz günlük süre ise gebeliğin devam edebileceği azami süreyi ifade eder.

Çocuk, eğer evlenme sözleşmesinden sonra yani evlilik süresi içinde ana rahmine düşmüşse, eşler arasındaki sadakat yükümlülüğü gereğince, kocanın baba olma ihtimalinin daha kuvvetli olduğu kabul edilir. Böyle durumlarda babalık

26 karinesi, daha güçlü ve reddedilmesi daha zor bir hal alır.

Soy bağının reddi davasında davacı, kocanın baba olmasından kuşku duyulmasına sebep olacak olguları belirtmekle yetinemez. Babalık karinesinin ortadan kaldırılması için ya cinsel ilişkinin olmadığının ya da çocuğun cinsel ilişkiden olamayacağının kanıtlanması gerekir. Davacının babalık karinesini çürütebilmesi için, kocanın baba olmadığını, kocanın baba olmadığını, çocuğun bu kocadan olması olasılığının bulunmadığını, yani fiili imkânsızlık halini ispat etmesi gerekir. Davacı koca, çocuğun kendisinden olmadığının iki şekilde ispat edebilir81.

b.a. Cinsel İlişkinin İmkânsız Olduğunun İspatı (Maddi İmkânsızlık Def’i)

Davacı, eski Medeni Kanun döneminde “ihtibal müddeti” olarak adlandırılan kritik dönemde, kocanın karısıyla cinsel ilişkide bulunmuş olmasının mümkün olmadığını kanıtlamalıdır. Kritik dönem (döllenme dönemi), 121 gün olarak kabul edilir. Bu süre, çocuğun doğumundan önceki azami on aylık (300 günlük) süre ile asgari altı aylık (180 günlük) süre arasında kalan yüz yirmi güne, doğum gününün eklenmesi şeklinde hesaplanır. Ancak tıp biliminin gelişmesi sonucu günümüzde döllenme süresi, annenin adet dönemleri ile çocuğun bedensel gelişimine de bağlı olarak 10-12 güne kadar inebilmektedir. Böyle bir durumda davacı, bu 10–12 günlük zaman dilimi içerisinde maddi imkânsızlığı ispat etmekle yetinecektir82. Tıptaki bu ilerleme, davacının ispat yükünü eskiye oranla kolaylaştırmıştır.

Cinsel ilişkinin olanaksızlığı çeşitli nedenlerle meydana gelebilir. Bu nedenler dış etkenlere veya karı koca arasındaki iç etkenlere dayanabilir. Doktrinde dış etkenlere örnek olarak, çocuğun ana rahmine düştüğü dönemde kocanın uzun süren bir seyahate çıkmış olması, tedavi olmak amacıyla bir sağlık kurumunda bulunması, özgürlüğü bağlayıcı bir suç işleyerek cezaevinde tutuklu kalması veya esir kampında olması gibi olgular gösterilmektedir.

81 Akıntürk, s. 328.

82 Örneğin koca koca, döllenme döneminde felçli olduğunu ve cinsel ilişkiye girmesinin mümkün

olmadığını iddia ve ispat edebilir. Oğuzman, Kemal/Dural, Mustafa, Aile Hukuku, İstanbul 1998,s.205.

27

b.b. Çocuğun Kocanın Cinsel İlişkisinden Olmadığının İspatı (İlliyet Bağının Yokluğu)

Davacı, kocanın çocuğunun anası ile cinsel ilişkide bulunduğunu kabul etmekle birlikte, çocuğun bu ilişkiden olamayacağını iddia ediyorsa, diğer bir değişle ana ve kocanın cinsel ilişkisi ile ananın gebeliği veya çocuğun doğumu arasında illiyet (nedensellik) bağının bulunmadığını öne sürüyorsa, bu iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Buradaki ispat ancak doktor raporu ile sağlanabilir. Fakat bazı durumlarda çocuğun bedensel özelliklerine göre de kanıt mümkün olabilir. Doktrinde, kadının koca ile olan cinsel münasebetinden önce zaten gebe kalmış olması, illiyet bağının yokluğuna örnek olarak gösterilmektedir. Aynı şekilde kocanın çocuk yapma yeteneğinin bulunmadığını yani kısır (akim) olduğunu kanıtlayarak da, davacının, illiyet bağını reddedebileceği kabul edilmektedir. Bazı yazarlara göre “Böyle bir iddiaya dayanarak evlenmeden yüz seksen gün sonra doğan çocuğun nesebini (soy bağını ) reddetmek isteyen bir erkeğin talebini kabul edebilmek için, onun ne zamandan beri akim olduğunu kat’ i surette tespit etmek lazımdır. O kimse evliliğin ilk günlerinde akim bulunduğunu ispat edemezse davası mecmu olmaz. ( Mahkemece esasa girmek için yeterli görülmez. ) Zira ilk zamanlarda sıhhi durumu çocuk yapmaya pekâlâ elverişli olduğu halde akamet ( kısırlık ) haline sonradan uğramış bulunabilir’’83.

Çocuk açık şekilde başka ırklara ait özellikler taşıyorsa (Moğol, zenci gibi) böyle bir delille de mahkemeye başvurulabilir. Fakat hukukumuz, “coitus interruptus” yani çocuğun başka bir erkeğe benzediğine dair iddiaları dikkate almamaktadır. Ayrıca, çocuğun kocadan olma ihtimalinin bulunmadığını ispat edemediği sürece, davacının, karının gebelik süresi içinde bir veya birden fazla erkekle cinsel ilişkide bulunduğunu kanıtlaması ve hatta karının, kocasından başka erkekle cinsel ilişkide bulunduğunu ikrar etmesi bile babalık karinesinin çürütülmesi için yeterli değildir. Aynı şekilde kocanın döllenmeyi önleyici ilaç ve buna benzer yöntemlere başvurduğunu söylemesi de illiyet bağının yokluğunu kanıtlamaya yetmez; çünkü bu tür yöntemler hem kesin sonuç vermemekte hem de doğru şekilde

28 kullanılıp kullanılmadıkları üçüncü kişiler tarafından bilinememektedir84.

c. Çocuğun Evlilikten Önce Veya Ayrı Yaşama Sırasında Ana Rahmine Düşmüş Olması Hali

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, 288. maddeyle, babalık karinesinin sertliğini iki şekilde gidermeye çalışmıştır. Maddenin birinci fıkrası şöyle bir düzenleme getirmektedir: “Çocuk, evlenmeden önce veya ayrı yaşama sırasında ana rahmine düşmüşse davacının başka bir kanıt getirmesi gerekmez. Böyle bir hükme yer verilmesinin nedeni, çocuğun eşlerin evlilik içerisindeki cinsel ilişkilerinin ürünü olduğu esasına dayandırılmasıdır. Çocuk ister eşlerin nikâh sözleşmesinden önce isterse eşlerin ayrılık süresi içinde doğmuş olsun davacı koca, yalnızca soy bağının reddi davası açmak suretiyle, “Bu çocuk benden değildir” demekle yetinecektir. Bunun dışında bir olguyu ispatlaması davacıdan beklenmez. Evlenmeden önce yahut ayrılık sırasında ana rahmine düşme durumlarını iki ayrı kalemde incelemek mümkündür.

c.a. Çocuğun Evlilikten Önce Ana Rahmine Düşmüş Olması

Evliliğin kurulmasından itibaren yüz seksen gün geçmeden önce doğan çocuk, evlenmeden önce ana rahmine düşmüş kabul edilir. Çocuğun bu yüz seksen günlük (altı aylık) süre tamamlanmadan doğması durumunda davacı, yalnızca sürenin henüz geçmemiş olduğunu ispat edecektir. Böylelikle koca lehine babalık karinesi çürütülmüş olacaktır(MK. m.285). Altı aylık sürenin hesaplanmasında BK. m.76 kıyasen uygulanır ve evlenmenin gerçekleştiği gün hesaba katılmaz.

c.b. Çocuğun Ayrı Yaşama Sırasında Ana Rahmine Düşmüş Olması

743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda çocuğun ana rahmine düşmesi durumuyla ilişkili olarak “kadının gebe kaldığı dönemde kocasından ayrılığına hükmedilmiş olması… ”şeklinde bir ifade bulunmaktaydı (Eski MK m. 244/I) Doktrinde de bir

29 mahkeme kararına dayanmayan ayrılıklarda yani karı kocanın fiili ayrılığı durumunda çocuğun evlilik içinde ana rahmine düştüğü kabul ediliyordu. Bu durumda kocanın babalık karinesi geçerliliğini kaybetmeksizin devam ediyordu. Fakat yeni Türk Medeni Kanunu, ayrı yaşamanın hâkim hükmüne dayanması gerektiği yolundaki görüşü değiştirmiştir. Yani herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın eşlerin fiilen birbirlerinden ayrı yaşıyor olmaları veya boşanma davası devam ederken ya da evlilik birliğinin korunması amacıyla eşlerin bir arada bulunmamaları da ayrı yaşama kapsamına alınmıştır. (MK m. 288/I)

Eşlerin mahkeme kararı ile veya kendi istekleriyle ayrı yaşamaları durumunda ana rahmine düşen çocuk için uygulanacak yöntem, çocuğun evlenmeden önce ana rahmine düşmesi durumunda uygulanacak yöntemle aynıdır. Koca veya diğer davacılar, yalnızca ayrılık süresini ve çocuğun ana rahmine düşme anını ispat edecektir, diğer olguları davalının ispat etmesi gerekir. Yani bu durumda ispat yükü ters çevrilir ve ana aleyhine çürütülebilir bir karine oluşur85.

d. Kan Muayenesi Ve Diğer Bilimsel Yöntemlerden Yararlanma

Biyolojik babanın saptanması için başvurulan bilimsel inceleme ve tahlil metotlarının başında kan muayenesi gelmektedir. Kan incelemesi yöntemlerinden birinin veya birkaçının birlikte kullanılmasıyla, bir erkeğin gerçek baba olup olmadığı kesine yakın bir ihtimalle bulunabilmektedir. Kan tahlili metotlarının yanında antrepo biyolojik ve kalıtımsal muayene yöntemleriyle de ana, baba ve çocuğun kafatası, kemik ve cilt yapılarının karşılaştırılması suretiyle hukuki babanın biyolojik baba olduğunu (olumlu kanıt) ya da olmadığını (olumsuz kanıt) ortaya çıkarmak mümkündür.

Bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sonucu son yıllarda geliştirilen “DNA Fingerabdruck” (genetik parmak izi) yöntemi, gerçek babanın, diğer metotlardan çok daha güvenilir şekilde saptanmasını sağlayabilmektedir. Tükürük, sperm, kan, hatta tek bir kıl örneği üzerinde dahi uygulanabilen DNA incelemeleri yöntemi, moleküler yapılardan yola çıkarak genetik soyun rahatlıkla saptanmasını sağlar. Bu nedenle

85 2.HD.18.11.1982,7333/8566,YKD, s.513 kararı ile “kadın gebe kaldığı zamanda tarafların ayrılığına

karar verildiği sabit olduğu takdirde koca, nesebin reddi davasında delil gösterme yükümlülüğünden kurtulur. İspat yükü kadına düşer.”denilmiştir.

30 günümüzde çoğunlukla rağbet edilen yöntemdir. Yargıtay da Adli Tıp Kurumları’nca DNA testleri yapılması görüşündedir86.

Kan muayenesi ve diğer bilimsel yöntemlerin gerçeğin saptanması açısından kaçınılmaz olması ve incelemeye tabi tutulacak kişilerin sağlıkları yönünden hiçbir sakınca taşımaması gerekir. Örneğin kocanın aşırı kıskançlığı yahut şüpheciliği yüzünden mahkemenin bilimsel incelemeye karar vermesi düşünülemeyeceği gibi kamu yararı ve özel menfaatlerin çatışmamasına da dikkat edilmesi gerekir.